Sarıyer’i yazmaya geldi sıra! Demek ki oruç ayında, anormal
sıcaklar altında sokakları arşınlayacak, kılı kırk yararak elde edeceğimiz
bulguları aktaracağız. Yalnız olmayacağı kesin, yine Suat Uysallar ile dolaşıp
duracağız sokak aralarında. Bazen biraz soluklanacak, bazen biraz, birazdan da
fazla durup dedikodu yaparak eskileri anacak ve kayda geçmeye devam edeceğiz.
Gel de dedikodu yapma? Hadi başlayalım bari:
Bülbül Sokağı Büyükdere’yi Sarıyer’den ayırır. Dar bir
sokaktır ama iç kısımlara doğru gider durur. Eskiden içeri girişte sağdaki
dalyan evi vardı. Bu evi geçtikten sonra orman içinde bulurdu kendini insanı.
Yine sağa dönüldüğünde yüksek duvarlar ve duvar arkasında Ferah Sineması.
Ceplerimizden metelik olmadığından bu duvarları tırmanır, Enver Bey’in
bağrışlarına aldırmadan filmi seyrederdik. Ama bir gün olan oldu. Baktı ki
itlerden aman yok, yapacağını yaptı. Bayram arifesi kaynattığı gibi katranı,
sıcak sıcak duvarın üzerine boydan boya döktü. Bizlerde bayram gecesi yeni
elbiselerle film izlemeye gidince yine duvara tırmanıp oturduk. Kalkmak
istediğimiz ise zorlanıp durduk. Zira yapışıp kalmıştık katranda! Neyse olan
elbiselerimize oldu, tabii biraz da azar işittik!
Bülbül Sokağı bülbülü bol olduğu için bu ismi almış olmalı.
Bu ismi aldığı için de bu sokağı karşısında ve denize kurulan Dalyan’ın ismi de
Bülbül Dalyanı idi. İki çok önemli reisi vardı. Yeniköy’lü Sokrati Reis ve
Madenli Tahir Reis! Bular unutulmayacak iki önemli reisti! Bülbül Dalyanı
Boğaziçi’nin en büyük dalyanlarından biriydi. Bilhassa Orkinos dalyanı olarak
nam salmıştı. Orkinosları rıhtıma sıralarlar ve oradan balıkhaneye
gönderirlerdi. Bülbül dalyanı onlarca yıl kuruldu ve 1980li yılların başında
kurulmaktan vazgeçildi. Son sahibi Süleyman Hasbek’ti o da satmış olmalı!
Bülbül Sokağı Kazanovaların cirit attığı yerdi. Çoğu kez
Bülbül Sokağına girdikten sonra başlardı cümbüş. Bir hevesle baş başa
kalanların feryadı duyulurdu birkaç dakika sonra. Oraya gidenlerin amacı sevda
olmayınca olan olurdu ve sonunda bir patırtı çıkardı. İş bitirme uğraşı
verenle, dikizleme uğraşı verenlerin küfürleşmesi yankılanırdı ağaçlar arasından…
Devam edelim isim vermenin ne âlemi var! Olan olmuş, giden gitmiş, kalan
kalmış! Şimdi her şey hoş sada gibi!
Geri dönelim Sarıyer’e ulaşmaya çalışalım. Solda Ferah Park
Sineması ve Gazinosu! Uzun Yıllar Sarıyer’e hizmet veren bir eğlence merkezi
idi yaz ayları için. Enver Bey müthiş bir adamdı kızı ise daha da müthiş! Hem
de güzel mi güzel. Yahu nedense çok genç olmasına rağmen hep kendinden 15-20
yaş büyüklerle haşir neşir olur, Sarıyerli gençlerin tepkisini çekerdi. Yaşı
65’e vardığında tekrar düştü Sarıyer’e! Görüştük, konuştuk. Başından geçenleri
anlattı. Artık yaşlanmıştı. Sosyete terzisi olan kocası yine terziydi ama
kendisi pek çok hastalığı bünyesinde taşıyordu. O eski güzelliği sadece
gülücüklerinde kalmıştı.” Nasıl düştün ama! Sarıyer kürkçü dükkânı, biz yine
Sarıyerli delikanlı” dediğimizde! Kısa konuştu “Yavaş vatman, inecek var”. Yani
Sarıyerli benim, onlarla işim olmaz demek mi istedi ne? Suzan Hanım biri iki
sene yaşadı ve göçüp gitti.
Mesarburnu caddesinde ilerliyoruz. Tartışmaya gerek var mı
bilmiyorum. Mesarburnu Caddesi mi
Mezarburnu Caddesi mi? Bizim
bildiğimiz Mezarburnu değil Mesarburnu! Çünkü Sarıyer önemli bir mesire
yeri. Mesar mesire’den geldiği için bu
ismi almış olmalı! Nereden alırsa alsın biz devam edelim.
Mesarburnu’nun en önemli insanı Necmeddin Molla (Kocataş).
Yani Abdülhamit dönemi İstanbul Savcısı! Adalet Nazırı ve Sadrazam Kaymakamı!
Abdülhamit’e yapılan suikastı soruşturmuş, bir hafta gibi kısa sürede failleri
yakalatıp cezalandırdığı için şöhreti yakalamıştı. Bu şöhreti onu başarıya
koşturdu. Kocataş Yalısını satın aldığında şöhretinin doruğunda idi. Bu yalıda
Atatürk’ü ağırlayıp misafir etti. Burada Atatürk Sarıyerlilere şu önemli
konuşmayı yaptı: “Benim için zahmet ediyorsunuz! Bundan mahcup oluyorum. Beni
görmek demek behemehal yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim
duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir”. Eğer Necmeddin
Molla’nın torunu Yusuf Mardin Kocataş Yalısı Anılarım kitabını yazmasaydı bu
önemli konuşmanın nerede olduğunu öğrenemeyecektik.
Necmeddin Molla’nın aile şeçeresi hayli zengin. Damatları
Ord. Prof. Dr. Ebül-ula Mardin, Muhittin Mardin, Münip Ürgüplü… Torunları da
çok önemli isimler. Arif Mardin dünyanın en saygın müzikologlarından biriydi
terk-i dünya eyledi, diğeri Türkiye’nin en önemli halkla ilişkiler uzmanı Betül
Mardin. Hala dipçik gibi ve ayakta, ders vermeye devam ediyor. Necmeddin Molla
yalısı ile ne kadar önemli ise soyadı olarak aldığı Kocataş suyu ile de o kadar
önemli. Tadına doyum olmaz Kocataş suyu terk edilmedi ise de bakımsız! Bu su
zamanında bulunmaz değerde bir su idi. Necmeddin molla’nın hayratı idi ve
kitabesinde şöyle yazıyordu: “Böyle bir abı hayatın koşar insan sesine/Nice
Malûle şifa sundu bu mermersine/Suya tarihi düşürdüm getirip bin dereden/Nuş
eden Hayri dua eyleye Necmeddine”. Kocataş Yalısı Necmeddin Molla öldükten
sonra bakımsızlıktan çöktü sonra da yangın geçirdi. Yakın zamanda da satıldı.
Su ve gazoz fabrikaları daha önce elden çıkarılmıştı. Bu konuyu kapatırken
hırsızların Kocataş yalına uğradıklarını, önce yalının cümle kapısını
çaldıklarını (Bu kapı aylar sonra bulundu ama sonra yine kayıp oldu) sonra da
Kocataş Suyu çeşmesinin ayna taşı ile yalağını çaldıklarını belirtmek ister ve
yolumuza devam ederiz.
Sırada Balaban yalısı! Görkemli bir yalı! Eser Eseryan
isimli bir Ermeni’nindi, Önce Söylemezoğlu daha sonra da Gülağa Balaban’ın eline
geçti. Nice İstanbullu sosyete çalıp oynadı bu yalının yüksek tavanlı
salonlarında. Yanında Kayseriliyan Yalısı. Bu yalıda çok el değiştirdi. Bu
yalıya Uğursuz Yalı da denilir. Çünkü yalıyı alanlar hiç iflah etmediler.
Sahibi Varlık Vergisi nedeni ile Aşkale’ye yol yapmaya gidenlerden biriydi.
Yalı sık sık film seti olarak kullanılıyor. Yani para basmaya devam ediyor.
Armatör Cerrahoğlu’dan sonra Petrolcu Mustafa Vanlı idi sahibi, sonra
Günyüz’lere geçmiş halen kimin üzerinde kayıtlı onu da tapudakiler bilir, bizim
fazla kaygımız yok! Yalılar arka arkaya gelir. Birbirine bitişik iki yalılardan
birinde Lütfi-Behire Hanım Çifti otururdu. Şimdi oğlu Şükrü devam ettiriyor
yalıda oturmayı. Yani Türk musikisinin büyük isme Safiye Ayla vardı ya! İşte bu
evde yazları geçirir Lütfi ve Behiye Hanıma misafir kalırlar, Sarıyer’in
yakışıklı pehlivanı Reşat da kendisini mehtaplı gecelerde sandalla gezdirir
berrak sesini dinlerdi.
Sıradaki bina Kaptanyan Yalısı. Kaptan Bey isimli Ermeni bir
vatandaş tarafından 1866 da yaptırılmış ve yalı yaptıranın ismini almış.
Yalının bir ismi de Sütunlu yalı! Tepeden bakıldığında “Haçı” andırır. Demek ki
yaptıran dini bütün bir Hıristiyan’mış. Yalı bilahare elden çıkmış ve Nemlizadelere
geçmiş. Sonra da tekrar satılmış ve yalı sahibi Milli Eğitim Bakanlığı olunca
binada Sarıyer Orta Okulu olarak hizmete başlamış. Şimdilerde Vehbi Koç Vakfı
Lisesi! Ama bir süre önce bir darbe yemiş olacak ki Otelcilik ve Turizm Okulu
haline getirildi. Duyduğumuz bu. Yalının çok eski bir fotoğrafı elimize geçti.
Hayret ettik. Genel olarak aynı gibi ama hayli değişikliğe uğramış! Bu yalının
müdavimlerinden biri eski Başbakanlardan A . Fethi Okyar’dı (1880-1943).
Atatürk İstanbul’a geldiğinde A. Fethi Okyar’ı ziyaret ederdi. Bu yalıdan sonra
Huzur Apartmanını geçince Remzi Bey Yalısı sıraya girer. Şu eski Sivas
Milletvekili! Hemen bitişiğinde iki
kardeş bina! 59 Numarada oturanlardan biri Milis Binbaşı Hacıoğlu Hafız Mehmet
Ragıp Efendi. Kuvva-yı Milliyeci! İstanbul’daki silah kaçakçılığı işlerini
tamamladıktan sonra Memleketi Rize/Gündoğdu’dan getirdiği çeteci adamları ile
Anadolu’ya geçerek Milli mücadeleye katılmış ve Milis Binbaşı rütbesi ve hem de
İstiklal Madalyası almış bir milli kahramandı. Milli mücadeleden sonra çok
yaşamamış ve 1935 de yolcu esas yoluna diyerek kapadı gözlerini. Son durağı
Sarıyer Mezarlığı oldu. Mezardaki kitabesi ne denli kahraman olduğunu
anlatıyor. Eski mezar yenilenmiş, ne kadar ilgilendimse mezarı kimin
yaptırdığını, ziyaretine kimlerin geldiğini öğrenemedim! Hayret etmemek elde
değil! Neyse herkesin gideceği son durak burası, sırasını bekleyen bekleyene!
Fındıkçı Ahmet Tecimer de bu binanın sahiplerindendi. Ahmet Bey tam 70 yıl bu
binadan saban 07’oo de çıktı ve 07.10 şehir hatlarına vapuruna bindi akşamda
Eminönü’nden 18.10 vapura binip 19.10 da yine buraya geldi. Bu bina yanında
Sencer’lerin yalısı vardı. Mükemmel Yalı baba öldükten bir süre sonra elde
tutulamadı ve satıldı. Son sahibi yeşil sermaye sahiplerinden biriymiş. Yalı
milyonlar masraf edilerek yenilendi. İsmini de “İstanbul kulüp” yaptılar. Meraklılar
“Acaba” dediyse de demeyen de oldu!
Sakal Dursun bu, yutar mı? Hemen damlamış kapısına. Gelen son model arabaları
karşılayan yakışıklı şık giyimli gençlere sormuş “Çocuklar gece kulübü kaçta
kapanıyor, oyun var mı, viski veriliyor mu?” Yanıtını almış hemen. “Olur mu
amca, biz cemaat toplantılarını burada yapıyoruz”. Fettullah Gülen Cemaatine aitmiş. Güle güle
kullansınlar. Cemaatlerin yığın yığın olduğu bir Sarıyer’imiz oldu: Fettullahçılar,
Süleymancılar, Mahmut Efendiciler, Menzilciler daha bilmem neciler! Nerede ise
her cemaat kendi dinini yaratır hale gelmiş!
Yeni yalıları tadat etmeye gerek yok deriz karşı tarafa göz
atarız. 1911 yılında yapılmış Karakolhane-i Bala, yani Karakol binası! Bu binanın kendi korundu
ise de sağına soluna hayli ilaveler yapıldı. Uzun zamandan beri ordu evi!
Bitişiğinde Canlı Balık Gazinosu vardı. Yerle bir edildi ve yerine bir ordu evi
daha dikildi. Canlı Balık deyip de geçemeyiz. Burada müthiş anıları vardır
Sarıyerlilerin. Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’a geldiğinde uğradığı yerdir
Canlı Balık. Bir gün Acar motorundan çıktığında kendisine karşılayan
Sarıyerliler arasından geçerken bir hanım dikkatini çeker. Yüzünde peçe vardır.
O kadının önünde durur ve “Peçeni çıkar at, yakışmıyor. Aydınlık Türkiye’nin
hanımları da aydınlık olsun” diyerek ilerliyor. O Kadın Dişçi Hikmet
Dişmengil’in annesiydi ve peçesini çıkarıp atıyordu.
Sarıyer Vapur İskelesi tarihi bir yapı! Görev yapmaya devam
ediyor. Ne var ki özelleştirme ile elden çıkarıldı. Hemen yanında Sarıyer
Mehmet Akif Parkı ve parkın içinde Muhtarlık! Ömer Akyüz, 1994 den
beri muhtar. İstemedikten sonra muhtarlığını çok daha uzun yıllar devam ettirir
gibi! Parkın karşısında dizi dizi yalılar. İyisi var kötüsü var, tarihi olanı,
tarihi konumunu kaybetmiş olanı var. Ama üzerinde durulacak olan restarosyan
çalışmaları yakın zamanda biten Sözen Yalısı. Gerçekten süslemeleri ile harika.
Bu yalının sahibi Sözen kardeşler. Öğretmen, siyasetçi Meliha Avni Sözen ve
eski Van Valisi Ferit Sözen! Rahmetli Başbakan Menderes’in sık uğradığı bir
yalıydı. Meliha Avni Hanımefendi iyi bir öğretmen ama daha önemlisi müthiş
hitabeti ile kalabalıkları peşinden sürükleyen bir kadın hatipti. CHP de
yıllarca görev yaptı ama bir süre suskun kaldıktan sonra saf değiştirdi ve
nihayet o da tarihin derinliklerine doğru gitti.
Deniz tarafa gidelim! Koca boş alan yani Kumsal Meydanının deniz
tarafı şimdi lokanta ve çay bahçeleri ile dolu. Diğer cephelerinde market,
banka ve diğerleri… Yerin büyük kısmı Hukuk Vak fı’nın,
bir kısmı Oflu Hacı Hızır’ın. Alanı Hacı Hızır kullanıyor. Üst katta Göze Teras
Kafeteryası var. Hayli iyi donanımlı bir yer, ilgi çekiyor. Diğer yanında Mado
var. Üst katını kafeterya olarak dizayin ediyorlar. Bütün bu alanın deniz
tarafı yazın Sarıyerlilerin yüzme alanı idi. Şimdi rıhtım. Arka tarafı top oynama ve
eğlenme alanı. Çok sonra çay bahçesi yapıldı. Arka köşede kahvehane vardı.
Kumsal Meydanı Sarıyer’in merkezi sayılır. O halde biz de
gelin merkezin isminin nerde geldiğini anlamaya çalışalım. Çok değişik söylentiler
var. Hangisinden başlayacağız? Önce buna da karar vermek gerekir diyor ve
Sarıyer’in antik Çağdaki isminin Simas olduğunu görüyoruz. Simas’in İstanbul’un
Avrupa yakasında bir burun olduğu bilinir. Bu burnun da Mezarburnu/Mesarburnu
olduğunu anlıyoruz. Ancak Simas’ın anlamına gelince görüyoruz ki Sarıyer ismi
yerli yerine iyi oturmuş. Efendim,
Simas’ın anlamı ”Kutlu-Güzel-Akarsu” veya” Kutlu/Güzel-Su- Irmağı”
olduğunu Bilge Umur’un kitabından öğreniyoruz. Sarıyer’in Mesarburnu’ndan
başlayarak Kocataş Tepesine kadar giden dağ silsilesinin bulunduğu alan
Sarıyer’in meşhur kaynak sularının bulunduğu alandır. İstanbul’un içme suyu en bol olan bir bölgesi
olduğuna göre Sarıyer’in ismini Simas’tan aldığı bilahare Simas’ın Sarıyer’e
dönüştüğü anlaşılır. Simas söylemi Antik Çağda olduğu gibi Bizanslılar
döneminde de kullanılıyordu. Bizansların son dönemlerinde ve Osmanlılar
döneminde ise Sarıyer’in ismi Sarıyar olarak geçiyor kayıtlara. Varsın öyle
olsun diyoruz ama bir bakıyoruz ki Sarı Baba bağırıp duruyor “Beni atlamayın”
diye. Malûm ya Sarı Baba Merkez Sarıyer’de ve Hamam Sokakta bulunan bir yatır.
İsmi de Sarıer Baba! Genel kanı Sarıyer’in ismini Sarıer Baba’dan alındığı
merkezindedir. Ama unutmayalım ünlü Gezgin Evliya Çelebi de Sarıyer’in ismini
Sarıyar olarak vermektedir. Ben Sarıyer isminin Simas’tan geldiğini ifade
ederek, konuyu değiştiriyorum.
Kumsal Meydanına gelirken solda Şahbaz’ın bahçesi! Bu büyük
alan yıllarca Sarıyer’in bayram yeri olarak kullanıldı. Sonra elde çıktı. Son
sahibi Aksoy kardeşler. Şimdi oto park! Alanın Sefir Sokak tarafına fayton
arabalardı sıralanır müşteri beklerdi. Her faytoncunun elinde bir kamçı “Deh!”
diye bağırdıklarında kamçıyı öyle şaklatırlardı ki benim diyen hanım
hayranlıkla bakmadan edemezdi. En namlı faytoncu da Çakal Nuri’ydi. Kırbacı
şaklattığında Deli Ahmet şarkı söyletir, Topal Mehmet Türkü yaktırırdı
kırbacına! Diğer namlılar Deli Ahmet, Kadir Ağa, Raşit Ağa, Leylek Saim, Kör
İbrahim, Paşo Mahmut… Faytonlar çok uzun yıllar Sarıyer’in yükünü taşıdı. Ama
Amerikan yardımı gelince yapılan yollarla beraber otomobiller de sökün etti ve
böylece faytonların pabucu dama atıldı.
Aman unutmadan yazalım. Üç meslek erbabı daha bulunurdu
Kumsal Meydanında. Sahlepçiler, taksiciler ve minibüsçüler. Sahlepçiler kışın
icra-i sanat eylerlerdi. En önemlileri meşhur Sarıyer Muhallebicisi Şakir
Efendi ve sonra Arnavut Muharrem Efendi ile Arnavut İsmail Efendiydi.
Kumsal Meydanı da hayli değişikliğe uğradı. Bir iki dokunulmayan
bina var. Biri Kumsal Arkası Sokak başındaki Orhan Beye ait bina! Vefat
ettiğinden keyfini damat Cengiz sürüyor. Damat olunca başkası sahiplenemez ya!
Bu binanın altında kahvehane vardı, yine var. Ön tarafında gölgelik sekiz on ağaç
ve mükemmel bir çay bahçesi. Dedikodunun daniskası burada yapılırdı. Parti
münakaşası, kulüp tartışması sabahlara kadar devam eder, horozlar ötmeye
başlayınca eve gitme akıllara gelirdi. Eski günler şimdi aranır oldu. Malum ya
televizyon denilen aygıt mertliği bozdu.
İşte Sarıyerli gençlerin toplanma merkezi burasıydı. Kahve yine yerinde ama bahçesi yok! Olsun ne
çıkar birkaç çınar ağacı ve kumsal arkası sokak var ya yeter de artar bile! Sefir
sokağa girişteki Sefir Apartmanı da hayli eski! 0turan yok, işyerleri var. Daha
ziyade siyasi partiler katlarını işgal etmiş. Yenimahalle Caddesinin sol
başında yani Evkur’un sol yanında Namlı Börekçi vardı, sağ yanında büfe/gazete
bayii… İkisi de tarihe karıştı. Zamanla yarışmak kimin haddine? Parayı bastıran
bu eski binayı satın alınıp yeni devasa bir iş merkezini kurdu bile.
Evkur’un sol yanında yani Yeni Sular Caddesinde Sarıyerli
Taksiler sıralanırdı. Yine de var. Ama sayıları hayli azaldı. Taksiler gıcır
gıcır yeni. Pek çok iz bırakan taksici vardı Sarıyer’de. Örneğin; Karakaş
Hüseyin! Aman yarabbi bir deli belâ! Tulumbacıydı! “Haydaaa” diye nara
attığında sesini Büyükdere’den duyarlarmış! Nazif Yardımcılar, Çingine İsmail,
Fettah Baba, Haydar Öcal, Muzaffer Yurtseven! Vehbi Koç’un şoförlüğünü yapan
Muzaffer Yurtseven maşallah 96 yaşında genç bir delikanlı diyorduk ama hayli
zamandır kendisini de göremiyorduk.
İlgilenince öğrendik ki o da sessizce son yolculuğuna çıkmış Allah
rahmet eylesin. Hakkı Canseven, Deli
Ahmet’in Mustafa, Kaf İsmail, Atom Zeki,
Arnavut Fehmi, İslam, Ali Rıza. İslam ile Ali Rıza dışında hepsi ecel şerbetini
içtiler.
Bahsetmeden geçmek haksız olur! Haydar Öcal’ın ayrı bir yeri
vardır… Hayatı gırgıra alan, “Laza bin kızım olsa birini vermem” diyen ama iki
kızını da Laz’a kaptıran bir yaman Sarıyerli idi. Taksicilikten sonra kamyoncu
oldu, parçacı oldu ve nihayet dükkâna açarak tezgâha geçti. Muzipti, olmadık
şakalar yapardı. Şahit olduğum bir olay; kendisi ile ciddi ciddi görüşüyordum
“Sarıyer Spor Kulübü Tarihi” kitabım için hazırlık yapıyor, bazı şeyler soruyordum İki kişi girdi dükkâna.
Temiz giyimli, gravatlı ve ellerinde çanta var. ”Teftişe geldik defterlerinizi
verin” dediler . Haydar Öcal hiç
istifini bozmadan emreder gibi konuştu. “Hemen arkanızdaki raftan uzun kutuyu
veriniz, anahtar içinde” dedi. Adamlardan biri dönüp kutu alıp uzattı. Kutuyu
almadı “Açın açın kutuyu anahtarı verin” dedi.
Adam ister istemez kutuyu açtı ve açtığı gibi kutunun içinden bir erkek
uzvu dışarı fırlayınca adam elindeki kutuyu fırlatıp attı. Haydar istifini bozmadan,
gayet ciddi bir ifade ile “Ne var? Neden korktun?” diye sorunca adamlardan
diğeri, “Tamam Beyefendi defterler görülmüştür” dedi çekip gittiler. İşte Haydar Öcal buydu.
Kumsal Meydanı anlatılır ama günlerini burada geçirenlerin
anlatılması zordur. Hemen herkesin ayrı bir dünyası, ayrı bir yeteneği, ayrı
bir karizması ve ayrı bir hayat anlayışı vardır. Faytoncuları saydık yaşayan kalmamış
aralarında, taksicileri yazdık sadece iki kişi kalmış ayakta! Aslında, taksici
var da eskisi gibi değil. Hani şöyle 20-30 yıldır aynı durakta çalışanı yok.
Hepsi gelip geçici! En eskileri Erol ile Ayhan!
Minibüsçülere ayrı bir paragraf açmak gerekir. Zira ilk kez
Sarıyer hattında görüldü bu taşımacılık. 1960 yılının yazında bir iki vasıta
ile işe girişildi. Büyük uğraşlar sonucu hat izni alındı. Altmış yıl devam
etti. Metro açılınca da Sarıyer-Taksim hattı iptal edildi. Kocakafa Adnan, Deve
Ali, Reşit, Arnavut Fehmi, Dayı Mahmut, Ayı Nedim, Oflu Naci; sonraları Aycan,
Hamdi, Kasap Bülent ve diğerleri minibüsçüler olarak gidip geldiler
Sarıyer-Taksim arasında. Pek çoğu aramızdan ayrıldı. Hepsine Allah rahmet etsin
derken, minibüs duraklarının da Kumsal meydanından kaldırıldığını, sadece
Baltaliman hattının yan sokak başında kaldığını hatırlatmalıyım.
Kumsal Meydanı ve çevresinin renkli insanları olduğu gibi
renkli mekânları da vardı. Örneğin; Salih Efendi’nin kahvehanesi, Kepçe Necdet’in
Lokali! Kepçe Necdet yaman bir Sarıyerli. On yıla yakın askerlik yapmış ama doyamadan
terhis olanlardan. Herkese inanır,
kahvehanesinde çalışan garsonlara güvenmezdi. Bir gün erkenden birlikte maça
gittik. Akşam’a yakın döndük. Kahvenin içine girer gitmez ocağa gitti ve ocakçı
ve garson olarak tek çalışan Adıgüzel’e göstermeden bir avuc çay markasını
kullanılmış çay markası kutusuna attı. Sonra bana dönüp “Bugün beş altı saat
yoktuk, beni bu kadar çarpmıştır” dedi. Gel de düşünme, gel de gülme! Karşı köşede Burhan
Baştimar’ın dükkânı! Sahip değiştirdi ama aynı işi yapıyor sayılır. Çaprazında Namlı
Börekçi! Yenimahalle Caddesi üzerinde Terzi Cemal, Ayhan Erman, Yağcı Haydar
Öçal ve Sarıyer Muhallebicisi Şakir Efendi’nin
dükkânı! Daha ileride Arnavut
Bakkal! Karşı tarafında Şekerci İbrahim
ve Fırıncı Hasan Efendi, Kurukahveci Şeref! Bu dükkânlar Sarıyer’in nabzının
attığı yerlerdi. Elbette ki deniz sahilinde ve diğer sokaklarda da vardı böyle
merkezler. Her birine ulaşmak çok zor, kapsam dışına kalır pek çoğu.
Şekerci İbrahim’e ayrı bir paragraf açmak gerekir. Hayatın
zehrini içmiş ve kendinden geçmiş bir gayri menkul gibiydi. Ne yalnızlığı sever
ve ne de kalabalıktan vazgeçerdi. Kalabalığı görünce coşar, yalnızlıkla baş
başa kaldığında mehtabı meze yapıp rakıyı su gibi içerdi. Sonra ne mi olur?
Elbette ki kendinden geçerdi. Halk şairi idi. Veluttu, hazır cevaptı.
Bir gün Dayı Mahmut siyah beyaz renkli köpeği ile karşı kaldırımdan geçerken
söyleniyordu: “Şekerci İbrahim’in
gözleri yaşlı/Aman Allah’ım bu kedi Beşiktaşlı”. Her karşılaştığında Muhtar Şeref Torun’a takılır
dalgasını geçerdi “Ulan Şeref Torun/ Nerdedir senin zorun/Ötmez olsun/Arkandaki
borun”. Bir gün Berber Recep’te tıraş olurken sular kesildi. Berber Recep
yüzünü yıkayamayınca İbrahim hemen hicvi patlattı: “Ey namussuz musluk, ettin
bana orospuluk”. Manav Halil’den bir karpuz alır. Halil’e “Aman ha iyi bir şey
olsun” der. “İyi” derler karpuzu eline verirler. Dükkâna gidip karpuzu keser.
Rezalet! Karpuz kabak mı kabak; ne renk
ve ne de tat. Karpuzu kaptığı gibi Manav Halil’in dükkânına koşar ve fırlatıp
yere atarak “Karpuzların oldu dillerde pelesenk/Bunu mu verecektin bana
pezevenk” diye bağırır. Şekerci İbrahim’i
yazmaya devam edemeyiz, ziya konu ile ayrı bir çalışmamız var.
Kumsal sahili bilhassa II. Dünya Savaşında önem kazandı.
Çocukluk zamanımızda yüzdüğümüz bu sahillerde 1943/1944 yıllarında Alman askeri
cesetlerine rastlandı sık sık. Cesetler buradan alınıp götürüldü ve gözden
uzaklaştırıldı. Yıllar sonra bu cesetlerin Tarabya’daki Alman Büyükelçiliği
Yazlık binasının bahçesinde gömüldüklerini öğrendik ve gidip gördük. Fotoğrafladık,
toprakları bol olsun diyelim ve devam edelim.
Sarıyer’in Yenimahalle Caddesi taaa Yenimahalleye kadar
sağlı sollu akasya, dışbudak ve çınar ağaçları ile doluydu. Bu durum caddeye
ayrı bir güzellik veriyordu. Şimdi cadde yaşını başını almış sıska bir ihtiyar
gibi, çelimsiz ve sevimsiz!
Yeni Yol Caddesi şimdi Şehit Mithat Caddesi oldu. Sarıyerli
delikanlı Astğ. Mithat Yılmaz, Güney Doğuda vatani görevini yaparken PKK
tarafından şehit edildi. Sarıyer Belediyesi de bu genç kardeşimizin adını bu
caddeye vererek ismini ölümsüzleştirdi. İyi de etti. Merkez Sarıyer’in can
damarı bu caddedir. Eskiden cadde olan Dereboyu Caddesi ile ışıklarda kesişiyor
ve tek cadde olarak mezarlıklara kadar gidiyor. Dereboyu Caddesi tabii ki bu
birleşmeden darbe yedi ve adı Dereboyu Sokağı oldu. Şehit Mithat Caddesi en
işlek cadde! Sağı solu işyeri ile dolu. Hemen her ay bir iki işyeri, işler çok
iyi gittiği için (!) iflas bayrağını çekiyor ve %50, %70 ucuzluk yaparak
piyasadan çekiliyor! Ama işi iyi olanlar da var. Unutulmasın, geçimini kiraya
bağlayanlar gerçekten iş yapacaklardan yüksek kira ödemesini istiyorlar. İş yapmak isteyen bir iştahla kiralıyor bir
iki ay sonra “yandı gülüm keten helvam” diye feryat ediyor. Hatırlatmayı yararlı görüyorum; bazı
işyerleri oturmuş durumda, yılların deneyimi ile başarılı, bir de gırtlağa
dayalı işyerleri var onlar da geçiniyor, taksitle satış yapanlar da ehhh! Acaba
bu caddeye Bankalar Caddesi mi desek? Hemen hemen her bankanın bir şubesi bu
cadde üzerinde! Fazla işyeri yok, fazla iş yok ama her bankanın bir şubesi var
Sarıyer’de bu işin içinde bir bit yeniği yok mu?
Sarıyer çarşısı içinde biraz dolaşalım bakalım neler oluyor.
Atatürk’ Heykelinin olduğu alana yeni isim verildi ve ismi Atatürk Meydan’ı
oldu. Oldu ama ne oldu? Yıllar önce konular ve aslına uygun olmayan bir Atatürk
heykeli koydular. Yıllardır değiştirilemiyor. Yahu bir heykel yaptıramayacak
kadar fakir mi Belediye? Halk duyarsız, yetkililer sağır, kimse ırgalamaz ne
kadar bağırırsan bağır deriz ve yolumuza devam ederiz. Hemen belirtelim, incik boncuk satanlar bu
alana biraz incelikte getirdi. Ortaköy’e
benzerlik arz ediyor gibi ama çok daha eksiği var. İstanbul B.Ş. Belediye izin
verirse belki ufak tefek ilavelerle çok daha cazip hale gelir! Anlamadığımız bu
alanın cemaatler tarafından nasıl kullanıldığıdır. Üsküdar Belediyesi’nin
Sarıyer’de ne işi var? Park Büyük Şehir Belediyesi’nindir de Sarıyer
Belediyesini engelle iş yaptırma ama Üsküdar Belediyesine, cemaatlere peşkeş
çek! İyi be! Ohh ne alâ!
Bu mevkide “Benim unutmayın” diye bağıran en önemli müessese
Sarıyer Muhallebicisi! O kadar büyük şöhreti vardı ki anlatmakla tanımlanamaz.
Ne oldu? Önce Şakir Bey, sonra da Resai dünyadan göçünce, 1928 yılında kurulan
müessese genç kuşağın ani kararı ile adeta berbat edildi. Koskoca Sarıyer
Muhallebicisi bir hafta da kiralandı ve koca bina Burger King müessesesine
dönüştü. Bu Meşhur Sarıyer Muhallebici imajına sert bir tokattan başka ne
olabilir. Her ne kadar yandaki binaya Muhallebi ve börek sıkıştırıyorlarsa da
eski havası yok ki? Dondurma tamamen terk edildi. Maddi durum tabii ki
tartışılmaz işimizde değil ama atçılık yapan Yusuf Göçmen’in sahip olduğu at
2012 Gazi Koşusunu kazanında Sarıyer’e bir ilk getirdikleri için yine de alkış
aldılar.
Sarıyer eskiden Balık, börek, muhallebi ile anılıyordu. İki yıldır
slogan değişti. “Balık, börek ve bal” oldu. Ne var ki bazıları bu sloganı
“Balık, börek, bal ve K1” olarak söylüyor ne demekse! Demek ki unutulmak hiç de
iyi değilmiş!
Sarıyer Deresinin üstü 1967 yılında kapatılmaya başlandı.
Her dükkânın, her evin önünde bir ağaç vardı. Önce onlar kesilip ortadan
kaldırıldı, sonra da derenin üzeri kapatıldı. 1970 yılına gelindiğinde, dere mezarlıklara kadar kapatılmış oldu. Uzun
bir süre böyle kaldı ama birkaç yıl önce derenin geri kalan bölüme de
kapatıldı. Bu kapanma ile neler oldu bir bakalım: Sarıyer’in deresinin akışı,
Aralık Suyu önündeki ışıklardan değiştirildi ve kumsal tarafına verildi. Bu
yanlış. Zira yağmurlar Sarıyer birkaç kez talan etti. Sonra akılları başlarına
geldi ve kapatılan derenin bir bölümü açıldı. Derenin yeni akış yolunun
değiştirilmesi Mehmet Akif Ersoy parkından verilmesi yanlıştı ve yanlış plan
tutmadı, düzeltilme yoluna da gidilmedi.
Deniz seviyesini beş altı metre aşağıdan aldılar. Oysa Sarıyer’in deniz
seviyesi top sahasına kadar elli santim bile değil! Hal böyle olunca dere suyu akış
yapmadı ve yığılma oldu. Çünkü deniz suyu taaaa mezarlıklara kadar geldi akışı
önledi. Sorun üzerine sorun!
Gelin biraz da deniz sahilinde tur atalım. Bakalım neler
oluyor. Atatürk heykelinin hemen yanından ilerliyoruz. Balık lokantaları. Asla
eski havasında değiller. Millette para yeteri kadar olmayınca dışarıda yemek
yiyecek insan sayısı da hayli az oluyor. Dalphin Balık ilk sıradaki lokanta
sonraki Kaptan Restaurant! Bu restaurant daha çok eşi dostu ağırlıyor. Her ne
kadar ağır müşterileri de varsa da eş dost olanlar daimi! Yanında Aquarius
Restaurant var. Biraz daha dışa dönük! Avantajı turist kafilelerine hizmet
etmesi! Emine Kav’ın yeri kafeterya havasında! Ancak balık yemeği ağırlıklı!
Günlük müşterileri hep belirli insanlar. Kav kafeteryası denildiğinde ayrı bir
kültür olduğu ortaya çıkar. Bunu da iyi algılamak gerekir. Yoksa yanılır insan.
Burada ve arka kısımdaki iki üç masa feylesofların, dâhilerin, dehaların,
teorisyenlerin, profesörlerin, halk okulundan yetişenlerin, boka çomak
sokanların, dünyayı yeniden kuranların, günlük yaşamları günün koşullarına göre
kuranların yeridir. Tartışma, atışma, bağrışma var, kırılma, darılma,
alınganlık etmek yok! Emine Hanım işi iyi götürüyor. Hem titiz ve hem de hoş
görülü. Tartışmalara yaklaşımı, katılımı ile de çok başarılı. Kav’ın bitişiğinde
Cevat Hoca’nın yeri! Balık madrabazı idi meslek değiştirdi. Hocalığı kingboks
öğretici olmasından geliyor. Bir hocadır lafı aldı başını gidiyor… Kendisi de
gidiyor. En çok üç dört masalık yeri vardı. Masa sayısı arttıkça arttı. Nerede
ise cami önünü tamamen kaplayacaktı, birileri çıkıp “Dur” demiş olacak ki
şimdilik durdu. Ama ilerleyebilir, gün iş bilenlerin günüdür. Cami önü,
emeklilerin, emekli balıkçı reislerinin, boşta gezenlerin ve o gün için işi
olmayanların durak yaptıkları bir yerdir. Buranın da sahipleri vardır. Bunlar
konuşur, bağırarak konuşur, sessizce konuşur; hiddetli, şiddetli konuşur ama
konuşur. Araya girenler olursa da en çok bağıran her zaman kazanır! Hava budur!
Burada da dostluk ağır basar, hiç kimse karşısındakine bu kadar malı mülkü edinirken
ne kadar vergi verdir diye sormaz! Hoş sorsalar da yanıt gelmez ya! Sadece
köşeyi dön denir o kadar. Hep böyle değil midir? Ben buradaki bir tartışmada,
bir arkadaşın verdiği fetvadan İsmet Paşa’nın asker kaçağı olduğunu öğrendim.
Adam hem İsmet Paşa diyor hem de asker kaçağı olduğunu söylüyor. Söyler,
neden söylemesin? Dinleyen olduktan sonra, dilinde kemiği olmayınca
söyler durur! Bu işe uzun bir yuuuuuuuhhhhhh çeker yolumuza devam ederiz.
Balıkçılar çarşısı Sarıyer’in merkezi olarak kabul edilirdi.
Tarumar edildi. Ne balık satıcısı kaldı, ne de balıkçılar çarşısı. Taşiskele
Parkı yeni yapılırken güzel bir balıkçılar çarşısı yapıldı ama uzun ömürlü
olmadı belediye tarafından yıktırıldı. Bu ara kulübün kafeteryası da güme
gitti. Oysa yıkım emri yoktu. Akıl edilip içerden bir duvar çekilseydi veya
ilgililer tarafından ikaz edilseydi kurtarılırdı. Ne oldu bir yıl öyle kaldı,
sonra yeni bir kafeterya yapıldı. İtirazlar, ihbarlar gırla gitti. Tanıdık,
tanımadık, eş ve dost birçok kişinin ihbar mektubu! Olacak iş mi? Oluyor işte.
Ama iş kotarıldı. Herkesin bir adamı olabiliyor!
Sarıyer Spor Kulübü kafeteryası iftihar edilecek bir yer.
Denizle iç içe! Çayın demi ve denizin iyot kokusu yeterli oluyor gençleşmeye!
Burası bir yerde toplanma merkezi gibidir. Sarıyer dışından hatta yurt dışında
gelen müşterileri vardır. Genelde Sarıyer dışından gelenler, ya da Sarıyer’in
üst kısımlarından gelenler denize nazır yerlere konarlar. Sarıyerli hanımefendiler
ya ilk girişte ilk bölümde otururlar ya de dış kısımda. Yabancı ile yerli
halkın birbirine nasıl kaynaştığını görmek burada mümkündür. Hem öylesine bir
kaynaşmak ki hayret etmemek elde değil! Kulüp adına Eyüp Odabaşı işletiyor
burayı. Büyük paralar masraf ederek yeniledi kafeteryayı. Kışın bile sevimli
bir yer haline getirildi. Böyle bir eseri yarattığı için Eyüp Odabaşı’yı,
kardeşi Arif’i ve dahi yakışıklı müdürü Semih’i kutlamak gerekir. Buradan kolay
çıkmak olmaz deriz. Zira bir iki masa var ki bu masaların etrafına oturanlar
hep aynı saatte damlarlar kafeteryaya… Atış serbesttir. Herkes istediği
konuşur, bok atar, atraksiyon yapar, kızar-kızdırır, hatta birkaç saatliğine,
ya da bir iki günlüğüne darılır ama sonra yine barışır! Çünkü kotarılan olay
incir çekirdeğini doldurmaz cinsindendir. Benim bütün günüm burada geçer. Bizi
adam yerine koyup da her hangi bir şey için danışmaya, konuşmaya gelenleri
burada ağırlar, burada kendilerini bilgilendiririm. Patronu ile müdürü ile
garsonu ile kahrımı çekerler… Ama illâki Başkan Tahsin Salihoğlu, lider bokçu
Şükrü Denizeri, kardeşim diye şemsiyesi altına aldığı Arif Odabaşı, Saha Komiseri
İhsan, Aycan Cep, ekibi tamamlayan Suat ve Hakkı Hoca,arada bir uğrayan Eyüp
odabaşı, her gelişinde yeni sloganlarla harikalar yaratan Sakallı Dursun, gırgırın-şamatanın
usta ismi Mehmet Salih Aslan, Arif ile
at başı yarışan Mikro Mustafa (Torlak) kafeteryanın
unutulmazları… Diğer masalar da yabana atılmaz ama neyse bir iki daha tadat
edelim: Gazcı Selim, Karga İbrahim, Kamil, Hüseyin Balaban, Hoca Basri
Çamçakal, İzzet Atkoşturan ve bir diğer grup; Dr. Mehmet Bayraktar, Tayfun
Girit, Kenan Kethüda, Eyüp Şengün, Burhan Salcı, ve diğerleri… Bu ekiplerde süper isimler,
unutulmaz senaryolarıyla Şükrü Deniz Denizeri, Tahsin Salihoğlu Gazcı Selim!
Hemen hatırlatmalıyım bu işte yerel olarak en ilerde Tahsin Salihoğlu ile Gazcı
Selim ama uluslar arası alanda ise Şükrü Denizeri, Eyüp Odabaşı at başı
yarışıyor, Canko Erdoğan’da onlara yetişmeye çalışıyor. Bize de seyretmek düşüyor!!!
Buradan arka tarafa geçelim. Yeni açılan Find Table Cafe
Recep Yıldız ile eniştesinin oğlu İsmal Deniz’in. Maaile çalışıyorlar. Hayli
masraf ettiler, iyi tesis kurdular inşallah kazanır da rahatlarlar. Sarıyer’in
böyle bir tesise ihtiyacı vardı. Yerine getirdiler ama bir isim koydular ki
rezalet. Yahu nereden çıktı Find Table Cafe! Nargile İçenler Meclisi deseydiniz
daha iyi olmaz mıydı? Neyse! Bitişiğinde Nuri Baba Balık lokantası, o da iyi!
Yanında Puplic kafeterya. Oturdu, gençlerin rağbet ettiği bir yer oldu. Onun
yanında yeni bir tesis: Cafe Saraylı! Kumsal Meydanı’nda Hacı Hızır’ın
yerindeydi. Para ağır gelince “Çık” denildi, o da isteği yerine getirdi çıktı
ve yeni bir yer açtı. Kayıkçı Ahmet’in çocuklarının işlettiği yerin altı yedi
metre karesi tapulu diğeri vakfın yeriydi, önce tapulu yeri aldı sonra da
vakfın yerini kiraladı ve kafeteryayı açtı. Tutar mı? Tartışmaya bile gerek
yok, çünkü işin ehli bir insan Saraylı İsmail. Hele şu ramazanı bir atlatalım,
gider çayımızı yudumlar, hal hatır sorarız.
Saray Arkasına fazla dalmaya gerek yok. Çünkü fazla bir
değişiklik yok. Tek önemli değişiklik Sarayın üç bölümünün de teker teker aynı
kişi tarafından satın alınmış olması!
Urcan Balık Lokantası’nın ana binası da artık yok.
Kardeşlerin kıyasiye mücadelesi sonunda elden çıktı. Sonunda bina müthiş bir şekilde yenilendi ve
Mc Donalds ‘ın şubesi açıldı. Hayırlı olsun.
İstanbullular artık Taş Taskele parkına balık almak için
gelmeyecek… Sarıyer’in namlı
madrabazları artık balık satışı için mezada giremeyecek. Girse ne çıkar ki? Yok
ki böyle bir imkân ve böyle bir mekân! Belediye Başkanı Şükrü Genç hiç olmaz
ise kışlık dört beş tezgâhlık bir yer yaptı ise de tezgâh sahipleri tezgâhları
hoyrat kullanınca, gereken temizliğe ve çevrenin derli toplu olmasına riayet
etmeyinc e tezgâhları kaldırmak zorunda kaldı. Belki de iyi etti. Çünkü bazen
iyilikten maraz doğuyor. Yaranmak ve beğenilmek zor! Bakalım bu yaz sonu ne
yapacak? Tezgâhları yine koyacak mı?
Sarıyer’in küçük limanı daha ziyade barınağı çok eski ve
önemli bir tarihi eserdi. 1999 da tarihi eser olup olmadığına bakılmadan yerle
bir edildi ve liman biraz büyütüldü. Peki ne oldu? Büyük balıkçı teknelerine
Palamar bağlama yeri yapıldı sanki. Tüm balıkçı tekneleri orada, nefes almak
adeta izne tabi!
Sarıyer’in önemli tarihi eseri Ali Kethüda Camii! Her ne
kadar Sultan II. Mustafa döneminde yapıldığı söyleniyorsa da denk gelmiyor.
Sultan III. Mustafa Dönemine denk geliyor. Kim yaptırmış olursa olsun 400
yıllık tarihi bir cami. Çok ışıklı, bakımlı, sevimli ve göze hoş gelen bir
camii idi. Hacı Ömer vefat ettikten sonra bakım yapılamadı. Çünkü para yatıracak
hayırsever çıkmadı. 1999 da gelen bir zelzele sonrasında minare 20-25 derece,
gövde 25-30 derece yana yattı. Nihayet üzerine gidildi, onarım izni çıktı,
çalışılıyor. Cami karşısında bir duvar çeşmesi. İsmi Mesut Ağa çeşmesi ama halk
dilinde Abbas’ın çeşmesi olarak biliniyor. Çeşmeyi 1639 da Mesut Ağa yaptırmış
ve kitabesini de yazdırmış. Fırıncı Abbas 1947 yılında çeşmeyi onarınca ve
kitabeyi de hazne kısmına almış ve yerine yeni kitaba yazdırınca çeşmenin ismi
de “Abbas’ın Çeşmesi” olmuş. Bu çeşmenin bir başka ismi de “Üç Lüleli
Çeşme”dir. Suyu devamlı üç ayrı lüleden akardı. Üç lüleden yanlardaki iki lüle
duruyor ama su akışı yok. Orta lüleyi kaldırdılar musluk taktılar. Musluktan su
akışı var. Yenimahalle Caddesi üzerinde Sarıyer’in tarihi hamamı! Hamam 1600’lı
yıllarda yapılmış, vakfedilmiş sonra da nasıl oldu ise Hamamcıoğlu ailesinin
eline geçmiş. İşletmecisi Mustafa Korkmaz. Hamamın önünde büyük çınar ağacı,
hamamın duvarlarına zarar verince kesme yoluna gidildi. Hayli uğraş verildikten
sonra kesildi. Önceki tespitlerimiz bu çınar ağacının yaşının 200-250 civarında
olduğu şeklindeydi. Ne var ki, Mustafa Korkmaz’ın oğlu Hasan’ın bana gösterdiği
bir Sarıyer fotoğrafında bu ağacın bulunmadığını gördük. Fotoğrafta hamam,
çarşı ve cami görünüyor ama ağaç yok! Fotoğrafçılık Türkiye’ye 1852 de geldi. O
dönemde fotoğraf çekilmiş olsa bile ağacın yaşı tespitlerimize uymuyor. Oysa
fotoğrafın çekiliş tarihinin 1910-1915 tarihleri arasında olduğu kanısı güçlü.
Hayret değil mi? Ne kadar da anormal gövde yapmış ağaç.
Sarıyer’in simgesi tarihi Karaköy-Sarıyer börekçisi de iflas
bayrağını çekti. Hasan Efendi’nin küçük oğlu Hüseyin para saymasını unutmuş
olduğundan anormal borca girmiş ve bir günde müessese elden çıkmak üzere iken
kendisine yeni yeni ortaklar aramış ama borçlar ortakların cebinde patlamış.
Koca müessese elden çıktı, ortaklar perişan, Hüseyin meydanda yok! Meşhur
börekçiyi eski çalışanları satın almış az bucuk toparlanmış, çalışıyor… Ayrıca
iki Ekmek fırını! Biri devamlı sahip değiştiriyor. Abbas’ın fırınına üst üste
yeni sahipler geldi. Yine de Sarıyer fırınları iyi ekmek çıkarıyor. Bir yeni
değişiklik ise pastaneler. Sarıyer’de sayısını bilemediğimiz kadar pastane
açılışı yapıldı. En yenisi Dilek Pastaneleri Sarıyer Şubesi! Torpilli olmalı ki
önüne İstanbul B.Ş.B. tarafından Cep ve geniş tretuvar yapıldı. İleride solda Göze
Pastanesi. Şehit Mithat Caddesi üzerinde Paşa Fırını, Şuşoğlu ve Pamuk
Pastaneleri. Hava öldürücü sıcak olmasa da sokak aralarına dalsak, belki de bir
iki pastane daha bulabiliriz.
Şehit Mithat Caddesinde dolaşırken Ömer Bölekler’i anmadan
geçmek yanlış olur. Rahmetli babası Yaşar ile annesi Sevim arkadaşım. Ömer ise
Sarıyer sevdalısı! Çok zengin bir Sarıyerli fotoğrafları arşivi var. Keşke
kitap haline getirse de doyasıya yararlanabilsek! İkinci özelliği ise işi icabi
bütün dünyayı deniz yolu ile dolaşması. Sarıyer’in Evliya Çelebi’si desek
yeridir.
Sarıyer yeni bir cami kazandı. Adı “Sarıyer Yeni Merkez
Camii” (2010) Temeli 2003 de atıldı. Az buçuk kabası yapıldı, minaresi çıktı ve
birkaç yıl kaldıktan sonra Şükrü Genç Belediye Başkanı olunca el attı ve beş
altı ay içinde Cami tamamlanarak hizmete açıldı. Modern, sevimli ve kullanışlı
bir cami! Allah yardımcı olanlara, maddi ve manevi yardımda bulunanlara yardım
etsin. Caminin önü park! Eskiden burası dar bir sokaktı. Bir iki dükkân ve
Kalyoncuların nalbur deposu vardı. Şimdi büyük bir park! Daha çok işçi, emekli
ve inşaatçıların oturduğu bir Park olduğu için Şabinkarahisarlılar Parkı da
deniliyor bu parka! Dilin kemiği yok, herkes bir şeyler söyler. Onlar söyler,
duyarsak biz de yazarız, işimiz bu! Park ilk firesini verdi. Parkı temizleyen
ekipte yer alanlardan biri olan Belediye Çalışanı temizlik yaparken kalp krizi
geçirerek hayatını kaybetti.
Sarıyer Yeni Merkez Camiinden bahsederken bir parantez
açmayı yararlı görürüm. Caminin karşısında Sarı Baba türbesi var. Türbenin
üstünde Eski cami lojmanı. Tabii aile oturuyor. En iyisi bu türbeyi buradan
kaldırarak Yeni camiin önündeki müsait alana koymak! Yanına ikinci bir mezar
yeri hazırlayıp Şekerci İbrahim’in kemiklerini de büyük mezarlıktan alıp bu
mezara defnetmek yerinde olur. Malum İbrahim sağırdı, kulağında pille çalışan
bir alet vardı. Biri Sarı Baba, biri Pilli Baba olur! Belli olmaz ne zaman hak
emri gelir bilinmez? Bir boş mezar yeri daha hazır bekletilirse iyi olur! Zira
ölmemiz halinde ki bekleyenlerin sayısı hayli fazla, bizde oraya gömülürüz. O
zaman üç çeker Sarıyerliler: Sarı Baba, Pilli Baba, Balcı Baba diye… Türbe
penceresinden para atılır, kapısına, penceresinin korkuluklarına havlu, mendil
bağlanır; kapısı önünde öteberi satılır ve iyi de gelir sağlanır! Birileri de
geçinip gider. Neyse latifeyi tadında bırakalım. İşimiz Sarıyer’de dolaşmak!
Tura başlamadan yeni camiin yetkili din görevlilerinden de bahsetmek gerekir
diye düşünüyorum. Açılıştan bir süre sonra Necati Akpınar Hoca imam olarak
görevlendirildi. Çok deneyimli ve çelebi bir insan! Kazancı Yokuşundaki Camide
Yahya Efendi Dergâhında ve Hacı Osman Camiinde görev yapmış. Uzun bir sürede
Almanya’da din görevlisi olarak bulunmuş. Emekli olunca etrafı boşalmış ve bu
iş yani emeklilik benim işim değil diyerek yine imamlık görevine dönmüş. D aha
uzun yıllar devam etmesi isteğimizdir. Diğer görevli yani camiin kadrolu imamı
Yaşar Çırak. Erzurum İspirli. Kırıkkale’den gelmiş. İyi hazırlamış kendisini.
Halim selim, söz dinleyen ve sözü dinlenir bir din adamı. Öğrenmek ve öğretmek
gibi iyi meziyetlere sahip! Girdiği sınavları kazanarak hazır hale geldi ve bir
süre sonra Avrupa’ya din görevlisi olarak gitmek için yelken açabilir. Eski Camiden de bahsetmek yerinde olur tabii.
Bu Cami Ali Kethüda Camii olarak bilinir. İstanbul’un sayılı ışıklı
camilerinden biridir. Ama yeteri kadar onarım görmediği için bakıma muhtaç.
Yapılan çalışmalar gösteriyor ki birkaç ay sonra cami ibadete kapatılabilir ve
onarıma başlanır. Camiin sorumlu imamı Mahmut Kuzudişli! Müezzini ise İbrahim Egil.
Sarıyer İsmail Akgün Devlet Hastanesi yerli yerinde! İyi
kötü hizmet veriyor. Ne var ki eski verimliliği yok gibi bir havası var!
Doktorlarla ilgili son çıkan yasa nedeni ile uzman doktorlar arasında boşalma
olmuş! Dr. Mehmet Salman emekli olduktan sonra Sarıyerlilerin yükünü Dr. Mehmet
Bayraktar omuzlamış ama o da yasa nedeni ile emekliliğini isteyince zorluklar
başladı. Duyum yerinde ise yeni hastane Kibrit Fabrikasının bulunduğu alanda
yapılacakmış. Bu da iyi! Sarıyer Belediye Başkanlığı iyi bir iş yaptı ve bir
anlaşma ile köşedeki küçük ama dört katlı binayı hastaneye verdi. Çok iyi
hizmet veriliyor burada. Hastanenin
karşında kokoreççi var. Yanında dar bir koridor ileriye açılıyor. Burada trafo
var. Aslında burada büyük bir alan bulunuyordu. Çok önceleri burası yazlık
sineme olarak da kullanıldı. Aslında
köylerden gelen köylülerin at ve at arabalarını park ettikleri bir alandı.
Sahibi de Belediye ya da hazine! Ama ne var ki etraftaki binaların sahipleri,
pasta yer gibi koca alanı parça parça yiyip bitirdiler. Bir el atılsa olaya
koca arsa çıkar ortaya! Yahu unutmadan kayda geçelim, ne olur ne olmaz!
Hastanenin önündeki banklar, kendilerini adeta boşluğa terk etmiş bir kısım kişiler
tarafından işgal edilmiş. Bütün günlerini burada oturarak lak lakla
geçiriyorlar. Yahu bırakın buraları sıra bekleyen hastalara, sizin ne işiniz
olur burada! Çekin gidin! Kahvehane var, çay bahçesi var, parklar var, var oğlu
var. Ne zevk alıyorsunuz burada oturup akşamı yapmaktan? Hele eski
Sarıyerlilerin burayı tercih etmesi tuhaf!
Dereboyu sokağına geçersek karşımıza Atalay Eczanesi çıkar.
Örnek bir eczaneydi! Hangi ilacı ararsan bulmanız imkânı vardı. Ama AKP nin
ilaç politikası nedeni ile her eczane gibi üst üste darbe yiyince ilaç
bulundurma imkânı da kalmadı. Zira hastalara “Yok” dememek için bulundurduğu
ilaçlardan o kadar zarar etti ki toparlanabilmek için iki binasını satmak
zorunda kaldı. Diğer eczaneler de farklı değil. Atalay Kaban Sarıyer’in
eşrafından, öyle kabul edilir, öyledir de! Bağırsa, çağırsa, kızsa, küsse de “Yok”,
“Hayır” diyemez kolay kolay! Çünkü güç koşullar altında bugünlere geldiğini
bilir, ona göre hareket eder. Eczanenin arka kısmında özel oturma ve çalışma
bürosu var. Eskiden yolgeçen hanı gibiydi. Giren çıkan belli değildi. Bunun da
çok zararını görüyordu. Şimdi yine var, ama daha derli toplu, çok daha
intizamlı ve disiplinli! Kendime çeki düzen verdim diyor, doğrudur diyoruz.
İşte bu büro da Sarıyer’deki partilerin mücadelesi tartışmaları yapılır.
Seçimler, adaylıklar, başarılar, başarısızlıklar burada tartışılır, burada
yönlendirilir ve buradan icazet alınırdı. Şimdilik biraz pasif görünüyor, ama
ileride yine eski konumuna gelebilir. Bekle-gör!
Hani Sarıyer Market’te iyi gidiyor. İş disiplini iyi uygulanınca iyi şeyler
meydana çıkıyor. Maşallah Sarıyer Market’i n yönetimini İhsan Korkmaz babası
İsmet’ten devraldıktan sonra müthiş atılım yaptı ve yeni açtığı marketlerle,
market sayını hayli fazlalaştırdı. İhsan Korkmaz’ın ofisinin iki önemli konuğu
var. Biri Osman Yıldız diğeri Ceyhan Avcı! Burada da kural her yerde olduğu
gibi Ceyhan’ın her istediğinin yerine getirilmesi! Mal gelişinde hele
kahvaltılık alınıyorsa Ceyhan’ın payı unutulmaz. Eğer promosyon bir seyahat
varsa, gidecek ilk isim yine Ceyhan Avcıdır. Dizkapağında bademcik olunca
ameliyat edilmesi zorunlu oldu ve bu da yine promosyonla yapıldı. Şimdi iyi,
keyfi yerinde!
Sarıyer Market’in yanında Yazıcı Market! Küçük ama sevimli,
tertemiz bir yer. Babadan esnaf Hüsnü yazıcı! Sütten ağzı yandığı için
açılmamayı hatta büyümemeyi prensip edinmiş. Kanaatkâr, riske girmektense az
ama öz kazanmak evladır diyenlerden. Maaile çalışıyorlar. İyi de ediyorlar.
Sosyal yanı çok! Hiç üşenmedi aile şeceresini çıkarabilmek için Selanik’e bile
gitti. İstediğini de yaptı ve 300-350 yıllık bir şecere çıkarmayı başardı.
Hemen her gün bir kez uğradığım hal hatır sorduğum, dertleştiğim bir yer!
Osman Yıldız’ın yeri Yalçınkaya Sokak’ta. Malum Osman
sigortacı! Her işi sağlam tutar, noksan iş yapmaz, titizdir ama öyle bir kazık
yedi ki bu hatayı nasıl yaptığını hala anlamış değil! Yıllarca ödediğini
zannettiği vergileri on onbeş kat fazlası ile yeniden ödeyerek devlet bütçesine
katkı sağladı. Ama yıllardan beri yanında olan kadim dostunu da kaybetti. Zira
kazık atan bu dostuydu! Osman’ın sabah kahvaltıları kaçırılmaz. Pek davet
yoktur, bilenler ve duyanlar gelir, ama garibanlarda unutulmaz. Muammer, Erol,
Namık ve Ümit gibi! Zira onların ayrı özellikleri vardır. Osman da geçimin
kolayını buldu. Mehmet’in yerinde yeni açtıkları mescitte imamlık yaparak
teravih namazı kıldırarak, cerre çıkmış imamlar gibi parsayı topluyor. Ne
yapalım Kolay gelsin deriz ve yolumuza devam ederiz. Oğlunun da tiyatro da
hızla ilerlediğini, iyi eserler verdiğini de biliyoruz. Hayırlısı deriz.
Bu cadde üzerinde Pide-Ban müessesesi var. Kaptanoğlu
kardeşler icra-i faaliyet ediyorlar. Alt katta Karadeniz pidesi yapılırken, üst
katta yine Karadeniz ağırlıklı yemekler veriliyor. Lokantaya girişte müdür
masasının yanındaki masa Hayati’ye ait. Bu masada oturanlar yer-içer gider. Bir
kuruş ödemezler. Bu masayı Hayati
Kaptanoğlu misafirleri için kullanır. Deyim yerindeyse Hayati Ağa’dır. Yani
lider konumundadır ama tüm işleri çeviren kardeşi Haşim’dir. Haşim takımın
antrenörü ve ruhudur. Her tür organize ona aittir, bir dediği iki olmaz.
Hesap-kitap adamıdır. Onun da hastalığı Giresun ve Görele fotoğraflarını
biriktirmek! Antika biriktirmek de bir başka meraklarıdır Kaptanoğlu
kardeşlerin. İsteyen Çayırbaş’ndakiİ Pide Ban’a gider görür!
Dereboyu Sokak ileride Şehit Mithat Caddesi ile birleşir.
Buradan devam edelim. Bu cadde üzerinde hazin olan olay Sarıyer’in ilk
marketlerinden olan Yazıcı Market’in bir süre yıldız yıldız parlaması ve
sonrada birden bire ticaret hayatından silinip gitmesidir. İyi ki Hüsnü Yazıcı
ortaklıktan ayrılmış yoksa o da perişan olacaktı. Oktay Yazıcı, marketçiliği
iyi bilen bir iş adamı idi. Nasıl oldu da batıp iflasa gitti kimse anlamış
değil. Hele ailenin tüm mal varlığının elden çıkması, tefecilere gitmesi akıl
alacak gibi değil ama her halde bunu Oktay Yazıcı ancak doğru yanıtlayabilir.
Olan ailesine oldu. Ayrıldılar, durum berbat! Yazık diyoruz ve devam ediyoruz
dolaşmaya! Soruyoruz haklı olarak: Patronluktan taksi şoförlüğüne düşmek var
mı? Neden olmasın akılsız başın cezasını ayak çeker!
Karşı tarafta Canlılar Pasajı! Alt kat işyerleri, üst katlar
konut. Binanın ağababası Av. Fikret Canlı’ydı. Sarıyerlilerin ağabey, canlı
tarihi ve Sarıyer S.K.nün kurucusu Fikret Bey yaşlanmayı ve hatta ölümü hiç
aklına getirmeyen “Neden ölecekmişim” diyen bir insandı. Ama bana da “Ölürsem
lütfen ilgilen mezarımı falan ayarla” demişti. Sarıyer Mezarlığında kendisine
yer bulamadık. Devreye Salih Acarel Paşa girdi ve Uskumruköy Şehitlik
mezarlığında bir yer bulundu kendisine. Yaptırdığı mezarlığını sağlığında!
Mezarlığı aldıktan sonra çok fazla yaşamadı. 90 ncı yaş günü pastasını
kestikten sadece bir iki saat sonra odasına gidip yattı ve bir daha kalkmadı!
Allah’ın işi ne diyelim. Onu da kalabalık bir cemaatle son yolculuğuna
uğurladık. Allah rahmet eylesin. Fikret Bey’de şanssızdı. Oğlu Murat duygusuz
çıktı. Babasına ısrarla torununu göstermeyerek ıstırap çektirdi. Ya malı mülkü?
Orayı karıştırmamak gerek, zira ölüm hak miras helal anlayışı ile hareket
etmeyi bildi. Neyse bütün bunlar aile içi şeyler.
Canlılar Pasajını geçelim ve Akademi Kırtasiye önünde durup
içeri girelim. Akademi Kırtasiye’yi kuran Sami Çerci… İş hayatına iyi girdi,
başarılı oldu. Ama bir yerde ihmalkâr bir diğer yerde fazla atak olunca aile
içinde bir süre kara kedi girdiyse de fazla devam etmedi. Ama yaşamı da uzun
olmadı. O affetmeyen hastalık yakasına yapıştı ve altı ay gibi kısa bir sürede
ahret âlemine götürdü kendisini. Dükkânı kırk yıllık esnaf, çok deneyimli
tezgâhtar gibi hanımı Kadriye Çerçi mükemmel yürüttü. Yanında çalışanı Songül
ile mükemmel ikili olarak ve çok başarılı oldular. Kadriye Hanım, “Yeter artık,
yoruldum” deyince yılların dükkânını devrederek ticaret hayatından çekildi.
Artık kendi hayatını yaşayacak. İki çocuğu var ikisi de kendilerini kurtarmış
durumdalar. Biri sineme ve tiyatro sanatçısı. Bu sıradan devam edersek
ilerlemeye peş peşe dükkânları arkada bırakırız. Erimli Kırtasiye çoktan
kapattı dükkânı. Giyim kuşama döndü. İyi götürüyorlar. Onu da geçtiğimizde
Pamuk Pastanesinin yeni binasına taşındığını görürüz! Mükemmel bir bina, mükemmel bir dizayn, nefis
çeşitler. İş güzel, ciro da güzel olmalı. Özlem’e mi sormalı acaba? Tövbe,
tövbe! Yahu onun bunun kazancından bize ne be! İş olsun, torba dolsun işte!
Karşı tarafta Sarıyer Belediyesi Kültür Sarayı! Altta nikâh salonu! Her gün on
onbeş kişinin nikâhı kıyılıyor burada. Kim bilir belki de çoğu gencin başı
burada belaya giriyor? Öyle ya Başbakan en üç olsun der, Belediye Başkanı Şükrü
Genç Atatürkçü çocuklar isteriz der de, yeni evlilerin başı belâya girmez de ne
olur? Binanın üst katları çalışma odaları, toplantı salonu ve küçük de olsa bir
tiyatro salonu… Bu salonda bir iki panelde konuşmacı olarak katılmak nasip
oldu. Sarıyer Spor Kulübünü, Sarıyer’i, Sarıyer’de Edebiyat ve Edebiyatçıları
tanıtma konusu bana düştü. Bunu da yerine getirdim. Her halde iyi geçti ki
hayli etkilenen olduğunu gördük! Neyse biz yine çarı içine dönelim ne varsa
orada var.
Şehit Mithat Caddesinde Stüdyo Cafer! Yani Foto Cafer her
zaman ilgi alanımız oldu. Gerek Cafer, gerekse eşi Emine Hanım Sarıyerliler
için can dost. Çalışma arkadaşları
Nazım, Büyük Emre, Küçük Emre ve Lale Hanım! Hepsi de sevimli ve cana yakın
insanlar. İşyerine girdiğinizde kendinizi evinizde hissediyorsunuz. Şaka ,
şamata gırla. Ama iş de o denli ciddi ve temiz. Yeni gelen her hangi bir
kimsenin bir haftada yoldan çıkmaması demek o adamın mangal yürekli olması
demektir. Nazım ile B. Emre’nin benzetmelerine, sıcak-soğuk meze gibi
esprilerine can dayanmaz. Biz alıştık rahatız! Benim görevim dükkâna girince
öpmek ve el öptürmek! Hadi hayırlısı diyoruz yola devam ediyoruz. Ama şunu da
belirtmek isterim. Her gün Foto Cafer’e uğrayıp imza atmakla yani ispatı vücut
etmekle görevliyim. Yoksa tanımazlar bizi! İleri de Türk Hava Kurumu! Bina kurumun, yeni
yönetim toplantı yerini bir üst kata taşıdığı için artık eskisi gibi sık
gitmiyorum. Çünkü merdiven meselesi… Malûm ya damar rahatsızlığımız var, sten
takılı, dikkat etmemiz gerekir. Ama olabilecek işlerimizi yine Alev Hanım
geciktirmeden yapıyor. Kurum eskisi gibi değil, iyi işliyor. İsmail Yılmaz’ın
sultasından kurtulduktan sonra, Yusuf Şen ve Refik Kesek’in birkaç yılı bulan
çalışmalarından sonra yeni bir yönetime kavuştu! Başarılar diliyoruz ve devam
ediyoruz. Büyükdere dondurmacısının Sarıyer Şubesi. Küçücük bir dükkân ama
nefis dondurması için meraklılar kuyruk oluşturuyor. Bu demektir ki damak
tadını bilenler var! Devam ederiz yolumuz. Köşe başında Mudurnu Tavuk! Yıllar
önceydi arka kısımda oturup tavuk yiyelim dedik “Olmaz” dediler. Israr ettik
“Peki” dediler. Suat ile beraberdik. Siz misiniz yiyen. Bizi gören geldi. Yer
yok millet ayakta yemeğe başladı. Nihayet akılları başlarına geldi ve hemen
arka tarafı küçük de olsa salon haline getirdiler. İş mi? Sorma maşallahı var
hayli iyi! Allah daha çok versin diyor dışarı çıkıyoruz. Köşe başında İş Bankası!
Sevdiğimiz delikanlılardan biri var orada Kıvanç Ekinci. Güler yüzü ile işimizi
kolaylaştırıyor, bizi de bankaya bağımlı hale getiriyor. Hemen çıkıyoruz. Az ileride kuyumcu İsmet Köseoğlu, oğlu
Oğuzhan ile birlikte hizmet veriyorlar. İşleri iyi, sevdiklerinden
seviliyorlar. Yardımseverliklerine de diyecek yok. Sağ olsunlar diyoruz. Birkaç kuyumcu daha! Karşı, kaldırıma
atladığımızda eskilerden kalan fazla bir şeyler yok. Her şey yenilendi. Hatta
birkaç yıl hamsi tava satan Özcan Baba bile ayrıldı buradan! Arka sokaklarda işimiz yok, pek uğramayacağız
ama Kaymakamlık binasının da Sarıyer’den alındığını, Ferahevler’e götürüldüğünü
kaydetmek isteriz. Şimdi koca binada ve alt katında iki memur, üç doktor görev
yapıyor. Kaymakamlık Sarıyer’den, Adliye Büyükdere’den gitti. İnşaatı biter
bitmez Belediye de Poligon’daki yeni binasına, Kültür merkezindeki Nikâh
Dairesi de Derbent’e gidecek. İşte o zaman Büyükdere, Büyükköy, Sarıyer’de
Sarıköy’e dönüşecek.
Tarih yazmıyoruz, sosyal bir araştırmada değil yaptığımız.
Amacımız Sarıyer içinde bir tur atmak ve anılarımızı gördüklerimizle birlikte
tazelemek. O nedenle “Simas’tan Sarıyer’e” isimli kitabımızda olduğu gibi
dalmıyoruz her sokağa, her eve; her
kaldırım taşına birkaç kez basmıyor, tek tek merdivenleri saymıyor, akla geleni
yazıyoruz. Orta çeşme caddesine daldığımızda binalar yine eski binalar ama
işyeri sahipleri değişti. Güvenal- 1 Kasap yerli yerinde, Güvenal- 2 bu kez
karşı tarafta. Bu cadde üzerinde tek değişmeyen İz-El Elektrik! İzzet Atkoşturan
yıllarca önce açtı dükkânı devam ettiriyor. Kimseye de keyif bağışladığı yok.
Dükkânı eski DYP dergâhı gibi bir şey. Belirli insanların uğrak yeri: İbrahim
Akkemik, Gazcı Selim, Basri Hoca, Hüseyin Balaban, Kamil, tesisatçı Sait, Kuru
Sami ve daha birkaç kişi! Burası dergâhtır demiştik ya, burada da ayrı bir
dünya vardır. İşle şakayı bir arada
yürütebilmekte bir hünerdir! Bunu da İzzet çok iyi yapıyor. Yeni Camiye
yardımda noksanı yok, fazlası var sağ olsun. İbrahim Akkemik devamlı kendisine
iş çıkarmaktan geri kalmazken, Gazcı Selim’de ikide bir takılır “Parasız iş
olsun da ne olursa olsun İbrahim gider” derken kahkahalarla gülerek ilavede
eder “Aaaa siz Basri Hoca’yı tanımazsınız. O’nun kadar Atatürk’ü seven yoktur”…
Atatürk’ü sevmeyen nankördür dediğim de kahkaha koptu. Demek ki cahil kalmışız.
Selim’in dediği Atatürk, kâğıt paralarmış meğer. Yani Hoca’nın parayı çok
sevdiğini söylüyormuş. Selim bu söyler. İz-El’de hemen her gün en az bir kez
uğramadan edemeyiz, alışkanlık ve çay içmek var. Şimdi ramazan pas geçiyoruz. Ortaçeşme Caddesi adeta Şebinkarahisar çarşısı
gibi! Mağazalar, dükkânlar ve işyerleri sahipleri Şebinkarahisarlı, Suşehirli!
Bu sırada camcı da çok ama işi iyi götüren Camcı Ali’nin çocukları… İşleri iyi,
malzemeleri iyi bir de verme adetleri olsa daha iyi olacak! Akılları fikirleri
hep almakta! Bir de Allah rızası var, işte bunu bilmiyorlar! Yılların
Sarıyerlisi Şekerci İbrahim vefat ettikten sonra oğlu Akif evden dışarı pek
çıktığı yok. Görsem de tanıyacağımı zannetmiyorum, zira en az yirmi yıldır
görmedim, belki de daha fazla! Adnan
Özcan bu binanın üst katında oturuyor ondan öğrendim evden çıkmadığını. Adnan
sendika genel kurulunda kazık yiyip seçimi kaybettikten sonra ev çocuğu oldu.
Hanımının dizi dibinden ayrılmıyor! Selçuk’un onarım görmesi gereken utları olmasa
belki de evden dışarı çıkmayacak! Çukurçeşme yerli yerinde suyu yok. Sami Canel
bir gayretle berbat olan mermerlerini yeniletti. Nostalji olsun kâfi dedi. Oysa
Sami ile biz nostalji olacak yaşa geldik farkında değil. Ama gerçekten derim
ki, o yaşa rağmen müthiş hareketli ve işe meraklı. Çeşmenin karşısında Numan Uzun’ların evi…
Babaları Ali Reis, kardeşleri İhsan, Burhan, Anaları velhasılı kelam sağ
kalanları sadece kızlardan ikisi. Nezahat ve Nebahat ablalar. Onlar da
Sarıyer’de değiller. Ev ise satıldı, yenilendi. Az ileride Naile Sağlam Kızılay
Dispanseri. Çok uzun yıllardan beri hizmet veriyor. Müştemilat binası bir
harika! Birde yenilenebilse örnek bina olur. Arkalara doğru uzandığımızda fazla
bir değişiklik yok. Hidayetinbağı çok önce kamulaştırıldı park yapıldı. Ağaçlar hayli büyüdü, nerede ise eski
hüviyetine kavuşacak. Karşı da Osman Kaptan’ın bahçesi! Bahçe çoktan gitti,
otopark yapıldı çalışıyor. Derme çatma! Yahu izin verilse de katlı otopark
yapılsa ve Sarıyer’in sorunları çözülse olmaz mı? Bu zihniyetle olmaz!
Burayı geçtikten sonra mezarlıklara ulaşırız. Eğriye eğri,
doğruya doğru! AKP iktidarının en iyi yaptıkları iki şeyden biri cenaze
işlerindeki rahatlık ve mezarlıkların düzenlenmesi, bakımı! Tebrik etmekten
başka bir şey elimizden gelmez. Oy vermek gibi bir hataya düşmeyiz her halde! Birinci mezarlık yeni mezarlık! 1960’lı
yıllarda yapıldı. Hani biz çok akıllıyız ya! Bugün alırız, yarın alırız derken
atı alan Üsküdar’ı geçti ve biz yayan kaldık. Mezar yeri bile alamadık. Bu
mezarlığın iki ziyaretçisi var. Biri günde en az iki kez uğrar! Tahsin
Salihoğlu, elinden gelse hanımı ile birlikte ölüp gömülmek isterdi. Ama
istemekle olmuyor ki. Sabah, öğle ve akşam! Yolu üzerinde olduğu için mezarlığa
uğrar Yasin okur, Fatiha okur “Amin” der.
Her dem taze olan çiçekleri sular, okşar, mezarı temizler. Çalışanlar dört gözle bekler gelmesini.
Mutlak bir şeyler getirmiştir, yiyip içecekler. Yedirip, içirecek sonra dalgasını geçecek. Her
gün birkaç kişiyi hastaneye gönderir, birkaç kişiyi öldürür! Birde Komiser
İhsan var. O da hanımını iki yıl önce toprağa verdi. O da haftanın üç beş günü
mezarlığa uğrayanlardan. Mezarlıkları geçerken yeni bir duyum aldığımızı da
belirtelim. Misafir Mezarlığı olarak bilinen okul tarafından ki mezarlığın
kaldırılacağı söylentisi var! Ne derece doğru zaman gösterecek. Kaldırırlar
çünkü açılan Tünel için yeterli yol yok! Bizim mezarlık burada Ağabeyim ve Annem var!
Sarıyer deresinin üzerinin kapatıldığını yazmıştık.
Kapatılma olayı Hünkâr Suyu dönemecine kadardı. Ne zaman Tünel açılması olayı
için çalışmalar başlandı, dere de Çırçır’ın ilerisine kadar kapatıldı. Koca
koca cadde ve yollar yapıldı. Tünel’in resmi açılışı yapılmamasına rağmen
trafiğe açıldı. Arap saçı gibi olan, insanı kahrettiren Sarıyer çarşı içi trafiği
de büyük ölçüde rahatladı. Tabii eksiği var, tamamlanması gerekir! O nu da
yaparlar, bekleyen görür! Tünel açıldı
ama Sarıyer esnafının da canı hayli yandı. Zira eski işler tarihe karıştı!
Sokaklara dalıp çıkmakla bazı kişi ve olayları hatırlarız. Hastanenin
yanından Dursun Fakih Sokağa daldığımız da
eski Sarıyer’i yaşar gibi oluruz. Dar sokak, birbirine bitişik binalar,
cumbalar, ahşap doğramalı evler vesaire! Her ne kadar kaçak-kucak bazı binalar
gözle kaş arasında yerle bir edilip yerlerine beton yığını binalar yapıldı ise
de yine de tarihi dokusunu koruyor bu sokak. Dursun Fakih Sokakta ticari olarak
nasibini aldı ve evlerin giriş katları ticarethaneye dönüştürüldü. Bunu ilk
başlatan Bakkal Rıfat Efendi idi (Altaş). Ekmekçi Rıfat Efendi de derlerdi
kendisine. Bakkalı halka kredi veren banka gibiydi. Çünkü veresiye defteri
hayli şişkindi. Doğruluk abidesi olarak yaşamını tamamladı. Rıfat Efendi’den
sonra aynı sokakta bu kez geçmişin Artist Haydar’ın (Karaer) dükkân açtığını unutmayalım. Hacı
Müezzin Mehmet Raci Efendi’nin varislerinden aldığı evin giriş katını antikacı
dükkânı olarak kullandı, kullanıyor yıllarca. Yaşı doksanı geçti. Maşallah
zıpkın gibi! Oğlu Caner her sabah Show TV de haberleri sunarken, kendisi evin
kapısı önünde oturup eski günlerini hatırlamakla meşgul. Yüzden fazla filmde
figüran olarak rol almış, polis olarak en babayiğit kanun adamlığına
soyunmuştur. Artist Haydar uzun ömürler diliyoruz ve ilerliyoruz. Sonra Mazlum Uysal ve Yüancü Eşref Saruhan’
dükkân açtılar, öyle de devam etti. Hakkı Paşa Konağı iyi değil, beni onarın
diye bağırıyor ama nafile kim yatırım yapacak!
Melih ve Semih kardeşler bekâr olarak burada ömür tüketmekteler. Melih
ağır hastalıktan iyi yırttı. Ona da sağlık ve uzun ömürler. Bu konağın karşısında
Kocamazların konağı! Uzun bir süre önce ikiye bölünmüş, yani iki kardeşe
paylaştırılmış. Sonra da satılmış ikisi de! Herkes bir tarafa savrulunca Mustafa Kocamaz
da soluğu İzzet Baysal Huzurevinde aldı.
Sarıyer’in Arap Mahallesine gitmiyoruz. Yok böyle bir mahalle
çünkü! 5 Ekim 1923 teki büyük Sarıyer yangınında bu mahalle kül oldu. Neden
Arap Mahallesi diye sual edilecek olursa deriz ki: Afrika’dan çeşitli
nedenlerle Türkiye’ye kaçırılarak getirilmiş Arapların/Zencilerin yoğun bulundukları yerlerdir. E yüp’te,
Aksaraş’d, Beşiktaş ve Üsküdar’da da vardı Arap Mahalleleri. Sarıyer’de hala d
aha Arap Mahallesi sakinlerinin kalıntıları var. Her birine asari antika, yani
tarihi eser dersek de olur. Sarıyer Arap Mahallesi sakinleri büyük yangından
sonra dağıldı. Pek çoğu değişik yerlere gittiler. Kalanlar 3040 aile kadardı.
1960’lı yıllara kadar 10-15 ailede kaldılar. Günümüzde sadece üç beş aile var.
Örnek verecek olursak. Selim Yağız ve Samim Yağız, kız kardeşleri Selin var.
Arap Hayrullah’ın çocukları olarak yaşamlarını Sarıyer’de sürdürüyorlar. Arap
Ebe’nin, yani Hikmet Ebenin çocuğu Postacı Arap Fikret öldü ise de hanımı,
kızı, oğlu Sarıyer’deler. Her biri Sarıyer’in tarihi eser kalıntıları olarak
kabul edilebilir.
Başlamışken bazı kişileri tadat etmeye Sarıyer’in genç
Profesörü Prof. Dr. Mithat Baydur’dan da bahsetmek isteriz. Sarıyer çocuğu
Mithat Baydur, dedesinden gelen okumuşluğu devam ettiriyor. Atatürk’ün ünlü
maarif Vekili (Bakan) Dr. Reşit Galip Bey, dedesidir Mithat Baydur’un. O
dedesinin şöhreti ile değil, kendi başarısı ile öğünmek ister şüphesiz.
Dernekler toplumun dinamiğidir. Bunu kabul ederiz zira
aksini ispat edecek gücümüz yok. Olsa ne yazar ki! Sarıyer’de en önemli dernek
Sarıyer Spor Kulübü’dür. Her türlü siyasi görüşün dışınadır. Görev alanlar
hizmet için geliyor, siyasilerden de yararlanma yollarını arıyorlar. Bundan
tabii bir şey olmaz. Ama yine de ağza alınmayacak şekilde, yaptıkları hizmete
destek verenlere çatanlar var. Ne yapalım böyle şeyler de oluyor, olacak da!
Sarıyer S. K. Sarıyer’in ismini İstanbul’da, Türkiye’de değil Yurtdışında bile
duyuran bir büyük dernektir. O nedenle her Sarıyerlinin sahiplenmesi gerekir.
Asla hafife alınmaması gerekir Sarıyer Spor Kulübü zira 25
çalışanı, 30 profesyonel futbolcusu, 10 teknik elemanı ve ayrıca 150 den fazla
amatör futbolcusu ile bir büyük işletmedir. Üç büyük binası, iki halı sahası ve
antrenman yaptığı kendisinin de olmasa (Sarıyer Belediyesine ait) iki çim
antrenman sahası ile örnek bir kulüptür.
Her teknik eleman Sarıyer’de görev almak ister, profesyonel çok
futbolcunun gıpta ettiği bir kulüptür. Sarıyer S. K. bünyesinden 30’ dan fazla
antrenör ve teknik direktör çıkmıştır.
Sezon başı görev alan kim olursa olsun, kendilerine sıranın gelmesini bekleyen
teknik elemanlar vardır ve hepside apikoda beklerler.
Diğer dernekleri sayarken Sarıyerliler Derneğini yani
SA-DER’i öne alırız. 1992 de kuruldu, o günden bu yana başarılı bir şekilde
çalışmalarını devam ettiriyor. Sarıyer kazası içindeki dernekler arasında
taşınmaza sahip olan tek dernek olmanın gururunu yaşıyor. Üç beş dalda
faaliyetleri var. Zaman zaman aksamalar oluyorsa da o kadar kusur kadı kızında
da olur diyoruz. Başkanı 15 yıldan beri Hayati Kaptanoğlu. Gerçekten çok emeği
var. Takdir etmek lâzım! Destek verenlere de tebrikler deriz ve devam ederiz.
SA-DER ile aynı binada Sarıyer Atatürkçü Düşünce Derneği
var. Başkanı Fahrettin Serdaroğlu. Bizde üyeyiz. Çağırdıklarında gideriz
toplantılara, bir şey gerekirse yaparız. Fahrettin Hoca bitmek tükenmek
bilmeyen bir enerjiye sahip! Onun da başı Tahsin Salihoğlu ile dertte. Zira
küçük yönetim odasından biraz büyük yere taşınamadığı için anlaşamıyorlar.
Tahsin Bey masrafın bir kısmını ben karşılarım diyor, Fahrettin Hoca ye sen
ölürsen biz ne yaparız, nasıl karşılarız diyor ve konu kapanıyor. Sarıyerli Sporcular Derneği. Merkezi
Yenimahalle Caddesi üzerinde! Fazla bir faaliyeti yok, sadece bir araya
geliniyor. Sarıyerli Taraftarlar Derneği çok iyi niyetle kuruldu, gazete bile
çıkardı ama sonuçta kişilerin egolarına ve hırslarına mağlup edildi ve gerçek
havasından uzaklaştı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Sarıyer Şubesi
Zekeriyaköy’de. Mensupları çok faal kimseler, çoğu hanım. Hele başkanları Gül
Hanım, mükemmel bir hanım ve çalışkan. Sarıyer Taşiskelesi Balıkçıları Derneği
çok iyi niyetle kuruldu, zar zor yaşamaya devam ediyor ama her halde bu sıralar
yaşamı sona erer. Çünkü genel kurulu bile toplayamıyor. Zaten son dört beş
yıldır Arif Odabaşı tarafından tek başına yönetiliyor. Eskiden çok faal olan
Sarıyer Avcılık ve Atıcılık Kulübünün şimdi yerini bilen yok! Sarıyer Ali
Kethüda Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Sarıyer Yeni Merkez Camii Derneği ve
hemşeri dernekleri ile birlikte pek çok dernek var Sarıyer merkezde. En
hareketli derneklerden biri de Sarıplatform Derneği. Hayli etkinlikleri
var. Dernekleri de bir kenara bırakır,
biraz eskiye anılara ve unutulmaz olaylara dönelim. Bakalım neler olmuş?
Sevdalar vardır çeşit çeşit! Her sevda bir büyük
hastalıktır, acıyı, elemi beraberinde getirir. Sevdanın mutlulukla sona ermesi,
ölü bedenin diriltilmesi kadar zor bir şeydir. Günümüzde Hz. İsa yok ki körü
görür yapsın. O mucizeyi göstersin! O halde sevda beraberinde ölümü getiren
vazgeçilemeyen esarettir. Yakalanan yanar. Aynı Güllüpeştemallı Esat gibi. Yani
bir diğer lakabıyla Gülle Esat gibi!
Gülle Esat ile Mualla Sevda ateşine yakalandıklarında en
güzel çağlarındaydılar. Sarıyer’de uçan kuş bile gıpta ile ikiliyi izliyordu.
Bu kadar inandırıcı ve bu kadar masum bir sevdanın sonunun neye varacağını da
merak etmiyor değillerdi. Birkaç yıl devam etti sevdaları. Sonra askerlik
durumu çıktı ortaya. Gülle Esat bir an evvel askere gitmeyi ve gelince de
sevdası ile evlenmeyi kafasına koymuştu. Görüştüler anlaştılar ve askere gitti
Esat. Bir zaman sonra Sarıyer’de Canlı Balıkta bir düğün. Mualla’nın ailesi de düğüne
davetli! Mualla gitme yanlısı değildi düğüne ama ailece gidilince o da gitti.
İlerleyen saatler her şeyi değiştirdi. Bir yakışıklının dansa davetine olur
vermesi her şeyi batırdı, berbat etti. Bir iki üç derken, geç saatlere kadar
dans etti Mualla yakışıklı subayla. Güzel sözler ve referanslara karşı koyamaz
oldu. Bir ürperti girdi içine! Demek ki aşk buymuş diye düşündü ve Esat’ı
aklına getirmeden bu subay ile arkadaşlığını devam ettirdi. Artık aklında Esat
yoktu, yeni bir sevdaya yelken açmıştı. Esat terhis olup geldiğinde her şeyi
öğrendi, inanmak istemedi. Israrla Mualla ile görüşmek istedi. Nihayet “Peki”
dedi Mualla bir araya geldiler. Esat durumun ne olduğunu öğrenmek istedi.
Mualla ters yanıtlar verdi, evlenmelerinin söz konusu olamayacağını bir
başkasını sevdiğini söyledi. Esat’ın ısrarlarının yararı olmadı ve böylece bu
sevda sonlandı. Evet! Sonlandı ama sonu nasıl oldu? Esat birkaç gün sarhoş gibi
gezdi, sonra sevda denizinde kaybolduğunu, denizin derinliklerinde aklının
yittiğini hissetti. Artık hisleri kaybolmuştu, biç bir şey görmüyor, duymuyor,
hissetmiyordu. Tek şeye odaklanmıştı; yaşam niye? Yaşamak kimin için? Bir gün
evden amaçsız bir şekilde çıktı. Yalınayaktı, üzerinde kısa kollu bir mintan,
bir de pantolon vardı. Hızla yürüdü evin önünden sonra kurşun hızı ile koşmaya
başladı. Yarış atı yetişemezdi Esat’ı. Hem koşuyor hem de “Ben ölüyorum, ben
yandım” diye bağırıyordu. Bu hızla sokak aralarından geçti. Tanıyanlar bir
anlam veremedi. Ter saçlarının dibinden fışkırıyor ayaklarından sızarak toprağı
ıslatıyor. Bu hızla dereyi geçti. Çarşı içindeki son köprüyü geçtikten sonra
deniz kıyısına doğru koştu. Kızaklar ve çekekler arasından mani atlar gibi
geçti ve “Ben ölüyorum, ben öldüm, ben yandım” diye bağırarak denizin soğuk sularına
bıraktı kendini. Aslında çok iyi yüzerdi. Ama denize atlamış bir daha görünmez
olmuştu. Sanki ısrarla denizden çıkmak
istemiyordu! Sabahçı kahvesinden tanıyanlar koştu ve denize atlayıp çıkardılar
Esat’ı. Esat tanınmayacak gibiydi. Çok su yutmuştu… Ama nefes alıyordu, hemen
hastaneye kaldırdılar. Esat adeta kurtulmak için değil, ölmek için mücadele
ediyordu. Sonuçta ancak bir iki gün yaşatılabildi ve Sarıyer’in yakışıklı
delikanlısı Sevdasına yenik düşerek ruhunu teslim etti. Mualla da Sarıyer’i
terke etti.
Sarıyer’e sevda denizi denmesinin bir nedeni de bu tür
olaylar olmasıdır. Daha önce de böyle bir olay olmuştu. Sarıyer’in çarşı içinde
ve bugünkü Güvenal -1 Kasabın bulunduğu binada oturan Basmacı ailesinin kızı Rahile
12 ya da 13 yaşlarında idi. Okuldaki öğretmenine sevdalandı. Öğretmeni temiz
duyguları ile her öğrenci gibi Rahile ile de ilgileniyordu. Ama Rahile bunu
başka anladı ve öğretmenine sevdalandı. İki-üç yıl devam etti. Karşılık
göremedi. Annesi babası kızlarını hasta sanıp doktorlara götürdüler çare
bulamadılar. Rahile için günler sayılıydı. Odasın kapanıyor saatlerce kalıyor,
yemek bile yemiyordu. Nihayet bir gün en yeni elbiselerini giydi, makyajını
tamamladı, aynanın karşısına geçip seyretti kendisini doyasıya ve sonra da
evdekilere görünmeden çıktı. Çarşı içinden Taşiskeleye doğru yürüdü. Balık
satıcıları, Sarıyerli esnaf Rahile’yi gördüler ama bir anlam veremediler bir
genç kızın erkeklerin yoğun olduğu Taşiskele’ye gelmesine! Rahile’nin gözleri kimseyi görmüyordu. Yürüdü,
yürüdü, yürüdü! Görenlerin şaşkın bakışları arasında Taşiskele’in en uç
noktasına kadar gitti. Biraz soluklandı. Sağa sola baktı ve ilk kez giydiği
yeni ayakkabılarını çıkarıp bir kenara koyduktan sonra kendini denizin soğuk
sularına bıraktı. İntihar etmiş, sevda ateşi ile birlikte yok olup
gitmişti. Bütün Sarıyer çalkalandı ve
nihayet odasındaki an defteri her şeyi açıkladı: “Öğretmenime sevdalandım ama
söyleyemedim. O da anlayamadı. Madem sevda ölümle biter, istedim öyle olsun”.
İşte Sarıyer ‘de tur atarken bütün bunları da yaşamak
zorunda kalıyor insan. Ne yapalım mademki gezip dolaşarak Sarıyer’i yazacağım,
bu tür olayları da kayda geçmekten geri kalmayacağım.
Her gün uğradığımız yer Taşiskele’dir. Küçük liman biraz
büyütüldü. Artık etrafta kızak ve çekek yok. Dolaysıyla küçük sandal ve kayık
yok. Olanlar da kayık değil büyük tekne. Bir bölümü de gezi tekneleri. Büyüğü
var, küçüğü var. Bu teknelere Arif Odabaşı kumanda ediyor, malumda dernek
başkanı. Ama 2012 de dernek faaliyetleri askıya alınmış durumda, bu nedenle
sözü de geçmiyor gibi! Gezi tekneleri hemen her gün, tabii ki müşterisi
olduğunda Büyükliman plajına adam taşıyorlar. Hiç masraf yapılmadan gelir
getiren bir yer. Her ne kadar sahibi varsa da sahiplerin etkileri yok. Zira
askeriye burada hâkim. Taşiskele işgal altında. Zira büyük balıkçı tekneleri,
her biri 35-40 metre ya da daha büyük. Limanın mendireğini işgal etmişler. Dört-beş
tekne yan yana geldiğinden başka, ikinci sırada yapılıyor böylece işgal
tamamlanıyor. Sarıyer’in liman tarafı, kumsal tarafı boğazı yeteri kadar
göremediği gibi rüzgârdan da yararlanamıyor. Yenimahalle tarafından ise Sarıyer
vapur iskelesi, Büyükdere, Kireçburnu, Tarabya ve Yeniköy taraflarına görme
imkânları olmuyor. Zira tekneler perde örmüş oluyorlar. Durumdan herkes şikâyetçi
ama sahipleri eş dost olunca şikâyetler kendi aralarında kalıyor. Fazla bir şey
söylemeye gerek yok. Balıkçılar için düşünce her yer onlarındır.
Balıkçılık ve balıkçı Reisleri! Artık eski reisler meydanda
yok. Hepsi çekilip gittiler bu dünyadan. Alamana kayıklarının direklerine
çıkarak sabaha kadar deniz-domuz demeden balık arayan, gördüğünde mola eden
reisler yok! Genç reisler var. Onlar
balık görmezler, gerek görmezler görmeye. Olar için teknoloji yeterlidir. Her
balıkçı takımında iki üç çeşit radar var. Radar balığı gösterir, reislere
balığa mola etme düşer… Tek tek reisleri
saymaya gerek yok. Genç reislerin hepsi de işini bilen reisler. Balıkçılıkta
teknoloji o kadar ileri düzeyde ki yakaladıkları balıkların tüm gelirini
teknoloji için yatırsalar yine de yetmez! Yine de bir iki takım saymak
gerekirse; Habib Reis (Yavuz ve Habib Reis), Coşkun Kardeşler (Pomak İbrahim ve
Şaban Reis)), Denizer(İsmail Kurşun),
Hacı Orhan Çınar (Murat ve Haldun Reis), Nursu (Muhsin ve Ahmet Reisler), Osman
Çınar (Sinan ve Kenan Reisler), Torlak
Reis- 2 (Migro Mustafa ve Cemal Reis), Torlak Kaptan (Yunus Reis), Torlaklar- 2
(Ömer, İlyas, İbrahim Reis), Hacı Ahmet Reis (Bülent ve Maksut Reis), Avcı Kardeşler (Ömer ve Metin Reisler) ve
diğerleri…
Sarıyer’de küçük balıkçılıkta var. Uzatmayla giderler,
volicilik yaparlar, trolla avlanırlar, olta ile geçimlerini temin etmeye
çalışırlar. Saymaya kalksak yeni bir kitap yazmak gerekir. Ama çok meşhur bir
oltacıdan bahsetmek isterim. İnceiş Ahmet (Demircan)oltacılıkta ismi Sarıyer’in
dışına çıkmış adeta efsane haline gelmiş bir yaman oltacıdır. “Denizde balık
olsun, Ahmet onu bulur alır” derler. Kendisinden bu kadar emin bir oltacı az
bulunur. Balık nerede kendini gösterirse İnceiş Ahmet oradadır. Balığı tespit
ettiğinde aylarca başından ayrılmaz. O nedenle evinden çok kayığında yatmıştır.
Böyle olmasaydı bütün İstanbul oltacıları ona “Efsane Oltacı” der miydi? Yenimahalleli Erol Darcan da iyi
oltacılardandır. Kendisinden emin bir oltacıdır. Ekmeğini iğnenin ucu ile
kazandığı için, hemen her gün balık peşinde koşar. Denizde çaparisine, oltasına
ne takılırsa onu alır ve geçimini temin eder. Başka yok mu elbette ki var. Hele
palamut mevsiminde oltacıların sayısı çok daha fazla olur. Çünkü en kolay
oltacılık, palamut çaparisi ile yapılan oltacılıktır.
Balıklar da nazlandı mı ne? Sarıyer kıyılarında yengeç bile
yok. Orkinos Sarıyer dalyanlarının en çok yakalanan balığı idi o da kayıplarda!
Neden acaba? Neden olacak balık neslinin tükenmesi için çevre kirliliği, deniz
kirliliği, yanlış avlanma, yasak dinlememe, trol çekme gibi ne kadar yanlışlık
varsa hepsi peşi sıra yapılıyor da ondan! Bunu da geçelim, uzmanı değiliz ki!
Ama şunu da belirtelim: Anlı şanlı reisler der ki: her gün binlerce kişi olta
avcılığı yapıyor. Bir kişi bir kilo balık tutsa, on bin kişi on bin kilo balık
tutar ki bu da büyük kayıptır. Balığın tükenmesine yol açar! El insaf deriz,
kendilerine yonttuğunu belirterek başka konuya geçeriz.
Her yerin dedikodu kumkumaları vardır. Sarıyer’de yani
merkez Sarıyer’de de bolca bulunur. İşleri güçleri geleni-gideni, eşi-dostu,
cananı-canı, yarı-yaranı çekiştirmektir. Hele konu siyasetçe hangi siyasi
yelpazede yer alıyorsa en başarılı o dur. O siyasi partinin karşısında olan
vatan hainidir. Enteresan olan her yerde olduğu gibi bir masa etrafına toplananların
parti münakaşaları daima AKP aleyhinde olur. Verip veriştirirler, demediklerini
komazlar ama sandığa gittiklerinde kazanan yine AKP olur. Nasıl oldu diye
sorulduğunda muhataplar pişkin pişkin güler ya da susar hiç oralı olmaz!
Sarıyer’de nerde ise eski Sarıyerli kalmadı desek yeridir.
Zaman zaman cenazeleri geliyor. Bir tane tanıdık yok gelen yakınları arasında.
Soruyoruz öyle öğreniyoruz eski Sarıyerli olduklarını. Zamanında terk etmişler
Sarıyer’i, öldüklerinde getiriyorlar ve aile kabristanında toprağa veriliyor.
Sarıyer’i son terk edenlerden biri de Arnavut Ziya (Erimli). Kızlarının
hasretine dayanamamış ki Eyüp’e transfer etti.
Aydan aya geliyor, ev kirasını alıyor yine Eyüp’e gidiyor. Yaşı da 88
yani dalya demeye çok kalmadı, sağlığı sıhhati yerinde. Agamaca Mustafa (Saka) Maşallah o da 89 ya da
90. Dipçik gibi! Sağlıklı ve yaşama savaşında iddialı. Her zaman ki güler yüzü
ile hatır sorar verir selâmını gider. Kayıplardan biri de Deli Sait (Canel).
İki hanım eskitti. İkisi de meme kanserinden gitti son yolculuğa! İşe bakın ki
ikisi de aynı memeden hasta oldular, aynı şekilde gittiler. O da Deli Sait’in
şanssızlığı. Deli Sait de rahatsızlığını yenemedi… Yürümeye gücü olmayınca
huzurevine yatırıldı. Orada günlerini tüketeceğe benziyor. Gidip ziyaret
ediyoruz aklı başında, tanıyor, konuşuyor, şakalaşıyor ama yürüyemiyor. Ne
yapalım yapacağımız fazla bir şey yok!
Bir duble rakı içse kendine gelecek ama!!! Geliyoruz bir diğer Sarıyerliye Munto ya da Fofo Mustafa (Kocamaz). Daha önce biraz
bahsettik, o da huzur evinde! Hanımlardan da var huzur evinde gün sayan! Allah
ne huzurevlerini eksik etsin ve ne de insanlarımızı bu evlere muhtaç etsin. “Amin”
deriz ve devam ederiz ama Poyrazlı
İsmail Dayı’yı da unutmayız. Yaş 96 hala aklına kumanda ediyor, sağlığı,
sıhhati yerinde.
Sarıyerli pek çok hanım patron var. Kadriye işini tasfiye
etti gitti. Hülya Cömert, onca ağır darbe yemesine karşın şirketini kurtarmayı
bildi. Yine işinde iddialı ve devam ettiriyor. Arkadaşımız Kanlı Adnan’ın kızı.
Mükemmel tahsil etti. Üniversite bitirdi, evlendi ama iyi gitmedi ayrıldı,
İşini kurdu, toparlandı çok iyi duruma geldi. İkinci evliliği Sarıyerli
Adnan’la yaptı! Hay Allah kahretsin keşke yapmasaydı bu evliliği! Adam koca
değil, düpedüz dolandırıcı çıktı ve el altından yaptığı atraksiyonlarla
hanımını çok güç durumlara düşürdü. Milyarlarca borç bırakarak ortadan
kayboldu, hala meydanda yok! Matematikçi olan Hülya Hanım, bozulmadan,
güçlükleri yenerek, pek çok mal varlığını kaybetmesine rağmen hem borçlarını
ödedi ve hem de şirketini kurtardı. Kızı Birsin üniversite okuyor, inşallah
bahtı açık olur. Emine Kav da iyi götürüyor işi. Bir dizi yeniliklerle başarıya
koşuyor.
Devam edelim yürümeye, bakalım kimlerle nelerle karşılaşırız.
Aklımıza basın geldi, yani yerel basın. İlk dergiyi biz dört arkadaş 1953 de
“Öz Sarıyer” adı ile çıkarmıştık. Sonra yıllarca suskun kalındıktan sonra
Sarıyer Spor Dergisi, onu takiben Sarıyerli Taraftarlar Derneği’nin Beyaz Martı
Dergisi çıktı. Daha sonraları ise aylık Sentez Gazetesi yayın hayatına başladı.
Hayli tuttu. Bilahare Sarıyer Haber, Sarıyer, Sarıyer Manşet, Sarıyer Posta
yayın hayatına girdi. Yerel basın dışında dergi olarak da birkaç dergi çıktı
ama devam etmedi… Yerel basın diyerek küçümsememek
lazım. Zira hayli etkin oluyorlar. İşi, olayı, haberi kovalıyor, gündeme ulusal
basına da konu oluyor, bilgi veriyor. Yerel basında hayli etkin kalemler var.
Bunlardan birkaçı Sarı Basın kartı sahibi: İrfan Terzi, Tuncay Dağlı ve Ümit
Sanlav. Diğer yazarların önemli bir kısmının akademik unvanları da var. Allah
sayılarını artırsın.
Tadı olmayan bir olayı anı olarak aktararak Sarıyer’den
çıkalım. Efendim bir gün Kulüp kafeteryasında bir gurup arkadaşım “Simas’tan
Sarıyer’e” isimli kitabım üzerinde konuşurken yanlarına gittim. Oturmadım,
ayakta dinlemeye koyuldum. Yandaki masada beş altı Sarıyerli Hanım var. Kafeterya’nın devamlı müşterilerinden!
Onlarda hararetli hararetli konuşuyorlar. Masa başında olan bir hanım (Y) bana
dönerek “İbrahim Bey, İbrahim Bey” diye seslendi. Onlara doğru döndüm, devam etti konuşmaya
“İyi bir kitap yazmışsın ama Sarıyer’in İ…. lerini yazmamışsın. Onları da yaz!”
Tabii şaşırdım, yüzüm kızardı ama yanıt vermeliydim. Anladım kadınların hepsi
de kafayı çekmiş sarhoşlar. Cevap verdim
“Tanımıyorum ki, kimi nasıl yazayım?” . Kafası kıyak ya oda yanıt verdi “Ben
hepsini biliyorum, hele sen yazmaya başla ben sana anlatırım” kurtulmam
lâzımdı, hemen uzaklaştım. Bu hanım her halde utanmış olacak ki aradan sekiz on
sene geçti bir daha Kafeterya ya gelmedi. Demek ki bazı erkeklerden canı fazla
yanmış!
Alınmaya, kızmaya, darılmaya hakkımız yok. Zira mademki
yazarız, yazıyoruz. Araştırmacı diyorlar, araştırıp doğruları bulmaya ve
kamuoyu ile paylaşmaya çalışıyoruz o zaman her şeyi normal karşılayacağız. Ne
yapalım, herkesin meşrebi de peşrevi de ayrıdır.
Sarıyer değişti, hem de çok değişti. Çok değil on beş yirmi
yıl önce evden dişarı çıktığımda deniz sahiline gelene kadar en az on kişi ile
selamlaşıyor, merhabalaşıyor ve hatır soruyorduk. Şimdi ise iki üç tanıdığa
rastladığımızda memnun oluyoruz. Sarıyer değişik yörelerden müthiş göç aldı.
Hem yaşam, hem kalite değişti. Nerede ise herkes birbirinden rahatsız ve herkes
tedirgin! Yine de ayrı bir havası vardır Sarıyer’in, hastalık ve ölüm kalım halleri
olduğunda; mutlu bir gününde konu komşu yalnız bırakmaz, sana eşlik ederler,
dert ortağı olurlar. Bu özellikleri iledir ki hala Sarıyer’de eski havayı
solumak mümkün oluyor.
Ne olursa olsun Sarıyer, Sarıyerlilerin değilse de Sarıyer
dışından gelenlerin gözünde bir cennet bahçesidir. Çok değil bir hafta evvel,
Kafeteryada toplu olarak oturuyorduk. Kelli felli bir adam kafeteryaya geldi!
Hem yürüyor ve hem de telefonla konuşuyor “Aman Yarabbi nereye geldim. İlk defa
Sarıyer’e geldim cennetle karşılaştım. Deniz sahili harika, liman, sandallar,
tekneler, masmavi bir deniz, boğazın karşısı yemyeşil, rüzgâr püfür püfür
esiyor. Yahu ne duruyorsunuz Sarıyer’e gelin…” İşte böyle bir yerde yaşıyoruz.
Sarıyerliler olarak bir değerini bilmiyorsak da yabancılar biliyor ya!
Sarıyer’i eksiği ile fazlası ile yazmaya çalıştım. İyi kötü
bir şeyler meydana geldi. Sırada diğer semtler var. Onları da yazmaya devam
edeceğim. Bakalım bu ayaklar nerelere kadar sürükleyecek bizi.