Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer sahasında ilk puanını K. Şekerspor’a kaybetti. Bu maçı kazanması halinde 11 puanla ve averajla bir maçı eksiği olmasına rağmen lider olacaktı. OLMADI!
Sarıyer iyi başladığı maçı kötü bitirdi. Aslında iyi bitirmesine de imkan yoktu. Zira çok deneyimli futbolcuları olmasına rağmen koşan ve savaşan adam sayısı çok az! Hatta bilhassa orta alanda savaşan adamı hiç yok!
İşin enteresan yanı takımın başarıları yaşlılar! Yani koşmasa da yere basmasını bilenler.
Sarıyer klasik bir dizilişle 4-4-2 oynadı. İyi başladı ama devam ettiremedi. Çok koşan, ikili mücadeleye giren rakip Sarıyer defansını dağıttı. Sarıyer defansı bir felaket. Göksel iyi gidiyor fakat geri dönüşü yok! Serkan ilk yarıda ne yaptığını bilmiyordu, ikinci yarıda düzeldi. Nedeni orta saha ile ilgili. Zira ortanın solunda yer alan Gökhan Çakır bu yerin adamı olmadığı için rakibine baskı yapamayınca bütün yük Serkan’ın üzerine kaldı ve bocaladı. Defansın iki orta adamı Emrah ve Özcan Sarıyer’i taşıyamaz! Yan yana adeta çakılı oynuyorlar ve devamlı gedik veriyorlar. Rakip ilk yarıda girdiği pozisyonları değerlendirebilseydi fark yapardı. Orta alanda ne yaptığını bilen yoktu. Ender top ayağına geldiği zaman iyi işler yapıyor, golü mükemmeldi, iyi de ortalar yaptı. Fakat adam takibinde ve preste etkin değildi. Yasin’in çok daha iyi oynaması gerekir. Ama belli de ön libero oynatıldığı gibi ileri çıkmaması için devamlı ikaz ediliyor ki oyuna girmiyor! Emre Hasan çok genç, yetenekli ve kalitesi de var. Ama oyun içinde devamlılığı yok. Daha agresif olmalı, daha sert oynamalı, orta alanda savaşmanın ne olduğunu öğrenmelidir. Orta alanın en iyi adamı Gökhan Çakır, nedense ısrarla, başarılı olamadığı sol dışta oynatılmakta ısrar ediliyor. Oysa ortada oynatılsa hem oynar ve oynatır, çünkü kalitesi belli bir yetenektir! Ortaya girdiği zaman iyi işler yapıyor. Gol yollarında çoğalabilmek için çift santrafor oynatıldı. Sinan müthiş mücadele gücü olan biri, pes demiyor, bütün gücü ile savaşıyor. Bu hattın yeni adamı Çoşkun Birdal için bir şey demeğe gerek yok. Mevsim başı çalışması yapmamasına rağmen, on günlük antrenmanla çıktığı maçta yorulana kadar büyük işler yaptı, iki de güzel gol attı. Eğer hakem gereken düdüğü çalabilseydi Çoşkun’un bir gol pozisyonunu olmayan bir ofsaytla kesmez, bir diğer pozisyonda da sırtına çıkan ve kendisini yere indiren rakibi aleyhine penaltı çalardı. Bu pozisyonlar verilse Sarıyer de maçı alıp götürürdü. Oyuna sonradan giren Sezai top ayağında iken bir şeyler yapmaya çalıştı, defansif oyun anlayışı yok, savaşçı değil ama iyi top kullanıyor. Göksu gol yapabilecek pozisyon bulamadı. Ama Melih, rakibin gelişen ani atağı sonunda, rakip futbolcuyu yere indirince, son adam olarak kırmızı kart gördü ama takımını mutlak bir golden korudu Ki; aslında faulü yapan Melih değil, hışım gibi kalesinden çıkan, rakip futbolcuyu indiren Ethem’di ama, geride kalan hakem yanlış gördü ve kabak Melih’in başına patladı. İyi ki öyle oldu Zira Ethem faulden doğan frikik atışında topu doksan tabir edilen yerden yumruklayarak mutlak bir golü önledi ve maçın skorunu belirledi: 3-3.
Maçın hakemi iyi değildi. Deplasman takımı ezilmesin de ne olursa olsun düşüncesi ile bir maç yönetilirse işte böyle olur! Hayret! Demek ki böyle hakemlerle çok uğraşacağız!
Sarıyer kendi sahasında oynadığı maçlarda puan kaybederse amacına ulaşamaz. Bu nedenle çok dikkatli olunması gerekir. Öncelikle, Sarıyer defansının kale önünde çakılı kalmaması gerekir. Oyuna katılması sağlanmalıdır. Takımın rakibe baskı yapacak gücü yok! Böyle olunca oyunda hakimiyet kısa süreli oluyor. Kendi sahasında ani ataklarla gol aramak durumuna düşüyor! Takım ağır oynuyor, oyunu çabuklaştırmakta başarılı olamıyor, böyle olunca da sıkıntı doğuyor. Daha önemlisi de Mehmet Ekşi Hocanın takımı ileri çıkarmaması ve ileri çıkan defans adamlarını yerini kaybetmemeleri ve pozisyon icabı ileri çıkanları da çıkmamaları için ısrarla uyarmasıdır. Bu nasıl olur?
Neler yapılabilire yanıt vermeden önce, kendisini, topa vurarak oyundan attıran Özcan’a gereken uyarı veya ceza neyse yapılmalı/verilmelidir diyorum. Sonra da bir sezonda 30 dan fazla futbolcu transfer eden, yeterli görmediği bir kaçını geri gönderen ve 23 yeni ismi kulübe kazandıran yönetim kurulu, acil olarak defansın ortasına bir veya iki futbolcu transfer etmelidir. Belki biri Cumhur olur! O zaman ikinci ismin derhal saptanmalıdır.
Henüz mevsim başındayız. Sezonun yazı var kışı, yağmuru, çamuru karı var. Her şartlar altında mücadele verileceği için vakit geçmeden gereken önlemleri almak gerekir inancındayım.
Tüm ulusun ve okurların Rmazan Bayramını kutlarım.
19.09.2009
20 Eylül 2009 Pazar
BİR DEVİN ARDINDAN
Yazan: İbrahim BALCI
Dünya dönüyor, biz de devamlı hareket ediyoruz. Kimsenin “dur durak” dediği yok. Bir mücadele, bir uğraş, bir telaş koştur babam koştur. Sanki insanlara dinlenmek yasak! Dinlenmek haram, dinlenmek suç!
Her şeyi göze alıp dinleneceğim dediğinizde zamanın acımasızlığı yakanıza yapışıyor, hayat damarlarınızı kurutarak sizi dünyadan, eşinizden, dostunuz, yar ve yaranınızdan koparıyor!
Bu kopuş bir sondur! Bir gülün dalından koparılışı, bir balığın su altından su üstüne çıkarılışı, bir kuşun kanatlarının koparılarak yüzüstü bırakılışı ve ne olacak diye seyredilişidir!
13.09.2009 sabahı bir kopuş yaşadık! Telefon erken saatte çaldığı zaman yine Tahsin Salihoğlu’nun muzipliği var zannetmiştim. Ama yanıldım. Bir acı haberin bana ulaştırılmasıymış telefonun acı acı çalan sesi!
Haber acı mı acıydı: Telefondaki ses CELAL DEMİR’in vefatı haberini veriyordu! Üzücü ve acı bir haberdi! Biz yaşlılar bu tür haberleri bekleriz! Beklerken de içimizden devamlı “Allah gecinden versin” deriz. Ama YAZI dediğimiz ilahi emir hiç şaşmaz alacağını alıp gider!
İşte öyle oldu! Benim örnek aldığım insanlardan birini daha kaybettik! Allah gani gani rahmet eyleye! Mekanını cennet eyleye, tüm yaptığı iyilikleri kendisine yoldaş eyleye! AMİN!
Her şeyin iyisi ilgi görür, iyisine sahip olunmak istenir! İyiyi bulmak o kadar zordur ki! Hatta, az defolu mallar bile iyi niyetine kapış kapış gider! Bir fabrika düşünün binlerce, milyonlarca metre kumaş üretir! Tüm ihtimama rağmen aynı kalitede çıkmaz, bir kısım mal da defo tespit edilir, sağlam maldan ayrılır! Ama atılmaz yine halka arz edilir, ilgi görür, sahiplenilir. Hiçbir fabrika defosuz mal çıkaramaz, bu güne kadar vuku bulmamıştır. AMAAAAA!
Allah, o yüce yaratıcı hiç defosu olmayan CELAL DEMİR’i örnek insan olarak yarattı. Bu örnek insanı çocuk yaşta tanıdım! Sevdim, saygı duydum yolundan yürümeye azmettim. Ama mümkün mü? O kadar büyük bir devdi ki O’na ulaşmama imkân olmadığını anladım!
Celal Demir, yaşadığı sürece tüm çevresinde örnek insan olmayı bildi. Sakinliği, sevimliliği, gözlerinin içinin gülüşü, iyi niyeti, samimiyeti, hoşgörüsü, yardımseverliği, özgüveni ve özveriliği ile örnek insan oldu. DEV’leşti!
Sarıyer Spor Kulübü’nde omuz omuza görev yaptık. Hem de yıllarca bir gün umutsuzluğa düştüğünü, bir gün yanındakileri üzdüğünü, umutsuzluğa ittiğini, bir gün her hangi bir kişiyi yerecek konuşma yaptığını görmedim! Olan bir hata olduysa da muhatabı üzülmesin diye kabullenmeyi onur bildi! Ayıp kapatmayı, karşısındakinin onurunu korumayı görev bildi! Bir konuşma nedeni ile karşısındakinin üzüldüğünü hissettiğinde defalarca özür dilemeyi prensip edindi!
Sarıyer Gençlik Kulübü’nün kuruluş çalışmalarına kendisi gibi genç arkadaşları ile birlikte katıldı. Çocuk yaşta Sarıyer G. K. nün ilk futbol takımında oynadı. Sarıyer’de futbola başladı ve Sarıyer’de futbol yaşamını noktaladı. Tam on üç on dört yıl Lacivert-beyazlı formayı giydi. Futbol oynarken yönetim kuruluna seçildi, aralıklı olarak on dokuz dönem yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı. 1948 den 1983 yılına kadar kulübün muhasebesini tuttu. Kulübü ile ilgisini hiç kesmedi.
Mükemmel futbolcuydu. Bir resmi maçta en çok gol atan futbolcu Unvanı hala O’na aittir. 1944/45 sezonunda Rumelihisar maçında Sarıyer 9-0 galip gelirken 6 golü Celal Demir kaydediyordu.
Ancak Celal Demir’in en önemli özelliği futboldan ve futbolcudan çok iyi anlamasıydı. Bıkmadan, usanmadan amatör maçları izler ve her yıl Sarıyer’e birkaç futbolcunun transfer edilmesini sağlardı. Onlarca futbolcuyu Sarıyer’e ve Türk futbolunu kazandırdı.
Celal Demir’in esas büyüklüğü AKİL ADAM oluşundadır. Her başımız sıkıştığında başvurduğumuz kişiydi.Verdiği kararlarda hiç yanılmadı. Çünkü kararlarını etki altına kalarak vermezdi. Herkese aynı samimiyeti, aynı hüsnüniyeti gösterir, sorunlarını dinler sonra da kararını verirdi. Verdiği karar ne olursa olsun kimse “Hayır” demez, kimse itiraz etmezdi! Çünkü; AKİL ADAM’ın inanırlığı ile hareket ettiğini, hata yapmayacağını, kimsenin adamı olmadığını herkes biliyor takdir ediyordu.
Toplumun örnek önderlerinden biri olan CELAL DEMİR, aynı zamanda mükemmel bir aile reisi ve örnek bir baba idi. Bu mükemmel baba ve örnek insan artık yok! Aramızdan ayrılıp son yolculuğa çıktı. Yolculuğun kendisine hayırlı olması için dua ederken, Onun gibi BİR DEVİN ARDINDAN yazı yazmanın burukluğunu, üzüntüsünü bütün benliğimde yaşıyorum. Alah rahmet eylesin!
NUR İÇİNDE YAT CELAL AĞABEY!
13.09.2009
Dünya dönüyor, biz de devamlı hareket ediyoruz. Kimsenin “dur durak” dediği yok. Bir mücadele, bir uğraş, bir telaş koştur babam koştur. Sanki insanlara dinlenmek yasak! Dinlenmek haram, dinlenmek suç!
Her şeyi göze alıp dinleneceğim dediğinizde zamanın acımasızlığı yakanıza yapışıyor, hayat damarlarınızı kurutarak sizi dünyadan, eşinizden, dostunuz, yar ve yaranınızdan koparıyor!
Bu kopuş bir sondur! Bir gülün dalından koparılışı, bir balığın su altından su üstüne çıkarılışı, bir kuşun kanatlarının koparılarak yüzüstü bırakılışı ve ne olacak diye seyredilişidir!
13.09.2009 sabahı bir kopuş yaşadık! Telefon erken saatte çaldığı zaman yine Tahsin Salihoğlu’nun muzipliği var zannetmiştim. Ama yanıldım. Bir acı haberin bana ulaştırılmasıymış telefonun acı acı çalan sesi!
Haber acı mı acıydı: Telefondaki ses CELAL DEMİR’in vefatı haberini veriyordu! Üzücü ve acı bir haberdi! Biz yaşlılar bu tür haberleri bekleriz! Beklerken de içimizden devamlı “Allah gecinden versin” deriz. Ama YAZI dediğimiz ilahi emir hiç şaşmaz alacağını alıp gider!
İşte öyle oldu! Benim örnek aldığım insanlardan birini daha kaybettik! Allah gani gani rahmet eyleye! Mekanını cennet eyleye, tüm yaptığı iyilikleri kendisine yoldaş eyleye! AMİN!
Her şeyin iyisi ilgi görür, iyisine sahip olunmak istenir! İyiyi bulmak o kadar zordur ki! Hatta, az defolu mallar bile iyi niyetine kapış kapış gider! Bir fabrika düşünün binlerce, milyonlarca metre kumaş üretir! Tüm ihtimama rağmen aynı kalitede çıkmaz, bir kısım mal da defo tespit edilir, sağlam maldan ayrılır! Ama atılmaz yine halka arz edilir, ilgi görür, sahiplenilir. Hiçbir fabrika defosuz mal çıkaramaz, bu güne kadar vuku bulmamıştır. AMAAAAA!
Allah, o yüce yaratıcı hiç defosu olmayan CELAL DEMİR’i örnek insan olarak yarattı. Bu örnek insanı çocuk yaşta tanıdım! Sevdim, saygı duydum yolundan yürümeye azmettim. Ama mümkün mü? O kadar büyük bir devdi ki O’na ulaşmama imkân olmadığını anladım!
Celal Demir, yaşadığı sürece tüm çevresinde örnek insan olmayı bildi. Sakinliği, sevimliliği, gözlerinin içinin gülüşü, iyi niyeti, samimiyeti, hoşgörüsü, yardımseverliği, özgüveni ve özveriliği ile örnek insan oldu. DEV’leşti!
Sarıyer Spor Kulübü’nde omuz omuza görev yaptık. Hem de yıllarca bir gün umutsuzluğa düştüğünü, bir gün yanındakileri üzdüğünü, umutsuzluğa ittiğini, bir gün her hangi bir kişiyi yerecek konuşma yaptığını görmedim! Olan bir hata olduysa da muhatabı üzülmesin diye kabullenmeyi onur bildi! Ayıp kapatmayı, karşısındakinin onurunu korumayı görev bildi! Bir konuşma nedeni ile karşısındakinin üzüldüğünü hissettiğinde defalarca özür dilemeyi prensip edindi!
Sarıyer Gençlik Kulübü’nün kuruluş çalışmalarına kendisi gibi genç arkadaşları ile birlikte katıldı. Çocuk yaşta Sarıyer G. K. nün ilk futbol takımında oynadı. Sarıyer’de futbola başladı ve Sarıyer’de futbol yaşamını noktaladı. Tam on üç on dört yıl Lacivert-beyazlı formayı giydi. Futbol oynarken yönetim kuruluna seçildi, aralıklı olarak on dokuz dönem yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptı. 1948 den 1983 yılına kadar kulübün muhasebesini tuttu. Kulübü ile ilgisini hiç kesmedi.
Mükemmel futbolcuydu. Bir resmi maçta en çok gol atan futbolcu Unvanı hala O’na aittir. 1944/45 sezonunda Rumelihisar maçında Sarıyer 9-0 galip gelirken 6 golü Celal Demir kaydediyordu.
Ancak Celal Demir’in en önemli özelliği futboldan ve futbolcudan çok iyi anlamasıydı. Bıkmadan, usanmadan amatör maçları izler ve her yıl Sarıyer’e birkaç futbolcunun transfer edilmesini sağlardı. Onlarca futbolcuyu Sarıyer’e ve Türk futbolunu kazandırdı.
Celal Demir’in esas büyüklüğü AKİL ADAM oluşundadır. Her başımız sıkıştığında başvurduğumuz kişiydi.Verdiği kararlarda hiç yanılmadı. Çünkü kararlarını etki altına kalarak vermezdi. Herkese aynı samimiyeti, aynı hüsnüniyeti gösterir, sorunlarını dinler sonra da kararını verirdi. Verdiği karar ne olursa olsun kimse “Hayır” demez, kimse itiraz etmezdi! Çünkü; AKİL ADAM’ın inanırlığı ile hareket ettiğini, hata yapmayacağını, kimsenin adamı olmadığını herkes biliyor takdir ediyordu.
Toplumun örnek önderlerinden biri olan CELAL DEMİR, aynı zamanda mükemmel bir aile reisi ve örnek bir baba idi. Bu mükemmel baba ve örnek insan artık yok! Aramızdan ayrılıp son yolculuğa çıktı. Yolculuğun kendisine hayırlı olması için dua ederken, Onun gibi BİR DEVİN ARDINDAN yazı yazmanın burukluğunu, üzüntüsünü bütün benliğimde yaşıyorum. Alah rahmet eylesin!
NUR İÇİNDE YAT CELAL AĞABEY!
13.09.2009
ÇEŞME AĞACI!
Yazan: İbrahim BALCI
Merkez Sarıyer’de Ali Kethüda Camiinin karşısındaki çeşme Mesut Ağa çeşmesidir. Esas kitabesinde “Mesut Ağa Çeşmesi cudi 1055 ihya edildi) ibaresi vardır. Çeşmenin Hicri 1055 de Miladi 1645/1646 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. İhya kelimesinden bu çeşmenin daha önceki yıllarda da mevcut olduğu ancak bu tarihte yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Çeşme Sarıyer’in en eski tarihi eserlerinden biri olup klasik Osmanlı tarzında yapılmıştır. Halk arasında çeşmenin bir adı da Üç “Lüleli Çeşme”dir. Çeşme sarıdan üç lüleliydi ve bu lülelerden çok bol miktarda su akıyordu. Çeşme 1947 yılında Fırıncı Abbas tarafından onarılmış ve bir de yeni su akışı sağlanmıştır. Yeni bulunan suya “Aralık Suyu” adı verilmiş ve bu çeşmenin akarına bağlanmıştır. Bu nedenle “Abbas’ın Çeşmesi” olarak da isim almıştır. Çeşmenin esas akarı Vakıf Menba suyu olup, Kocataş dağı eteklerinden çıkmakta galerilerden Sarıyer’deki yedi çeşmeye gelmektedir. Beş altı yıl önce başlayan Sarıyer deresini ıslah çalışmaları sırasında Vakıf Menba suyunun akışı bilinçsizce çalışmalar yapılması nedeniyle yok edildi ve su akışı Sarıyer deresine verildi. Bu nedenle Orta çeşme ile Çukur çeşme susuz kaldı, köreltildi. Mesut Ağa çeşmesi ile diğer çeşmelere Yerlisu, Ayazma suyu ve Aralık suyundan akış verildi.
Sarıyer Mesut Ağa çeşmesi bakımsızdır, hiç kimsenin oralı olduğu yoktur. İSKİ’nin Vakıf Menba sularına bakan dairesi kayıtsız kalmakta, bakım yapmamaktadır. Orta çeşme yıkılmaktadır. Çukur çeşme terk edilmiştir. Mesut Ağa çeşmesi de ha yakıldı yıkılacak. Çeşmenin çatısında beliren bir ağaç hemen hemen iki ana kolu ile sekiz on metreyi buldu. Ağacın gövde yapması ve boy alması sırasında kesme taştan yapılan çeşmenin taşları arasında bağlantı kopmakta yavaş yavaş yıkılışa gitmektedir.
Sarıyer’in simgesi bu çeşmeyi kurtarmak için İSKİ yetkililerinin bir çabası yok, bari Sarıyer Belediye Başkanlığı müdahale etsinde, görevlendireceği ekiple çeşme çatısındaki ağacı keserek tarihi çeşmeyi kurtarsın.
Yenimahalle’de Kilisenin bulunduğu sokağa girilirken sağdaki birinci bina metruktur. Eskiden garaj, tamir atölyesi gibi çeşitli hizmetler için kullanıldı. Hemen hemen yirmi yıldan beri metruktur. Bu binanın üzeri ise aynı tür ağaçla adeta orman haline gelmiştir. Sarıyer Belediye Başkanlığımızın bu binanın üzerini temizlemesi de yerinde olacaktır.
Her ne kadar bu arsız ağacın ismini hatırlayamadıksa bu da hem Ramazana atfedilsin ve hem de kusurumuzz affedilsin!
Bizden gördüğümüzü yazmak ve sonuçlarını gözlemektir.
09.09.2009
Merkez Sarıyer’de Ali Kethüda Camiinin karşısındaki çeşme Mesut Ağa çeşmesidir. Esas kitabesinde “Mesut Ağa Çeşmesi cudi 1055 ihya edildi) ibaresi vardır. Çeşmenin Hicri 1055 de Miladi 1645/1646 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. İhya kelimesinden bu çeşmenin daha önceki yıllarda da mevcut olduğu ancak bu tarihte yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır. Çeşme Sarıyer’in en eski tarihi eserlerinden biri olup klasik Osmanlı tarzında yapılmıştır. Halk arasında çeşmenin bir adı da Üç “Lüleli Çeşme”dir. Çeşme sarıdan üç lüleliydi ve bu lülelerden çok bol miktarda su akıyordu. Çeşme 1947 yılında Fırıncı Abbas tarafından onarılmış ve bir de yeni su akışı sağlanmıştır. Yeni bulunan suya “Aralık Suyu” adı verilmiş ve bu çeşmenin akarına bağlanmıştır. Bu nedenle “Abbas’ın Çeşmesi” olarak da isim almıştır. Çeşmenin esas akarı Vakıf Menba suyu olup, Kocataş dağı eteklerinden çıkmakta galerilerden Sarıyer’deki yedi çeşmeye gelmektedir. Beş altı yıl önce başlayan Sarıyer deresini ıslah çalışmaları sırasında Vakıf Menba suyunun akışı bilinçsizce çalışmalar yapılması nedeniyle yok edildi ve su akışı Sarıyer deresine verildi. Bu nedenle Orta çeşme ile Çukur çeşme susuz kaldı, köreltildi. Mesut Ağa çeşmesi ile diğer çeşmelere Yerlisu, Ayazma suyu ve Aralık suyundan akış verildi.
Sarıyer Mesut Ağa çeşmesi bakımsızdır, hiç kimsenin oralı olduğu yoktur. İSKİ’nin Vakıf Menba sularına bakan dairesi kayıtsız kalmakta, bakım yapmamaktadır. Orta çeşme yıkılmaktadır. Çukur çeşme terk edilmiştir. Mesut Ağa çeşmesi de ha yakıldı yıkılacak. Çeşmenin çatısında beliren bir ağaç hemen hemen iki ana kolu ile sekiz on metreyi buldu. Ağacın gövde yapması ve boy alması sırasında kesme taştan yapılan çeşmenin taşları arasında bağlantı kopmakta yavaş yavaş yıkılışa gitmektedir.
Sarıyer’in simgesi bu çeşmeyi kurtarmak için İSKİ yetkililerinin bir çabası yok, bari Sarıyer Belediye Başkanlığı müdahale etsinde, görevlendireceği ekiple çeşme çatısındaki ağacı keserek tarihi çeşmeyi kurtarsın.
Yenimahalle’de Kilisenin bulunduğu sokağa girilirken sağdaki birinci bina metruktur. Eskiden garaj, tamir atölyesi gibi çeşitli hizmetler için kullanıldı. Hemen hemen yirmi yıldan beri metruktur. Bu binanın üzeri ise aynı tür ağaçla adeta orman haline gelmiştir. Sarıyer Belediye Başkanlığımızın bu binanın üzerini temizlemesi de yerinde olacaktır.
Her ne kadar bu arsız ağacın ismini hatırlayamadıksa bu da hem Ramazana atfedilsin ve hem de kusurumuzz affedilsin!
Bizden gördüğümüzü yazmak ve sonuçlarını gözlemektir.
09.09.2009
İYİ BAŞLADIK
Yazan: İbrahim BALCI
Sarıyer, lige çok iyi bir başlangıç yaparak dikkatleri üzerinde topladı. Rakip sahada alınan 2-1 galibiyet küçümsenemez. Zira, ancak birbirlerine alışmakta olan futbolcuların, anormal sıcak altında verdikleri mücadele ancak bu kadar olabilir!
Maçı izleyen arkadaşların eleştiri yazılarını okudum. Her biri önemli konulara temas ettiler. Haldun Domaç’ın analizi mükemmeldi. Kadromuzun takım hüviyetine kavuşabilmesi için bir arada, hem de fire vermeden birkaç maç daha oynaması lazım! Buna temas etmiş, aynı kanaati taşıyorum.
Diğer yazarların da yorumları buna benzer, fazla yazacak bir şey yok. Ben bu yazımda üç konuya değinmek istiyorum. 1) Elde edilen imkanın değerlendirilmesi, 2) Transferler, 3) Şampiyonluk!
1) Sarıyer Spor Kulübümüz, I. Türkiye Liginde oynadığımız yıllar dahil ilk kez, mali konularda böylesine mükemmel bir imkâna sahip oldu. Yönetici arkadaşlarımızın, Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç’le olumlu diyalogu, ve Belediye Başkanımızın verdiği sözlerin arkasına durarak imkânlarını seferber etmesi bu imkânı yaratmış. Bunu öğrenmekle de memnun oldum. Devam etmesi en büyük dileğim.
2) Geçen yazımda yazdığım gibi takım kadrosunun anormal derecede boşaltılmasının yarattığı nedenle olacak anormal şekilde transfer yapıldı. Kendileri anlaşma yapılmalarına karşın bırakılanların dışında tam 25 futbolcu transfer edildi (üçü Denizli Belediye Maçından sonra oldu). Geçen dönemden kalan 4 futbolcu ile birlikte takım kadrosu şu an 29 kişi (Belki bir iki kişe daha artabilir)! Az değil, hatta çok fazla! Ne olursa olsun ihtiyaç olmasaydı alınmazlardı. Bu demektir ki yönetim kurulu, başarılı olma yolunda bütün güçlerini seferber ediyor. Alınan futbolcular yabana atılır isimler değil çünkü! Serkan Özdemir, Göksu, Cumhur, Ender, Bülent, Gökhan Çakır, Aydın, Sinan, Özcan, Özgür ne olursa olsun bunlar büyük isimler. Ethem, Yasin, Emrah Şahin var! Kim bu elemanları transfer eden takım için “Başarılı olamaz” diyebilir! Ama şu var: “Nerde çokluk orda bokluk” tekerlemesini de unutmayalım. Bu adamların hepsi büyük isim olduğuna göre sorunları da büyük olacaktır. İşte bu noktada iş deneyimli teknik elemanlara düşecek! Öyle zannediyorum ki; Yakup Hoca’ya çok iş düşecek. Zira teknik kadro içinde Sarıyer’in ruhunu ondan iyi bilecek başka kişi yoktur. Yakup hoca bazen güler bazen ısırır ve işi kotarır bana geliyor… Mehmet Ekşi ile ekip arkadaşları; Sercan, Necdet, Ercan ve İlker hocalar da şüphesiz takımı en iyi şekilde hazırlayacaklar ve kendilerinin de istedikleri sonuçların alınması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Tabii ki işi zor olan Yönetim kuruludur. Serinkanlı, olayları doğru yorumlayarak; birlik, beraberlik içinde, bilhassa mali konularda sporcuların ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kararlılık göstererek başarının elde edilmesinde en büyük katkıyı vereceklerdir.
3) Sarıyerliler şampiyonluk bekliyor, Sarıyerli yöneticiler şampiyonluk için kolları sıvadı, Sarıyerli futbolcular şampiyonluk rüyaları ile yaşıyorlar! Haklarıdır! Zor olanı elde etmek sevindirici ve mutluluk vericidir. Takım kadromuz bunu yapacak güçtedir.
Tarihin sayfalarını karıştırdım enteresan bulgulara ulaştım. Sarıyer’in Profesyonel liglerde dört lig şampiyonluğu var! Sarıyer şampiyonluk elde ettiği sezonların ilk maçlarını gerek kendi sahasında ve gerekse dış sahada hep galibiyetle bitirdi. Yani galibiyetle bitirdiği maçlarda şampiyonluğu yakaladı. Bir sezon istisna. 1962/63 sezonunda İstanbul I. Profesyonel Mahalli Lig şampiyonluğunu kazanırken ilk maçında Eyüp’ü 4-2 yendi. 1970/71 sezonunda şampiyon olup II. Türkiye Ligine yükselirken ilk lig maçında Beyoğluspor’u 3-0 yendi. 1981/82 sezonunda II. Türkiye Liginden I. Türkiye Ligine yükselirken ilk maçında Davutpaşa’yı 4-1 mağlup etti. 1995/96 sezonunda ise bunun aksi oldu ve ilk maçında sahadan 2-1 mağlup ayrıldı ama yine şampiyon oldu! Ama o kadar mükemmel performans gösterdi ki o mücadelenin gösterilebilmesi halinde, bugün bile peşin peşin Sarıyer şampiyon olur diyebiliriz. Nasıl diye sorarsanız? Yanıtım şöyle olur. 1995/96 sezonunda Sarıyer, ilk maçını kaybetmesine rağmen sonraki maçlar da arka arkaya 7 maç kaybetmedi, bir maç kaybetti sonra tekrar arka arkaya 7 maç daha kaybetmedi, sonra bir maç daha kaybetti ama ondan sonra arka arkaya tam 15 maç kaybetmedi ve şampiyon oldu. Bu başarıyı yakalayabilirsek SARIYER’ imizden başka bir hiç takım şampiyon olamaz derim! Bunları hatırlatmamın nedeni ilk maçların kazanılması halinde takımın havaya girmesi, moral kondisyon ve motivasyon bakımından hazır hale gelerek başarıya koşulacağına inanılmasıdır.
Sarıyer, lige çok iyi bir başlangıç yaparak dikkatleri üzerinde topladı. Rakip sahada alınan 2-1 galibiyet küçümsenemez. Zira, ancak birbirlerine alışmakta olan futbolcuların, anormal sıcak altında verdikleri mücadele ancak bu kadar olabilir!
Maçı izleyen arkadaşların eleştiri yazılarını okudum. Her biri önemli konulara temas ettiler. Haldun Domaç’ın analizi mükemmeldi. Kadromuzun takım hüviyetine kavuşabilmesi için bir arada, hem de fire vermeden birkaç maç daha oynaması lazım! Buna temas etmiş, aynı kanaati taşıyorum.
Diğer yazarların da yorumları buna benzer, fazla yazacak bir şey yok. Ben bu yazımda üç konuya değinmek istiyorum. 1) Elde edilen imkanın değerlendirilmesi, 2) Transferler, 3) Şampiyonluk!
1) Sarıyer Spor Kulübümüz, I. Türkiye Liginde oynadığımız yıllar dahil ilk kez, mali konularda böylesine mükemmel bir imkâna sahip oldu. Yönetici arkadaşlarımızın, Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç’le olumlu diyalogu, ve Belediye Başkanımızın verdiği sözlerin arkasına durarak imkânlarını seferber etmesi bu imkânı yaratmış. Bunu öğrenmekle de memnun oldum. Devam etmesi en büyük dileğim.
2) Geçen yazımda yazdığım gibi takım kadrosunun anormal derecede boşaltılmasının yarattığı nedenle olacak anormal şekilde transfer yapıldı. Kendileri anlaşma yapılmalarına karşın bırakılanların dışında tam 25 futbolcu transfer edildi (üçü Denizli Belediye Maçından sonra oldu). Geçen dönemden kalan 4 futbolcu ile birlikte takım kadrosu şu an 29 kişi (Belki bir iki kişe daha artabilir)! Az değil, hatta çok fazla! Ne olursa olsun ihtiyaç olmasaydı alınmazlardı. Bu demektir ki yönetim kurulu, başarılı olma yolunda bütün güçlerini seferber ediyor. Alınan futbolcular yabana atılır isimler değil çünkü! Serkan Özdemir, Göksu, Cumhur, Ender, Bülent, Gökhan Çakır, Aydın, Sinan, Özcan, Özgür ne olursa olsun bunlar büyük isimler. Ethem, Yasin, Emrah Şahin var! Kim bu elemanları transfer eden takım için “Başarılı olamaz” diyebilir! Ama şu var: “Nerde çokluk orda bokluk” tekerlemesini de unutmayalım. Bu adamların hepsi büyük isim olduğuna göre sorunları da büyük olacaktır. İşte bu noktada iş deneyimli teknik elemanlara düşecek! Öyle zannediyorum ki; Yakup Hoca’ya çok iş düşecek. Zira teknik kadro içinde Sarıyer’in ruhunu ondan iyi bilecek başka kişi yoktur. Yakup hoca bazen güler bazen ısırır ve işi kotarır bana geliyor… Mehmet Ekşi ile ekip arkadaşları; Sercan, Necdet, Ercan ve İlker hocalar da şüphesiz takımı en iyi şekilde hazırlayacaklar ve kendilerinin de istedikleri sonuçların alınması için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır. Tabii ki işi zor olan Yönetim kuruludur. Serinkanlı, olayları doğru yorumlayarak; birlik, beraberlik içinde, bilhassa mali konularda sporcuların ihtiyaçlarının karşılanması konusunda kararlılık göstererek başarının elde edilmesinde en büyük katkıyı vereceklerdir.
3) Sarıyerliler şampiyonluk bekliyor, Sarıyerli yöneticiler şampiyonluk için kolları sıvadı, Sarıyerli futbolcular şampiyonluk rüyaları ile yaşıyorlar! Haklarıdır! Zor olanı elde etmek sevindirici ve mutluluk vericidir. Takım kadromuz bunu yapacak güçtedir.
Tarihin sayfalarını karıştırdım enteresan bulgulara ulaştım. Sarıyer’in Profesyonel liglerde dört lig şampiyonluğu var! Sarıyer şampiyonluk elde ettiği sezonların ilk maçlarını gerek kendi sahasında ve gerekse dış sahada hep galibiyetle bitirdi. Yani galibiyetle bitirdiği maçlarda şampiyonluğu yakaladı. Bir sezon istisna. 1962/63 sezonunda İstanbul I. Profesyonel Mahalli Lig şampiyonluğunu kazanırken ilk maçında Eyüp’ü 4-2 yendi. 1970/71 sezonunda şampiyon olup II. Türkiye Ligine yükselirken ilk lig maçında Beyoğluspor’u 3-0 yendi. 1981/82 sezonunda II. Türkiye Liginden I. Türkiye Ligine yükselirken ilk maçında Davutpaşa’yı 4-1 mağlup etti. 1995/96 sezonunda ise bunun aksi oldu ve ilk maçında sahadan 2-1 mağlup ayrıldı ama yine şampiyon oldu! Ama o kadar mükemmel performans gösterdi ki o mücadelenin gösterilebilmesi halinde, bugün bile peşin peşin Sarıyer şampiyon olur diyebiliriz. Nasıl diye sorarsanız? Yanıtım şöyle olur. 1995/96 sezonunda Sarıyer, ilk maçını kaybetmesine rağmen sonraki maçlar da arka arkaya 7 maç kaybetmedi, bir maç kaybetti sonra tekrar arka arkaya 7 maç daha kaybetmedi, sonra bir maç daha kaybetti ama ondan sonra arka arkaya tam 15 maç kaybetmedi ve şampiyon oldu. Bu başarıyı yakalayabilirsek SARIYER’ imizden başka bir hiç takım şampiyon olamaz derim! Bunları hatırlatmamın nedeni ilk maçların kazanılması halinde takımın havaya girmesi, moral kondisyon ve motivasyon bakımından hazır hale gelerek başarıya koşulacağına inanılmasıdır.
BU KİTAP OKUNMALI!
Araştırmacı yazar Necdet Sevinç’in Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanan“Pontus’ta Hesaplaşma” isimli kitabı, Kürt sorunu için “Açılım” ların gündeme etirildiği bugünlerde okunmasını öneririm.
Kitapla ilgili fazla bir şey yazmayı gereksiz gördüm. Zira sadece “Önsözü”nü vermekle yetineceğim. Önsözü okuyanlar ne dolapların döndüğünü, kimlerin
nasıl yabancıların hesabına çalıştıklarını, üç kuruşluk menfaatleri için nelerin yapılabileceğini gözler önüne sermektedir. İşte kitabın önsözü:
PONTUSTA HESAPLAŞMA
“Gaflet, Dalalet ve Hatta…
Hiçbir devlet kendi vatandaşlarına başka bir din veya başka bir milliyetşuuru kazandırmak için çalışan düşman 5. kolunun faaliyetlerini bir “demokrasi
göstergesi” olarak kabul etmemiştir.
Düşman 5. kolunun rüşvet veya telkinleriyle vatandaşlarının tanassura (Hıristiyan olmaya) zorlanmasını da inanç özgürlüğü olarak kabul etmemiştir.
Çünkü; inanç özgürlüğü, kültürel kimlik, bilimsel araştırma, arkeolojik kazı palavralarına, hatta Ağrı Dağı’nın tepesinde Nuh’un gemisini aramak soytarılığına
sığınılarak yürütülen faaliyetlerin, dün olduğu gibi, bugün de siyasi hakimiyet
kurmak için uydurulan bahaneler olduğunu anlamayan devlet kalmamıştır; Türkiye müstesna!
Çünkü Türkiye’yi yönetenlerin kafasında devlet fikri yoktur! Millet fikri yoktur! Bayrak fikri, bağımsızlık fikri yoktur. Onlar Türk olmayı iftihar vesilesiolarak kabul etmezler! Onlara göre Türkçülük ırkçılıktır, milliyetçilik küfür!
Neden Türkiye müstesna?
Çünkü Türkiye’de “Türk olmaktan Allah’a sığındığını” söyleyebilealçakların da aralarında bulunduğu bir ehtik çete kamu oyunu yönetipyönlendirmektedir de ondan!
Türk soyu ve Türk kültürü ile esasen herhangi bir rabıtaları bulunmayan,Türklüğün temsil ettiği üstün değerleri sürekli olarak hor görüp, sürekli olarak aşağılamak suretiyle Türk Milleti’ni çökertmek için açılan psikolojik savaşta
düşman 5. koluna yardımcı olan bu çete, adeta Türkiye’yi teslim almaya iknaetmekle görevlendirilmiş gibidir!
O sebeple emperyalizmin, dün misyoner mektepleri ve kiliseler aracılığıylaayarttığı etnik unsurları kullanarak Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye ettiğin bildikleri halde bugün yine emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği çok renkli kefenin reddedilmesinden hoşlanmazlar.
Emperyalizmin dayatmalarına itiraz edilmesinden de hoşlanmazlar.
İnanılacak gibi değildir ama ayniyle vakidir ki, kutsal Türk Devleti’ninbir kısmını Bakanlık koltuğuna oturtarak onurlandırdığı, Büyükelçilik payesivererek şereflendirdiği, bürokrasinin üst kademelerini lütfederek ikbal ve itibar
sahibi yaptığı bu çete mensupları Türkiye’ye karşı hep ecnebiyi savunmuşlardır.
Türk gençliğinin, Türkiye Cumhuriyeti ile olan bütün bağlarını koparıp,onlara yeni sadâkatlar edindirmek isteyen bu entelektüel güruh,Türk-Amerikan uyuşmazlıklarında mutlaka Amerika’nın yanında yer almıştır! Ve mutlaka AB’nin dayatmalarını kabul ettirmeye çalışmıştır Türk milletine. Antlaşmaları hep Türkiye aleyhine yorumlamışlardır. Tâvizleri hep Türkiye’nin vermesi gerektiğini telkin
etmişlerdir. Hep Türkiye’yi suçlamış, fedakârlığı hep Türkiye’den beklemişlerdir.
Türkiye’den resmen toprak talep Ermenistan’ı, Yunanistan’ı, Kıbrıs Rumkesimini bile Türkiye’ye karşı savunmuştur bunlar.
Bunlara göre doğru olan Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunmak değildir, doğru olan ecnebilerin talepleridir!
Alman istihbarat teşkilatının basit bir aleti olduğu anlaşılan Peter Andrews, “Türkiye’de 47 etnik grup var” diyorsa, Türkiye’de 47 etnik grup var demektir!
Hiçbir çete mensubu, sürekli olarak pompalanması sebebi ile Türkiye’nin gündeminden çıkmadığı halde, çete elemanlarından her hangi biri bu paçavrayı eleştirmemiştir!
Hiçbir çete mensubu Kavak, Kırgız, Özbek, Azeri, Uygur,Yörük vesairegibi Türk boylarını ayrı milletler olarak kabul ettirmeye yeltenen Andrews’e itiraz etmemiştir. “21 Alman, 40 Eston, 250 Polonez etnik gruptan mı sayılır?” dememiştir. Andrews’in bizzat kendisi bile genel Türkiye nüfusunun %88,03’ünün Türk, gerikalan %11,07’sinin varsaydığı 47 etnik grubu meydana getirdiğini ifade etmekzorunda kaldığı halde,bu itiraf ısrarla Türk illeti’nden gizlenmiştir.
Bu çok önemli meselede her hangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için derhal belirtmeliyiz ki, Türkiye’de halkın %93’ünün anadili Türkçe’dir. Burakam her hangi bir Türk makamı tarafından seslendirilmemiş, Avrupa Birliği’nin
yayın organında ifade edilmiştir. 2005 Mayıs-Haziran aylarında yapılan ve Eylül 2005’te Avrupa Birliği’nin organı Eurobarometer’de yayımlanan kapsamlı “Avrupalılar ve Diller” araştırmasıyla Türkiye’de halkın sadece %7’sinin anadilinin
Türkçe olmadığı ortaya çıkmıştır.
Prof. Martinr Lipset’in “egemen unsurun %65 olduğu bir ülkede mozaikten bahsedilemeyeceğine” dair bilimsel tespitleri de ısrarla gizlenmiştir
Türk Milleti’nden, Andrews’in kitabını paçavraya çeviren Ali Tayyar Önder’ineseri de…
Fakaaaaat, Türk toplumunun dokusunu düğüm düğüm, ilmik ilmik, tel tel çözmek için uğraşan Alman gizli servisiyle ilişkili olduğunu tahmin ettiğimiz Udo Steinbach, “Türk Milleti diye bir millet yoktur” deyince bütün çete mensupları
”aslında Türk Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışmışlar, Türkiyeliliği de çılgınca lkışlamışlardır.
Neden?
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse, Türk Devleti, TürkMilleti ve Türk evladı sahipsiz kalacaktır da ondan!
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse Türk Milletine yapılanbütün saldırılar meşru bir zemine oturtulacaktır da onun için “aslında Türk diye bir millet olmadığını” ispata kalkışmıştır bu güruh!
Udo Steinbach’ın bu zavallı iddiası, Etnik Çete’nin elemanlarıyla birlikte“harici bedbahtlarımızı” da öyle memnun etmiştir ki; İsveç Büyükelçiliği, İzmir’de düzenlenen bir toplantıda “Türk Milleti’nin olmadığın” iddia eden bir kitapçık bile dağıtabilmiştir.
1990-1005 yıllarında İsveç’in İstanbul Başkonsolusu olarak görev yapan Kaj Falkman’ın kaleme aldığı bu kitapçığın önsözünü kim yazmıştır biliyor musunuz?
İsveç Başbakanı Goran Persson!
Kitaba göre Türk diye bir millet olmadığı halde Atatürk Türkiye sınırlarıiçinde yaşayan herkesin Türk olduğuna karar vermiştir.
Mesela bizim Paris Büyükelçiliğimiz, Andrews’in hesabına göre %80’i etnik gruplardan oluşan Fransa’da “aslında Fransız Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışan
bir kitap dağıtsaydı, belki ağzına kurşun dolduran olmazdı ama herhalde esaslı bir şekle hırpalarlardı onu. Sonra da 24 saat içinde ülkeyi terk etmesini isterlerdi.
Fakat bizde diplomatik görevini, diplomatik nezaketi ve haddini aşanküstahlığından dolay İsveç Büyükelçisini kınayan bile çıkmamıştır.
Türk yok, Türkiye varmış!
La havle vela….
Türk yoksa ben kimim?
Adriyatik sahillerinden Çin Seddi’ne kadar uzayan muhteşem coğrafyada 200küsur milyon insanın konuştuğu dil kimin dili?
Herhalde Türkiye’nin muhtelif etnik unsurlardan meydana gelen bir sosyalmezbelelik olduğunu kabul ettirmekle görevlendirilen bazı piyonların ortaya çıkıp, Türklüğün yerine Türkiyelilik kavramını yerleştirmek isteyeceğini tahmin etmişolmalı ki bakın Atatürk ne demiş:
“Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
Başka ne demiş?
Demiş ki “Türklük esastır!”
Bu kitap,esas olan Türklüğü 47 etnik unsurdan sadece biri haline getiriTürk evladını hâkim konumdan çıkararak Türkiye’yi sahipsiz ve savunmasız bırakmak isteyen düşman gizli servisleriyle onların yerli işbirlikçilerinin Kuzeydoğu Anadolu’da yürüttüğü faaliyetlere milli dikkati çekmek için yazılan bir alarmdır!”
Kitapla ilgili fazla bir şey yazmayı gereksiz gördüm. Zira sadece “Önsözü”nü vermekle yetineceğim. Önsözü okuyanlar ne dolapların döndüğünü, kimlerin
nasıl yabancıların hesabına çalıştıklarını, üç kuruşluk menfaatleri için nelerin yapılabileceğini gözler önüne sermektedir. İşte kitabın önsözü:
PONTUSTA HESAPLAŞMA
“Gaflet, Dalalet ve Hatta…
Hiçbir devlet kendi vatandaşlarına başka bir din veya başka bir milliyetşuuru kazandırmak için çalışan düşman 5. kolunun faaliyetlerini bir “demokrasi
göstergesi” olarak kabul etmemiştir.
Düşman 5. kolunun rüşvet veya telkinleriyle vatandaşlarının tanassura (Hıristiyan olmaya) zorlanmasını da inanç özgürlüğü olarak kabul etmemiştir.
Çünkü; inanç özgürlüğü, kültürel kimlik, bilimsel araştırma, arkeolojik kazı palavralarına, hatta Ağrı Dağı’nın tepesinde Nuh’un gemisini aramak soytarılığına
sığınılarak yürütülen faaliyetlerin, dün olduğu gibi, bugün de siyasi hakimiyet
kurmak için uydurulan bahaneler olduğunu anlamayan devlet kalmamıştır; Türkiye müstesna!
Çünkü Türkiye’yi yönetenlerin kafasında devlet fikri yoktur! Millet fikri yoktur! Bayrak fikri, bağımsızlık fikri yoktur. Onlar Türk olmayı iftihar vesilesiolarak kabul etmezler! Onlara göre Türkçülük ırkçılıktır, milliyetçilik küfür!
Neden Türkiye müstesna?
Çünkü Türkiye’de “Türk olmaktan Allah’a sığındığını” söyleyebilealçakların da aralarında bulunduğu bir ehtik çete kamu oyunu yönetipyönlendirmektedir de ondan!
Türk soyu ve Türk kültürü ile esasen herhangi bir rabıtaları bulunmayan,Türklüğün temsil ettiği üstün değerleri sürekli olarak hor görüp, sürekli olarak aşağılamak suretiyle Türk Milleti’ni çökertmek için açılan psikolojik savaşta
düşman 5. koluna yardımcı olan bu çete, adeta Türkiye’yi teslim almaya iknaetmekle görevlendirilmiş gibidir!
O sebeple emperyalizmin, dün misyoner mektepleri ve kiliseler aracılığıylaayarttığı etnik unsurları kullanarak Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye ettiğin bildikleri halde bugün yine emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği çok renkli kefenin reddedilmesinden hoşlanmazlar.
Emperyalizmin dayatmalarına itiraz edilmesinden de hoşlanmazlar.
İnanılacak gibi değildir ama ayniyle vakidir ki, kutsal Türk Devleti’ninbir kısmını Bakanlık koltuğuna oturtarak onurlandırdığı, Büyükelçilik payesivererek şereflendirdiği, bürokrasinin üst kademelerini lütfederek ikbal ve itibar
sahibi yaptığı bu çete mensupları Türkiye’ye karşı hep ecnebiyi savunmuşlardır.
Türk gençliğinin, Türkiye Cumhuriyeti ile olan bütün bağlarını koparıp,onlara yeni sadâkatlar edindirmek isteyen bu entelektüel güruh,Türk-Amerikan uyuşmazlıklarında mutlaka Amerika’nın yanında yer almıştır! Ve mutlaka AB’nin dayatmalarını kabul ettirmeye çalışmıştır Türk milletine. Antlaşmaları hep Türkiye aleyhine yorumlamışlardır. Tâvizleri hep Türkiye’nin vermesi gerektiğini telkin
etmişlerdir. Hep Türkiye’yi suçlamış, fedakârlığı hep Türkiye’den beklemişlerdir.
Türkiye’den resmen toprak talep Ermenistan’ı, Yunanistan’ı, Kıbrıs Rumkesimini bile Türkiye’ye karşı savunmuştur bunlar.
Bunlara göre doğru olan Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunmak değildir, doğru olan ecnebilerin talepleridir!
Alman istihbarat teşkilatının basit bir aleti olduğu anlaşılan Peter Andrews, “Türkiye’de 47 etnik grup var” diyorsa, Türkiye’de 47 etnik grup var demektir!
Hiçbir çete mensubu, sürekli olarak pompalanması sebebi ile Türkiye’nin gündeminden çıkmadığı halde, çete elemanlarından her hangi biri bu paçavrayı eleştirmemiştir!
Hiçbir çete mensubu Kavak, Kırgız, Özbek, Azeri, Uygur,Yörük vesairegibi Türk boylarını ayrı milletler olarak kabul ettirmeye yeltenen Andrews’e itiraz etmemiştir. “21 Alman, 40 Eston, 250 Polonez etnik gruptan mı sayılır?” dememiştir. Andrews’in bizzat kendisi bile genel Türkiye nüfusunun %88,03’ünün Türk, gerikalan %11,07’sinin varsaydığı 47 etnik grubu meydana getirdiğini ifade etmekzorunda kaldığı halde,bu itiraf ısrarla Türk illeti’nden gizlenmiştir.
Bu çok önemli meselede her hangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için derhal belirtmeliyiz ki, Türkiye’de halkın %93’ünün anadili Türkçe’dir. Burakam her hangi bir Türk makamı tarafından seslendirilmemiş, Avrupa Birliği’nin
yayın organında ifade edilmiştir. 2005 Mayıs-Haziran aylarında yapılan ve Eylül 2005’te Avrupa Birliği’nin organı Eurobarometer’de yayımlanan kapsamlı “Avrupalılar ve Diller” araştırmasıyla Türkiye’de halkın sadece %7’sinin anadilinin
Türkçe olmadığı ortaya çıkmıştır.
Prof. Martinr Lipset’in “egemen unsurun %65 olduğu bir ülkede mozaikten bahsedilemeyeceğine” dair bilimsel tespitleri de ısrarla gizlenmiştir
Türk Milleti’nden, Andrews’in kitabını paçavraya çeviren Ali Tayyar Önder’ineseri de…
Fakaaaaat, Türk toplumunun dokusunu düğüm düğüm, ilmik ilmik, tel tel çözmek için uğraşan Alman gizli servisiyle ilişkili olduğunu tahmin ettiğimiz Udo Steinbach, “Türk Milleti diye bir millet yoktur” deyince bütün çete mensupları
”aslında Türk Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışmışlar, Türkiyeliliği de çılgınca lkışlamışlardır.
Neden?
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse, Türk Devleti, TürkMilleti ve Türk evladı sahipsiz kalacaktır da ondan!
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse Türk Milletine yapılanbütün saldırılar meşru bir zemine oturtulacaktır da onun için “aslında Türk diye bir millet olmadığını” ispata kalkışmıştır bu güruh!
Udo Steinbach’ın bu zavallı iddiası, Etnik Çete’nin elemanlarıyla birlikte“harici bedbahtlarımızı” da öyle memnun etmiştir ki; İsveç Büyükelçiliği, İzmir’de düzenlenen bir toplantıda “Türk Milleti’nin olmadığın” iddia eden bir kitapçık bile dağıtabilmiştir.
1990-1005 yıllarında İsveç’in İstanbul Başkonsolusu olarak görev yapan Kaj Falkman’ın kaleme aldığı bu kitapçığın önsözünü kim yazmıştır biliyor musunuz?
İsveç Başbakanı Goran Persson!
Kitaba göre Türk diye bir millet olmadığı halde Atatürk Türkiye sınırlarıiçinde yaşayan herkesin Türk olduğuna karar vermiştir.
Mesela bizim Paris Büyükelçiliğimiz, Andrews’in hesabına göre %80’i etnik gruplardan oluşan Fransa’da “aslında Fransız Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışan
bir kitap dağıtsaydı, belki ağzına kurşun dolduran olmazdı ama herhalde esaslı bir şekle hırpalarlardı onu. Sonra da 24 saat içinde ülkeyi terk etmesini isterlerdi.
Fakat bizde diplomatik görevini, diplomatik nezaketi ve haddini aşanküstahlığından dolay İsveç Büyükelçisini kınayan bile çıkmamıştır.
Türk yok, Türkiye varmış!
La havle vela….
Türk yoksa ben kimim?
Adriyatik sahillerinden Çin Seddi’ne kadar uzayan muhteşem coğrafyada 200küsur milyon insanın konuştuğu dil kimin dili?
Herhalde Türkiye’nin muhtelif etnik unsurlardan meydana gelen bir sosyalmezbelelik olduğunu kabul ettirmekle görevlendirilen bazı piyonların ortaya çıkıp, Türklüğün yerine Türkiyelilik kavramını yerleştirmek isteyeceğini tahmin etmişolmalı ki bakın Atatürk ne demiş:
“Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
Başka ne demiş?
Demiş ki “Türklük esastır!”
Bu kitap,esas olan Türklüğü 47 etnik unsurdan sadece biri haline getiriTürk evladını hâkim konumdan çıkararak Türkiye’yi sahipsiz ve savunmasız bırakmak isteyen düşman gizli servisleriyle onların yerli işbirlikçilerinin Kuzeydoğu Anadolu’da yürüttüğü faaliyetlere milli dikkati çekmek için yazılan bir alarmdır!”
BU KİTAP OKUNMALI!
Araştırmacı yazar Necdet Sevinç’in Bilgi Yayınevi tarafından yayınlanan“Pontus’ta Hesaplaşma” isimli kitabı, Kürt sorunu için “Açılım” ların gündeme etirildiği bugünlerde okunmasını öneririm.
Kitapla ilgili fazla bir şey yazmayı gereksiz gördüm. Zira sadece “Önsözü”nü vermekle yetineceğim. Önsözü okuyanlar ne dolapların döndüğünü, kimlerin
nasıl yabancıların hesabına çalıştıklarını, üç kuruşluk menfaatleri için nelerin yapılabileceğini gözler önüne sermektedir. İşte kitabın önsözü:
PONTUSTA HESAPLAŞMA
“Gaflet, Dalalet ve Hatta…
Hiçbir devlet kendi vatandaşlarına başka bir din veya başka bir milliyetşuuru kazandırmak için çalışan düşman 5. kolunun faaliyetlerini bir “demokrasi
göstergesi” olarak kabul etmemiştir.
Düşman 5. kolunun rüşvet veya telkinleriyle vatandaşlarının tanassura (Hıristiyan olmaya) zorlanmasını da inanç özgürlüğü olarak kabul etmemiştir.
Çünkü; inanç özgürlüğü, kültürel kimlik, bilimsel araştırma, arkeolojik kazı palavralarına, hatta Ağrı Dağı’nın tepesinde Nuh’un gemisini aramak soytarılığına
sığınılarak yürütülen faaliyetlerin, dün olduğu gibi, bugün de siyasi hakimiyet
kurmak için uydurulan bahaneler olduğunu anlamayan devlet kalmamıştır; Türkiye müstesna!
Çünkü Türkiye’yi yönetenlerin kafasında devlet fikri yoktur! Millet fikri yoktur! Bayrak fikri, bağımsızlık fikri yoktur. Onlar Türk olmayı iftihar vesilesiolarak kabul etmezler! Onlara göre Türkçülük ırkçılıktır, milliyetçilik küfür!
Neden Türkiye müstesna?
Çünkü Türkiye’de “Türk olmaktan Allah’a sığındığını” söyleyebilealçakların da aralarında bulunduğu bir ehtik çete kamu oyunu yönetipyönlendirmektedir de ondan!
Türk soyu ve Türk kültürü ile esasen herhangi bir rabıtaları bulunmayan,Türklüğün temsil ettiği üstün değerleri sürekli olarak hor görüp, sürekli olarak aşağılamak suretiyle Türk Milleti’ni çökertmek için açılan psikolojik savaşta
düşman 5. koluna yardımcı olan bu çete, adeta Türkiye’yi teslim almaya iknaetmekle görevlendirilmiş gibidir!
O sebeple emperyalizmin, dün misyoner mektepleri ve kiliseler aracılığıylaayarttığı etnik unsurları kullanarak Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye ettiğin bildikleri halde bugün yine emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği çok renkli kefenin reddedilmesinden hoşlanmazlar.
Emperyalizmin dayatmalarına itiraz edilmesinden de hoşlanmazlar.
İnanılacak gibi değildir ama ayniyle vakidir ki, kutsal Türk Devleti’ninbir kısmını Bakanlık koltuğuna oturtarak onurlandırdığı, Büyükelçilik payesivererek şereflendirdiği, bürokrasinin üst kademelerini lütfederek ikbal ve itibar
sahibi yaptığı bu çete mensupları Türkiye’ye karşı hep ecnebiyi savunmuşlardır.
Türk gençliğinin, Türkiye Cumhuriyeti ile olan bütün bağlarını koparıp,onlara yeni sadâkatlar edindirmek isteyen bu entelektüel güruh,Türk-Amerikan uyuşmazlıklarında mutlaka Amerika’nın yanında yer almıştır! Ve mutlaka AB’nin dayatmalarını kabul ettirmeye çalışmıştır Türk milletine. Antlaşmaları hep Türkiye aleyhine yorumlamışlardır. Tâvizleri hep Türkiye’nin vermesi gerektiğini telkin
etmişlerdir. Hep Türkiye’yi suçlamış, fedakârlığı hep Türkiye’den beklemişlerdir.
Türkiye’den resmen toprak talep Ermenistan’ı, Yunanistan’ı, Kıbrıs Rumkesimini bile Türkiye’ye karşı savunmuştur bunlar.
Bunlara göre doğru olan Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunmak değildir, doğru olan ecnebilerin talepleridir!
Alman istihbarat teşkilatının basit bir aleti olduğu anlaşılan Peter Andrews, “Türkiye’de 47 etnik grup var” diyorsa, Türkiye’de 47 etnik grup var demektir!
Hiçbir çete mensubu, sürekli olarak pompalanması sebebi ile Türkiye’nin gündeminden çıkmadığı halde, çete elemanlarından her hangi biri bu paçavrayı eleştirmemiştir!
Hiçbir çete mensubu Kavak, Kırgız, Özbek, Azeri, Uygur,Yörük vesairegibi Türk boylarını ayrı milletler olarak kabul ettirmeye yeltenen Andrews’e itiraz etmemiştir. “21 Alman, 40 Eston, 250 Polonez etnik gruptan mı sayılır?” dememiştir. Andrews’in bizzat kendisi bile genel Türkiye nüfusunun %88,03’ünün Türk, gerikalan %11,07’sinin varsaydığı 47 etnik grubu meydana getirdiğini ifade etmekzorunda kaldığı halde,bu itiraf ısrarla Türk illeti’nden gizlenmiştir.
Bu çok önemli meselede her hangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için derhal belirtmeliyiz ki, Türkiye’de halkın %93’ünün anadili Türkçe’dir. Burakam her hangi bir Türk makamı tarafından seslendirilmemiş, Avrupa Birliği’nin
yayın organında ifade edilmiştir. 2005 Mayıs-Haziran aylarında yapılan ve Eylül 2005’te Avrupa Birliği’nin organı Eurobarometer’de yayımlanan kapsamlı “Avrupalılar ve Diller” araştırmasıyla Türkiye’de halkın sadece %7’sinin anadilinin
Türkçe olmadığı ortaya çıkmıştır.
Prof. Martinr Lipset’in “egemen unsurun %65 olduğu bir ülkede mozaikten bahsedilemeyeceğine” dair bilimsel tespitleri de ısrarla gizlenmiştir
Türk Milleti’nden, Andrews’in kitabını paçavraya çeviren Ali Tayyar Önder’ineseri de…
Fakaaaaat, Türk toplumunun dokusunu düğüm düğüm, ilmik ilmik, tel tel çözmek için uğraşan Alman gizli servisiyle ilişkili olduğunu tahmin ettiğimiz Udo Steinbach, “Türk Milleti diye bir millet yoktur” deyince bütün çete mensupları
”aslında Türk Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışmışlar, Türkiyeliliği de çılgınca lkışlamışlardır.
Neden?
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse, Türk Devleti, TürkMilleti ve Türk evladı sahipsiz kalacaktır da ondan!
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse Türk Milletine yapılanbütün saldırılar meşru bir zemine oturtulacaktır da onun için “aslında Türk diye bir millet olmadığını” ispata kalkışmıştır bu güruh!
Udo Steinbach’ın bu zavallı iddiası, Etnik Çete’nin elemanlarıyla birlikte“harici bedbahtlarımızı” da öyle memnun etmiştir ki; İsveç Büyükelçiliği, İzmir’de düzenlenen bir toplantıda “Türk Milleti’nin olmadığın” iddia eden bir kitapçık bile dağıtabilmiştir.
1990-1005 yıllarında İsveç’in İstanbul Başkonsolusu olarak görev yapan Kaj Falkman’ın kaleme aldığı bu kitapçığın önsözünü kim yazmıştır biliyor musunuz?
İsveç Başbakanı Goran Persson!
Kitaba göre Türk diye bir millet olmadığı halde Atatürk Türkiye sınırlarıiçinde yaşayan herkesin Türk olduğuna karar vermiştir.
Mesela bizim Paris Büyükelçiliğimiz, Andrews’in hesabına göre %80’i etnik gruplardan oluşan Fransa’da “aslında Fransız Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışan
bir kitap dağıtsaydı, belki ağzına kurşun dolduran olmazdı ama herhalde esaslı bir şekle hırpalarlardı onu. Sonra da 24 saat içinde ülkeyi terk etmesini isterlerdi.
Fakat bizde diplomatik görevini, diplomatik nezaketi ve haddini aşanküstahlığından dolay İsveç Büyükelçisini kınayan bile çıkmamıştır.
Türk yok, Türkiye varmış!
La havle vela….
Türk yoksa ben kimim?
Adriyatik sahillerinden Çin Seddi’ne kadar uzayan muhteşem coğrafyada 200küsur milyon insanın konuştuğu dil kimin dili?
Herhalde Türkiye’nin muhtelif etnik unsurlardan meydana gelen bir sosyalmezbelelik olduğunu kabul ettirmekle görevlendirilen bazı piyonların ortaya çıkıp, Türklüğün yerine Türkiyelilik kavramını yerleştirmek isteyeceğini tahmin etmişolmalı ki bakın Atatürk ne demiş:
“Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
Başka ne demiş?
Demiş ki “Türklük esastır!”
Bu kitap,esas olan Türklüğü 47 etnik unsurdan sadece biri haline getiriTürk evladını hâkim konumdan çıkararak Türkiye’yi sahipsiz ve savunmasız bırakmak isteyen düşman gizli servisleriyle onların yerli işbirlikçilerinin Kuzeydoğu Anadolu’da yürüttüğü faaliyetlere milli dikkati çekmek için yazılan bir alarmdır!”
Kitapla ilgili fazla bir şey yazmayı gereksiz gördüm. Zira sadece “Önsözü”nü vermekle yetineceğim. Önsözü okuyanlar ne dolapların döndüğünü, kimlerin
nasıl yabancıların hesabına çalıştıklarını, üç kuruşluk menfaatleri için nelerin yapılabileceğini gözler önüne sermektedir. İşte kitabın önsözü:
PONTUSTA HESAPLAŞMA
“Gaflet, Dalalet ve Hatta…
Hiçbir devlet kendi vatandaşlarına başka bir din veya başka bir milliyetşuuru kazandırmak için çalışan düşman 5. kolunun faaliyetlerini bir “demokrasi
göstergesi” olarak kabul etmemiştir.
Düşman 5. kolunun rüşvet veya telkinleriyle vatandaşlarının tanassura (Hıristiyan olmaya) zorlanmasını da inanç özgürlüğü olarak kabul etmemiştir.
Çünkü; inanç özgürlüğü, kültürel kimlik, bilimsel araştırma, arkeolojik kazı palavralarına, hatta Ağrı Dağı’nın tepesinde Nuh’un gemisini aramak soytarılığına
sığınılarak yürütülen faaliyetlerin, dün olduğu gibi, bugün de siyasi hakimiyet
kurmak için uydurulan bahaneler olduğunu anlamayan devlet kalmamıştır; Türkiye müstesna!
Çünkü Türkiye’yi yönetenlerin kafasında devlet fikri yoktur! Millet fikri yoktur! Bayrak fikri, bağımsızlık fikri yoktur. Onlar Türk olmayı iftihar vesilesiolarak kabul etmezler! Onlara göre Türkçülük ırkçılıktır, milliyetçilik küfür!
Neden Türkiye müstesna?
Çünkü Türkiye’de “Türk olmaktan Allah’a sığındığını” söyleyebilealçakların da aralarında bulunduğu bir ehtik çete kamu oyunu yönetipyönlendirmektedir de ondan!
Türk soyu ve Türk kültürü ile esasen herhangi bir rabıtaları bulunmayan,Türklüğün temsil ettiği üstün değerleri sürekli olarak hor görüp, sürekli olarak aşağılamak suretiyle Türk Milleti’ni çökertmek için açılan psikolojik savaşta
düşman 5. koluna yardımcı olan bu çete, adeta Türkiye’yi teslim almaya iknaetmekle görevlendirilmiş gibidir!
O sebeple emperyalizmin, dün misyoner mektepleri ve kiliseler aracılığıylaayarttığı etnik unsurları kullanarak Osmanlı İmparatorluğu’nu tasfiye ettiğin bildikleri halde bugün yine emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği çok renkli kefenin reddedilmesinden hoşlanmazlar.
Emperyalizmin dayatmalarına itiraz edilmesinden de hoşlanmazlar.
İnanılacak gibi değildir ama ayniyle vakidir ki, kutsal Türk Devleti’ninbir kısmını Bakanlık koltuğuna oturtarak onurlandırdığı, Büyükelçilik payesivererek şereflendirdiği, bürokrasinin üst kademelerini lütfederek ikbal ve itibar
sahibi yaptığı bu çete mensupları Türkiye’ye karşı hep ecnebiyi savunmuşlardır.
Türk gençliğinin, Türkiye Cumhuriyeti ile olan bütün bağlarını koparıp,onlara yeni sadâkatlar edindirmek isteyen bu entelektüel güruh,Türk-Amerikan uyuşmazlıklarında mutlaka Amerika’nın yanında yer almıştır! Ve mutlaka AB’nin dayatmalarını kabul ettirmeye çalışmıştır Türk milletine. Antlaşmaları hep Türkiye aleyhine yorumlamışlardır. Tâvizleri hep Türkiye’nin vermesi gerektiğini telkin
etmişlerdir. Hep Türkiye’yi suçlamış, fedakârlığı hep Türkiye’den beklemişlerdir.
Türkiye’den resmen toprak talep Ermenistan’ı, Yunanistan’ı, Kıbrıs Rumkesimini bile Türkiye’ye karşı savunmuştur bunlar.
Bunlara göre doğru olan Türkiye’nin hak ve menfaatlerini savunmak değildir, doğru olan ecnebilerin talepleridir!
Alman istihbarat teşkilatının basit bir aleti olduğu anlaşılan Peter Andrews, “Türkiye’de 47 etnik grup var” diyorsa, Türkiye’de 47 etnik grup var demektir!
Hiçbir çete mensubu, sürekli olarak pompalanması sebebi ile Türkiye’nin gündeminden çıkmadığı halde, çete elemanlarından her hangi biri bu paçavrayı eleştirmemiştir!
Hiçbir çete mensubu Kavak, Kırgız, Özbek, Azeri, Uygur,Yörük vesairegibi Türk boylarını ayrı milletler olarak kabul ettirmeye yeltenen Andrews’e itiraz etmemiştir. “21 Alman, 40 Eston, 250 Polonez etnik gruptan mı sayılır?” dememiştir. Andrews’in bizzat kendisi bile genel Türkiye nüfusunun %88,03’ünün Türk, gerikalan %11,07’sinin varsaydığı 47 etnik grubu meydana getirdiğini ifade etmekzorunda kaldığı halde,bu itiraf ısrarla Türk illeti’nden gizlenmiştir.
Bu çok önemli meselede her hangi bir yanlış anlamaya meydan vermemek için derhal belirtmeliyiz ki, Türkiye’de halkın %93’ünün anadili Türkçe’dir. Burakam her hangi bir Türk makamı tarafından seslendirilmemiş, Avrupa Birliği’nin
yayın organında ifade edilmiştir. 2005 Mayıs-Haziran aylarında yapılan ve Eylül 2005’te Avrupa Birliği’nin organı Eurobarometer’de yayımlanan kapsamlı “Avrupalılar ve Diller” araştırmasıyla Türkiye’de halkın sadece %7’sinin anadilinin
Türkçe olmadığı ortaya çıkmıştır.
Prof. Martinr Lipset’in “egemen unsurun %65 olduğu bir ülkede mozaikten bahsedilemeyeceğine” dair bilimsel tespitleri de ısrarla gizlenmiştir
Türk Milleti’nden, Andrews’in kitabını paçavraya çeviren Ali Tayyar Önder’ineseri de…
Fakaaaaat, Türk toplumunun dokusunu düğüm düğüm, ilmik ilmik, tel tel çözmek için uğraşan Alman gizli servisiyle ilişkili olduğunu tahmin ettiğimiz Udo Steinbach, “Türk Milleti diye bir millet yoktur” deyince bütün çete mensupları
”aslında Türk Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışmışlar, Türkiyeliliği de çılgınca lkışlamışlardır.
Neden?
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse, Türk Devleti, TürkMilleti ve Türk evladı sahipsiz kalacaktır da ondan!
Çünkü Türklüğün yerine Türkiyelilik ikame edilirse Türk Milletine yapılanbütün saldırılar meşru bir zemine oturtulacaktır da onun için “aslında Türk diye bir millet olmadığını” ispata kalkışmıştır bu güruh!
Udo Steinbach’ın bu zavallı iddiası, Etnik Çete’nin elemanlarıyla birlikte“harici bedbahtlarımızı” da öyle memnun etmiştir ki; İsveç Büyükelçiliği, İzmir’de düzenlenen bir toplantıda “Türk Milleti’nin olmadığın” iddia eden bir kitapçık bile dağıtabilmiştir.
1990-1005 yıllarında İsveç’in İstanbul Başkonsolusu olarak görev yapan Kaj Falkman’ın kaleme aldığı bu kitapçığın önsözünü kim yazmıştır biliyor musunuz?
İsveç Başbakanı Goran Persson!
Kitaba göre Türk diye bir millet olmadığı halde Atatürk Türkiye sınırlarıiçinde yaşayan herkesin Türk olduğuna karar vermiştir.
Mesela bizim Paris Büyükelçiliğimiz, Andrews’in hesabına göre %80’i etnik gruplardan oluşan Fransa’da “aslında Fransız Milleti’nin olmadığını” ispata kalkışan
bir kitap dağıtsaydı, belki ağzına kurşun dolduran olmazdı ama herhalde esaslı bir şekle hırpalarlardı onu. Sonra da 24 saat içinde ülkeyi terk etmesini isterlerdi.
Fakat bizde diplomatik görevini, diplomatik nezaketi ve haddini aşanküstahlığından dolay İsveç Büyükelçisini kınayan bile çıkmamıştır.
Türk yok, Türkiye varmış!
La havle vela….
Türk yoksa ben kimim?
Adriyatik sahillerinden Çin Seddi’ne kadar uzayan muhteşem coğrafyada 200küsur milyon insanın konuştuğu dil kimin dili?
Herhalde Türkiye’nin muhtelif etnik unsurlardan meydana gelen bir sosyalmezbelelik olduğunu kabul ettirmekle görevlendirilen bazı piyonların ortaya çıkıp, Türklüğün yerine Türkiyelilik kavramını yerleştirmek isteyeceğini tahmin etmişolmalı ki bakın Atatürk ne demiş:
“Benim hayatta yegane fahrim, servetim Türklükten başka bir şey değildir.”
Başka ne demiş?
Demiş ki “Türklük esastır!”
Bu kitap,esas olan Türklüğü 47 etnik unsurdan sadece biri haline getiriTürk evladını hâkim konumdan çıkararak Türkiye’yi sahipsiz ve savunmasız bırakmak isteyen düşman gizli servisleriyle onların yerli işbirlikçilerinin Kuzeydoğu Anadolu’da yürüttüğü faaliyetlere milli dikkati çekmek için yazılan bir alarmdır!”
“ŞU BOĞAZ HARBİ”
Yazan: İbrahim BALCI
“Şu boğaz harbi” sözleri I. Dünya Savaşı nedeniyle söylenmiştir. Yani,Çanakkale Savaşının ne denli zor geçtiğini anlatan küçük bir cümledir.!
“Şu boğaz harbi” ülkenin ne denli büyük kayıplarla yedi düveli
durdurduğunu anlatır.!
“Şu boğaz harbi” cümlesi yüz binlerce insanın vatanı savunma yolunda gözünü kırpmadan şehit olduğunu anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi, yüz bini aşkın insanın vatanı savunma yolundane denli özverili bir şekilde “Allah Allah” sesleri ile düşman üzerine atılışı veonlarca yara alarak vatanını savunduğunu, gazi olduklarını anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi, okumuş binlerce gençin vatan savunması içingövdesini siper ettiğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” üniversite öğrencilerinin vatan savunması için koştuklarını ve bir daha geri dönemediklerini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi binlerce lise son sınıf öğrencilerinin şahadetşerbetini içtiğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi İstanbul Üniversitesinin bir dönem hiç mezunvermediğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi Türkiye’nin her köşesinden yüz binlerce insanınaynı amaç için omuz omuza savaştığını, şehit düştüğünü, gazi olduğunu anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi ihanet çemberinin nasıl kırıldığını anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi ülkeyi yöneten yeteneksiz siyasetçilerin vatanınasıl tutsak hale getirdiğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi, vatan sevdası ile kaprislerini karıştıranların,kaprislerine esir olarak vatanı bilinmez bir savaşın içine sürüklediğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi ülkeyi yok sayan Mondros ve Sevr gibiantlaşmaları anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi Çanakkale Geçilmez sözlerini semalara yazankahramanlara karşın savaşın masa başında kaybedildiğini anlatır.
“Şu boğaz harbi” cümlesi, ülkeyi Birinci Cihan Savaşına sokan maceracıların ülkeden apar topar kaçtıklarını anlatır?
Peki yirmi beş yıldan beri Güneydoğdu devam eden
ve 40 bin insanımızın yok olmasına, beş bin güvenlik görevlisinin şehit olmasına neden
olan PKK ile savaş neyi anlatır?
Çanakkale'de, İnönü'de, Sakarya'da, Afyon'da vuruşa
vuruşa ülkesini kurtarmak için şehit olanlar neyi anlatır?
Vatanın bölünmez bütünlüğüne zarar verecek konuşmaları, eylemleri yapanlar, birliği, dirliği bozanlar; Din ve mezhep duyğularını kaşıyanlar; kadrolaşma adına bütün değerleri yok sayanlar, ülke insanını bizden, onlardan diye ayıranlar: ülkeyi pas görüp paylaşanlar neyi anlatır?
Bu ülke hepimizin; hırsla, inatla, gözü karalıkla oülumlu hiç bir sonuç alınamaz! Bu yolda ısrar edenleri
de kimse kurtaramaz! ÇÜNKÜ TARİH YANILMAZ!
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül “NORŞİN” liler diye hitap etti, ben de “HALDOZ” luyuz
mu diyeyim?
EN İYİSİ TÜRKÇE İSİMLER YASAKLANSIN! NE DERSİNİZ?
“Şu boğaz harbi” sözleri I. Dünya Savaşı nedeniyle söylenmiştir. Yani,Çanakkale Savaşının ne denli zor geçtiğini anlatan küçük bir cümledir.!
“Şu boğaz harbi” ülkenin ne denli büyük kayıplarla yedi düveli
durdurduğunu anlatır.!
“Şu boğaz harbi” cümlesi yüz binlerce insanın vatanı savunma yolunda gözünü kırpmadan şehit olduğunu anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi, yüz bini aşkın insanın vatanı savunma yolundane denli özverili bir şekilde “Allah Allah” sesleri ile düşman üzerine atılışı veonlarca yara alarak vatanını savunduğunu, gazi olduklarını anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi, okumuş binlerce gençin vatan savunması içingövdesini siper ettiğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” üniversite öğrencilerinin vatan savunması için koştuklarını ve bir daha geri dönemediklerini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi binlerce lise son sınıf öğrencilerinin şahadetşerbetini içtiğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi İstanbul Üniversitesinin bir dönem hiç mezunvermediğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi Türkiye’nin her köşesinden yüz binlerce insanınaynı amaç için omuz omuza savaştığını, şehit düştüğünü, gazi olduğunu anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi ihanet çemberinin nasıl kırıldığını anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi ülkeyi yöneten yeteneksiz siyasetçilerin vatanınasıl tutsak hale getirdiğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi, vatan sevdası ile kaprislerini karıştıranların,kaprislerine esir olarak vatanı bilinmez bir savaşın içine sürüklediğini anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi ülkeyi yok sayan Mondros ve Sevr gibiantlaşmaları anlatır!
“Şu boğaz harbi” cümlesi Çanakkale Geçilmez sözlerini semalara yazankahramanlara karşın savaşın masa başında kaybedildiğini anlatır.
“Şu boğaz harbi” cümlesi, ülkeyi Birinci Cihan Savaşına sokan maceracıların ülkeden apar topar kaçtıklarını anlatır?
Peki yirmi beş yıldan beri Güneydoğdu devam eden
ve 40 bin insanımızın yok olmasına, beş bin güvenlik görevlisinin şehit olmasına neden
olan PKK ile savaş neyi anlatır?
Çanakkale'de, İnönü'de, Sakarya'da, Afyon'da vuruşa
vuruşa ülkesini kurtarmak için şehit olanlar neyi anlatır?
Vatanın bölünmez bütünlüğüne zarar verecek konuşmaları, eylemleri yapanlar, birliği, dirliği bozanlar; Din ve mezhep duyğularını kaşıyanlar; kadrolaşma adına bütün değerleri yok sayanlar, ülke insanını bizden, onlardan diye ayıranlar: ülkeyi pas görüp paylaşanlar neyi anlatır?
Bu ülke hepimizin; hırsla, inatla, gözü karalıkla oülumlu hiç bir sonuç alınamaz! Bu yolda ısrar edenleri
de kimse kurtaramaz! ÇÜNKÜ TARİH YANILMAZ!
Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül “NORŞİN” liler diye hitap etti, ben de “HALDOZ” luyuz
mu diyeyim?
EN İYİSİ TÜRKÇE İSİMLER YASAKLANSIN! NE DERSİNİZ?
KAYBETTİKLERİMİZ!
Yazan: İbrahim BALCI
Nedense devamlı kaybediyoruz! Kazandığımız hiç yok!
Neden bu kadar vurdum duymazlık?
Neden bu kadar aymazlık?
Neden bu kadar işgüzarlık?
Ne mi kaybediyoruz?
İşte Orta Çeşme (Salih Paşa Çeşmesi)!
İşte Çukur Çeşme!
İşte Otuzbir Suyu Çeşmesi!
İşte Kefeliköy suşu Çeşmesi!
İşte Büyüklimandaki Gazi Hasanpaşa Çeşmesi!
İşte Büyüklimandaki tarihi yerleşim bölgesi!
İşte Çanaka’nın hali!
Yahu ne oluyor bize?
Bir bilen varsa anlatsın!
Pelikan Evlerini herkes bilir.
Zekeriyaköy’e giderken üç yol ağzında ve sağ taraftadır.
Pelikan Evlerinin giriş kapısının beş metre ilerisindeki tepe!
Bu tepe yerinde yok!
Gözle kaş arasında ortadan kaldırıldı!
Duyumlar felaket!
Ne mi?
Benzin İstasyonu yapılacakmış!
Hazırlıklar tamam SHELL tam gaz faaliyetteymiş!
Acaba sahibi kim?
Merak konusu!
Dün, Sarıyer Kulübü benzin istasyonu açmak istiyordu!
Açılması için yardım isteniyordu!
“Hayır” yeterli değil deniyordu!
Sakın bu isteklere “Hayır” diyen bu istasyonun sahibi olmasın?
Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç’in dikkatine sunulur:
Ortaçeşme dere ıslahı çalışmalarına kurban edildi.
Bu çeşmeyi lütfen görün, su akışı veremezseniz tamam!
Görev İSKİ’ nin demeyin de onarın ve koruyun.
Tarihi eserdir! Sarıyerli Sadrazam tarafından yaptırılmıştır.
Çukur Çeşme kaderine terk edildi. Bu çeşmenin tarihi özelliği yok!
Hatıraları var, tap taze! Su akışı sağlanabilir mi? Zor!
Büyükliman’daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Çeşmesi unutuldu gitti!
On sene evveline kadar suyu vardı, kayboldu!
Suyun boşa aktığı kesin!
Otuzbir Suyu da meydanda yok!
Çanaka mevkiinde Sahil Güvenlik için yeni yer yapılıyor!
Nasıl izin alındı?
Akıl alır gibi değil!
Oysa bura öngörünüm ve çivi çakmanın imkanı yok!
Yadırgamadım hiç!
İmanı olmayan sermayedarın dini para,
Kıblesi kasadır.
Arafatı ise TUSİAD ile MÜSİAD’ tır!
Bunu biliyorum ve diyorum ki:
Para her şeyi yaptığına, parası olanın işi döndüğüne göre
Askerin de bu işe olsun ne olur?
Büyüklimandaki tarihi yerleşim bölgesi önünde ucube bina!
Tarihi doku yok edildi, tarihi eserlerin önü kapandı, yazık!
Duyduk duymadık demeyin Sarıyerliler:
Kaymakamlık Sarıyer’den Ferahevlere taşınıyor!
Sarıyer Sarıyer olmaktan çıkıyor!
Nerde Sarıyerliler?
Nerde tepki verecek olanlar?
Nerede Toplumsal olayların öncüsü dernekler,
Kişiler, basın ve….
Sayın Şükrü Genç!
Sayın Belediye Başkanımız;
Sizden çok şey bekliyoruz!
Henüz yerinize ısınmış gibi değilsiniz,
Beklemeye devam edeceğiz,
Ama çok berbat bir dönemde göreve geldiniz!
Bunu da biliyoruz ama sokağa çıkmanızı da bekliyoruz!
Olaylara el atmanız, olaylar üzerine gitmenizi de bekliyoruz!
Bizden yazmak ve beklemek!
Bekleyeceğiz ve göreceğiz, değerlendireceğiz!
14.07.2009
Nedense devamlı kaybediyoruz! Kazandığımız hiç yok!
Neden bu kadar vurdum duymazlık?
Neden bu kadar aymazlık?
Neden bu kadar işgüzarlık?
Ne mi kaybediyoruz?
İşte Orta Çeşme (Salih Paşa Çeşmesi)!
İşte Çukur Çeşme!
İşte Otuzbir Suyu Çeşmesi!
İşte Kefeliköy suşu Çeşmesi!
İşte Büyüklimandaki Gazi Hasanpaşa Çeşmesi!
İşte Büyüklimandaki tarihi yerleşim bölgesi!
İşte Çanaka’nın hali!
Yahu ne oluyor bize?
Bir bilen varsa anlatsın!
Pelikan Evlerini herkes bilir.
Zekeriyaköy’e giderken üç yol ağzında ve sağ taraftadır.
Pelikan Evlerinin giriş kapısının beş metre ilerisindeki tepe!
Bu tepe yerinde yok!
Gözle kaş arasında ortadan kaldırıldı!
Duyumlar felaket!
Ne mi?
Benzin İstasyonu yapılacakmış!
Hazırlıklar tamam SHELL tam gaz faaliyetteymiş!
Acaba sahibi kim?
Merak konusu!
Dün, Sarıyer Kulübü benzin istasyonu açmak istiyordu!
Açılması için yardım isteniyordu!
“Hayır” yeterli değil deniyordu!
Sakın bu isteklere “Hayır” diyen bu istasyonun sahibi olmasın?
Belediye Başkanı Sayın Şükrü Genç’in dikkatine sunulur:
Ortaçeşme dere ıslahı çalışmalarına kurban edildi.
Bu çeşmeyi lütfen görün, su akışı veremezseniz tamam!
Görev İSKİ’ nin demeyin de onarın ve koruyun.
Tarihi eserdir! Sarıyerli Sadrazam tarafından yaptırılmıştır.
Çukur Çeşme kaderine terk edildi. Bu çeşmenin tarihi özelliği yok!
Hatıraları var, tap taze! Su akışı sağlanabilir mi? Zor!
Büyükliman’daki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Çeşmesi unutuldu gitti!
On sene evveline kadar suyu vardı, kayboldu!
Suyun boşa aktığı kesin!
Otuzbir Suyu da meydanda yok!
Çanaka mevkiinde Sahil Güvenlik için yeni yer yapılıyor!
Nasıl izin alındı?
Akıl alır gibi değil!
Oysa bura öngörünüm ve çivi çakmanın imkanı yok!
Yadırgamadım hiç!
İmanı olmayan sermayedarın dini para,
Kıblesi kasadır.
Arafatı ise TUSİAD ile MÜSİAD’ tır!
Bunu biliyorum ve diyorum ki:
Para her şeyi yaptığına, parası olanın işi döndüğüne göre
Askerin de bu işe olsun ne olur?
Büyüklimandaki tarihi yerleşim bölgesi önünde ucube bina!
Tarihi doku yok edildi, tarihi eserlerin önü kapandı, yazık!
Duyduk duymadık demeyin Sarıyerliler:
Kaymakamlık Sarıyer’den Ferahevlere taşınıyor!
Sarıyer Sarıyer olmaktan çıkıyor!
Nerde Sarıyerliler?
Nerde tepki verecek olanlar?
Nerede Toplumsal olayların öncüsü dernekler,
Kişiler, basın ve….
Sayın Şükrü Genç!
Sayın Belediye Başkanımız;
Sizden çok şey bekliyoruz!
Henüz yerinize ısınmış gibi değilsiniz,
Beklemeye devam edeceğiz,
Ama çok berbat bir dönemde göreve geldiniz!
Bunu da biliyoruz ama sokağa çıkmanızı da bekliyoruz!
Olaylara el atmanız, olaylar üzerine gitmenizi de bekliyoruz!
Bizden yazmak ve beklemek!
Bekleyeceğiz ve göreceğiz, değerlendireceğiz!
14.07.2009
BEKLEDİKLERİMİZ OLMUYOR
Hiçbir şey beklediğimiz gibi olmuyor. Olay kartopu oluyor; yuvarlandıkça
büyüyor ve son düştüğü yerde tuz buz oluyor. Un ufak oluyor, tarumar oluyor!
Ne bekledik, ne gördük?
Ne istedik ne oldu?
Ne umduk ne bulduk?
Selam verelim dedik, küfür yedik!
Çay içirelim dedik, zakkumdan zehir yapıp sundular!
Şüphesiz onlar da bir şeyler umdular!
***
Nedense bir yaştan sonra aklı mukayyet olamıyor insanlar?
Akıl bu; fındık, leblebi, mercimek değil ki kese kağıdına koyup sahibinin eline tutuşturalım!
“Akıl yaşta değil baştadır” ata sözü çok doğru! Ama o baş, baş olmaktan çıktıysa pişmiş kelleden farkı ne olur?
Bu sıralar ne çekiyorsak, o başlardan çekiyoruz.
***
Sarıyer Spor Kulübü Genel kurulu yapıldı. Hem de istenilen zamanda ve istenilen yerde.
Hayli yoğun bir tempo ile çalışılarak yönetim oluşturuldu.
Bu ağır görevi üstlenen ve yerine getirenleri kutlamak gerekir ama!!!
Bu “AMA”ya bir parantez açmak isterim.
Takımın iyi kurulması, başarılı sonuçlar alınması halinde alkışlamak için!
Sonrasında ise başarısızlık gelirse yine “Ama”ya döner eleştirimizi sıralarız!
Ne deriz en azından şunlar düşünülebilir, şimdiden tiyo verebilirim:
Yönetimde siyasal ağırlık bu denli fazla olmamalıydı!
Teknik kadro için daha iktisadi düşünülmeliydi!
Sarıyerli hocaların kökünü kıran mı girdiydi!
Futbolcu seçimlerinde bu denli aldanma neden? GİBİ!
***
Ya başarılı olunması halinde:
Yönetim dediğin böyle olur!
Teknik kadro muhteşem!
Futbolcu transferlerinde hiç yanılma olmadı, kadro çuk oturdu!
Alt yapılan üç yeni adam, alkış onlar için!
Gökhan’ı, Ertan’ Mustafa’yı aratmadılar;
Bir alkış da bunları kazandıran teknik eleman ve yöneticilere!
Maddi sıkıntı çektirmediler, vaat edilenleri yerine getirdiler!
Kulübün onurunu yücelttiler; Alkışı hak ettiler!
***
Bakıyorum, bakıyorum da kimseyi göremiyorum ortada!
Harç bitti yapı paydos mu?
İbrahim Balcı, yine aynı yerde, Sarıyer limanında demir atmış bekliyor!
Eyüp Odabaşı, Etiler, Silivri, Sarıyer üçgeninde DÜŞÜNEN adam!
Ne bendeniz için limanda demir üzerinde beklemenin, ne de Eyüp Odabaşı’nın düşünen adam görünümünde olmasının zevki var!
Kem gözler nasıl görürse görsün!
Kem diller ne derse desin; onların beklediği SARIYER’in iyi hizmet alması ve SARIYER SPOR KULÜBÜ’ nün başarılı olmasıdır!
***
FİFA Konfederasyon Kupası maçlarında da beklediklerimiz olmadı, olmuyor!
Favorilerden İtalya ile İspanya eleniyor!
İş mi? Beklediğimiz bu mu?
Elbetteki değil!
Kim istemezdi, İtalya, İspanya,Brezilya arasında final oynamasını!
Ama istemekle de olmuyor!
***
Hani birilerinin Sarıyer Spor Kulübün’ de istediklerini yaptıramadıkları gibi!
Ne kadar yerinde bir söz:
İNSAN HAYAL ETTİĞİ MÜDDETÇE YAŞAR!
Yaşayacağız ve daha çok şeyler göreceğiz!
İbrahim BALCI
büyüyor ve son düştüğü yerde tuz buz oluyor. Un ufak oluyor, tarumar oluyor!
Ne bekledik, ne gördük?
Ne istedik ne oldu?
Ne umduk ne bulduk?
Selam verelim dedik, küfür yedik!
Çay içirelim dedik, zakkumdan zehir yapıp sundular!
Şüphesiz onlar da bir şeyler umdular!
***
Nedense bir yaştan sonra aklı mukayyet olamıyor insanlar?
Akıl bu; fındık, leblebi, mercimek değil ki kese kağıdına koyup sahibinin eline tutuşturalım!
“Akıl yaşta değil baştadır” ata sözü çok doğru! Ama o baş, baş olmaktan çıktıysa pişmiş kelleden farkı ne olur?
Bu sıralar ne çekiyorsak, o başlardan çekiyoruz.
***
Sarıyer Spor Kulübü Genel kurulu yapıldı. Hem de istenilen zamanda ve istenilen yerde.
Hayli yoğun bir tempo ile çalışılarak yönetim oluşturuldu.
Bu ağır görevi üstlenen ve yerine getirenleri kutlamak gerekir ama!!!
Bu “AMA”ya bir parantez açmak isterim.
Takımın iyi kurulması, başarılı sonuçlar alınması halinde alkışlamak için!
Sonrasında ise başarısızlık gelirse yine “Ama”ya döner eleştirimizi sıralarız!
Ne deriz en azından şunlar düşünülebilir, şimdiden tiyo verebilirim:
Yönetimde siyasal ağırlık bu denli fazla olmamalıydı!
Teknik kadro için daha iktisadi düşünülmeliydi!
Sarıyerli hocaların kökünü kıran mı girdiydi!
Futbolcu seçimlerinde bu denli aldanma neden? GİBİ!
***
Ya başarılı olunması halinde:
Yönetim dediğin böyle olur!
Teknik kadro muhteşem!
Futbolcu transferlerinde hiç yanılma olmadı, kadro çuk oturdu!
Alt yapılan üç yeni adam, alkış onlar için!
Gökhan’ı, Ertan’ Mustafa’yı aratmadılar;
Bir alkış da bunları kazandıran teknik eleman ve yöneticilere!
Maddi sıkıntı çektirmediler, vaat edilenleri yerine getirdiler!
Kulübün onurunu yücelttiler; Alkışı hak ettiler!
***
Bakıyorum, bakıyorum da kimseyi göremiyorum ortada!
Harç bitti yapı paydos mu?
İbrahim Balcı, yine aynı yerde, Sarıyer limanında demir atmış bekliyor!
Eyüp Odabaşı, Etiler, Silivri, Sarıyer üçgeninde DÜŞÜNEN adam!
Ne bendeniz için limanda demir üzerinde beklemenin, ne de Eyüp Odabaşı’nın düşünen adam görünümünde olmasının zevki var!
Kem gözler nasıl görürse görsün!
Kem diller ne derse desin; onların beklediği SARIYER’in iyi hizmet alması ve SARIYER SPOR KULÜBÜ’ nün başarılı olmasıdır!
***
FİFA Konfederasyon Kupası maçlarında da beklediklerimiz olmadı, olmuyor!
Favorilerden İtalya ile İspanya eleniyor!
İş mi? Beklediğimiz bu mu?
Elbetteki değil!
Kim istemezdi, İtalya, İspanya,Brezilya arasında final oynamasını!
Ama istemekle de olmuyor!
***
Hani birilerinin Sarıyer Spor Kulübün’ de istediklerini yaptıramadıkları gibi!
Ne kadar yerinde bir söz:
İNSAN HAYAL ETTİĞİ MÜDDETÇE YAŞAR!
Yaşayacağız ve daha çok şeyler göreceğiz!
İbrahim BALCI
BİR GARİP GENEL KURUL
Sarıyer Spor Kulübü olağan genel kurulu yapıldı. Enteresan olan ilklere
sahne olması ile Sarıyer tarihine damgasını vurdu. Bu ilkleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Genel kurul ilk defa, kapalı salon veya dershane dışında, kulüp yönetim kurulu odasında toplandı,
2) Genel kurula aidatını yatırarak katılan üyelerin sayısı, aidat yatırmadan genel kurula katıların sayısından azdı,
3) İlk defa bir genel kurul başkanlığını, hesap vermekle yükümlü olan yönetim kurulu asil üyelerinden biri üstlendi,
4) İlk defa denetleme kurulu asil üyesi biri genel kurul divanında görev aldı
(Yönetim ve denetim kurulları İbra edilmiş yani aklanmış bile
değildiler)
5- İlk defa bir genel kurul üyesi “Beni alkışlayın” diyerek üyelere sitem
etti.
6- İlk defa yönetim kurulu raporu değilde eski yöneticiler, genel kaptanlar
ve tüzük hükümleri eleştirildi.
7- İlk defa, genel kurula korumaları ile gelen eski yöneticilerden ve bir
süre vekaleten başkanlık yapan Salih Acarel kulüple ilgili olmayan
konuşması nedeni iye “Konuya gelsin” diye kongre başkanını ikaz eden
İbrahim Balcı için korumalarına “Bunu dışarı atın” emrini verdi (Sanki
Gücü yetecekmiş gibi, üyeler gerekli yanıtı verdiler ve korumalar salon
dışına çıkarıldı),
8- İlk defa, istifa ederek yönetim kurulundan ayrılan bir üye, yönetim
kuruluda değil de yıllarca kulübümüze genel kaptan olarak görev yapanlara eleştiride bulundu,
9- İlk defa, kurumlaşacağız iddiası ile didinen bir başkan yeni dönem için
İkinci Baştanlığa “Fit” oldu, isteği kabul edilmeyince yönetime girmedi.
10- İlk defa bir başkan, üç dört kişinin yanında bir soruya karşılık “Teknik
direktörün istifasını bekliyorum” demiş, istifa gerçekleşince ben böyle
bir istekte bulunmadım, kendisi istifa etti diyerek, başkana yakışmayan
bir tutarsızlık göstermiştir.
Genel kurulda enteresan bir konuşmacı vardı Metin Ünlü! Hukuk adamıdır. Önceleri TFF da görev aldığını ifade eden bu hukuk adamı “Genel Kaptanlık” görevinin kaldırılması için şöyle diyor: “Genel kaptanlık kaldırılmalıdır. Bu görevi her zaman futbolcu eskileri alıyor. Hepsi dogmatik, hepsi eskiye dönük, çağdışı düşünüyorlar, bir şey bilmiyorlar, maçları izlemiyorlar, futboldan anladıkları yok! Kaldırılsın bu görev, menajerlik sistemi getirilsin”. Hukukçu bir insan böyle mi konuşur! Konuşmalarında saygılı olmak zorunda değil midir? Buyurun imamın cemaat önünde yellenmesine!
Konuşmacı şunu bilmelidir: Bu kulüpte genel kaptanlık yapanların her biri yüz okkanın üzerinde ağırlığa sahiptir. Hem bilgili ve hem de akil adamlardır. Futbol yüreklerinde kor, iliklerini meşin yuvarlaktır. Bu genel kaptanlardan biri vardır ki, konuşmacının görev almakla övündüğü Türkiye Futbol Federasyonu adına Teknik Direktörlük, Antrenörlük kurs ve seminerleri düzenlemektedir. Bundan dahi haberin yoktur. Bu kişinin adı Baba Kenan’dır.
Bir diğeri, 12 yaşında giydiği lacivert beyazlı formayı onlarca yıl taşımış ve bir on yıl da yönetici ve genel kaptan olarak hizmet etmiştir. Yüreği ile kafası ile bileği ile bu işin ehlidir. Sarıyer takımında şampiyonluklar yaşamış çok önemli futbolculardan biridir. Futbolu da bilir, saygıyı da bilir, insanlığı da bilir, doğruluğu da! Nedense sizlere yaranamamıştır. Çünkü siz bu işten anlamıyordunuz! Bu şahsın adi Eyüp Şengün’dür.
Gelelim bir diğerine! Yani senin beğenmediğin genel kaptanlardan birine! Bu da 12 yaşında lacivert-beyazlı formayı giymeye başlamış, yaş gruplarında oynadıktan sonra profesyonel takımda yer almış ve takımının şampiyonluğunda ter dökmüştür. Sonra Fenerbahçe’ye transfer olmuş iki yıl bu takımda Didi’nin öğrencisi olarak modern futbolu talim etmiş çifte şampiyonluk yaşamıştır. Bilahare Trabzonspor’a gitmiş burada bir başka efsane teknik direktörün yani Ahmet Suat Özyazıcı’nın öğrencisi olmuş, yine üst üste şampiyonluk yaşamış, en büyük kupaları havaya kaldırmıştır. Sonrasında Karabük ve tekrar Sarıyer! Sarıyer’de bir yıl yardımcılık ve sonra tam 23 sezon genel kaptanlık. Üçüncü Türkiye Liginden I. Türkiye Ligine yükselene kadar, Balkan Kupası alınana kadar Sarıyer takımının tüm başarılarına ilk imzayı atan olmuştur. Ayrıca üç kez milli forma giymiş, 15 yıldan fazla Futbol federasyonu delegesi olarak Sarıyer’i temsil etmiştir. Yetmemiş II. Türkiye Ligi Kulüplerinin de sözcülüğünü yapmıştır. Türk Futbol Vakfı’nın kurucu Üyesidir, Profesyonel Futbolcular Derneği ve Futbol Adamları Derneği üyesidir. Bu kuruluşlardan defalarca başarı ödülü almıştır. Kamp ve toplantı yaptığınız binaların sıfırdan o hale gelmesi O’nun eseridir. Bu şahsın adı da “Küçük Eyüp’tür yani Eyüp Odabaşı!
Bu konuşmacı arkadaş seçildiği günden, istifa edip ayrılana kadar kulübe ne verdi? Öğrenmek isterim. Hesaplarda 5.96 (beş lira doksan altı kuruş) verenin ismine rastladık ama O’nun bir kuruş verdiğine rastlamadık. Bu ne demektir? Hal böyle iken genel kurulda ahkam kesmesinin anlamı nedir? Çekememezlik, kıskançlık, doyumsuzluk, hazımsızlık değil midir? Değilse birileri tarafından kullanıldığı kesindir!
Horoz gece yarısı öter sabah olduğunu zanneder. Öyle olmuş olacak ki Sayın Mustafa Hepanıl, yapacağı konuşmayı birileri tarafından terslenince Metin Ünlü’ye yaptırmış olacak!!! Koku onu gösteriyor. Şu bilhassa unutulmasın; o gün konuşmalara çok ağır yanıt verilmediyse, büyük olaylar meydana gelmediyse, beğenmedikleri yöneticilerin kulüp sevgisi nedeniyledir. Çünkü genel kurul dağılabilir, kaybeden sevdikleri Sarıyer Spor Kulübü olabilirdi.
Şunu da çok merak ediyorum: Kurumsallaştık ya! Yaşam sigorta yaptırıyoruz ya! Bu sigorta şirketi kimin acaba! Sakın kulübümüz kullanılmış olmasın! Hadi hayırlısı!
Evet bir genel kurul böyle geçti. Yeni yönetim kurulunda deneyimli arkadaşlarımız var, başarılı olacaklarına inanıyoruz. Kısa sürede teknik kadronun saptanması ve transfer çalışmalarına başlanması gerekiyor.
Vakit erken, mali konularda büyük sıkıntı olmaz ise en iyi transferlerin yapılacağı ve güçlü kadro oluşturulacağı inancını taşıyorum. Başarılar diliyorum.
İbrahim BALCI.
sahne olması ile Sarıyer tarihine damgasını vurdu. Bu ilkleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Genel kurul ilk defa, kapalı salon veya dershane dışında, kulüp yönetim kurulu odasında toplandı,
2) Genel kurula aidatını yatırarak katılan üyelerin sayısı, aidat yatırmadan genel kurula katıların sayısından azdı,
3) İlk defa bir genel kurul başkanlığını, hesap vermekle yükümlü olan yönetim kurulu asil üyelerinden biri üstlendi,
4) İlk defa denetleme kurulu asil üyesi biri genel kurul divanında görev aldı
(Yönetim ve denetim kurulları İbra edilmiş yani aklanmış bile
değildiler)
5- İlk defa bir genel kurul üyesi “Beni alkışlayın” diyerek üyelere sitem
etti.
6- İlk defa yönetim kurulu raporu değilde eski yöneticiler, genel kaptanlar
ve tüzük hükümleri eleştirildi.
7- İlk defa, genel kurula korumaları ile gelen eski yöneticilerden ve bir
süre vekaleten başkanlık yapan Salih Acarel kulüple ilgili olmayan
konuşması nedeni iye “Konuya gelsin” diye kongre başkanını ikaz eden
İbrahim Balcı için korumalarına “Bunu dışarı atın” emrini verdi (Sanki
Gücü yetecekmiş gibi, üyeler gerekli yanıtı verdiler ve korumalar salon
dışına çıkarıldı),
8- İlk defa, istifa ederek yönetim kurulundan ayrılan bir üye, yönetim
kuruluda değil de yıllarca kulübümüze genel kaptan olarak görev yapanlara eleştiride bulundu,
9- İlk defa, kurumlaşacağız iddiası ile didinen bir başkan yeni dönem için
İkinci Baştanlığa “Fit” oldu, isteği kabul edilmeyince yönetime girmedi.
10- İlk defa bir başkan, üç dört kişinin yanında bir soruya karşılık “Teknik
direktörün istifasını bekliyorum” demiş, istifa gerçekleşince ben böyle
bir istekte bulunmadım, kendisi istifa etti diyerek, başkana yakışmayan
bir tutarsızlık göstermiştir.
Genel kurulda enteresan bir konuşmacı vardı Metin Ünlü! Hukuk adamıdır. Önceleri TFF da görev aldığını ifade eden bu hukuk adamı “Genel Kaptanlık” görevinin kaldırılması için şöyle diyor: “Genel kaptanlık kaldırılmalıdır. Bu görevi her zaman futbolcu eskileri alıyor. Hepsi dogmatik, hepsi eskiye dönük, çağdışı düşünüyorlar, bir şey bilmiyorlar, maçları izlemiyorlar, futboldan anladıkları yok! Kaldırılsın bu görev, menajerlik sistemi getirilsin”. Hukukçu bir insan böyle mi konuşur! Konuşmalarında saygılı olmak zorunda değil midir? Buyurun imamın cemaat önünde yellenmesine!
Konuşmacı şunu bilmelidir: Bu kulüpte genel kaptanlık yapanların her biri yüz okkanın üzerinde ağırlığa sahiptir. Hem bilgili ve hem de akil adamlardır. Futbol yüreklerinde kor, iliklerini meşin yuvarlaktır. Bu genel kaptanlardan biri vardır ki, konuşmacının görev almakla övündüğü Türkiye Futbol Federasyonu adına Teknik Direktörlük, Antrenörlük kurs ve seminerleri düzenlemektedir. Bundan dahi haberin yoktur. Bu kişinin adı Baba Kenan’dır.
Bir diğeri, 12 yaşında giydiği lacivert beyazlı formayı onlarca yıl taşımış ve bir on yıl da yönetici ve genel kaptan olarak hizmet etmiştir. Yüreği ile kafası ile bileği ile bu işin ehlidir. Sarıyer takımında şampiyonluklar yaşamış çok önemli futbolculardan biridir. Futbolu da bilir, saygıyı da bilir, insanlığı da bilir, doğruluğu da! Nedense sizlere yaranamamıştır. Çünkü siz bu işten anlamıyordunuz! Bu şahsın adi Eyüp Şengün’dür.
Gelelim bir diğerine! Yani senin beğenmediğin genel kaptanlardan birine! Bu da 12 yaşında lacivert-beyazlı formayı giymeye başlamış, yaş gruplarında oynadıktan sonra profesyonel takımda yer almış ve takımının şampiyonluğunda ter dökmüştür. Sonra Fenerbahçe’ye transfer olmuş iki yıl bu takımda Didi’nin öğrencisi olarak modern futbolu talim etmiş çifte şampiyonluk yaşamıştır. Bilahare Trabzonspor’a gitmiş burada bir başka efsane teknik direktörün yani Ahmet Suat Özyazıcı’nın öğrencisi olmuş, yine üst üste şampiyonluk yaşamış, en büyük kupaları havaya kaldırmıştır. Sonrasında Karabük ve tekrar Sarıyer! Sarıyer’de bir yıl yardımcılık ve sonra tam 23 sezon genel kaptanlık. Üçüncü Türkiye Liginden I. Türkiye Ligine yükselene kadar, Balkan Kupası alınana kadar Sarıyer takımının tüm başarılarına ilk imzayı atan olmuştur. Ayrıca üç kez milli forma giymiş, 15 yıldan fazla Futbol federasyonu delegesi olarak Sarıyer’i temsil etmiştir. Yetmemiş II. Türkiye Ligi Kulüplerinin de sözcülüğünü yapmıştır. Türk Futbol Vakfı’nın kurucu Üyesidir, Profesyonel Futbolcular Derneği ve Futbol Adamları Derneği üyesidir. Bu kuruluşlardan defalarca başarı ödülü almıştır. Kamp ve toplantı yaptığınız binaların sıfırdan o hale gelmesi O’nun eseridir. Bu şahsın adı da “Küçük Eyüp’tür yani Eyüp Odabaşı!
Bu konuşmacı arkadaş seçildiği günden, istifa edip ayrılana kadar kulübe ne verdi? Öğrenmek isterim. Hesaplarda 5.96 (beş lira doksan altı kuruş) verenin ismine rastladık ama O’nun bir kuruş verdiğine rastlamadık. Bu ne demektir? Hal böyle iken genel kurulda ahkam kesmesinin anlamı nedir? Çekememezlik, kıskançlık, doyumsuzluk, hazımsızlık değil midir? Değilse birileri tarafından kullanıldığı kesindir!
Horoz gece yarısı öter sabah olduğunu zanneder. Öyle olmuş olacak ki Sayın Mustafa Hepanıl, yapacağı konuşmayı birileri tarafından terslenince Metin Ünlü’ye yaptırmış olacak!!! Koku onu gösteriyor. Şu bilhassa unutulmasın; o gün konuşmalara çok ağır yanıt verilmediyse, büyük olaylar meydana gelmediyse, beğenmedikleri yöneticilerin kulüp sevgisi nedeniyledir. Çünkü genel kurul dağılabilir, kaybeden sevdikleri Sarıyer Spor Kulübü olabilirdi.
Şunu da çok merak ediyorum: Kurumsallaştık ya! Yaşam sigorta yaptırıyoruz ya! Bu sigorta şirketi kimin acaba! Sakın kulübümüz kullanılmış olmasın! Hadi hayırlısı!
Evet bir genel kurul böyle geçti. Yeni yönetim kurulunda deneyimli arkadaşlarımız var, başarılı olacaklarına inanıyoruz. Kısa sürede teknik kadronun saptanması ve transfer çalışmalarına başlanması gerekiyor.
Vakit erken, mali konularda büyük sıkıntı olmaz ise en iyi transferlerin yapılacağı ve güçlü kadro oluşturulacağı inancını taşıyorum. Başarılar diliyorum.
İbrahim BALCI.
BALIKÇILARIN BAYRAMI OLAMAZ MI?
Pek çok meslek kesiminin bayramı var da Balıkçıların yok! Hayret
etmemek elde değil! Lale Bayramı olur da Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı
olmaz mı? Olmamalı mı? Bence olmalıdır! Ama yoktur! O halde balıkçıların
bağlı olduğu cemiyet, birlik ve kooperatifler bir araya gelmeli, saptayacakları
bir günü “Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı” ilan etmelidirler.
Yaz ayları, yani balıkçılığın yapılmadığı yasak aylar içinde bir gün
bayram kabul edilmeli ve tüm ülke genelinde sahil şeridindeki illerde
kutlanmalıdır.
Bayram için neler yapılmalıdır? Balıkçılık mesleğinin uzmanları konu
üzerine eğilmelidir. Balıkçıların ve balıkçı reislerinin bağlı oldukları cemiyet,
birlik ve kooperatiflerin de görüşleri alınarak yapılabilecekler saptanmalıdır.
Bayramlar belirli merkezlerde olabilir. Örneğin İstanbul’da balıkçıların
çok yoğun bulunduğu Rumeli yakasında; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle,
Rumeli Kavak, Garipçe, Rumeli Fener, Kilyos, Kısırkaya, Kireçburnu, Yeniköy;
Anadolu yakasında; Beykoz, Anadolu Kavak, Anadoluhisarı, Poyraz, Anadolu
Feneri ve Şile için en ideal parkur Büyükdere Körfezi, Beykoz Körfezi, Rumeli
Kavak-Büyükliman arası, Garipçe burnu Rumeli Fener arası; Anadolu yakasında
Anadolu Kavak burnu Filburnu arası ve Beykoz koyu Balıkçılık/Balıkçılar
Bayramı için parkur olarak kullanılabilir.
Varsayalım ki bayram kabul edildi. O halde bu bayramda neler yapılabilir?
Örneğin:
1) Küçük çaplı balıkçılar için ahşap tekne yarışları (motor gücüne göre),
2) Saç tekne yarışları (motor gücüne göre),
3) Bot yarışları (motor gücüne göre; ağaç, saç ve krom olarak da ayrılabilir),
Bu yarışlar birkaç kategori üzerinden yapılabilir (Örneğin; 200 beygir, 250
beygir, 300 ve 500 beygir gibi).
Bu arada nostalji de unutulmaz, hatta teşvik mahiyetinde “ALAMANA”
yarışları yapılabilir. Bu yarışlar mutlaka yapılmalıdır. Çünkü balıkçılık dendiği
zaman akla “Alamana” kayıkları gelir. Alamana kayıkları her ne kadar unutuldu
ise de bazı balıkçı mağazalarında hala korunduklarını biliyoruz.
Her semt, örneğin; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle, Rumeli Kavak, Garipçe,
Rumeli Fener, Beykoz, Anadolu Kavak, Poyraz, Anadolu Fener ve Şile’li balıkçılar
semtleri adına müşterek birer alamana yaptırsalar sorun kendiliğinden çözümlenir.
Hatta alamana yarışmaları da üç çifte, dört çifte, beş ve altı çift kategorilerinde
yapılabilir, Bunun gerçekleşmesi için balıkçıların bağlı oldukları cemiyet, birlik ve kooperatiflerin harekete geçmesi, muhtarların organize içinde yer alması,
kaymakamlık ve belediyelerin destek olması yeterlidir.
Bu bayram balıkçılara çok görülmemelidir, kesinlikle konu üzerine gidilmeli
ve gerçekleştirilmelidir. Unutulmasın bu bayram 83 yıldan beri Moda koyunda her
yıl 1 Temmuzda “Kabotoj ve Denizcilik Bayramı” adı ile çeşitli yarışlar/eğlenceler
yapılarak kutlanmaktadır.. 1960 lı yıllara kadar balıkçılar da bu bayrama katılıyor ve
alamana yarışlarına iştirak ederek bayrama renk katıyorlardı. Ayrıca tahlisiye kayık
yarışları, futa yarışları ve diğer yarış ve eğlencelerle bayram kutlanırdı.
“Kabotaj ve Denizcilik Bayram” nı balıkçılar ve sahil şeridinde yer alan semt insanları heyecanla beklerlerdi. Taka, çektirme, gulet, kotra, sandal ve gezi kayıkları ile sabahın köründe yola çıkılır, yarışların başlamasından bitimine kadar deniz üzerinde binlerce sandal, kayık, taka ve diğer vasıtalarla gelen yüz binler piknik yaparak günün tadını çıkarırlardı. Alamana yarışını birinci bitiren ekibin koca alamanayı kaşla göz arasında batırarak, deniz içinde bir süre kaybolmaları, sonra da su yüzüne çıkarak, tekrar alamanayı kullanılır duruma getirmeleri görülmeye değerdi ve hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Ne yazık ki 1960’lı yıllardan bu yana alamana yarışları yapılmıyor. Bu renkli yarış için alamana kayığı yok! Olmayınca sporcu da yok, organize de yok! Teknoloji bu renkli olayı da yok etti.
Hiç olmazsa her yıl kutlanmakta olan Kabotaj ve Denizcilik Bayramı da alamana temin edilemezse “BOT YARIŞI” ile iştirak edilsin.
Bunca sorunla boğuşan ve sorunlarının giderilmesi için Denizcilik Bakanlığının kurulmasını dört gözle bekleyen balıkçılarımız bir bayrama sahip olamadıktan sonra sorunlarını ve seslerini nasıl duyuracaklardır.
Örnek olarak yaptırılan “Saltanat Kayığı” Boğaziçi’nde tur atarken çektiği ilgiden fazlasını balıkçılar, “Balıkçılık Bayramı” ile çekebilirler.
İlgileneceklerin ve tüm balıkçılarımızın dikkatine sunarım.
İbrahim BALCI
29.05.2009
etmemek elde değil! Lale Bayramı olur da Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı
olmaz mı? Olmamalı mı? Bence olmalıdır! Ama yoktur! O halde balıkçıların
bağlı olduğu cemiyet, birlik ve kooperatifler bir araya gelmeli, saptayacakları
bir günü “Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı” ilan etmelidirler.
Yaz ayları, yani balıkçılığın yapılmadığı yasak aylar içinde bir gün
bayram kabul edilmeli ve tüm ülke genelinde sahil şeridindeki illerde
kutlanmalıdır.
Bayram için neler yapılmalıdır? Balıkçılık mesleğinin uzmanları konu
üzerine eğilmelidir. Balıkçıların ve balıkçı reislerinin bağlı oldukları cemiyet,
birlik ve kooperatiflerin de görüşleri alınarak yapılabilecekler saptanmalıdır.
Bayramlar belirli merkezlerde olabilir. Örneğin İstanbul’da balıkçıların
çok yoğun bulunduğu Rumeli yakasında; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle,
Rumeli Kavak, Garipçe, Rumeli Fener, Kilyos, Kısırkaya, Kireçburnu, Yeniköy;
Anadolu yakasında; Beykoz, Anadolu Kavak, Anadoluhisarı, Poyraz, Anadolu
Feneri ve Şile için en ideal parkur Büyükdere Körfezi, Beykoz Körfezi, Rumeli
Kavak-Büyükliman arası, Garipçe burnu Rumeli Fener arası; Anadolu yakasında
Anadolu Kavak burnu Filburnu arası ve Beykoz koyu Balıkçılık/Balıkçılar
Bayramı için parkur olarak kullanılabilir.
Varsayalım ki bayram kabul edildi. O halde bu bayramda neler yapılabilir?
Örneğin:
1) Küçük çaplı balıkçılar için ahşap tekne yarışları (motor gücüne göre),
2) Saç tekne yarışları (motor gücüne göre),
3) Bot yarışları (motor gücüne göre; ağaç, saç ve krom olarak da ayrılabilir),
Bu yarışlar birkaç kategori üzerinden yapılabilir (Örneğin; 200 beygir, 250
beygir, 300 ve 500 beygir gibi).
Bu arada nostalji de unutulmaz, hatta teşvik mahiyetinde “ALAMANA”
yarışları yapılabilir. Bu yarışlar mutlaka yapılmalıdır. Çünkü balıkçılık dendiği
zaman akla “Alamana” kayıkları gelir. Alamana kayıkları her ne kadar unutuldu
ise de bazı balıkçı mağazalarında hala korunduklarını biliyoruz.
Her semt, örneğin; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle, Rumeli Kavak, Garipçe,
Rumeli Fener, Beykoz, Anadolu Kavak, Poyraz, Anadolu Fener ve Şile’li balıkçılar
semtleri adına müşterek birer alamana yaptırsalar sorun kendiliğinden çözümlenir.
Hatta alamana yarışmaları da üç çifte, dört çifte, beş ve altı çift kategorilerinde
yapılabilir, Bunun gerçekleşmesi için balıkçıların bağlı oldukları cemiyet, birlik ve kooperatiflerin harekete geçmesi, muhtarların organize içinde yer alması,
kaymakamlık ve belediyelerin destek olması yeterlidir.
Bu bayram balıkçılara çok görülmemelidir, kesinlikle konu üzerine gidilmeli
ve gerçekleştirilmelidir. Unutulmasın bu bayram 83 yıldan beri Moda koyunda her
yıl 1 Temmuzda “Kabotoj ve Denizcilik Bayramı” adı ile çeşitli yarışlar/eğlenceler
yapılarak kutlanmaktadır.. 1960 lı yıllara kadar balıkçılar da bu bayrama katılıyor ve
alamana yarışlarına iştirak ederek bayrama renk katıyorlardı. Ayrıca tahlisiye kayık
yarışları, futa yarışları ve diğer yarış ve eğlencelerle bayram kutlanırdı.
“Kabotaj ve Denizcilik Bayram” nı balıkçılar ve sahil şeridinde yer alan semt insanları heyecanla beklerlerdi. Taka, çektirme, gulet, kotra, sandal ve gezi kayıkları ile sabahın köründe yola çıkılır, yarışların başlamasından bitimine kadar deniz üzerinde binlerce sandal, kayık, taka ve diğer vasıtalarla gelen yüz binler piknik yaparak günün tadını çıkarırlardı. Alamana yarışını birinci bitiren ekibin koca alamanayı kaşla göz arasında batırarak, deniz içinde bir süre kaybolmaları, sonra da su yüzüne çıkarak, tekrar alamanayı kullanılır duruma getirmeleri görülmeye değerdi ve hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Ne yazık ki 1960’lı yıllardan bu yana alamana yarışları yapılmıyor. Bu renkli yarış için alamana kayığı yok! Olmayınca sporcu da yok, organize de yok! Teknoloji bu renkli olayı da yok etti.
Hiç olmazsa her yıl kutlanmakta olan Kabotaj ve Denizcilik Bayramı da alamana temin edilemezse “BOT YARIŞI” ile iştirak edilsin.
Bunca sorunla boğuşan ve sorunlarının giderilmesi için Denizcilik Bakanlığının kurulmasını dört gözle bekleyen balıkçılarımız bir bayrama sahip olamadıktan sonra sorunlarını ve seslerini nasıl duyuracaklardır.
Örnek olarak yaptırılan “Saltanat Kayığı” Boğaziçi’nde tur atarken çektiği ilgiden fazlasını balıkçılar, “Balıkçılık Bayramı” ile çekebilirler.
İlgileneceklerin ve tüm balıkçılarımızın dikkatine sunarım.
İbrahim BALCI
29.05.2009
BALIKÇILARIN BAYRAMI OLAMAZ MI?
Pek çok meslek kesiminin bayramı var da Balıkçıların yok! Hayret
etmemek elde değil! Lale Bayramı olur da Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı
olmaz mı? Olmamalı mı? Bence olmalıdır! Ama yoktur! O halde balıkçıların
bağlı olduğu cemiyet, birlik ve kooperatifler bir araya gelmeli, saptayacakları
bir günü “Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı” ilan etmelidirler.
Yaz ayları, yani balıkçılığın yapılmadığı yasak aylar içinde bir gün
bayram kabul edilmeli ve tüm ülke genelinde sahil şeridindeki illerde
kutlanmalıdır.
Bayram için neler yapılmalıdır? Balıkçılık mesleğinin uzmanları konu
üzerine eğilmelidir. Balıkçıların ve balıkçı reislerinin bağlı oldukları cemiyet,
birlik ve kooperatiflerin de görüşleri alınarak yapılabilecekler saptanmalıdır.
Bayramlar belirli merkezlerde olabilir. Örneğin İstanbul’da balıkçıların
çok yoğun bulunduğu Rumeli yakasında; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle,
Rumeli Kavak, Garipçe, Rumeli Fener, Kilyos, Kısırkaya, Kireçburnu, Yeniköy;
Anadolu yakasında; Beykoz, Anadolu Kavak, Anadoluhisarı, Poyraz, Anadolu
Feneri ve Şile için en ideal parkur Büyükdere Körfezi, Beykoz Körfezi, Rumeli
Kavak-Büyükliman arası, Garipçe burnu Rumeli Fener arası; Anadolu yakasında
Anadolu Kavak burnu Filburnu arası ve Beykoz koyu Balıkçılık/Balıkçılar
Bayramı için parkur olarak kullanılabilir.
Varsayalım ki bayram kabul edildi. O halde bu bayramda neler yapılabilir?
Örneğin:
1) Küçük çaplı balıkçılar için ahşap tekne yarışları (motor gücüne göre),
2) Saç tekne yarışları (motor gücüne göre),
3) Bot yarışları (motor gücüne göre; ağaç, saç ve krom olarak da ayrılabilir),
Bu yarışlar birkaç kategori üzerinden yapılabilir (Örneğin; 200 beygir, 250
beygir, 300 ve 500 beygir gibi).
Bu arada nostalji de unutulmaz, hatta teşvik mahiyetinde “ALAMANA”
yarışları yapılabilir. Bu yarışlar mutlaka yapılmalıdır. Çünkü balıkçılık dendiği
zaman akla “Alamana” kayıkları gelir. Alamana kayıkları her ne kadar unutuldu
ise de bazı balıkçı mağazalarında hala korunduklarını biliyoruz.
Her semt, örneğin; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle, Rumeli Kavak, Garipçe,
Rumeli Fener, Beykoz, Anadolu Kavak, Poyraz, Anadolu Fener ve Şile’li balıkçılar
semtleri adına müşterek birer alamana yaptırsalar sorun kendiliğinden çözümlenir.
Hatta alamana yarışmaları da üç çifte, dört çifte, beş ve altı çift kategorilerinde
yapılabilir, Bunun gerçekleşmesi için balıkçıların bağlı oldukları cemiyet, birlik ve kooperatiflerin harekete geçmesi, muhtarların organize içinde yer alması,
kaymakamlık ve belediyelerin destek olması yeterlidir.
Bu bayram balıkçılara çok görülmemelidir, kesinlikle konu üzerine gidilmeli
ve gerçekleştirilmelidir. Unutulmasın bu bayram 83 yıldan beri Moda koyunda her
yıl 1 Temmuzda “Kabotoj ve Denizcilik Bayramı” adı ile çeşitli yarışlar/eğlenceler
yapılarak kutlanmaktadır.. 1960 lı yıllara kadar balıkçılar da bu bayrama katılıyor ve
alamana yarışlarına iştirak ederek bayrama renk katıyorlardı. Ayrıca tahlisiye kayık
yarışları, futa yarışları ve diğer yarış ve eğlencelerle bayram kutlanırdı.
“Kabotaj ve Denizcilik Bayram” nı balıkçılar ve sahil şeridinde yer alan semt insanları heyecanla beklerlerdi. Taka, çektirme, gulet, kotra, sandal ve gezi kayıkları ile sabahın köründe yola çıkılır, yarışların başlamasından bitimine kadar deniz üzerinde binlerce sandal, kayık, taka ve diğer vasıtalarla gelen yüz binler piknik yaparak günün tadını çıkarırlardı. Alamana yarışını birinci bitiren ekibin koca alamanayı kaşla göz arasında batırarak, deniz içinde bir süre kaybolmaları, sonra da su yüzüne çıkarak, tekrar alamanayı kullanılır duruma getirmeleri görülmeye değerdi ve hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Ne yazık ki 1960’lı yıllardan bu yana alamana yarışları yapılmıyor. Bu renkli yarış için alamana kayığı yok! Olmayınca sporcu da yok, organize de yok! Teknoloji bu renkli olayı da yok etti.
Hiç olmazsa her yıl kutlanmakta olan Kabotaj ve Denizcilik Bayramı da alamana temin edilemezse “BOT YARIŞI” ile iştirak edilsin.
Bunca sorunla boğuşan ve sorunlarının giderilmesi için Denizcilik Bakanlığının kurulmasını dört gözle bekleyen balıkçılarımız bir bayrama sahip olamadıktan sonra sorunlarını ve seslerini nasıl duyuracaklardır.
Örnek olarak yaptırılan “Saltanat Kayığı” Boğaziçi’nde tur atarken çektiği ilgiden fazlasını balıkçılar, “Balıkçılık Bayramı” ile çekebilirler.
İlgileneceklerin ve tüm balıkçılarımızın dikkatine sunarım.
İbrahim BALCI
29.05.2009
etmemek elde değil! Lale Bayramı olur da Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı
olmaz mı? Olmamalı mı? Bence olmalıdır! Ama yoktur! O halde balıkçıların
bağlı olduğu cemiyet, birlik ve kooperatifler bir araya gelmeli, saptayacakları
bir günü “Balıkçılık veya Balıkçılar Bayramı” ilan etmelidirler.
Yaz ayları, yani balıkçılığın yapılmadığı yasak aylar içinde bir gün
bayram kabul edilmeli ve tüm ülke genelinde sahil şeridindeki illerde
kutlanmalıdır.
Bayram için neler yapılmalıdır? Balıkçılık mesleğinin uzmanları konu
üzerine eğilmelidir. Balıkçıların ve balıkçı reislerinin bağlı oldukları cemiyet,
birlik ve kooperatiflerin de görüşleri alınarak yapılabilecekler saptanmalıdır.
Bayramlar belirli merkezlerde olabilir. Örneğin İstanbul’da balıkçıların
çok yoğun bulunduğu Rumeli yakasında; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle,
Rumeli Kavak, Garipçe, Rumeli Fener, Kilyos, Kısırkaya, Kireçburnu, Yeniköy;
Anadolu yakasında; Beykoz, Anadolu Kavak, Anadoluhisarı, Poyraz, Anadolu
Feneri ve Şile için en ideal parkur Büyükdere Körfezi, Beykoz Körfezi, Rumeli
Kavak-Büyükliman arası, Garipçe burnu Rumeli Fener arası; Anadolu yakasında
Anadolu Kavak burnu Filburnu arası ve Beykoz koyu Balıkçılık/Balıkçılar
Bayramı için parkur olarak kullanılabilir.
Varsayalım ki bayram kabul edildi. O halde bu bayramda neler yapılabilir?
Örneğin:
1) Küçük çaplı balıkçılar için ahşap tekne yarışları (motor gücüne göre),
2) Saç tekne yarışları (motor gücüne göre),
3) Bot yarışları (motor gücüne göre; ağaç, saç ve krom olarak da ayrılabilir),
Bu yarışlar birkaç kategori üzerinden yapılabilir (Örneğin; 200 beygir, 250
beygir, 300 ve 500 beygir gibi).
Bu arada nostalji de unutulmaz, hatta teşvik mahiyetinde “ALAMANA”
yarışları yapılabilir. Bu yarışlar mutlaka yapılmalıdır. Çünkü balıkçılık dendiği
zaman akla “Alamana” kayıkları gelir. Alamana kayıkları her ne kadar unutuldu
ise de bazı balıkçı mağazalarında hala korunduklarını biliyoruz.
Her semt, örneğin; Sarıyer, Büyükdere, Yenimahalle, Rumeli Kavak, Garipçe,
Rumeli Fener, Beykoz, Anadolu Kavak, Poyraz, Anadolu Fener ve Şile’li balıkçılar
semtleri adına müşterek birer alamana yaptırsalar sorun kendiliğinden çözümlenir.
Hatta alamana yarışmaları da üç çifte, dört çifte, beş ve altı çift kategorilerinde
yapılabilir, Bunun gerçekleşmesi için balıkçıların bağlı oldukları cemiyet, birlik ve kooperatiflerin harekete geçmesi, muhtarların organize içinde yer alması,
kaymakamlık ve belediyelerin destek olması yeterlidir.
Bu bayram balıkçılara çok görülmemelidir, kesinlikle konu üzerine gidilmeli
ve gerçekleştirilmelidir. Unutulmasın bu bayram 83 yıldan beri Moda koyunda her
yıl 1 Temmuzda “Kabotoj ve Denizcilik Bayramı” adı ile çeşitli yarışlar/eğlenceler
yapılarak kutlanmaktadır.. 1960 lı yıllara kadar balıkçılar da bu bayrama katılıyor ve
alamana yarışlarına iştirak ederek bayrama renk katıyorlardı. Ayrıca tahlisiye kayık
yarışları, futa yarışları ve diğer yarış ve eğlencelerle bayram kutlanırdı.
“Kabotaj ve Denizcilik Bayram” nı balıkçılar ve sahil şeridinde yer alan semt insanları heyecanla beklerlerdi. Taka, çektirme, gulet, kotra, sandal ve gezi kayıkları ile sabahın köründe yola çıkılır, yarışların başlamasından bitimine kadar deniz üzerinde binlerce sandal, kayık, taka ve diğer vasıtalarla gelen yüz binler piknik yaparak günün tadını çıkarırlardı. Alamana yarışını birinci bitiren ekibin koca alamanayı kaşla göz arasında batırarak, deniz içinde bir süre kaybolmaları, sonra da su yüzüne çıkarak, tekrar alamanayı kullanılır duruma getirmeleri görülmeye değerdi ve hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır.
Ne yazık ki 1960’lı yıllardan bu yana alamana yarışları yapılmıyor. Bu renkli yarış için alamana kayığı yok! Olmayınca sporcu da yok, organize de yok! Teknoloji bu renkli olayı da yok etti.
Hiç olmazsa her yıl kutlanmakta olan Kabotaj ve Denizcilik Bayramı da alamana temin edilemezse “BOT YARIŞI” ile iştirak edilsin.
Bunca sorunla boğuşan ve sorunlarının giderilmesi için Denizcilik Bakanlığının kurulmasını dört gözle bekleyen balıkçılarımız bir bayrama sahip olamadıktan sonra sorunlarını ve seslerini nasıl duyuracaklardır.
Örnek olarak yaptırılan “Saltanat Kayığı” Boğaziçi’nde tur atarken çektiği ilgiden fazlasını balıkçılar, “Balıkçılık Bayramı” ile çekebilirler.
İlgileneceklerin ve tüm balıkçılarımızın dikkatine sunarım.
İbrahim BALCI
29.05.2009
UNUTULANLAR!
Yazan: İbrahim BALCI
Boğaziçi’nin en eski semtlerinden biri olan Yenimahalle’nin dünü ile bugünü
arasında bir yolculuk yaparak, “Semtimizi Ne Kadar Tanıyoruz” başlığı altında bildiklerimizi sıralayarak nostaljik bir gezi yapmıştım. Bu yazımın ilgi gördüğüne sevindim. Demek ki eskilerde gezmek, dolaşıp durmak, yeni deyimle nostaljik takılmak güzel şeymiş!
Yazımın altında iki önemli mesaj var. Biri rumuz olarak “Arnavut” demiş! Her kim olursa olsun iyi bir noktaya değindi. Diyor ki Armenak ustayı yazmamışsın, unutmuşsun! Doğrudur. Unuttum kabul edelim. Aslında unutmadım. Tabii ki Armenak iyi bir usta, iyi bir Yenimahalleli, hoşsohbet bir insandı. Hele mezelerinin tadına doyum olmazdı. Yazılmalıydı! Ama Deli Ömer Reis’te, İbrahim Çınar Reis’de, Tarik Çevik’te; Tugri Erdoğan’da, Apartman Nejat’ta yazılmalıydı! Hele benim de yakınım olan Fetekozlu Hala unutulmamalıydı! Lokantacı Necati, büyük futbolcu Yorgo Civelek, Aşık Dayı, Çanakkale Gazisi Şevki Erbaş, Milli Mücadele komutanlarından Kenan Paşa, Muhtar Ali Kutu, Muhtar Bekir Çınar, Sarılık Kesen Aziz Reis, bir süre evvel kaybettiğimiz Nükhet Hanım, Arnavut Bakkal kardeşler, Kasap Süleyman, Berber Fikri ve daha pek çokları yazıda yer almalıydı! Hatta diğer kişiler!
Amacım herkesi yazmak değil, aklımıza geldiği gibi nostaljik takılmak ve sadece semtimizde bir gezinti yapmaktı. Bunu yaptık. Eksik olmuş, ikaz eden dosttan sağlam bir özür dilerim! İnşallah ileride telafi ederiz!
Yazıma gelen bir diğer mesaj da “Aysın” (Belki kendi öz adıdır) rumuzu ile geldi. İyi dilekleri ve tebriklerine teşekkür ederim. Önerisi fevkalade, öteden beri düşündüğüm bir şey, yapılabilir, yapabilirim. Ancak konu ile ilgili basıma hazır bir kitabım var. Üç yüze yakın fotoğraf ve grafik var. Bu fotoğrafların bir kısmı hiç yayınlanmamış. Sponsor bulabilirsem yayınlayacağım. Bulamazsam, sergi işini düşünebilirim. İyi de olur!
İyi dileklere tekrar tekrar teşekkür ederim.
***
“BAHARA MERHABA”
Yenimahallelileri kutlamamak elde değil! Bir düşündüler, pir düşündüler ve müthiş bir olayı tezgaha koydular. “Bahara Merhaba” sloganı ile başlattıkları olay mükemmel bir şey. Yenimahalle’nin tam göbeğinde ve parkta verilen parti müthiş ilgi gördü. Yediden yetmişe Yenimahalleliler; yaşlı genç, çoluk çocuk koşup geldiler partiye. Yetmedi Yenimahalle’ye gönül verenler, Yenimahalle sevdalıları ve diğer davetliler! En önemlisi de hiç kimsenin olayı üstlenenlere gönül koymaması! Çiçeği burnunda Belediye Başkanımız Sayın Şükrü Genç ve bir kısım siyasi, okul ve asker arkadaşları, yirmi yıldır dostlarını, arkadaşlarını ve hatta akrabalarını göremeyenlerin bir araya gelerek hasret gidermeleri müthiş bir şey! Kutlarım bu olayı yaratanları!
Unutmayalım her iyinin düşmanı, her güzelin de karşısında çirkinlikler vardır.
Maalesef bunlar da oldu. Olacak tabii iki, yeter ki iyi niyetle sorumluluk üstlenenler, aymazlara karşı dik durabilsinler, sinmesinler!
Mehmet Emanet’e, Selçuk Kavaloğlu’na ve bu iki gönül dostuna destek verenlere sesleniyorum. Kedi ciğer meselesini unutmayın! Onlar böyle bir eylem yapabilselerdi, şüphem yok; sizler yapanları alkışlardınız, kesenizden ayrıca harcama yaparak destek verirdiniz!
Unutmayınız, bugün; o gün yapılan iyi şeyi paylaşamayanlar yarın sizinle el birliği yaparak onurlu davranışın destekçileri olacaktır. Bundan da şüphem yoktur.
Tabii ki bana “Sen de katılmadın arkadaş” diyecekler olabilir. Haklıdırlar, gerçekten orada bulunmalıydım. Ama o gün için buna imkan yoktu, çünkü verilmiş sözüm vardı. O günü bir başka yerde, çalışmalarımla ilgili olarak bir yayın evinde geçirdim.
Gönül dostları kalın sağlıcakla!
Boğaziçi’nin en eski semtlerinden biri olan Yenimahalle’nin dünü ile bugünü
arasında bir yolculuk yaparak, “Semtimizi Ne Kadar Tanıyoruz” başlığı altında bildiklerimizi sıralayarak nostaljik bir gezi yapmıştım. Bu yazımın ilgi gördüğüne sevindim. Demek ki eskilerde gezmek, dolaşıp durmak, yeni deyimle nostaljik takılmak güzel şeymiş!
Yazımın altında iki önemli mesaj var. Biri rumuz olarak “Arnavut” demiş! Her kim olursa olsun iyi bir noktaya değindi. Diyor ki Armenak ustayı yazmamışsın, unutmuşsun! Doğrudur. Unuttum kabul edelim. Aslında unutmadım. Tabii ki Armenak iyi bir usta, iyi bir Yenimahalleli, hoşsohbet bir insandı. Hele mezelerinin tadına doyum olmazdı. Yazılmalıydı! Ama Deli Ömer Reis’te, İbrahim Çınar Reis’de, Tarik Çevik’te; Tugri Erdoğan’da, Apartman Nejat’ta yazılmalıydı! Hele benim de yakınım olan Fetekozlu Hala unutulmamalıydı! Lokantacı Necati, büyük futbolcu Yorgo Civelek, Aşık Dayı, Çanakkale Gazisi Şevki Erbaş, Milli Mücadele komutanlarından Kenan Paşa, Muhtar Ali Kutu, Muhtar Bekir Çınar, Sarılık Kesen Aziz Reis, bir süre evvel kaybettiğimiz Nükhet Hanım, Arnavut Bakkal kardeşler, Kasap Süleyman, Berber Fikri ve daha pek çokları yazıda yer almalıydı! Hatta diğer kişiler!
Amacım herkesi yazmak değil, aklımıza geldiği gibi nostaljik takılmak ve sadece semtimizde bir gezinti yapmaktı. Bunu yaptık. Eksik olmuş, ikaz eden dosttan sağlam bir özür dilerim! İnşallah ileride telafi ederiz!
Yazıma gelen bir diğer mesaj da “Aysın” (Belki kendi öz adıdır) rumuzu ile geldi. İyi dilekleri ve tebriklerine teşekkür ederim. Önerisi fevkalade, öteden beri düşündüğüm bir şey, yapılabilir, yapabilirim. Ancak konu ile ilgili basıma hazır bir kitabım var. Üç yüze yakın fotoğraf ve grafik var. Bu fotoğrafların bir kısmı hiç yayınlanmamış. Sponsor bulabilirsem yayınlayacağım. Bulamazsam, sergi işini düşünebilirim. İyi de olur!
İyi dileklere tekrar tekrar teşekkür ederim.
***
“BAHARA MERHABA”
Yenimahallelileri kutlamamak elde değil! Bir düşündüler, pir düşündüler ve müthiş bir olayı tezgaha koydular. “Bahara Merhaba” sloganı ile başlattıkları olay mükemmel bir şey. Yenimahalle’nin tam göbeğinde ve parkta verilen parti müthiş ilgi gördü. Yediden yetmişe Yenimahalleliler; yaşlı genç, çoluk çocuk koşup geldiler partiye. Yetmedi Yenimahalle’ye gönül verenler, Yenimahalle sevdalıları ve diğer davetliler! En önemlisi de hiç kimsenin olayı üstlenenlere gönül koymaması! Çiçeği burnunda Belediye Başkanımız Sayın Şükrü Genç ve bir kısım siyasi, okul ve asker arkadaşları, yirmi yıldır dostlarını, arkadaşlarını ve hatta akrabalarını göremeyenlerin bir araya gelerek hasret gidermeleri müthiş bir şey! Kutlarım bu olayı yaratanları!
Unutmayalım her iyinin düşmanı, her güzelin de karşısında çirkinlikler vardır.
Maalesef bunlar da oldu. Olacak tabii iki, yeter ki iyi niyetle sorumluluk üstlenenler, aymazlara karşı dik durabilsinler, sinmesinler!
Mehmet Emanet’e, Selçuk Kavaloğlu’na ve bu iki gönül dostuna destek verenlere sesleniyorum. Kedi ciğer meselesini unutmayın! Onlar böyle bir eylem yapabilselerdi, şüphem yok; sizler yapanları alkışlardınız, kesenizden ayrıca harcama yaparak destek verirdiniz!
Unutmayınız, bugün; o gün yapılan iyi şeyi paylaşamayanlar yarın sizinle el birliği yaparak onurlu davranışın destekçileri olacaktır. Bundan da şüphem yoktur.
Tabii ki bana “Sen de katılmadın arkadaş” diyecekler olabilir. Haklıdırlar, gerçekten orada bulunmalıydım. Ama o gün için buna imkan yoktu, çünkü verilmiş sözüm vardı. O günü bir başka yerde, çalışmalarımla ilgili olarak bir yayın evinde geçirdim.
Gönül dostları kalın sağlıcakla!
EMİR NEREDEN ACABA!
Emir nereden ve kimden geldi? Bu soruya kim yanıt verirse Terör bitti demektir. Kısa bir durağanlıktan sonra “Biri tetiği çekin” emri verdi, olaylar başladı!
Hayret değil mi? Göreve giden askeri araç pusuya düşürüldü ve kurulan tuzak sonucu havaya uçuruldu. Dokuz fiden gibi genç asker şehit oldu.
Aynı gün Şemdinli’de bir er daha şehit edildi!
Yine aynı gün Viranşehir’de ana kolun bahçesine molotov kokteyli atıldı, bebelerin telef olmaları için!
Canlı bombalar piyasaya sürüldü insan avlamak, toplumu tedirgin etmek için!
Başkent Üniversitesine derse giden eski Adalet Bakanı Prof. Dr. H. Sami Türk’e canlı bomba yaklaşıp pimi çektiyse de kendini patlatamadığı için Prof. Dr. Sami Türk ve yanındakiler mutlak ölümden kurtuldu.
Terörist tabancasını çekip eylemine devam etmek istediyse de gözü pek korumalar devreye girip terörist kızı etkisiz hale getirdi, gözcü olanı da yakaladı.
Ooo terörist kız hiç de yabancı bir yüz değilmiş! Hemen her olayın içinde mevcut, göz altına alınmışlığı, tutuklanmışlığı, hapis yatmışlığı var! Yani tam yetişmiş!
Ergenekon olayı nasıl bir şeydir, çözümü gerekir ama nasıl, hangi yöntem uygulanarak sonuca varılacaktır. Hukuk devam ediyor bir arpa boyu ileri gittiği yok, hala dalga dalga gözaltılar geliyor!
Poyrazköy’de gömülü silahlardaki parmak izleri, suçlananlarınki ile uyuşmadı, fiyasko! Ya diğerleri, bekleyeceğiz, göreceğiz! Tek istenilen gerçeklerin ortaya çıkması!
Tabii gerçekler sadece Ergenekon davası için değil, bir önemli dava daha var DENİZ FENERİ e.V! Nedense bu davanın seyri ağır akan nehir gibi! Bu dava ile ilgili açıklamaların hep fiyasko verdiği meydana çıktı… Tercüme ediliyor, geç geldi, posta ile geliyor, elçilik kanalı ile geldi falan filan! Her neyse hiç olmazsa tercümesi ile birlikte geldi ya! Şimdi tez elden sorun çözülmeli!
Haaa, unutmayalım öncelikle de RTÜK hemen elden geçirilmesi Deniz Feneri e.V. olayında baş rol oyuncusu Zahit Akman hemen görevden alınmalıdır. Devletin kanalında milletin sesini, işi en iyi bilenler duyurmalıdır.
Ne özendirme değil mi? Çalışan TRT mensuplarına emekliliği özendir, eleman kısıntısına gideceğiz diye; bu özenti sonunda yedi yüzden fazla kişi emekli olsun (daha ziyade atılmak korkusundan) sonra da bin dört yüz hatırlı kişi, yandaş, fikir arkadaşı işe alınsın! Ne iyi değil mi?
Offf beee! Bahar geldi, Boğaziçi en iyi günlerine koşar adım gidiyor; Erguvanlar Boğaziçi yamaçlarında boy göstermeye başladı. Biz hale neleri yazıyoruz!
Bari şunu da yazayım: Genel Kurmay Başkan Org. Başbuğ, Genel Kurmay Karargahında yaptığı basın toplantısında; önce basın mensuplarına, sonra siyasilere, sonra yargıya ve daha sonra da tüm topluma demokrasi dersi verdi, alkışlamak gerek!
Katır tırnaklarının Erguvan’ın yerini alıncaya kadar tekrar buluşmak dileğiyle.
01.05.2009.
İbrahim BALCI
Hayret değil mi? Göreve giden askeri araç pusuya düşürüldü ve kurulan tuzak sonucu havaya uçuruldu. Dokuz fiden gibi genç asker şehit oldu.
Aynı gün Şemdinli’de bir er daha şehit edildi!
Yine aynı gün Viranşehir’de ana kolun bahçesine molotov kokteyli atıldı, bebelerin telef olmaları için!
Canlı bombalar piyasaya sürüldü insan avlamak, toplumu tedirgin etmek için!
Başkent Üniversitesine derse giden eski Adalet Bakanı Prof. Dr. H. Sami Türk’e canlı bomba yaklaşıp pimi çektiyse de kendini patlatamadığı için Prof. Dr. Sami Türk ve yanındakiler mutlak ölümden kurtuldu.
Terörist tabancasını çekip eylemine devam etmek istediyse de gözü pek korumalar devreye girip terörist kızı etkisiz hale getirdi, gözcü olanı da yakaladı.
Ooo terörist kız hiç de yabancı bir yüz değilmiş! Hemen her olayın içinde mevcut, göz altına alınmışlığı, tutuklanmışlığı, hapis yatmışlığı var! Yani tam yetişmiş!
Ergenekon olayı nasıl bir şeydir, çözümü gerekir ama nasıl, hangi yöntem uygulanarak sonuca varılacaktır. Hukuk devam ediyor bir arpa boyu ileri gittiği yok, hala dalga dalga gözaltılar geliyor!
Poyrazköy’de gömülü silahlardaki parmak izleri, suçlananlarınki ile uyuşmadı, fiyasko! Ya diğerleri, bekleyeceğiz, göreceğiz! Tek istenilen gerçeklerin ortaya çıkması!
Tabii gerçekler sadece Ergenekon davası için değil, bir önemli dava daha var DENİZ FENERİ e.V! Nedense bu davanın seyri ağır akan nehir gibi! Bu dava ile ilgili açıklamaların hep fiyasko verdiği meydana çıktı… Tercüme ediliyor, geç geldi, posta ile geliyor, elçilik kanalı ile geldi falan filan! Her neyse hiç olmazsa tercümesi ile birlikte geldi ya! Şimdi tez elden sorun çözülmeli!
Haaa, unutmayalım öncelikle de RTÜK hemen elden geçirilmesi Deniz Feneri e.V. olayında baş rol oyuncusu Zahit Akman hemen görevden alınmalıdır. Devletin kanalında milletin sesini, işi en iyi bilenler duyurmalıdır.
Ne özendirme değil mi? Çalışan TRT mensuplarına emekliliği özendir, eleman kısıntısına gideceğiz diye; bu özenti sonunda yedi yüzden fazla kişi emekli olsun (daha ziyade atılmak korkusundan) sonra da bin dört yüz hatırlı kişi, yandaş, fikir arkadaşı işe alınsın! Ne iyi değil mi?
Offf beee! Bahar geldi, Boğaziçi en iyi günlerine koşar adım gidiyor; Erguvanlar Boğaziçi yamaçlarında boy göstermeye başladı. Biz hale neleri yazıyoruz!
Bari şunu da yazayım: Genel Kurmay Başkan Org. Başbuğ, Genel Kurmay Karargahında yaptığı basın toplantısında; önce basın mensuplarına, sonra siyasilere, sonra yargıya ve daha sonra da tüm topluma demokrasi dersi verdi, alkışlamak gerek!
Katır tırnaklarının Erguvan’ın yerini alıncaya kadar tekrar buluşmak dileğiyle.
01.05.2009.
İbrahim BALCI
GÖREV ZOR,
GÖREV ZOR,
HOŞGÖRÜLÜ OLMAK
DAHA ZOR!
Yerel seçim ilçemizde kazasız belasız atlatıldı. Tüm partileri ve partilileri olgunluklarından dolayı kutlarım. Seçim ayı boyunca müthiş bir hoşgörü gösterdiler ve centilmence hareket ettiler. Adeta centilmenlikte, insanlıkta birbirleriyle yarıştılar!
Adayların hiç biri kırıcı konuşmadı, kin kusmadı, küfretmedi, iftira atmadı. En medeni şekilde yarıştılar; kazandılar, kaybettiler. Kazananı da kaybedeni de kutlarım.
Tabii münferit olaylar olmadı değil, oldu! Tabii ki ayıp oldu. DSP seçim bürolarına saldırı hoş değildi, asla tasvip edilmedi ve kabul görmedi. Sandık başındaki olgunluk ise dört dörtlüktü, bravo derim görevlilere, severek görev yapanlara ve gözlemci olarak bulunanlara!
Büyük maçın galibi Şükrü Genç oldu. Hem de büyük oy farkı ile! Bu büyük oy farkı büyük sorumlulukları da sırtına yüklüyor tabii ki; bunun farkındadır her halde!
Şükrü Genç neler yapmalı? Kesinlikli bir programı vardır, partisinin programı vardır, onları uygulayacaktır. Ancak bizim şimdilik tek önerimiz şudur: Sayın Genç, lütfen çok arzulu başladığın görevin boyunca, bilhassa ilk birkaç ayı atlatana kadar HOŞGÖRÜLÜ ol!
Hoşgörü ve iyi niyet başarının yarısıdır ve daha önemlisi başarıyı getiren en önemli faktördür.
Sayın Genç: iş bilen, namuslu, haksever ve rüşveti elinin tersi ile iten memur veya işçi hangi siyasi görüşten olursa olsun onları harcama! Onları kazan ve onlardan yararlan! Elbetteki hatası olanı, yanlış yapanı, kasıtlı hareket edeni, kuyunu kazma yolunda fikir üreten ve siyasi çalışma içine gireni göndermek hakkını da kullanacaksın. Buna da kimse bir şey diyemez!
Sayın Başkan, bu ilk bir ay sizin için ısınma turu olacak gibi! Durum onu gösteriyor. Zira her gün onlarca ziyaretçi geleçek; kutlamalar, tebrikler; gelsin çiçekler saksı saksı, gelsin şekerler kutu kutu! Çaylar, ikramlar, oraya buraya davetler!
Bende bir zamanlar, yeni seçilen bir başkana önemli bir işin gitmiştim, bekletilmeden odasına alındım. Yanında üç beş kişi vardı, bir de terzi!!! Terzi başkanın ölçüsünü alıyordu. Ölçü alındıktan sonra sordu “Kaç elbise dikilicek?”. Kaç tane dik dediğini yazmayayım, ayıp olur! Bu arkadaşımız şimdi….. YAZMASAM DAHA İYİ OLUR!!!
Devir köşe dönme devri denilse de, bu söylemin iltifat edilecek, uyulacak ve uygulanacak, erdemli bir söylem olmadığını kabul edeceğini biliyor bu yolda hareket edeceğinize inanıyorum.
Bence devir köşe dönme devri değil; ahlakı, dürüstlüğü ve erdemi yeniden hayata geçirme devridir.
Bu sınavdan da başarılı çıkacağın inancı içinde çalışmalarınızda size ve meclisiniz üyesi partili partisiz tüm arkadaşlarınıza üstün başarılar diliyorum.
İbrahim BALCI
04.04.2009
HOŞGÖRÜLÜ OLMAK
DAHA ZOR!
Yerel seçim ilçemizde kazasız belasız atlatıldı. Tüm partileri ve partilileri olgunluklarından dolayı kutlarım. Seçim ayı boyunca müthiş bir hoşgörü gösterdiler ve centilmence hareket ettiler. Adeta centilmenlikte, insanlıkta birbirleriyle yarıştılar!
Adayların hiç biri kırıcı konuşmadı, kin kusmadı, küfretmedi, iftira atmadı. En medeni şekilde yarıştılar; kazandılar, kaybettiler. Kazananı da kaybedeni de kutlarım.
Tabii münferit olaylar olmadı değil, oldu! Tabii ki ayıp oldu. DSP seçim bürolarına saldırı hoş değildi, asla tasvip edilmedi ve kabul görmedi. Sandık başındaki olgunluk ise dört dörtlüktü, bravo derim görevlilere, severek görev yapanlara ve gözlemci olarak bulunanlara!
Büyük maçın galibi Şükrü Genç oldu. Hem de büyük oy farkı ile! Bu büyük oy farkı büyük sorumlulukları da sırtına yüklüyor tabii ki; bunun farkındadır her halde!
Şükrü Genç neler yapmalı? Kesinlikli bir programı vardır, partisinin programı vardır, onları uygulayacaktır. Ancak bizim şimdilik tek önerimiz şudur: Sayın Genç, lütfen çok arzulu başladığın görevin boyunca, bilhassa ilk birkaç ayı atlatana kadar HOŞGÖRÜLÜ ol!
Hoşgörü ve iyi niyet başarının yarısıdır ve daha önemlisi başarıyı getiren en önemli faktördür.
Sayın Genç: iş bilen, namuslu, haksever ve rüşveti elinin tersi ile iten memur veya işçi hangi siyasi görüşten olursa olsun onları harcama! Onları kazan ve onlardan yararlan! Elbetteki hatası olanı, yanlış yapanı, kasıtlı hareket edeni, kuyunu kazma yolunda fikir üreten ve siyasi çalışma içine gireni göndermek hakkını da kullanacaksın. Buna da kimse bir şey diyemez!
Sayın Başkan, bu ilk bir ay sizin için ısınma turu olacak gibi! Durum onu gösteriyor. Zira her gün onlarca ziyaretçi geleçek; kutlamalar, tebrikler; gelsin çiçekler saksı saksı, gelsin şekerler kutu kutu! Çaylar, ikramlar, oraya buraya davetler!
Bende bir zamanlar, yeni seçilen bir başkana önemli bir işin gitmiştim, bekletilmeden odasına alındım. Yanında üç beş kişi vardı, bir de terzi!!! Terzi başkanın ölçüsünü alıyordu. Ölçü alındıktan sonra sordu “Kaç elbise dikilicek?”. Kaç tane dik dediğini yazmayayım, ayıp olur! Bu arkadaşımız şimdi….. YAZMASAM DAHA İYİ OLUR!!!
Devir köşe dönme devri denilse de, bu söylemin iltifat edilecek, uyulacak ve uygulanacak, erdemli bir söylem olmadığını kabul edeceğini biliyor bu yolda hareket edeceğinize inanıyorum.
Bence devir köşe dönme devri değil; ahlakı, dürüstlüğü ve erdemi yeniden hayata geçirme devridir.
Bu sınavdan da başarılı çıkacağın inancı içinde çalışmalarınızda size ve meclisiniz üyesi partili partisiz tüm arkadaşlarınıza üstün başarılar diliyorum.
İbrahim BALCI
04.04.2009
M Ü J D E
YUSUF ZİYA ÖNİŞ STADI AÇILIYOR
İbrahimbalci.net adlı sitemde yer alan bir yazımda, Sarıyer Yusuf Ziya Öniş Stadının neden açılamadığını izaha çalışmış, yakından tanıdığımız Mermerci Murat’a ihalesinin verilmesinin nedenlerini sormuş, hatta il müdürlüğü tarafından pek çok ihalenin bu arkadaşa verilmesini sorgulamıştım. Bu arada, Sarıyerli olmasına karşın İstanbul İl Gençlik ve Spor Müdürünün işin bitirilmesi için gereken ilgiyi göstermediğini yermiştim.
Haksız mıydım? Hiçbir Sarıyerli “Hata ettin, yanlış düşünceler taşıyorsun” diyemez. Gerçek böyledir. YZÖ Stadı 20 Mayıs 2007 tarihinde kapanır da iki yıl içinde bakım ve onarımı yapılamazsa, Sarıyer Spor Kulübü ile futbol ile biraz olsun ilgilenenler “Haksız eleştiriyorsun” diyebilirler mi? DİYEMEZ, DEMEZ, DEMEMELİDİR!
Çeşitli nedenlerle maddi manevi zorluklarla yaşam savaşı veren Sarıyer Spor kulübüne bir darbe de gereksiz yere Stadı kapatanlar ve “Bakıma alacağız, onaracağız” diyenler vurdu!
Sarıyerli olacaksın, Sarıyer Spor kulübü üyesi olacaksın, İstanbul İl Gençlik ve Spor Müdürü olacaksın; Sarıyer Spor Kulübü genel kurullarına gelip söz alıp konuşacak, kesin sözler verecek, gülücükler dağıtacak; stat şu tarihte açılacak diye haykıracaksın! Ne var ki hiçbir şey yapmayacak ve verdiğin sözle, haykırdığınla kalacaksın!
Bu nasıl iştir?
Belki haklıdır Murat Şen kardeşimiz. Yazımızı okuyunca üzülmüş. Sevdiği ve saydığı bir insanın yazıları ağır gelmiş kendisine, hatta küçük düşürüldüğünü düşünmüş! Telefonla arayarak “Bu yazı ağır oldu, mermerci bir insan, atılım yapamaz mı? İnşaatçı, müteahhit veya başka bir meslekte iş yapamaz mı? Kulübümün başarısını ben sizin kadar istemiyor muyum” diyerek sitem etti.
Murat Şen haklıdır. Kulübü bizim gibi sever; hatta kendisine mermer işleri yaptığımızda verdiği fiyat neyse kabul eder, işi yaptırır sonra da kendi aklımızdan geçen parayı verirdik, yani kulübümüzden cebine ancak yaptığı işin sermayesi girerdi. Bunları unutmadık, unutmayız! Sarıyer Spor Kulübüne kim bir nebze hizmet etmişse onun hakkını veririz. Ama, bu stadyum işi bambaşka bir şey! Telafisi imkansız yaralar açıyor Sarıyer Spor Kulübünün başına!
Türkiye’nin 30 bin kişilik en modern Stadı olan Kayseri Stadı iki yılda tamamlandı. Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe lig maçı ile hizmete açıldı. Sarıyer YZÖ stadı da iki yıl önce bakıma alındı ama hala tamamlanamadı.İnşallah bir iki yıl daha beklemeyiz. Murat Şen arkadaşımız; “En kısa zamanda başlayacağız, bir buçuk ayda bitiririz” diyerek yine umutlarımızın yeşermesine neden oldu. İnşallah yanıltmazlar bizi!
Müteahhit Murat Şen, açık beyanı ile bize Stadın bir buçuk ay sonra açılacağı MÜJDESİNİ veriyor, hayırlara gitsin!!!
Sarıyer Profesyonel futbol takımı, mensup olduğu grupta ölümüne maçlar oynuyor. Berbat bir halı sahada maçlarını oynadığı için hemen her maçta sakat veriyor. Emrah Şahin Çiftçi ligin birinci haftasında sakatlandı, hala sakatlığı devam ediyor; Mustafa Çakır sakatlandı ve tam üç ay sahadan uzak kaldı. Atahan da aylarca oynayamadı, Çağdaş ile Ferdi de halı saha kurbanlarından sakatlıkları devam ediyor. Tabii ki rakip takımlarda oyuncu sakatlıkları ile baş başa kalıyor. Yetkililerin böylesi durumları görmezden gelmeleri, yapacakları işi hafiften almaları, gereği özeni, özveriyi, ilgiyi göstermemeleri affedilecek gibi değildir.
Sayın İl Gençlik ve Spor Müdürümüz Tamer Taşpınar’ın dikkatine sunulur!!!
***
İlçemizde seçim çalışmaları yoğun tempoda devam ediyor. Dün birbirlerine selam vermeyen adaylar şimdi birbirlerini ziyaret ederek, gülücükler dağıtıyorlar. Eskiden karşılaştıklarında suratları asılanlar, birbirlerini görmezden gelenler şimdi birbirlerini güler yüzle karşılıyor, ikramlarda bulunuyorlar; birbirlerinin bürolarını ziyaret edip çay içiyorlar. Sarıyer ilçesinde seviyeli bir yarış var. İnşallah böyle devam eder! Adayların saygılı olmaları, tahrikten kaçınmaları, birbirlerine sempati ile yaklaşmaları tansiyonu düşürüyor, iyi bir hava doğmasına neden oluyor. Bunu, parti liderleri de yapsa ne kadar iyi olur diye düşünüyor insan!
İlçemizde üç parti müthiş bir mücadele içindeler. Yarış sandığa nasıl yansıyacak göreceğiz. Ama her dönemde olduğu gibi bu dönemde de kazananla kaybeden arasında büyük fark olmayacağa benziyor. Sarıyer’de seçimlerin nabzını tutanlarla konuşmalarımızda “Konuşmak için erken” ikazını aldık. Doğrudur, konuşmak ve bir karar verebilmek için en azından son haftaya girmek gerekir.
Bu yerel seçim mücadelesinde muhtarlık seçimleri de hayli zorlu geçecek. Zira aday sayısı hayli fazla! Yılların muhtarlarına karşı adaylık yarışına girenler iddialı! Tabii ki “Mührü” elinde tutanlar her zaman şanslı ise de seçimler daima sürprize açıktır. Bekleyeceğiz göreceğiz.
İbrahim BALCI
10.03.2009
İbrahimbalci.net adlı sitemde yer alan bir yazımda, Sarıyer Yusuf Ziya Öniş Stadının neden açılamadığını izaha çalışmış, yakından tanıdığımız Mermerci Murat’a ihalesinin verilmesinin nedenlerini sormuş, hatta il müdürlüğü tarafından pek çok ihalenin bu arkadaşa verilmesini sorgulamıştım. Bu arada, Sarıyerli olmasına karşın İstanbul İl Gençlik ve Spor Müdürünün işin bitirilmesi için gereken ilgiyi göstermediğini yermiştim.
Haksız mıydım? Hiçbir Sarıyerli “Hata ettin, yanlış düşünceler taşıyorsun” diyemez. Gerçek böyledir. YZÖ Stadı 20 Mayıs 2007 tarihinde kapanır da iki yıl içinde bakım ve onarımı yapılamazsa, Sarıyer Spor Kulübü ile futbol ile biraz olsun ilgilenenler “Haksız eleştiriyorsun” diyebilirler mi? DİYEMEZ, DEMEZ, DEMEMELİDİR!
Çeşitli nedenlerle maddi manevi zorluklarla yaşam savaşı veren Sarıyer Spor kulübüne bir darbe de gereksiz yere Stadı kapatanlar ve “Bakıma alacağız, onaracağız” diyenler vurdu!
Sarıyerli olacaksın, Sarıyer Spor kulübü üyesi olacaksın, İstanbul İl Gençlik ve Spor Müdürü olacaksın; Sarıyer Spor Kulübü genel kurullarına gelip söz alıp konuşacak, kesin sözler verecek, gülücükler dağıtacak; stat şu tarihte açılacak diye haykıracaksın! Ne var ki hiçbir şey yapmayacak ve verdiğin sözle, haykırdığınla kalacaksın!
Bu nasıl iştir?
Belki haklıdır Murat Şen kardeşimiz. Yazımızı okuyunca üzülmüş. Sevdiği ve saydığı bir insanın yazıları ağır gelmiş kendisine, hatta küçük düşürüldüğünü düşünmüş! Telefonla arayarak “Bu yazı ağır oldu, mermerci bir insan, atılım yapamaz mı? İnşaatçı, müteahhit veya başka bir meslekte iş yapamaz mı? Kulübümün başarısını ben sizin kadar istemiyor muyum” diyerek sitem etti.
Murat Şen haklıdır. Kulübü bizim gibi sever; hatta kendisine mermer işleri yaptığımızda verdiği fiyat neyse kabul eder, işi yaptırır sonra da kendi aklımızdan geçen parayı verirdik, yani kulübümüzden cebine ancak yaptığı işin sermayesi girerdi. Bunları unutmadık, unutmayız! Sarıyer Spor Kulübüne kim bir nebze hizmet etmişse onun hakkını veririz. Ama, bu stadyum işi bambaşka bir şey! Telafisi imkansız yaralar açıyor Sarıyer Spor Kulübünün başına!
Türkiye’nin 30 bin kişilik en modern Stadı olan Kayseri Stadı iki yılda tamamlandı. Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe lig maçı ile hizmete açıldı. Sarıyer YZÖ stadı da iki yıl önce bakıma alındı ama hala tamamlanamadı.İnşallah bir iki yıl daha beklemeyiz. Murat Şen arkadaşımız; “En kısa zamanda başlayacağız, bir buçuk ayda bitiririz” diyerek yine umutlarımızın yeşermesine neden oldu. İnşallah yanıltmazlar bizi!
Müteahhit Murat Şen, açık beyanı ile bize Stadın bir buçuk ay sonra açılacağı MÜJDESİNİ veriyor, hayırlara gitsin!!!
Sarıyer Profesyonel futbol takımı, mensup olduğu grupta ölümüne maçlar oynuyor. Berbat bir halı sahada maçlarını oynadığı için hemen her maçta sakat veriyor. Emrah Şahin Çiftçi ligin birinci haftasında sakatlandı, hala sakatlığı devam ediyor; Mustafa Çakır sakatlandı ve tam üç ay sahadan uzak kaldı. Atahan da aylarca oynayamadı, Çağdaş ile Ferdi de halı saha kurbanlarından sakatlıkları devam ediyor. Tabii ki rakip takımlarda oyuncu sakatlıkları ile baş başa kalıyor. Yetkililerin böylesi durumları görmezden gelmeleri, yapacakları işi hafiften almaları, gereği özeni, özveriyi, ilgiyi göstermemeleri affedilecek gibi değildir.
Sayın İl Gençlik ve Spor Müdürümüz Tamer Taşpınar’ın dikkatine sunulur!!!
***
İlçemizde seçim çalışmaları yoğun tempoda devam ediyor. Dün birbirlerine selam vermeyen adaylar şimdi birbirlerini ziyaret ederek, gülücükler dağıtıyorlar. Eskiden karşılaştıklarında suratları asılanlar, birbirlerini görmezden gelenler şimdi birbirlerini güler yüzle karşılıyor, ikramlarda bulunuyorlar; birbirlerinin bürolarını ziyaret edip çay içiyorlar. Sarıyer ilçesinde seviyeli bir yarış var. İnşallah böyle devam eder! Adayların saygılı olmaları, tahrikten kaçınmaları, birbirlerine sempati ile yaklaşmaları tansiyonu düşürüyor, iyi bir hava doğmasına neden oluyor. Bunu, parti liderleri de yapsa ne kadar iyi olur diye düşünüyor insan!
İlçemizde üç parti müthiş bir mücadele içindeler. Yarış sandığa nasıl yansıyacak göreceğiz. Ama her dönemde olduğu gibi bu dönemde de kazananla kaybeden arasında büyük fark olmayacağa benziyor. Sarıyer’de seçimlerin nabzını tutanlarla konuşmalarımızda “Konuşmak için erken” ikazını aldık. Doğrudur, konuşmak ve bir karar verebilmek için en azından son haftaya girmek gerekir.
Bu yerel seçim mücadelesinde muhtarlık seçimleri de hayli zorlu geçecek. Zira aday sayısı hayli fazla! Yılların muhtarlarına karşı adaylık yarışına girenler iddialı! Tabii ki “Mührü” elinde tutanlar her zaman şanslı ise de seçimler daima sürprize açıktır. Bekleyeceğiz göreceğiz.
İbrahim BALCI
10.03.2009
İ Ş İ M İ Z!
Sarıyer Spor Kulübümüzle ilgilenen herkesin takımımızın ligdeki puan mücadelesine kilitlendiğini biliyoruz. Zor günler içindeyiz. Ama tabii ki sadece kulübümüz için değil, ligde mücadele eden ilk iki sırada yer alan takımların dışındaki yedi takım zor günler geçiriyor. Üçüncü ile dokuzunca arasındaki puan farkı sadece iki maçlık. Yani üst üste iki maç kazanan en üst sıralara kadar çıkıyor! Futbolun cilvesi bu! Böyle olduğu içindir ki zevklidir.
Bu hafta Darıca G. B. ile ilk yarının son maçını oynayacağız. Kazanmamız gerekir, kazanacağız. Buna inanıyorum. Bu inancımı da hiç yitirmiş değilim. Takımımızda eksikler var; olacak tabii. Futbol bu! Son maçta Atahan’ın sakatlığı da cabası. Ama Atahan dışarda kalırken Ferdi, Çağdaş ve Erdem saha içinde olacaktır. Yani yeni taze kuvvetler gelecek!
Kulübümüz yönetim kurulu geç de olsa fevkalade olumlu bir karar alarak, Savaş ile Mustafa’yı göreve davet ettiler. İşte profesyonellik bu! Bu iki futbolcu da profesyonelliğin, olgunluğun ve kulüp sevgisinin her şeyin üstünde olduğunu gösterdiler ve davete uyarak çalışmalara katıldılar. Hem yönetim kurulunu ve hem de sporda tevazu en büyük onurdur düşüncesi içinde hareket eden futbolcu kardeşlerimi kutlarım.
Futbolcularımızın bu maça yeteri kadar ciddi hazırlanacaklarını, kendilerini bu önemli maç için motive edeceklerini, yönetim kurulumuzun da kendilerine maçın kazanılması yolunda gerekli olanakları sağlayacaklarını, taraftarların da desteklerini tüm güçleriyle vereceklerini biliyorum. Bütün bunların yapılması başarıyı getirir, bu yapılacak yapılması gerekir, zira Sarıyerlilik budur.
Hemen her hafta maçları izlemeye çalışıyoruz, bütün takımları tanıyoruz. Hatta nerede ise kendi takımımız kadar yakından tanıyoruz. Hangi futbol adamı ile konuşsam, “Sarıyer Ligin en iyisi ama devamlılığı yok” diyor. Devamlılık demek maçı başladığı gibi iyi bitirmek demektir. Kötü başladığı maçı iyiye dönüştürmek iyi bitirmek demektir. Aynı şey futbolcularımız için geçerlidir. Futbolcularımız devamlılık gösterirse takımımızda aynı paralelde gidecek ve başarıyı, galibiyeti yakalayacaktır.
Darıca maçımız çok önemli, alacağımız üç puan takımımızı orta sıralarda tutar. Zira, son hafta BAY olacağız. Bay olmanın yararı yok, zararı var. Çünkü, ikinci yarının son haftasında da BAY olacağız. Düşmemek için yeterli puanı almak zorundayız.
Ethem’i, Mustafaları, Erdem’i Erdi’si, Gökhan Çakır’ı, Gökhan Ünver’i, kaptan Yasin’i, Ertan’ı, Tayfun’u, Ferdi’si, Çağdaş’ı, Savaşı, Hakan’ı, Jan’ı, İsmal’i, Harullah’ı, Erdoğan’ı, Ulaş’ı ile Sarıyer Darıca’yı yenebilecek güçtedir.
Y-E-N-E-C-E-K-T-İ-R!
Başka çare var mı? İŞİMİZ bu, yani yenmek olmalı!
Sayın İl Gençlik Spor Müdürümüz Tamer Taşdemir’e de sitemimiz olacak! İnsanlar hem sevdiklerine, hem de kızdıklarına; daha önemlisi de çok şey beklediklerinden bir şey göremediklerine sitem eder!
Sayın Taşpınar; Bu mayıs ayının yirmisinde Sarıyer sahasının kapatılması yirmi dört ayı dolduracak. Yani tam iki yıl olacak. Galatasaray’ın elli bin kişilik yeni stadının ise beş ayda yüzde sekseni bitti. Gazetelerde çarşaf çarşaf yazılar var. Siz hala hazır stadı bitiremediniz. Olacak iş mi? Bu gidişle bitmeyecek de! Çünkü sizin niyetiniz yok! Yahu bizim, otuz yıllık mermerci arkadaşımızı Stad ve kapalı salon yapan müteahhit yaptınız çıktınız! Bakım ve onarıma başlandığından beri bütün ihaleleri ona veriyorsunuz. Peki neden bitirmiyor?
Bugüne kadar yaptığın masrafı onda biri ile sizden emekli Mehmet çavuş o stadı bitirirdi be! Hiç olmazsa, zemin için adama danışılsaydı. Hatırlayınız Şükrü Saraçoğlu Stadının maraton stadı yapılmamış olmasına rağmen, branda çekilerek lig maçları oynandı. Siz isteseydiniz biz de maçlarımızı Yusuf Ziya Öniş Stadında oynardık! Ama istemediniz!!!
Ama bir gün bunları size hatırlatırsak, lütfen “Yaptım, ettim, oldu, olmadı” demeyiniz. Yapılmasını ve bitmesini istemediniz!
İbrahim BALCI
04.03.2009
Bu hafta Darıca G. B. ile ilk yarının son maçını oynayacağız. Kazanmamız gerekir, kazanacağız. Buna inanıyorum. Bu inancımı da hiç yitirmiş değilim. Takımımızda eksikler var; olacak tabii. Futbol bu! Son maçta Atahan’ın sakatlığı da cabası. Ama Atahan dışarda kalırken Ferdi, Çağdaş ve Erdem saha içinde olacaktır. Yani yeni taze kuvvetler gelecek!
Kulübümüz yönetim kurulu geç de olsa fevkalade olumlu bir karar alarak, Savaş ile Mustafa’yı göreve davet ettiler. İşte profesyonellik bu! Bu iki futbolcu da profesyonelliğin, olgunluğun ve kulüp sevgisinin her şeyin üstünde olduğunu gösterdiler ve davete uyarak çalışmalara katıldılar. Hem yönetim kurulunu ve hem de sporda tevazu en büyük onurdur düşüncesi içinde hareket eden futbolcu kardeşlerimi kutlarım.
Futbolcularımızın bu maça yeteri kadar ciddi hazırlanacaklarını, kendilerini bu önemli maç için motive edeceklerini, yönetim kurulumuzun da kendilerine maçın kazanılması yolunda gerekli olanakları sağlayacaklarını, taraftarların da desteklerini tüm güçleriyle vereceklerini biliyorum. Bütün bunların yapılması başarıyı getirir, bu yapılacak yapılması gerekir, zira Sarıyerlilik budur.
Hemen her hafta maçları izlemeye çalışıyoruz, bütün takımları tanıyoruz. Hatta nerede ise kendi takımımız kadar yakından tanıyoruz. Hangi futbol adamı ile konuşsam, “Sarıyer Ligin en iyisi ama devamlılığı yok” diyor. Devamlılık demek maçı başladığı gibi iyi bitirmek demektir. Kötü başladığı maçı iyiye dönüştürmek iyi bitirmek demektir. Aynı şey futbolcularımız için geçerlidir. Futbolcularımız devamlılık gösterirse takımımızda aynı paralelde gidecek ve başarıyı, galibiyeti yakalayacaktır.
Darıca maçımız çok önemli, alacağımız üç puan takımımızı orta sıralarda tutar. Zira, son hafta BAY olacağız. Bay olmanın yararı yok, zararı var. Çünkü, ikinci yarının son haftasında da BAY olacağız. Düşmemek için yeterli puanı almak zorundayız.
Ethem’i, Mustafaları, Erdem’i Erdi’si, Gökhan Çakır’ı, Gökhan Ünver’i, kaptan Yasin’i, Ertan’ı, Tayfun’u, Ferdi’si, Çağdaş’ı, Savaşı, Hakan’ı, Jan’ı, İsmal’i, Harullah’ı, Erdoğan’ı, Ulaş’ı ile Sarıyer Darıca’yı yenebilecek güçtedir.
Y-E-N-E-C-E-K-T-İ-R!
Başka çare var mı? İŞİMİZ bu, yani yenmek olmalı!
Sayın İl Gençlik Spor Müdürümüz Tamer Taşdemir’e de sitemimiz olacak! İnsanlar hem sevdiklerine, hem de kızdıklarına; daha önemlisi de çok şey beklediklerinden bir şey göremediklerine sitem eder!
Sayın Taşpınar; Bu mayıs ayının yirmisinde Sarıyer sahasının kapatılması yirmi dört ayı dolduracak. Yani tam iki yıl olacak. Galatasaray’ın elli bin kişilik yeni stadının ise beş ayda yüzde sekseni bitti. Gazetelerde çarşaf çarşaf yazılar var. Siz hala hazır stadı bitiremediniz. Olacak iş mi? Bu gidişle bitmeyecek de! Çünkü sizin niyetiniz yok! Yahu bizim, otuz yıllık mermerci arkadaşımızı Stad ve kapalı salon yapan müteahhit yaptınız çıktınız! Bakım ve onarıma başlandığından beri bütün ihaleleri ona veriyorsunuz. Peki neden bitirmiyor?
Bugüne kadar yaptığın masrafı onda biri ile sizden emekli Mehmet çavuş o stadı bitirirdi be! Hiç olmazsa, zemin için adama danışılsaydı. Hatırlayınız Şükrü Saraçoğlu Stadının maraton stadı yapılmamış olmasına rağmen, branda çekilerek lig maçları oynandı. Siz isteseydiniz biz de maçlarımızı Yusuf Ziya Öniş Stadında oynardık! Ama istemediniz!!!
Ama bir gün bunları size hatırlatırsak, lütfen “Yaptım, ettim, oldu, olmadı” demeyiniz. Yapılmasını ve bitmesini istemediniz!
İbrahim BALCI
04.03.2009
BU MAÇI KAZANIRIZ!
Bence lig bu hafta başlıyor. Büyük avantajı var takımımızın. Kendi sahamızda ilk maçımızı oynuyoruz.
Puan cetvelinde 30 puanla sondan üçüncüyüz. Lider takımın puanı 38 üçüncünün 33… Üç puanlı sistemde arada fark yok gibi.
On bir maç daha var. Toplam puan 33!
Grupta takımlar eşit güçte. Maç günü şansı yaver giden, üst üste sakatlıklar vermeyen maçı alıp götürüyor.
Takımımız maça iyi hazırlanıyor. İnançları yerinde ve çok azimliler. Taraftar kenetlenmiş ve maça kilitlenmiş. Yönetim eskisiyle yenisiyle bir bütün; futbolcusuyla, taraftarıyla el ele gönül gönüle!
Bu sezon hakemlerden yakınmıyoruz. Bilinçli hiçbir şey yapıldığı yok. Olanlar üzse de asla bilinçli değil, buna inanıyoruz.
Takımımız elemanlarının her biri çok yetenekli. Arzulu olduklarında alt edemeyecekleri takım yok! Kim “yenerim” derse, boynu bükük ayrılır sahadan!
Ethem’den Ferdi’ye kadar pırıl pırıl çocuklar. Ethem’in kalitesinde kaç kaleci var ülkemizde? Belki bir iki! Ama bizim ligde yok! Erdi’nin, Mustafa Çakır’ın, Erdem’in yeteneği grupta hiçbir takımın elemanında yok! Çağdaş’ın Savaş güçü, Hakan’ın soğukkanlılığı, Gökhan Çakır’ın bilek gücü bizim grupta kaç futbolcuda var ki? Bence yok. Gökhan Ünver’in akıl dolu futbolu, duran ve giden toplara dokunuşu ve gol vuruşları kaç kişi de var? Bence kimse de yok! Ferdi’nin inanılmaz mücadele gücüne maç sonuna kadar kaç kişi karşı koyabilir? Bence kimse karşısında rahat edemez! Hele kuyruklu yıldız misali parıl parıl parlayan, inanılmaz atakları ile rakip defansları hallaç pamuğu gibi atan ve gol yollarındaki inanılmaz yeteneği ile alkış alan Ertan’ın karşısında kim maçın sonunu rahat götürebilir? Hiç bir defans elemanı bu güce sahip değil! Ertan yeter ki istesin ve arkadaşlarından istediği topu alsın, bütün defansları darmadağın eder! Takımda artık gerçek bir maestro da var! Yasin Beşiktaş’taki gençliğini kendi semt kulübünde yeni baştan yaşayacak ve takımı fevkalade yönetecektir. Atahan, Tayfun, Jan, Oğuz tanıdığımız bu gençlerin de havası yerinde, en iyi futbolu oynamanın arzusu içindeler. Yeni alınanların da aynı havayı soluyacakları kesin.
O halde neden olmasın?
Neden Bozüyük’ü eli boş göndermeyelim? Neden üst üste galibiyetlerle üst sıraları zorlamayalım? Neden kalan 33 puanı kayıpsız geçerek lider olmayalım?
Oluruz, oluruz, bu güce sahibiz. Yeter ki istekli olalım!
Çocuklar siz sahada, bizlerde tribünde aynı mücadeleyi vereceğiz. Şansınız açık olsun!
İbrahim BALCI
21.02.2009
Puan cetvelinde 30 puanla sondan üçüncüyüz. Lider takımın puanı 38 üçüncünün 33… Üç puanlı sistemde arada fark yok gibi.
On bir maç daha var. Toplam puan 33!
Grupta takımlar eşit güçte. Maç günü şansı yaver giden, üst üste sakatlıklar vermeyen maçı alıp götürüyor.
Takımımız maça iyi hazırlanıyor. İnançları yerinde ve çok azimliler. Taraftar kenetlenmiş ve maça kilitlenmiş. Yönetim eskisiyle yenisiyle bir bütün; futbolcusuyla, taraftarıyla el ele gönül gönüle!
Bu sezon hakemlerden yakınmıyoruz. Bilinçli hiçbir şey yapıldığı yok. Olanlar üzse de asla bilinçli değil, buna inanıyoruz.
Takımımız elemanlarının her biri çok yetenekli. Arzulu olduklarında alt edemeyecekleri takım yok! Kim “yenerim” derse, boynu bükük ayrılır sahadan!
Ethem’den Ferdi’ye kadar pırıl pırıl çocuklar. Ethem’in kalitesinde kaç kaleci var ülkemizde? Belki bir iki! Ama bizim ligde yok! Erdi’nin, Mustafa Çakır’ın, Erdem’in yeteneği grupta hiçbir takımın elemanında yok! Çağdaş’ın Savaş güçü, Hakan’ın soğukkanlılığı, Gökhan Çakır’ın bilek gücü bizim grupta kaç futbolcuda var ki? Bence yok. Gökhan Ünver’in akıl dolu futbolu, duran ve giden toplara dokunuşu ve gol vuruşları kaç kişi de var? Bence kimse de yok! Ferdi’nin inanılmaz mücadele gücüne maç sonuna kadar kaç kişi karşı koyabilir? Bence kimse karşısında rahat edemez! Hele kuyruklu yıldız misali parıl parıl parlayan, inanılmaz atakları ile rakip defansları hallaç pamuğu gibi atan ve gol yollarındaki inanılmaz yeteneği ile alkış alan Ertan’ın karşısında kim maçın sonunu rahat götürebilir? Hiç bir defans elemanı bu güce sahip değil! Ertan yeter ki istesin ve arkadaşlarından istediği topu alsın, bütün defansları darmadağın eder! Takımda artık gerçek bir maestro da var! Yasin Beşiktaş’taki gençliğini kendi semt kulübünde yeni baştan yaşayacak ve takımı fevkalade yönetecektir. Atahan, Tayfun, Jan, Oğuz tanıdığımız bu gençlerin de havası yerinde, en iyi futbolu oynamanın arzusu içindeler. Yeni alınanların da aynı havayı soluyacakları kesin.
O halde neden olmasın?
Neden Bozüyük’ü eli boş göndermeyelim? Neden üst üste galibiyetlerle üst sıraları zorlamayalım? Neden kalan 33 puanı kayıpsız geçerek lider olmayalım?
Oluruz, oluruz, bu güce sahibiz. Yeter ki istekli olalım!
Çocuklar siz sahada, bizlerde tribünde aynı mücadeleyi vereceğiz. Şansınız açık olsun!
İbrahim BALCI
21.02.2009
ADAYLAR BELLİ SIRA SEÇİMDE!
Nihayet Belediye Başkan Adayları açıklandı ve Sarıyerliler rahat bir nefes aldı! AKP kendinden emin adayını ilk açıklayan parti oldu. Hayli Aday vardı ama tercihini İl yönetiminde görevli Mehmet Akif Şişmanoğlu’ndan yana kullandı. Çok mu isabetli karar tabii ki tartışılır! AKP iktidar partisi olmasaydı kesinlikle kızılca kıyamet kopardı. Örneğin; Nurettin Çelik’in en güçlü Aday, keza Ali Düşmez çok yönlü ve ismi bilinen semt çocuğu adaydı, dikkate alınmadılar. Keza hayli iyi performans sergilediği söylenen Osman Güloğlu kale alınmadı. Üstüne üstlük çok eski Sarıyerli olarak ortaya çıkan Turgay Boyar yok farz edildi. Aday Şişmanoğlu, seçime iki ay gibi uzun bir zaman olmasına karşın müthiş bir tempo ile çalışmaya başladı. Şişmanoğlu çalışadursun, Osman Güloğlu, yapılan seçimin yanlı olduğu düşüncesi ile MHP ye gitti. Keza Turgay Boyar’da aynı yola kürek çekmeğe başladı ama kararını çok yakın bir zamanda vereceğini ifade ediyor. Nurettin Çelik, büyük oy potansiyeline sahip! Sarıyer’de 28.242 Sivaslı seçmen var oy kullanacak! Nurettin Çelik bu seçmenlere ne kadar etki yapacak, bunu seçimlerde göreceğiz! Kırgınlığı giderilirse tabii sorun yok!
DYP kısa süreli bir aday arayışından sonra eski milletvekili adayı Av. Yaşar Ağsu’yu buldu. Çok iddialı, çalışmalarını devam ettiriyor. Partisinin oylarını artıracağı tahmin ediliyor, seçilmesi hayli zor, hatta imkansız. Çünkü geçen seçimde partisinin aldığı oy miktarı, oylarını artırsa da seçimi kazanmasına yeterli değil.
Sarıyer’de CHP her zaman ki gibi büyük karmaşa yaşadı! Genel Merkez’deki kargaşa elbetteki Sarıyer’de yankı bulacaktı veya Sarıyer’deki durum Ankara’ya yansıyacaktı. Öyle oldu. Günlerce süren tartışmalardan sonra Şükrü Genç üzerinde karar kılındı. Sapa sağlam bir CHP li. Kimsenin itirazı olamaz! Seçimi kazanabilir mi? Tartışma burada ama daha öncesi var. Eskiden olduğu gibi bu seçim öncesi de CHP nin üst düzey yöneticileri Sarıyer İlçe Merkezine bir uğrayıp hatır sormuş değil! Öyle olsaydı aday adayları arasından bir ikisi caydırabilir, aday sayısı ikiye düşürülebilirdi. Hatta, daha önce aday olan Dr. Cengiz Alp‘ın aday olmasının önüne geçilebilir, DSP ye kayması önlenebilirdi. Bir dönem Belediye Başkanı olarak görev yapan ANAP lı Sedat Özsoy’a “Bekle seni aday yapacağız” denilmeyebilirdi! İki üç yıl adamla teması geç “Sensin” de oyala, son gün Şükrü Genç’e karar kıl. Sedat Özsoy harcandığı düşüncesinde haklı olabilirdi! Beş yıl içinde sen aday olacağın partiye üye olmazsan, adaylık için başvurmazsan parsayı da başkası toplar! Nitekim öyle oldu, Mehmet Sevigen’in vaatleri havada kaldı! Bu olay bir daha gösterdi ki CHP Sevigen’den daha çok çekecek! Ne varsa bir türlü vazgeçilemiyor ondan!
CHP seçimi kazanabilir mi? Kazanamazsa da çok zorlayacağı ortada! Şunu da unutmayalım, kabul edilsin veya edilmesin Dr. Cengiz Alp seçimi alıp götürebilirdi. Ya da at başı kaybederdi! Sedat Özsoy ile ise kazanma şansı çok daha fazla olurdu. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ama ortada kan uyuşmazlığı vardı, bu şansın da yok olmasına neden oldu!
En sabırlı parti MHP idi. Başkan adayı için arayışlarını sürdürdü ama CHP den sonuç çıkana kadar açıklamadı. CHP açıklamayı yapınca, kırgın Sedat Özsoy’un üzerine gitti ve kendisini ikna ederek Başkan Adayı olarak açıkladı. Çok isabetli bir karar. Arkadan AKP den kopan Osman Güloğlu MHP ye katıldı, belki Turgay Boyar’da katılacak. Böyle olursa daha da güçlenir ama ne kadar sandığa yansır? Bu çok önemli! MHP 2004 yerel seçimlerinde 6.464 oy almıştı. 2007 Genel seçimlerinde ise 16.679 oyla üçüncü parti olmuştu Sarıyer’de. Önemli olan yerel seçim. 2004 yerel seçimlerinde alınan 6.464 oya Sedat Özsoy acaba ne kadar katkı yapabilir? Tepki ve yakınlarının oylarını alabilir, eski partisinden de oy alabilir. Toplamı ne kadar olur. ANAP’ın aldığı oy 9.415 idi. Tamamını alması tabii ki olanaksız. Ama yine de alır ama ne kadarını? Soru budur ve sonuca ne kadar etki yapar? Seçimi kazandırır mı? Ama şu bir gerçek ki; CHP ile beş yıl flört etmesi sonucu etkiler ve CHP ye seçimi kaybettirebilir!
Dr. Cengiz Alp DSP den aday. Hayli oy güçü var ama sandığa yansımsı ne kadar olur? Zira DSP nin 2004 yerel seçimlerinde aldığı oy miktarı sadece 1.721, bu oya ne kadar ekleyecek ki seçimi kazansın. Kendi parti oylarına on katı dahaoy katsa yine de seçim alması imkanı yok. Ama, CHP ‘ne oy kaybettireceği kesin!
2004 yerel seçimlerinde AKP 41.903, CHP 35.737 oy almıştı. Aradaki fark 6.166 AKP lehinde idi. İddialı CHP bu farkı kapatabilirdi ama bu şansı kaybetmiş gibi görünüyor. Zira bir yanda Dr. Cengiz Alp faktörü, diğer yanda Sedat Özsoy! Hal böyle olunca…..
Dileğimiz seçimin hayırlı olması!
İbrahum BALCI
DYP kısa süreli bir aday arayışından sonra eski milletvekili adayı Av. Yaşar Ağsu’yu buldu. Çok iddialı, çalışmalarını devam ettiriyor. Partisinin oylarını artıracağı tahmin ediliyor, seçilmesi hayli zor, hatta imkansız. Çünkü geçen seçimde partisinin aldığı oy miktarı, oylarını artırsa da seçimi kazanmasına yeterli değil.
Sarıyer’de CHP her zaman ki gibi büyük karmaşa yaşadı! Genel Merkez’deki kargaşa elbetteki Sarıyer’de yankı bulacaktı veya Sarıyer’deki durum Ankara’ya yansıyacaktı. Öyle oldu. Günlerce süren tartışmalardan sonra Şükrü Genç üzerinde karar kılındı. Sapa sağlam bir CHP li. Kimsenin itirazı olamaz! Seçimi kazanabilir mi? Tartışma burada ama daha öncesi var. Eskiden olduğu gibi bu seçim öncesi de CHP nin üst düzey yöneticileri Sarıyer İlçe Merkezine bir uğrayıp hatır sormuş değil! Öyle olsaydı aday adayları arasından bir ikisi caydırabilir, aday sayısı ikiye düşürülebilirdi. Hatta, daha önce aday olan Dr. Cengiz Alp‘ın aday olmasının önüne geçilebilir, DSP ye kayması önlenebilirdi. Bir dönem Belediye Başkanı olarak görev yapan ANAP lı Sedat Özsoy’a “Bekle seni aday yapacağız” denilmeyebilirdi! İki üç yıl adamla teması geç “Sensin” de oyala, son gün Şükrü Genç’e karar kıl. Sedat Özsoy harcandığı düşüncesinde haklı olabilirdi! Beş yıl içinde sen aday olacağın partiye üye olmazsan, adaylık için başvurmazsan parsayı da başkası toplar! Nitekim öyle oldu, Mehmet Sevigen’in vaatleri havada kaldı! Bu olay bir daha gösterdi ki CHP Sevigen’den daha çok çekecek! Ne varsa bir türlü vazgeçilemiyor ondan!
CHP seçimi kazanabilir mi? Kazanamazsa da çok zorlayacağı ortada! Şunu da unutmayalım, kabul edilsin veya edilmesin Dr. Cengiz Alp seçimi alıp götürebilirdi. Ya da at başı kaybederdi! Sedat Özsoy ile ise kazanma şansı çok daha fazla olurdu. Bu konuda hemen herkes hemfikir. Ama ortada kan uyuşmazlığı vardı, bu şansın da yok olmasına neden oldu!
En sabırlı parti MHP idi. Başkan adayı için arayışlarını sürdürdü ama CHP den sonuç çıkana kadar açıklamadı. CHP açıklamayı yapınca, kırgın Sedat Özsoy’un üzerine gitti ve kendisini ikna ederek Başkan Adayı olarak açıkladı. Çok isabetli bir karar. Arkadan AKP den kopan Osman Güloğlu MHP ye katıldı, belki Turgay Boyar’da katılacak. Böyle olursa daha da güçlenir ama ne kadar sandığa yansır? Bu çok önemli! MHP 2004 yerel seçimlerinde 6.464 oy almıştı. 2007 Genel seçimlerinde ise 16.679 oyla üçüncü parti olmuştu Sarıyer’de. Önemli olan yerel seçim. 2004 yerel seçimlerinde alınan 6.464 oya Sedat Özsoy acaba ne kadar katkı yapabilir? Tepki ve yakınlarının oylarını alabilir, eski partisinden de oy alabilir. Toplamı ne kadar olur. ANAP’ın aldığı oy 9.415 idi. Tamamını alması tabii ki olanaksız. Ama yine de alır ama ne kadarını? Soru budur ve sonuca ne kadar etki yapar? Seçimi kazandırır mı? Ama şu bir gerçek ki; CHP ile beş yıl flört etmesi sonucu etkiler ve CHP ye seçimi kaybettirebilir!
Dr. Cengiz Alp DSP den aday. Hayli oy güçü var ama sandığa yansımsı ne kadar olur? Zira DSP nin 2004 yerel seçimlerinde aldığı oy miktarı sadece 1.721, bu oya ne kadar ekleyecek ki seçimi kazansın. Kendi parti oylarına on katı dahaoy katsa yine de seçim alması imkanı yok. Ama, CHP ‘ne oy kaybettireceği kesin!
2004 yerel seçimlerinde AKP 41.903, CHP 35.737 oy almıştı. Aradaki fark 6.166 AKP lehinde idi. İddialı CHP bu farkı kapatabilirdi ama bu şansı kaybetmiş gibi görünüyor. Zira bir yanda Dr. Cengiz Alp faktörü, diğer yanda Sedat Özsoy! Hal böyle olunca…..
Dileğimiz seçimin hayırlı olması!
İbrahum BALCI
SARIYER’DE İŞLER KARIŞTI!
Yerel seçimler yaklaştı. Siyasi partilerde heyecan son safhada! Belediye başkanlıklarına olduğu kadar meclis üyeliklerine de anormal müracaat var!
Hizmet aşkıyla yapılıyor başvurular! Seçilenler bütün güçleri ile semtin sorunları ile uğraşacak; asla yakın, arkadaş ve komşu gözetmeksizin herkese eşit davranacak!
İki parti dikkat çekiyor Sarıyer’de: AKP ve CHP! Bu iki partiye Belediye Başkanlığı ve Belediye Meclis Üyeliği için başvuranların sayısı TBMM üye sayısına ulaşmıştır her halde! Keşke İlçenin nüfusu daha fazla olsa da başvuranların hepsi seçilebilse!!!
Esas mücadele Belediye Başkanlığı için! AKP de deprem oldu! Başarılı olduğu iddiası ile bütün sokakları, köşe başlarını, bilboordları reklamlarla donatan Yusuf Tülün devre dışı bırakıldı. Neden, niçin? Akıl alacak gibi değil! Oysa seviliyor, takdir ediliyor havası hakimdi Sarıyer’de, ama ters tepti. Bence birkaç büyük hata yaptı. Yusuf Tülün kabul etmese de ben öyle düşünüyorum: Şöyle ki; Çevresini dar tuttu, kadrosunu genişletmedi. Beklenti içinde olanlar pusuya yattı! Yetmedi, kendine mesafeli gördüğü muhtarları yok saydı. Sarıyer’in, en büyük gücü olan SARIYER SPOR KULÜBÜ’ ne beklenmedik şekilde tavır koydu! Bu olay unutulmadı. En basitinden kulübün davalı konularını iyi veya kötü sonuçlandırsa da, sonunda yaptığı anormal derecede ters tepti. Sarıyer’in kamp binası önündeki antrenman sahası ile halı sahanın bulunduğu alanı Belediye adına İSKİ’den kiralayarak kulübü çok güç durumda bıraktı. Yapacağı şey; Kiralamayı müteakip buraları bir protokol ile Sarıyer Spor Kulübüne devretmekti! Bunu yapmadı, bir yerde “İpler (yetki) elimde kızdırırsanız, sizi sahaya sokmam” kozunu elinde tuttu! Kulübün başarılı olması yolunda beklenen performansı göstermedi. Bilhassa, kulübün gecesine söz verdiği halde katkı vermedi! En kötüsü de Tahsin Salihoğlu ile ters düşmesi ve onun gücünü hesaba katmaması! Böyle olunca da olan oldu!
AKP nin Sarıyer’deki Başkan Adayı M. Akif ŞİŞMANOĞLU! Her başkan adayı gibi cana yakın ve sempatik görünüyor! Peki nasıl tercih edildi? İşte bir sorun! Ne zamandan beri Sarıyerlidir? Duyum doğru ise iki üç yıl önce Yeniköy’e gelip yerleşmiş! İki yıl içinde gelen bir kişi başkan adayı olabiliyorsa, bir bit yeniği var diye düşünülebilir! Ama unutulmasın İl Yönetiminde Sarıyer bölgesine bakması, Sarıyer’i tanımasına yeter her halde.
Diğer adaylar hiç dikkate alınmamış! Oysa Ali Düşmez kolay gözden çıkarılmamalıydı! Hele AKP'nin en güçlü aday adaylarından biri olan ve yıllardan beri Sarıyer İlçe Teşkilatının yükünü sırtında taşıyan Nurettin Çelik büyük seçmen potansiyeline karşın gözden çabuk çıkarıldı Bu olayda hayal kırıklığı yarattı.
CHP de savaş bütün hızı ile devam ediyor. Bir aydan beri “Ha bugün, ha yarın” açıklanır beklentileri usanç haline geldi. Hala kabus devam ediyor. Sedat Özsoy mu, Gökhan Zeybek mi, Erdal Sarıgöl mü, Şükrü Genç mi? Aslında dört iyi isim. Birinden birinin tercihi çok önceden yapılıp ilan edilmeliydi. Bu arada Dr. Cengiz Alp da unutulmamalıydı.Seçimin tepeden inme ve tayin ile yapılacağı ortada iken neden bu kadar beklenildi anlamak mümkün değil! Duyumlar, şudur budur irdelemeden, hiçbir ismin üzerine durmadan, en iyisi bulunsun derim!
Ama Dr. Cengiz Alp konusunda duyarlıyım! Çok sevdiğim, takdir ettiğim, mükemmel bir CHP dir. Nasıl oldu da DSP den aday oldu, anlamak mümkün değil. Bu akil adam, Mustafa Sarıgül’ün “Gel DSP ye” demesi ile gitmez! Peki neden gitti! Daha önce aday olmuştu. Tabii ki ikinci kez aday olabilirdi, olmalıydı! Çıkan sonuca da katlanmalıydı. DSP ye gitmekle yanlış yapmadı mı? Adaylığını sürdürür ve seçime girerse, seçilme şansı olmadığını bildiği halde, üç beş bin kendi oyunu peşinden sürüklerse bir bölen ve gerçek partisini yıkan insan olmayacak mı? Bunu hem kendi vicdanına ve hem de eşine dostuna, ona saygı ile bağlananlara nasıl anlatacak!
Hani nerede CHP nin aklı başında adamları? Neden olayın üzerine gidip Dr. Cengiz Alp ile görüşmüyor! Dr. Cengiz Alp’in adaylığı geri çekilirse AKP ve CHP arasında mükemmel bir mücadele olur. Aksi halde AKP işi alıp götürür! Biliyorum buna da en çok Dr. Cengiz Alp üzülür! Ama üzülmekle de olmuyor ki!
Sarıyer’de elbetteki diğer partilerin de adayları var ama seçilemeyeceklerini biliyorlar. O nedenle rahatlar.
Yazımın sonunda beklediğimi söyleyeyim de rahatlayayım: 1) Sarıyer Spor Kulübüne yardımcı olmayan Belediye Başkanı istemiyorum (Diğer kulüplere yardım eden Belediye Başkanlarını biliyorum da ondan), 2) Merkez Sarıyer’e el atmayan sorunları ile ilgilenmeyen Belediye Başkanı istemiyorum, 3) Sarıyer’e, turistlerin de yararlanabileceği bir tuvaleti acilen yapmayan Belediye Başkanı istemiyorum, 4) Yıktırılan Balıkçılar çarşısını, münasip bir yere yaptırmayan Belediye başkanı istemiyorum.
DAHA DOĞRUSU SARIYER’E SARIYERLİ GİBİ BİR BELEDİYE BAŞKANI İSTİYORUM!
İbrahim BALCI
27.01.2009
Hizmet aşkıyla yapılıyor başvurular! Seçilenler bütün güçleri ile semtin sorunları ile uğraşacak; asla yakın, arkadaş ve komşu gözetmeksizin herkese eşit davranacak!
İki parti dikkat çekiyor Sarıyer’de: AKP ve CHP! Bu iki partiye Belediye Başkanlığı ve Belediye Meclis Üyeliği için başvuranların sayısı TBMM üye sayısına ulaşmıştır her halde! Keşke İlçenin nüfusu daha fazla olsa da başvuranların hepsi seçilebilse!!!
Esas mücadele Belediye Başkanlığı için! AKP de deprem oldu! Başarılı olduğu iddiası ile bütün sokakları, köşe başlarını, bilboordları reklamlarla donatan Yusuf Tülün devre dışı bırakıldı. Neden, niçin? Akıl alacak gibi değil! Oysa seviliyor, takdir ediliyor havası hakimdi Sarıyer’de, ama ters tepti. Bence birkaç büyük hata yaptı. Yusuf Tülün kabul etmese de ben öyle düşünüyorum: Şöyle ki; Çevresini dar tuttu, kadrosunu genişletmedi. Beklenti içinde olanlar pusuya yattı! Yetmedi, kendine mesafeli gördüğü muhtarları yok saydı. Sarıyer’in, en büyük gücü olan SARIYER SPOR KULÜBÜ’ ne beklenmedik şekilde tavır koydu! Bu olay unutulmadı. En basitinden kulübün davalı konularını iyi veya kötü sonuçlandırsa da, sonunda yaptığı anormal derecede ters tepti. Sarıyer’in kamp binası önündeki antrenman sahası ile halı sahanın bulunduğu alanı Belediye adına İSKİ’den kiralayarak kulübü çok güç durumda bıraktı. Yapacağı şey; Kiralamayı müteakip buraları bir protokol ile Sarıyer Spor Kulübüne devretmekti! Bunu yapmadı, bir yerde “İpler (yetki) elimde kızdırırsanız, sizi sahaya sokmam” kozunu elinde tuttu! Kulübün başarılı olması yolunda beklenen performansı göstermedi. Bilhassa, kulübün gecesine söz verdiği halde katkı vermedi! En kötüsü de Tahsin Salihoğlu ile ters düşmesi ve onun gücünü hesaba katmaması! Böyle olunca da olan oldu!
AKP nin Sarıyer’deki Başkan Adayı M. Akif ŞİŞMANOĞLU! Her başkan adayı gibi cana yakın ve sempatik görünüyor! Peki nasıl tercih edildi? İşte bir sorun! Ne zamandan beri Sarıyerlidir? Duyum doğru ise iki üç yıl önce Yeniköy’e gelip yerleşmiş! İki yıl içinde gelen bir kişi başkan adayı olabiliyorsa, bir bit yeniği var diye düşünülebilir! Ama unutulmasın İl Yönetiminde Sarıyer bölgesine bakması, Sarıyer’i tanımasına yeter her halde.
Diğer adaylar hiç dikkate alınmamış! Oysa Ali Düşmez kolay gözden çıkarılmamalıydı! Hele AKP'nin en güçlü aday adaylarından biri olan ve yıllardan beri Sarıyer İlçe Teşkilatının yükünü sırtında taşıyan Nurettin Çelik büyük seçmen potansiyeline karşın gözden çabuk çıkarıldı Bu olayda hayal kırıklığı yarattı.
CHP de savaş bütün hızı ile devam ediyor. Bir aydan beri “Ha bugün, ha yarın” açıklanır beklentileri usanç haline geldi. Hala kabus devam ediyor. Sedat Özsoy mu, Gökhan Zeybek mi, Erdal Sarıgöl mü, Şükrü Genç mi? Aslında dört iyi isim. Birinden birinin tercihi çok önceden yapılıp ilan edilmeliydi. Bu arada Dr. Cengiz Alp da unutulmamalıydı.Seçimin tepeden inme ve tayin ile yapılacağı ortada iken neden bu kadar beklenildi anlamak mümkün değil! Duyumlar, şudur budur irdelemeden, hiçbir ismin üzerine durmadan, en iyisi bulunsun derim!
Ama Dr. Cengiz Alp konusunda duyarlıyım! Çok sevdiğim, takdir ettiğim, mükemmel bir CHP dir. Nasıl oldu da DSP den aday oldu, anlamak mümkün değil. Bu akil adam, Mustafa Sarıgül’ün “Gel DSP ye” demesi ile gitmez! Peki neden gitti! Daha önce aday olmuştu. Tabii ki ikinci kez aday olabilirdi, olmalıydı! Çıkan sonuca da katlanmalıydı. DSP ye gitmekle yanlış yapmadı mı? Adaylığını sürdürür ve seçime girerse, seçilme şansı olmadığını bildiği halde, üç beş bin kendi oyunu peşinden sürüklerse bir bölen ve gerçek partisini yıkan insan olmayacak mı? Bunu hem kendi vicdanına ve hem de eşine dostuna, ona saygı ile bağlananlara nasıl anlatacak!
Hani nerede CHP nin aklı başında adamları? Neden olayın üzerine gidip Dr. Cengiz Alp ile görüşmüyor! Dr. Cengiz Alp’in adaylığı geri çekilirse AKP ve CHP arasında mükemmel bir mücadele olur. Aksi halde AKP işi alıp götürür! Biliyorum buna da en çok Dr. Cengiz Alp üzülür! Ama üzülmekle de olmuyor ki!
Sarıyer’de elbetteki diğer partilerin de adayları var ama seçilemeyeceklerini biliyorlar. O nedenle rahatlar.
Yazımın sonunda beklediğimi söyleyeyim de rahatlayayım: 1) Sarıyer Spor Kulübüne yardımcı olmayan Belediye Başkanı istemiyorum (Diğer kulüplere yardım eden Belediye Başkanlarını biliyorum da ondan), 2) Merkez Sarıyer’e el atmayan sorunları ile ilgilenmeyen Belediye Başkanı istemiyorum, 3) Sarıyer’e, turistlerin de yararlanabileceği bir tuvaleti acilen yapmayan Belediye Başkanı istemiyorum, 4) Yıktırılan Balıkçılar çarşısını, münasip bir yere yaptırmayan Belediye başkanı istemiyorum.
DAHA DOĞRUSU SARIYER’E SARIYERLİ GİBİ BİR BELEDİYE BAŞKANI İSTİYORUM!
İbrahim BALCI
27.01.2009
YEREL SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN
Yerel seçimler yaklaşıyor, kriz dünyayı kasıp kavurduktan sonra Türkiye üzerine çöreklendi. İşveren isyan ediyor, işçi yandım Allah diye haykırıyor! Herkes sağır ve kör! Ne işiten ne görün var!
Denizli’de 117 iş yeri kapısına kilit vurmuş, iki binden fazla işçi yolcu edilmiş, çoluk çocuğu aç sersefil. İzmir’de durum yürekler acısı! Organize Sanayideki iş yerleri ardı ardına kapatma ve işçi çıkarma kararları alıyor! İzmirli işverenler “Sesimizi duyan yok” diye haykırıyor.
Sanayinin kalbi Bursa’da facia bütün hızı ile devam ediyor. Sönmezler koca fabrikayı kapattıktan sonra varın gerisini siz düşünün. Bursa öyle bir yıkım yemiş ki enkaz altına kalanların ve kurtarın diye haykıranların sayısı binlerin çok üzerinde! İstanbul’da durum farklı değil. 2008 yılı içinde yeni kurulan şirket sayısı dört bin olurken, kepenklerini kapatan ve meydandan silinip giden şirket sasıyı on binin üzerinde! Ya sokağa dökülen işsiz sayısı?
Büyük büyük şirketlerin iflas etmese de işçi çıkartması, ya da haftada üç dört gün çalışma kararı alması da çabası! Bütün bunlar kötü yönetilen ekonominin olmazsa olmazları ve dünya krizinin ülkemize bodoslamadan girmesidir.
Haksız rekabet, insafsız faizler, keyfi taahhüt ve müteahhitler hizmetleri, “adamıma ihale veririm” uygulaması! İşte gelinen nokta!
Öğretmen bin bir güçlükle geçiniyor, on yılda bir takım elbise alacak gücü yok! Memur gelecek yılın maaşını bile yemiş ama farkına varmak istemiyor; bankalar aşırı kredilerle vatandaşı inim inim inletiyor. Mevduat sahibine yıllık yüzde 14 faiz verirken, vatandaşa verdiği kredi kartlarından yüzde altı ile on iki arasında faiz alarak kredi kartı sahibinin canını alıyor. Yani ortalama bir hesapla mevduata yıllık yüzde on dört faiz verirken, kredi kullananlardan yılda yüzde yetmiş ile yüzde yüz yirmi alıyor. Peki bu imansızlığa karşı hükümet ne yapıyor! Sadece kulağını tıkıyor! Halk yani kredi kullananlar ne yapıyor; elinde ne var ne yok satıp kredi kartı borcunu ödüyor veya çaresizlik içinde intihar ediyor! Her gün gazetelere göz atıldığında kredi kartız yüzünden onca yuvanın yıkıldığını okuyoruz.Tabii boşanmalar, fuhşa teşvik, erkek-kız hiç düşünülmeden çocukların pazarlanması vesaire vesaire!
Bu işin çıkar yolu yok mu? Kesinlikle vardır ama kim kime dum duma! İlgililer seçim derdine düşmüş, zevahiri kurtarmak için savaş veriyor!
Zengin fakir demeden, askere gidenlerin ailelerine para yardımı yapılıyor. Elbetteki ihtiyaç sahibi olanlara verilmeli, ama ihtiyacı olmayanlara da verilmemeli! Ramazan çadırları ile trilyonlarca liranın gelişi güzel harcanması gösteriş değil de nedir? Akıl karımı? Zengin, fakir, ihtiyaç sahibi veya değil yandaş ailelere kömür ve erzak yardımı yapılmasına ne demeli! Hem de ne yardım! Muhtarlıklar Kızılay’ın aş evi gibi çalıştırılıyor. Kamyonetlerle partinin mahalle sorumlularının evlerine veya partide görevli olanlara gönderiliyor, onlar da görevlerini “Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, gelen her neyse fazlasını kaparım” zihniyeti ile yerine getiriyor! Kalp gözü ile baktığınızda isyan etmemenize imkan yok. Öyle ki; TV lerden izliyoruz, kömür verilen evlerin pek çoğunda doğalgaz var! Nasıl oluyor da bu kişilere kömür veriliyor, kimin hakkı kime veriliyor. Allah’tan korku diye bir şey yok mu? Para, kömür ve erzağa gerçekten ihtiyacı olanların utançlarından seslerini çıkaramadıkları bilinmiyor mu? Mutlak biliniyordur ama ilgililerin işlerine gelmiyordur. Tabii başta muhtarlar, çünkü AKP’ nin iktidarda olduğunu ve onlara yandaş olmanın seçim kazanmak demek olduğunu biliyorlar. Muhtarlar aksi olsa ne olacak? Ne olacağı ortada: Belediyeden hizmet alamayacak!
Hayret be! Uzadı gitti yazı, yazacaklarımı yine yazamadım. Seçim geldiğine göre Sarıyer Belediye Başkanımızın meydana çıkması gerekiyor bunu yazacaktım. Zira Sarıyer halkına söz vermişti Balıkçılar Çarşısı ve Tuvalet yapacaktı. Aslında balıkçılar çarşısını hamam sokağında, park olarak düşündüğü yerde yapabilir ama yapmaz yapamaz, Sayın başkanımızın nedense Sarıyerlilere karşı alerjisi var! Yap buraya balıkçılar çarşısını, dükkanı yıkılan hak sahiplerine de birer nokta yer ver, seçimi al götür . Çok mu zor bunu yapmak?
İbrahim BALCI
01.12.2008
Denizli’de 117 iş yeri kapısına kilit vurmuş, iki binden fazla işçi yolcu edilmiş, çoluk çocuğu aç sersefil. İzmir’de durum yürekler acısı! Organize Sanayideki iş yerleri ardı ardına kapatma ve işçi çıkarma kararları alıyor! İzmirli işverenler “Sesimizi duyan yok” diye haykırıyor.
Sanayinin kalbi Bursa’da facia bütün hızı ile devam ediyor. Sönmezler koca fabrikayı kapattıktan sonra varın gerisini siz düşünün. Bursa öyle bir yıkım yemiş ki enkaz altına kalanların ve kurtarın diye haykıranların sayısı binlerin çok üzerinde! İstanbul’da durum farklı değil. 2008 yılı içinde yeni kurulan şirket sayısı dört bin olurken, kepenklerini kapatan ve meydandan silinip giden şirket sasıyı on binin üzerinde! Ya sokağa dökülen işsiz sayısı?
Büyük büyük şirketlerin iflas etmese de işçi çıkartması, ya da haftada üç dört gün çalışma kararı alması da çabası! Bütün bunlar kötü yönetilen ekonominin olmazsa olmazları ve dünya krizinin ülkemize bodoslamadan girmesidir.
Haksız rekabet, insafsız faizler, keyfi taahhüt ve müteahhitler hizmetleri, “adamıma ihale veririm” uygulaması! İşte gelinen nokta!
Öğretmen bin bir güçlükle geçiniyor, on yılda bir takım elbise alacak gücü yok! Memur gelecek yılın maaşını bile yemiş ama farkına varmak istemiyor; bankalar aşırı kredilerle vatandaşı inim inim inletiyor. Mevduat sahibine yıllık yüzde 14 faiz verirken, vatandaşa verdiği kredi kartlarından yüzde altı ile on iki arasında faiz alarak kredi kartı sahibinin canını alıyor. Yani ortalama bir hesapla mevduata yıllık yüzde on dört faiz verirken, kredi kullananlardan yılda yüzde yetmiş ile yüzde yüz yirmi alıyor. Peki bu imansızlığa karşı hükümet ne yapıyor! Sadece kulağını tıkıyor! Halk yani kredi kullananlar ne yapıyor; elinde ne var ne yok satıp kredi kartı borcunu ödüyor veya çaresizlik içinde intihar ediyor! Her gün gazetelere göz atıldığında kredi kartız yüzünden onca yuvanın yıkıldığını okuyoruz.Tabii boşanmalar, fuhşa teşvik, erkek-kız hiç düşünülmeden çocukların pazarlanması vesaire vesaire!
Bu işin çıkar yolu yok mu? Kesinlikle vardır ama kim kime dum duma! İlgililer seçim derdine düşmüş, zevahiri kurtarmak için savaş veriyor!
Zengin fakir demeden, askere gidenlerin ailelerine para yardımı yapılıyor. Elbetteki ihtiyaç sahibi olanlara verilmeli, ama ihtiyacı olmayanlara da verilmemeli! Ramazan çadırları ile trilyonlarca liranın gelişi güzel harcanması gösteriş değil de nedir? Akıl karımı? Zengin, fakir, ihtiyaç sahibi veya değil yandaş ailelere kömür ve erzak yardımı yapılmasına ne demeli! Hem de ne yardım! Muhtarlıklar Kızılay’ın aş evi gibi çalıştırılıyor. Kamyonetlerle partinin mahalle sorumlularının evlerine veya partide görevli olanlara gönderiliyor, onlar da görevlerini “Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım, gelen her neyse fazlasını kaparım” zihniyeti ile yerine getiriyor! Kalp gözü ile baktığınızda isyan etmemenize imkan yok. Öyle ki; TV lerden izliyoruz, kömür verilen evlerin pek çoğunda doğalgaz var! Nasıl oluyor da bu kişilere kömür veriliyor, kimin hakkı kime veriliyor. Allah’tan korku diye bir şey yok mu? Para, kömür ve erzağa gerçekten ihtiyacı olanların utançlarından seslerini çıkaramadıkları bilinmiyor mu? Mutlak biliniyordur ama ilgililerin işlerine gelmiyordur. Tabii başta muhtarlar, çünkü AKP’ nin iktidarda olduğunu ve onlara yandaş olmanın seçim kazanmak demek olduğunu biliyorlar. Muhtarlar aksi olsa ne olacak? Ne olacağı ortada: Belediyeden hizmet alamayacak!
Hayret be! Uzadı gitti yazı, yazacaklarımı yine yazamadım. Seçim geldiğine göre Sarıyer Belediye Başkanımızın meydana çıkması gerekiyor bunu yazacaktım. Zira Sarıyer halkına söz vermişti Balıkçılar Çarşısı ve Tuvalet yapacaktı. Aslında balıkçılar çarşısını hamam sokağında, park olarak düşündüğü yerde yapabilir ama yapmaz yapamaz, Sayın başkanımızın nedense Sarıyerlilere karşı alerjisi var! Yap buraya balıkçılar çarşısını, dükkanı yıkılan hak sahiplerine de birer nokta yer ver, seçimi al götür . Çok mu zor bunu yapmak?
İbrahim BALCI
01.12.2008
GÜNLÜK AŞK
GÜNLÜK AŞK
ÖLÜMLÜ SEVDA!
Aşk gelip geçici, sevda bakidir! Silinmez izler bırakır. Aşk yaşanır biter, sevda ölüm yolculuğuna çıkarır!
Günlük aşklar, haftalık, aylık aşklar! Üç beş aylık aşklar! Üç beş yıla ulaşan aşklar! Aşklar yaşanır ve biter, iz bırakmaz, silinir gider!
Aşklar yaşanır biter çünkü yürekten değildir; sevgi dağının doruğuna ulaşamamıştır! Doruğa ulaştığında ve yaşandığında dorukta zeminle perçinlenmiş beyaz örtü erimeye başlar! Kısa bir andır o an sona erdiğinde ne doruk kalır ne de aşk!
Sevda öyle değildir! Sevda gönül tanımaz, yol yordan bilmez, sevda düz yolu yokuş, çimenlik araziyi kayalık, denizi bardakta su, gökyüzünü maviliğini üzerine akan nehir sanır.
Sevda ne ana, ne baba tanır. Sevda mektubunu postacılar bile taşımaz, taşıyamaz o yükün altına giremezler. Kara trenler sevda ağırlığının altında raydan çıkar; gemiler sevda denizinde yüzerken sevdalıları unutur, mavi sularda kendi hayatını yaşar!
Sevdanın mekânı birdir, bir birini anlamayan iki yürek! Sevda ifadeden uzaktır, anlatılamaz! Anlatma çabası içine girenler lâl olur kalır! Böylesi durumlarda iki yürek arasına düşen atomdan güçlü tahribat yapar!
Böyle iki büyük sevda ile yıllar önce sarsıldı Sarıyer! Hele Rahile'nin sevdası! Unutulmayacak girdabın içine giren on altı on yedi yaşlarındaki genç kızın semaya yükseldiği sevdadır.
Rahile, Sarıyer merkez mahallesi Orta Çeşme caddesi ile Türbe Çeşme sokak arasında köşe başındaki evde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak yaşam sürüyordu. Aile varlıklı olduğu kadar soyu sopu belli, kültür düzeyi yüksek bir aile idi. Sarıyer eşraflarındandılar.
Rahile, arkadaşları gibi okuyordu. Okuyacak öğretmen olacak ve öğrenci yetiştirecekti. Ailesi üzerine titriyordu. Geçen günlerle gelişiyor, serpiliyor ve kendisini aynada seyretme ihtiyacı duyuyordu. Piyasa gezilerine ailece çıkıp, gözlerin üzerine kaçamak yaptıklarına şahit olduğundan on iki on üç yaşlarında vardı yoktu. İşte bu sıralarda başladı yüreğinde kıpırtı, gözlerinde etrafı arama! Bu yaşlarda başladı okula biraz daha erken gitme, öğretmenden sonra çıkma!
Arkadaşlarına, öğretmenine mahcup olmamak için fevkalade ders çalışıyordu. Her gün biraz daha değişiyor, güzelleşiyor, kendine çeki düzen vererek okulun yoluna düşüyordu. Öğretmenini gördüğünde ürperiyor, gözlerinin içine bakarak dikkat çekmek istiyordu. Sınav günüydü ve sorulan bütün soruları mükemmel yanıtlayarak öğretmeninden aferin almayı biliyordu. O gün ilk defa öğretmeninin gözlerinin içine doya doya bakabilmiş, öğretmeninin gülümsemesi ile başını eğmiş, gözlerini yere indirmişti!
O günden sonra, uzun boylu, kalem parmaklı, çakır gözlü, sarıya kaçan saçlı öğretmenini aklından çıkaramamış ve ona sevdalanmıştı. Havalarda uçuyordu, dünyanın en mutlu kızıydı! Öğretmeninin yolunu gözlüyor, önüne çıkıyor, selam veriyor, konuşmak istiyordu!
Öğretmen öğretmendi. Abide gibi bir insandı. Ahlak ve fazilet sahibiydi. Büyük sevdası vardı ama sevdası genç Cumhuriyete ahlaklı, bilinçli öğrenci yetiştirmekti! Bir başka düşüncesi ve bir başka sevdası yoktu!
Rahile kimseye açılamadı. Aile büyüklerinin duyacaklarından tedirgin oldu. Utanç yama gibi yüzümüze yapışırsa ne yaparız düşüncesinden kurtaramadı kendisini! İşte bu düşünceler sona yaklaştırdı Rahile'yi…
Yemekten içmekten kesilmiş, güzelliği yok olmak üzereydi. Zayıflamış, elbiseleri içinde kaybolmuştu. Hasta olduğu inancı ile doktorlara başvuruldu ise de nafile! Bir gün annesine iki kelime söz edebilmiş: "Hastalığım doktorluk değil anne!". Annesi "Nedir?" diye sorduğunda "Ya R.Hisar kalesi burcuna çıkacak ya da Taşiskelenin en ucuna gidecek denizi seyredeceğim" demişti. Anası hiçbir şey anlamamıştı. Arkadaşları da öyle!
Nihayet karar veriyor, sona yaklaşıyordu. Evde rahat olduğu bir anda giyinip dışarı çıktı. Günlük elbiselerini giymişti. Ayakkabılarını ise ilk defa giyiyordu. Uzun topuklu ve çok pahalı bir ayakkabı idi… Evden çıktığında sağa sola bakındı ve ilerledi. Çarşı içinden deniz kenarına doğru yürüdü. Tüm bakışların üzerinde olduğunu zannediyordu. Aslında sevda yüreğine oturmuş, gözlerini köreltmiş kimseyi görmüyordu. Kararlılıkla yürüdü, balıkçıları tezgâhlarının arasından geçti ve Taşiskele'ye yöneldi. Taşiskele'ye o güne kadar genç bir hanımın geldiğini kimse görmemişti. Gelenler de ailesi ile gelir, balık alıp giderlerdi. Gördükleri kız yabancı da değildi! Ama fazla da üzerine durmadılar!
Emin adımlarla ağır ağır ilerleyen Rahile kararını vermişti. Sevda yolunda son yolculuğa çıkacaktı. Taşiskelenin en ucuna geldi. Sert poyraz rüzgârına aldırmadan, yeni ayakkabılarını çıkarıp yan yana koydu ve özlemle geriye dönüp bir daha Sarıyer'e, Sarıyerlilere ve sevdasına baktı. Sonra kendisini soğuk suya bıraktı ve son yolculuğuna çıktı!
01.07.2008
İbrahimBALCI
ÖLÜMLÜ SEVDA!
Aşk gelip geçici, sevda bakidir! Silinmez izler bırakır. Aşk yaşanır biter, sevda ölüm yolculuğuna çıkarır!
Günlük aşklar, haftalık, aylık aşklar! Üç beş aylık aşklar! Üç beş yıla ulaşan aşklar! Aşklar yaşanır ve biter, iz bırakmaz, silinir gider!
Aşklar yaşanır biter çünkü yürekten değildir; sevgi dağının doruğuna ulaşamamıştır! Doruğa ulaştığında ve yaşandığında dorukta zeminle perçinlenmiş beyaz örtü erimeye başlar! Kısa bir andır o an sona erdiğinde ne doruk kalır ne de aşk!
Sevda öyle değildir! Sevda gönül tanımaz, yol yordan bilmez, sevda düz yolu yokuş, çimenlik araziyi kayalık, denizi bardakta su, gökyüzünü maviliğini üzerine akan nehir sanır.
Sevda ne ana, ne baba tanır. Sevda mektubunu postacılar bile taşımaz, taşıyamaz o yükün altına giremezler. Kara trenler sevda ağırlığının altında raydan çıkar; gemiler sevda denizinde yüzerken sevdalıları unutur, mavi sularda kendi hayatını yaşar!
Sevdanın mekânı birdir, bir birini anlamayan iki yürek! Sevda ifadeden uzaktır, anlatılamaz! Anlatma çabası içine girenler lâl olur kalır! Böylesi durumlarda iki yürek arasına düşen atomdan güçlü tahribat yapar!
Böyle iki büyük sevda ile yıllar önce sarsıldı Sarıyer! Hele Rahile'nin sevdası! Unutulmayacak girdabın içine giren on altı on yedi yaşlarındaki genç kızın semaya yükseldiği sevdadır.
Rahile, Sarıyer merkez mahallesi Orta Çeşme caddesi ile Türbe Çeşme sokak arasında köşe başındaki evde varlıklı bir ailenin çocuğu olarak yaşam sürüyordu. Aile varlıklı olduğu kadar soyu sopu belli, kültür düzeyi yüksek bir aile idi. Sarıyer eşraflarındandılar.
Rahile, arkadaşları gibi okuyordu. Okuyacak öğretmen olacak ve öğrenci yetiştirecekti. Ailesi üzerine titriyordu. Geçen günlerle gelişiyor, serpiliyor ve kendisini aynada seyretme ihtiyacı duyuyordu. Piyasa gezilerine ailece çıkıp, gözlerin üzerine kaçamak yaptıklarına şahit olduğundan on iki on üç yaşlarında vardı yoktu. İşte bu sıralarda başladı yüreğinde kıpırtı, gözlerinde etrafı arama! Bu yaşlarda başladı okula biraz daha erken gitme, öğretmenden sonra çıkma!
Arkadaşlarına, öğretmenine mahcup olmamak için fevkalade ders çalışıyordu. Her gün biraz daha değişiyor, güzelleşiyor, kendine çeki düzen vererek okulun yoluna düşüyordu. Öğretmenini gördüğünde ürperiyor, gözlerinin içine bakarak dikkat çekmek istiyordu. Sınav günüydü ve sorulan bütün soruları mükemmel yanıtlayarak öğretmeninden aferin almayı biliyordu. O gün ilk defa öğretmeninin gözlerinin içine doya doya bakabilmiş, öğretmeninin gülümsemesi ile başını eğmiş, gözlerini yere indirmişti!
O günden sonra, uzun boylu, kalem parmaklı, çakır gözlü, sarıya kaçan saçlı öğretmenini aklından çıkaramamış ve ona sevdalanmıştı. Havalarda uçuyordu, dünyanın en mutlu kızıydı! Öğretmeninin yolunu gözlüyor, önüne çıkıyor, selam veriyor, konuşmak istiyordu!
Öğretmen öğretmendi. Abide gibi bir insandı. Ahlak ve fazilet sahibiydi. Büyük sevdası vardı ama sevdası genç Cumhuriyete ahlaklı, bilinçli öğrenci yetiştirmekti! Bir başka düşüncesi ve bir başka sevdası yoktu!
Rahile kimseye açılamadı. Aile büyüklerinin duyacaklarından tedirgin oldu. Utanç yama gibi yüzümüze yapışırsa ne yaparız düşüncesinden kurtaramadı kendisini! İşte bu düşünceler sona yaklaştırdı Rahile'yi…
Yemekten içmekten kesilmiş, güzelliği yok olmak üzereydi. Zayıflamış, elbiseleri içinde kaybolmuştu. Hasta olduğu inancı ile doktorlara başvuruldu ise de nafile! Bir gün annesine iki kelime söz edebilmiş: "Hastalığım doktorluk değil anne!". Annesi "Nedir?" diye sorduğunda "Ya R.Hisar kalesi burcuna çıkacak ya da Taşiskelenin en ucuna gidecek denizi seyredeceğim" demişti. Anası hiçbir şey anlamamıştı. Arkadaşları da öyle!
Nihayet karar veriyor, sona yaklaşıyordu. Evde rahat olduğu bir anda giyinip dışarı çıktı. Günlük elbiselerini giymişti. Ayakkabılarını ise ilk defa giyiyordu. Uzun topuklu ve çok pahalı bir ayakkabı idi… Evden çıktığında sağa sola bakındı ve ilerledi. Çarşı içinden deniz kenarına doğru yürüdü. Tüm bakışların üzerinde olduğunu zannediyordu. Aslında sevda yüreğine oturmuş, gözlerini köreltmiş kimseyi görmüyordu. Kararlılıkla yürüdü, balıkçıları tezgâhlarının arasından geçti ve Taşiskele'ye yöneldi. Taşiskele'ye o güne kadar genç bir hanımın geldiğini kimse görmemişti. Gelenler de ailesi ile gelir, balık alıp giderlerdi. Gördükleri kız yabancı da değildi! Ama fazla da üzerine durmadılar!
Emin adımlarla ağır ağır ilerleyen Rahile kararını vermişti. Sevda yolunda son yolculuğa çıkacaktı. Taşiskelenin en ucuna geldi. Sert poyraz rüzgârına aldırmadan, yeni ayakkabılarını çıkarıp yan yana koydu ve özlemle geriye dönüp bir daha Sarıyer'e, Sarıyerlilere ve sevdasına baktı. Sonra kendisini soğuk suya bıraktı ve son yolculuğuna çıktı!
01.07.2008
İbrahimBALCI
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)