Balık denince Sarıyer, Sarıyer denince balık gelir akla! Sarıyer, karşı komşusu Beykoz’la beraber balığın ipek yolu üzerindedir.
Palamut, torik, lüfer, orkinos, kalkan, levrek, hamsi, sardalye, uskumru, kolyos, kılıç gibi balıklar göçer (Anavasya) balıklardır.
Göçer balık olur da yerel balık olmaz mı? İstavrit, izmarit, tekir, iskorpit, mezgit, çaça, kırlangıç, gümüş, kaya, kefal da yerli balıklardır.
Göçer balıklar havyar dökmek için İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’in temiz sularına atar kendini. Havyarını döker, yemlenir ve aynı yolu takip ederek geri (Kavavasya) döner.
Göçer, yani yaylaya giden balığın ne kadarı geri döner, ne kadarı avlanır bilinmez! Zira balık, ne hali ile olursa olsun (sayı, boy, kilo) ölçü ve ayar tutmaz. Çünkü denizananın sırrıdır bu! Deniz de baba yiğitler gibi “Ser verir, sır vermez”. İlân edilir “On iki santimden küçük hamsi tutulması yasaktır” diye! Hangi reis bir elinde metre, bir elinde fenerle deniz dibine dalıp da hamsiyi ölçer? Böyle olsaydı, yani balıklarla konuşan, onları ölçüp biçen reisler olsaydı, balık nesli boğazda tükenir duruma gelir miydi?
Göçer balık boğazın temiz suyolunu takip ederek ilerler. Yasakçılar; yani trolcularla voliciler peşine takılmaz, kendileri de “Dalyana uğrayalım” (!) demezlerse Karadeniz’e çıkmış veya Karadeniz’den sağ ve salim dönmüş olurlar!
Balıkçılık mesleği kendi içinde çeşitlilik gösterir. Bu meslek, balıkçı teknesi ya da kayığı hareket etmeden yani demir üzerinde iken yapılabildiği gibi, denizde sürekli dolaşarak da yapılabilir! Hiç hareket etmeden yapılan balıkçılığa “Dalyancılık”, demir üzerinde ve lüks lambası yakılarak yapılan da lüfer oltacılığıdır. Dalyanlar ve lüks lambası ile yapılan lüfercilik, yirmi otuz yıl öncesine kadar Boğaziçi’ne güzellikler katardı.
Çok dolaşmadan yapılan küçük ağ balıkçılığı ise kendi başına buyruk hareket etmek isteyenlerin işidir. Küçük ağ balıkçıları kadercidirler; kendileri tutar, satar ve geçimlerini temin için yaşam savaşlarını sürdürürler.
Dalyancılık durağandır, hareket etmeden yapılır. Sarıyer ile Beykoz için çok önemlidir. Dalyan yerleri asırlar önce belirlenmiştir. Dalyan yerleri sahiplidir ve belli bir ücret ödenerek tapuları alınmıştır. Ancak bazı kuralları vardır. Dalyan yerlerine üç veya beş yıl dalyan kurulmazsa, dalyan özelliğini kaybediyor ve sahibinin elinden çıkıyor. Dalyanlar her yıl aynı yerde kurulur. Dalyan kurulunca açık bırakılan ağza yakın direğe bekçi (görevli tayfa) çıkarak oturur, bekler. Açık bırakılan ağızdan balık sürülerinin dalyanın içine girmesini takip eder. Takip saatlerce sürebilir. Bekçi nöbette olduğu sürece hayal âleminde yaşayarak yenidünyalar kurar kendine! Mal –mülk sahibi olur, evlenir, çoluk çocuğu olur; büyütür, okutur, adam eder, evlendirir; torun sahibi olur. Afacan torunlarını sevip okşar! Gözleri dalar, atar kendisini salaş bir meyhaneye piyizlenerek efkâr dağıtır! Kendine geldiğinde bütün düşüncelerinin sigara dumanı gibi savrulup gittiğini görür; ana avrat küfreder, sayıp söver!
Dalyancılık deyip geçmemeli; dillere destan olan eski Kilyos Dalyanı unutulsa da Balıkçılık Nazırı Ali Rıza Bey ile İstanbul Balıkhane Eski Müdürü Karekin Deveciyan Efendi balıkçılık dalındaki büyük incelemeleri asla unutulmaz. Bu iki usta balıkçılık uzmanı yazıp yayınladıkları unutulmayacak eserlerle hem dalyanları ve hem de balık ve balıkçılığı günümüze kadar taşıdılar.
Boğazın iki yakasında çok büyük dalyanlar vardı. Anadolu yakasında Beykoz ve Filburnu dalyanları halen işlevini sürdürüyorlar. Sarıyer kıyısına göz attığımızda pek çok dalyan ismi ile karşılaşırız. Örneğin; Büyükdere Dalyanı, Bülbül Dalyanı, Pazarbaşı Dalyanı, Bülyükliman Dalyanı, Karataş (Mavramoloz) Dalyanı ve Bağlaraltı Dalyanı arka arkaya dizilir. Dizilir ama faaliyette olan sadece Bağlaraltı dalyanıdır. Dalyanların özellikleri kuruldukların yerin/mevkiin isimleri ile anılır olmalarıdır.
Günümüzde hala canlılığını koruyan ve işlevini sürdüren dalyanlar var. Bağlaraltı, Beykoz ve Filburnu dalyanları gibi… Ömer Ağatan, Ahmet Merter, İsmail Dalyancı, Kamil Filburnu, ve Sabih Bey gibi büyük dalyancılar yok artık. Hepsi yıllar önce son yolculuklarına çıktılar. Efsane dalyancılardan sadece İbrahim Menekşe direniyor yaşama! Yüz yaşa geldi gelecek!
Dalyan sahipleri kadar reisleri de önemlidir. Yeniköylü Sokrati Reis, Yenimahalleli Andriko Reis, Poyrazlı Adem Reis, Madenli Tahir Reis (Akçağlar), hayattan ayrılsalar da şöhretlerini devam ettiriyorlar! Rumelifinerli İbrahim Reis (Menekşe) “Dalya” demeye yakın! Yaşı ve şöhretli ile yaşayan dalyan reislerinin en yaşlısı! Her ne kadar yıllarca önce emekli oldu ise de yeri boş kalmadı. Oğlu Akber (Ekber) babası İbrahim Reisi aratmıyor!
Balıkçılık teknolojisinin korkunç bir hızla gelişmesi boğaz balıkçılığına büyük darbe vurdu. Artık Beykoz dalyanına kalkan, Bülbül dalyanına orkinos girmiyor! Aslında Kalkan balığı dalyan balığı değil ama söyleyen söylemiş ya mesele yok! Orkinos dalyanı olarak nam salan Bülbül dalyanını ve rıhtıma sıralanan orkinosları insanlar seyreder geçerdi. Alıcıları ise daha çok gayri Müslimler ile yabancı elçilik mensupları idi. Demek ki tadını da onlar biliyormuş! Balıkçılığı öğretenler, bu balığın yemesini doğru dürüst öğretmemişler!
Deniz kirliliği, yanlış avlanma ve deniz trafiğinin yoğunluğu balığa rahat yüzü göstermediğinden uskumru, kolyos, kılıç balığı kaybolup gitti. Artık Poyraz açıklarından başlayıp, Kavak önlerine; Kavak önlerinden başlayıp Tarabya önlerine kadar yapılan kılıç balığı akışları da yok! Tabii, kılıç ağını atan ve takip eden balıkçıların “Ağ var ağğğğ” bağrışları da yok! Elinde zıpkın, yüzen balığa saplamak için kalas üzerinde bekleyen zıpkıncılar da yok! Bunlar olmayınca da Torlak Niyazi, Ali Rıza Toker, Zamkinos Şerafattin ve Şekerin Nuri gibi kılıççılar da yok! Her ne kadar Poyrazlı İsmail Dayı yaşıyorsa da balığın peşinden gidecek hali yok; varsayalım ki gücü yerinde ama ortada balık yok! Böylece rahatlıkla artık Boğaziçi’nde zıpkıncı yok diyebiliriz ve ekleriz: Yetişmesine de imkân yok! Çünkü Kılıç yıllardır kayıplarda, Marmara denizinde ve Boğazda boy göstermiyor! Kalkan balığı ise kayıplarda! Avlanmak için Rusya, Romanya ve Bulgaristan karasularına yolculuk yapılıyor!
Sahil boyu rıhtımlarda kepçe ile torik, palamut, istavrit, hamsi, kefal, gümüş, çinekop avlanamıyor! Nesilleri kurumadı ise de o bolluk, o bereket yok! Ya da o beceri kaybedildi! Elli yaşı devirenlerin gözleri Saçmacıları arar oldu! Sarıyer’in Kumsalından Büyükdere girişine kadar rıhtım boyu sabahın erken saatlerinde icra-i sanat eyleyen saçmacılar da yok! Saçmalarını evin bir köşesine asıp bırakmışlardır ama kullananı yoktur ki meydana çıkmazlar! Saçmacılık deyip geçmemek gerek! Zevkli bir işti! Balığın kökünü kazımaz ama tutanı doyuracak kadar yem verirdi!
İlmi gözlem yapıldığında “Yanlış balıkçılık” yapıldığı, “Yanlış avlanma” ile de balık neslinin tüketildiği anlaşılmasına anlaşılıyor da bir türlü bu yanlışlıktan dönülmüyor, bu büyük yanlışlık terk edilmiyor! Bırakın terk edilmeyi inatla devam ettiriliyor! Zira para denen meret her kapıyı açıyor, böyle olunca da olan ülke balıkçılığına oluyor!
Tarihin derinliklerinde kaldı o günler. Boğaziçi’nin belirli yerlerinde demirleyen sandallardaki lüks lambalarının ışığı altında lüfer avlanıp demlenenleri görmek de yok! Oltasını derin sulara bıraktığı zaman kulağı kirişte bekleyen oltacı sayısı da azaldı. İstinye’de, yeniköy’de, Tarabya’da. Kireçburnu’nda varsa da onlarda darbe üstüne darbe yiyorlar! Kireçburnu esnafı az bucuk iyi. İstinye koyu marina yapılması için kiralandı. Keza Tarabya koyu da gözden çıkarılmış olacak ki özel teşebbüse kiralandı marina yapılacak! Hiç düşünülmedi buradaki küçük balıkçı esnafı ne olacak? Denizde olta balıkçılığı yaparak geçimlerini sağlayan bu sanat erbabını kale alan bile yok! Yeniköy’ün akıntısında saatlerce soğuk yiyen bu esnafa yazık değil mi?
Havaya baktığında rüzgârın ne yönden ve ne zaman eseceğini balıkların “durak” yapacakları yerleri bilen anlı şanlı reisler de yok! Şaban Reis, Ameşin Şakir Reis, Ananın Ferhat Reis, Paşa Reis, Aziz Reis, Mamati Hüseyin Rais, Zekeriya Reis, Osman Reis, Şevki Reis, Paços Hasan Reis, Habib Reis, Karaman Reis, Yakup Reis, İsmail Reis, İbrahim Reis, Naim Reis, Cüneyt Reis, Bahtiyar Reis, Cemil Reis ve diğerleri… Her biri deniz kurdu olan bu reislerin yerini; teknolojiyi çok iyi kullanan yeni yetme, cin bakışlı, ufku geniş çocukları veya torunları aldı. Yeni reisler; taka, baltabaş, karpuzkıç gibi onbeş onaltı metrelik ahşap tekneleri; kırk, kırkbeş ve elli metre büyüklükte saç teknelere taşıdılar… Dört, beş çifteli alamana kayıklarını önce ağaç, sonra saç, daha sonra da krom bota dönüştürdüler! Yeni reisler gözle balık tarama yerine pusulaları, satalayları, değişik güçte radarları kullanır oldular.
Balıkçılık ve balık, akla Sarıyer’i getirir! Balık tutulur ve satışa sunulur. Taze balık yemenin keyfine varmak isteyeceklerin gidecekleri adres ve son durakları Sarıyer’dir. Kaba bir hesapla Sarıyer’de iki yüz restaurant varsa bunun yüz elliden fazlası balık restaurantıdır.
Damak tadına düşkün olanların koştukları yerdir Sarıyer. Yakın zamana kadar siyasetin, sosyetenin ve iş dünyasının nabzı Urcan Balık Lokantasında atardı. Liman kenarına sıralanmış balık restaurantları hizmete devam ediyor. Rumelikavak hafta sonları elliye yakın balık lokantası ve midyecisi ile binlerce insana kucak açıyor. Denir ki: Karşılıklı iki Kavak (Rumelikavak ve Anadolukavak) birbirleriyle yarışıyor. Kireçburnu, Tarabya hizmete yelken fora ederken, Yeniköy, İstinye ve bilhassa Rumelihisar “Beni geçmeyin” der gibidir.
Kafasına esip de “Haydi bir balık yiyelim” diyen damakçılara, Rumelifener, Garipçe, Kilyos ve Uzunya’daki balık lokantaları hem tadımlık ve hem de doyumluk olarak en nefis balık yemeklerini sunar…
Balıkçılık Sarıyer’de sanayidir denilse yeridir. En büyük balıkçı köylerinden biri Rumelifeneri’dir. Bunu Rumelikavak, Garipçe, Yenimahalle, Sarıyer merkez, Büyükdere; Anadolu yakasında Poyraz, Anadolufeneri, Anadolukavağı, Beykoz takip eder!
Balıkçılık Sarıyer için bir iş koludur. Binlerce insan “Heya mola” sesleriyle uyuyup uyanmış, kese doldurup kese boşaltmıştır. İleriye doğru adım atmış, atmaya devam etmektedir.
Deniz ana; ihanete uğramadıkça Sarıyer’imizin balığı bol ve leziz olacak, gelenler balığın iyisini doyasıya yemenin zevkine varacak; balık denilince Sarıyer, Sarıyer denilince de balığın akla geldiğini anlayıp kabulleneceklerdir.
Sarıyer sahillerine inip münasip bir yere oturanlar, iyot ve balık kokusu ile haşır neşir olamıyorsa; şair şiir karalamıyor, yazarlar kalemine sarılamıyorsa; ressamlar palet kullanamıyor, fırça sallayamıyorsa; yavuklular birbirlerinin gözlerinin içine baka baka sahil boyu dolaşamıyorsa; yaşlılar günün yorgunluğunu deniz kenarında bir bankta oturup atamıyorsa; yaşlı, genç, çocuk, hanım ve erkek sahil boyunda yüzemiyorsa BOĞAZİÇİ NOSTALJİ olmuş demektir.
12.02.2012