Üç
tarafı denizle çevrili ülkemizde balık avcılığı hangi boyuttadır? Bunun henüz
kesin bir tespiti yapılmadığı bilinmektedir. Değişik türde balıklara sahip olan
denizlerimizdeki balık rezervi ne kadardır? Bu da bilinmemektedir. Oysa
gelişmiş ülkelerde; örneğin Norveç, İsveç, Japonya gibi ülkeler deniz ve balık
envanterini çıkarmış, buna göre hesaplarını yapmış ve balıkçıların ne kadar
avlanacağını kotaya bağlamışlardır. Buna göre balıkçıların istedikleri kadar
avlanmaları yasaktır ve yasağa uymalarının erdem olduğunu da bilirler.
Ülkemizde balıkçılık hoyratça yapılmaktadır. Hangi mevsimde, hangi ayda olursa
olsun, o mevsim, o ay veya günde, hangi tür balık varsa avlanma yoluna gidilir. Amaç;
balığı, balıkçılığı korumak ve geliştirmek değil, geçimi sağlamaktadır.
Balıkçılar çok balık avlanmayı, rahat geçinme ve çok kazanç elde etmek olarak
kabul eder. Çok balık; çok para ve yine denize yatırım yaparak daha güçlü takım
yaratma, daha elverişli ve modern cihazlara sahip olmak demektir.
Balıkçılarımız bunu bilir bunu yaparlar.
Uzun
yıllardan beri bazı balık türleri karasularımızdan kaybolup gitti.
Arada bulasın? Nerde ve ne zaman kaybolan nadide balıklar kendilerini
gösterecekler? Düşünceler, tahminler ve bitmeyen beklentiler!
Daha çok bekleriz ve daha çok düşünürüz! Kaybolan balık türleri ne beklemekle
gelir ve ne de düşünmekle elde edilir! Giden gitmiştir, kaybolan kaybolmuştur! Boğazın ve Marmara Denizinin nadide balığı kılıç artık
yoktur. Önce Boğaziçi’ni,
sonra Marmara Denizini terk etti. Ege
Denizini kendisine mesken tutan bu nadide balık halen Akdeniz’de
seyrediyor! Ama eskisi kadar bol değil!
Nefis lezzeti ile uskumru 1970’li yıllardan beri ortalarda
görülmüyor! Ne
oldu? Nasıl kaçtı? Nereye gitti? Orkinos neden Marmara Denizinden ve geçiş yolu olan
Boğazlara uğramaz oldu? Büyükdere koyu, Sarıyer ve Kireçburnu önlerinde avlanan Istakozlar neden
ortalıkta görünmüyor elli yıldan beri? Kökü mü kurudu? Ne oldu? Sardalye neden Boğaziçi’ne kadar gelmiyor
artık?
Bütün bunlar kayıp olanlar balıklar! Eski yıllara oranla torik, palamut,
çinekop, sarıkanat ,lüfer ve kofana da sırra kadem bastı! Lüferin azmanı
akya da görünmeyenlerden oldu! Arada bulasın! Hamsi bile boğaza girmiyor artık!
Eylül ayı, bir dediği zaman balık sezonu açılır. Dualarla tekneler yolcu edilir
balık avcılığına! Bütün beklenti bolca palamut, lüfer ve torik tutmaktır. Yeteri kadar av vermezse
tabiat ana o zaman balıkçıların yüzü gülmez, aşı pişmez, tayfası durmaz
kayıklarda, çeker giderler! Her ne kadar yeni yöntem tayfayı tutmak için maaş
veriliyorsa da balıkçı Reisi için önemli olan maaş vermek değil pay vermektir.
Bu yüzden reis balık avının bol olmasını ister. Karadeniz’de
ve Boğaziçi’nde palamut,
torik ve lüfercilik yeteri
kadar olmazsa, o mevsim balıkçılık olmadığı kabul edilir.
Balıkçılık denildiğinde çok geniş bir ailenin içine girilir. Bugün sadece
balıkçılığın bir kolundan bahsedeceğim. KILIÇCILIK!
Kılıç
balıkçılığı artık yapılmıyor! Kılıççılar da artık yok! Kılıç balıkçılığında
kullanılan malzemeler mağazalarda bir kenarda istiflenmiş ya da bir
köşeye atılmış, oradan yok olacağı zamanı beklemektedir. Eski reisler malzemelerine kıyamaz,
gelinlerin çeyiz saklaması gibi bir kenarda tutar ve saklar! Ama yeni reislerin
bu malzemelerle işi olmaz, ne işe yaradıklarını duymuşlardır ama nasıl
kullanıldıklarını öğrenmek bile istemezler! Yeni malzeme ve cihazlar için
yer aradıklarında “yahu ne işe yarar bunlar, bunların
zamanı geçti” der
ve göz önünden kaldırıp atarlarsa, büyüklerinin eskiye özlemi daha da artar.
Çünkü günümüz reisleri ve bugünkü balıkçılar o basit malzeme ve aletlerin ne
kadar önemli olduğunu kavramakta zorluk çeker…
Kılıç balığı avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla yapılanı
iki türlüdür. Gırgır ve akışla (uzatma).Gırgırla yapılan balıkçılıkta, reis
balığı gördüğünde, uzaktan balığın etrafında firdola dönerek ağı döker ve iki
kayık (alamana) baş başa geldiğinde ağ çekilerek balık avcılığı tamamlanırdı.
Ağ içinde balık kalmışsa kayıklara alınır ve satışa gönderilirdi. Gırgırla
yapılan avcılık yetmiş yıl kadar önce terk edildi ve sadece hatıralarda kaldı! O günleri yaşanların sayısı parmakla
sayılacak kadar az!
Kılıççılıkta ağ balıkçılığı terk edilip zıpkınla avcılık
başladı. Zıpkınla kılıç avcılığı Poyrazlıların icadıdır. Önce Poyrazköylü
balıkçılar bu işe başlamış ve devam ettirmişlerdir. Poyrazlıları Marmara
Adasının balıkçı köylü olan Çınarlı köylüler takıp ettiler.
Sonra diğer yerlerin balıkçıları…
Zıpkınla kılıç balıkçılığı baltabaş teknelerle yapılırdı.
Zaman zaman takalar da kullanılmasına rağmen, en uygun olanı baltabaş
teknelerdi. Teknelerin baş tarafından ileriye doğru 4-5 metrelik bir
kalas uzatılarak dip taraftan tekneye iyice bağlanır ve sağlamlaştırılır. İşin
ehli olan zıpkıncı kalasın en ucuna gider oturur ve avını bekler. Teknede en
fazla dört kişi bulunur. Biri dümeni kullanır ve tekneye kumanda eder, biri
yardımcı olarak kalır, biri dürbünle balık gözler, diğeri de zıpkıncıdır,
kalasın uçunda oturur ve zıpkını kullanacağı bekler.
Kılıççılıkta fazla bir malzeme ve alet
yoktur. Baltabaş veya bir başka tekne, gürgen ağacından 4-5 metrelik üç beş
zıpkın değneği, birkaç zıpkın, 100 – 150 metre 5 mm lik ip, bir kepçe,
bir kakıç malzeme olarak kılıç avcılığında yeterlidir.
Kılıççılık nisan ayının ilk haftasında
başlar haziranın sonuna kadar devam eder. Kılıççılıkta denizin rüzgârsız,
durgun ve dalgasız olması gerekir. Rüzgârlı ve dalgalı havalarda kılıççılık
yapılmaz. Boğaziçi’nde ağla, Marmara Denizinde ise zıpkınla kılıç
avlanır.
Zıpkıncı kalasın ucuna oturur ve bekler. Devamlı ayakta
duran dürbüncü de balık arar! Dürbünle bir mile yakın mesafeden balığı görür ve
dümenciye işaret eder. Dümenci tekneyi o tarafa yöneltir. Zıpkıncı da zıpkını,
zıpkın sırığına iyice yerleştirip elinde bekler. Tekne balığa yaklaştıkça
zıpkıncı balığı görür. Kılıç balığının yelesi (kanatları) durgun suda su yüzüne
çıkar ve balık denizi yara yara gider. Atış menziline gelindiğinde
zıpkıncı balığa zıpkını atar. İsabet ettirdiğinde balık canı yandığı için
olanca gücü ile kaçmaya, derinlere gitmeye başlar. Zıpkından kendisini
kurtaramaz. Zira zıpkının uç kısmının yan taraflarında gizli kulakları vardır,
kurtulmak istediğinde onlar açılır ve balığın hareketini önler. Yardımcı
elindeki ipi bırakır, balık kendi başına bir süre gider sonra durur. Balık
sakinleştikten sonra ip çekilir ve balık teknenin içine alınır. Tabii bir
balıkla yetinilmez, avcılığa devam edilir. Bir günde 15 ile 30 arasında balık
avlandığı olur!
Boğaziçi’nde kılıç balığı
genellikle 3 ile 150 kilo arasında olur. Seyrekte olsa 200 kilonun
üzerinde olanlara de rastlanır. Daha büyükler ise Ege ve Akdeniz’de görülür.
Kılıç balığı göç balığıdır. Havyarını dökmek üzere Marmara Denizinden
Karadeniz’e çıkar, göç eder (Anavasya), havyarını döker ve geri dönerek
(Kavavasya) tekrar Marmara denizine gider. Havyar balık olur ve dönüşe geçer.
İşte Boğaziçi’nde kılıç balıkçılığı böyle başlar. Havyar döken balık avlandığı
gibi, yavru kılıçlar da avlanır. Balığın göçten dönüşü ekimde başlar kasım ayı
sonuna kadar devam eder. Nisan-haziran aylarında kılıççılık rahatlıkla
yapılırken ekim-kasım aylarında yapılması zor hatta imkânsızdır. Çünkü deniz
dalgalı ve rüzgârlı olur, bu durum avcılığa elverişli değildir.
Günümüzde kılıç balığı yok! Bulana aşk olsun! Bulunsa da pahadan yanına
yaklaşılamaz. Neden kılıç balığı kayıplara karıştı? Bu konu üzerine akıl
yoranlar bulunmalıdır. Araştırılmalı ve bir çıkar yol, bir yöntem bulunmalı,
balığın Karadeniz ve Marmara denizinde tekrar üretilmesi yoluna
gidilmelidir.
Kılıççılık ya da kılıç balığı avcılığından bahsedildiği anda akla Poyrazköy
ve Poyrazköylü balıkçılar gelir.
Kılıç balığı avcılığı Poyrazköylülerin ana işidir. Kılıç avcılığı ağ ve
zıpkınla yapılır. Ağla yapılan avcılıkta gırgırcılık çoktan terk edildi. Ağla
akış yapılmak suretiyle yapılan kılıç avcılığı da uzun bir zamandan beri
yapılmıyor. Kılıç balığı avcılığında Poyrazköylülerin
üzerine yoktur. “Olmasına da imkân yoktur” derler. Araştırmalarımızda gördüm ki
kim söylemişse doğrusunu söylemiştir. Çünkü “Hayır” diyene rastlamadım.
Poyrazköylüler elbette ki sadece kılıç balığı avcılığı yapmıyorlardı. Torik,
palamut, lüfer, uskumru, hamsi, istavrit hangi balık varsa o balığın etrafında
dolanıp durur avlanırlar. Ama Poyrazköylüler için olmazsa olmazları Kılıççılıktı!
Kılıççılığın da zıpkınla yapılanı! Zıpkın avcılığında üzerine yoktu
poyrazlıların! Namlı zıpkıncıların piri de Torlak
Mustafa Reis’ti. Yokluk
zamanında her tür balık avına koşan Mustafa Reis sadece kendisini yetiştirmekle
kalmadı, çocuklarını da yetiştirdi. Torlak Niyazi, Torlak Nuri, Torlak Mehmet zıpkınla balık avlayan ve kılıç
balığını gördüğünde affetmeyen usta zıpkıncılardı. Bir
günde 25, 30 kılıç balığını zıpkınla avlayan Torlak Nuri Reis hala o günleri
hatırlayarak gün geçiriyor. Poyrazlı İsmail (Aktaş) yüz yaşa merdiven dayamış ama hala
zıpkınla kılıç balığı avladığı günlerin hasretini çekmekte “Ah o günler geri gelmez ki” demekten kendini geri
alamamaktadır. Ali Rıza Toker’i de yabana atmamak
gerekir. Aklını her zaman öne çıkararak, “telaş benimle eş olamaz” diyerek sanatı yapan ve
ustalaşanlardandır. Balığa zıpkını attığında gövdesine değil
kafasına atarak gövdesinin delinip zedelenmemesine dikkat edecek kadar ustaca
davranan ve bugün hala şöhretini devam ettiren bir büyük usta zıpkıncıydı. Elbettei Zamkinoz
Şerafettin de
unutulamaz. O da bu sanatın ustalarından biri olarak adım adım şöhret
basamaklarını tırmandı. Gaco’nun İsmail (Toker), Türk Osman’ın
Yaşar (Özer), İshak Türkmen, Muammer Türkmen, Dursun Ali Bakırcı, Rüştü Kan,
Hüseyin Kasarcı, Şekerin Mustafa, Kalafat İsmail, Kalafat Fazlı ve Fazlıoğlu
İsmail’de zıpkıncıların usta isimlerindendi.
Poyrazköy dışında zıpkıncı aranacak olsa bulunması zordur. Olsa da parmakla
sayılacak kadar az! Sarıyer Merkez’de en önemli zıpkıncı
Zangar’ın Ömer (Akın) dır. Balığı gördüğünde affetmeyenlerdendir. Şasırdım Bahri (Menekşe) motor sahibi değildi ama zıpkını Sürmene
bıçağı gibi kullanan bir genç usta idi. İş hayatına dışarıda devam etmeseydi
belki de çok iyi bir zıpkıncı olarak şöhret bulacaktı. Madenli
Rasimoğlu Mustafa ile
kardeşi Rasimoğlu Fahrettin de zıpkını çok iyi kullananlardandı.
Söyleşi yaptığımız Torlak Nuri Reis’ten
öğrendiğimize göre; Marmara Denizinden Ege ve Akdeniz’e
önemli sardalye göçü oldu. Kılıç balığı bu göçü yani sardalye balığını takip
ederek peşinden gitti ve bir daha dönüşü olmadı. Oldu ise de çok az oldu ve üremesi de
ortadan kalktı. Zira Kılıç balığı sardalyenin bol olduğu
yerlerde olur ve sardalye ile beslenir. Boğaziçi’nde sardalye
olmadığı biliniyor. O zaman göç eden ve uzun zamandır ortalardan kaybolan kılıç
balığını da görmek mümkün olmuyor. Tezgâhlarda görülen ve hayli pahalı
satılan kılıç balığı yerel balık değildir. Ege ya da
Akdeniz’den gelen balıktır. Bu balıklar Boğaziçi ve Marmara Denizinde tutulan
balığın lezzetini de vermez! Çünkü Ege ve Akdeniz’in suyu çok tuzludur.
Kılıç balığı avcılığı aynı zamanda ağla da yapılıyordu. Ağla
kılıç balığı avcılığı 1960’lı yılların sonuna kadar devam etti. Ağ ile yapılan
kılıç balığı avcılığı da Nisan ayında başlar, Eylül-Ekim ayı sonuna kadar,
müsait havalarda yapılır. Kılıç ağı çok açıkgözlü, 25 metre boyunda ve beş
metre genişliğindedir. En fazla 4 ya da 5 ağ birbirine bağlanır ve 100 veya 125
metrelik ağ yapılır. Ağlar kayığın kıç üstüne (kayığın kıç güvertesine) istif
edilir ve akış yerinde denize bırakılır. Ağın bir ucu uzun bir iple kayıktaki
balıkçıda bulunur.
Boğaziçi’nde akış yerleri bellidir. Poyraz ile
Garipçe arası ve kanal dikkate alınarak ağ denize atılır. Kanalın akıntısı ile
ağ Boğaziçi’ne doğru akar. Kayık takip eder. Bu akış sırasında geçen kılıç
balıkları ağa saplandığında, kurtulmak için çırpınır, çırpındıkça ağa sarılır.
Kayıkçı da balığın üzerine gider ve ağı çekerek balığı kayığa alır. Bu gibi
avlanmadan iki üç balık alındığı olduğu gibi, sabaha kadar devam eden iki üç
akışta bir balık alındığı da olur, hiç balık avlanılmadığı da olur. Poyraz-Garipçe
arasındaki akış Anadolu Kavağı ile Rumeli Kavağı açığında son bulur.
Anadolukavak ile Pazarbaşı arasında şamandıralar vardı. Tespih
gibi yan yana dizilirlerdi. Savaş zamanında iki yaka birleştirilerek
boğaz geçişe kapatılırdı. Şamandıraların
altından dibe doğru sarkan 8-10 metrelik çelik ağlar, savaş anında düşman
denizaltılarının geçişini önlemek içindi. Yani lüzumlu ve gerekliydi.
Şamandıralar böyle olunca akış şamandıralara gelmeden sona ererdi. Bu durum bir
yerde Poyrazlılara daha ileri gitmeyin demek gibi bir şeydi. Sonraki akış
yani diğer akış yeri ise şamandıralar geçildikten sonraki akış yeri olan Pazarbaşı ile Macar mevkii açıklarında ve yine kanaldan başlar Kireçburnu bazen de Tarabya önlerine kadar gelir.
Ağla
kılıç balıkçılığı da kolay değildir. Zor olanı sabaha kadar denizde beklemek,
akış üzerinde durmaktır. Ağla yapılan kılıç avcılığında kayıktakiler
kendilerine yeni dünyalar kurar, kurdukları dünyada yaşarlar. Alışkan olanlar
yani akşamcılar, zulaya attıkları içkisini; çerez, zeytin veya peynirini
oturağın bir kenarına koyar ve tek tek atarak kafasını bulur, kendi hayatını
yaşarlar!
Ağ balıkçılığında en ters şey, geçen gemilerin sorumsuzluğudur. Denizde bir
başka işle meşgul olup olmadığına dikkat etmezler. Oysa denizde ağını atan,
akışta olan kılıççılar vardır. Geminin veya herhangi bir büyük teknenin ağların
üzerinden geçmesi demek o balıkçıyı perişan etmek demektir, zira tüm sermayesi
bir küçük kayık ve üç beş ağdır. Geminin uskuru ağı birbirine dolar ve parçalar
çekip gider. Gemilerin dikkatini çekmek için; kayıktakiler tayfa ya da kayık
sahibi geminin üzerlerine doğru geldiğini görünce ve yaklaştığında bağırır;
“Ağğğğğğ var ağğğğğğğğğ”! Bu bağrışı tekrarlar dururlar.
Balık
avlayanlar balığını Sarıyer’de Taşiskele’ye
getirir ve mezatçı memurun pazarlaması üzerine satarak parasını alır. Fazla
balık varsa, daha iyi fiyat bulmak için sabahın erken saatinde balıkhaneye
gönderilerek satış yapılır. Satıştan elde edilecek para, iki kişilik kayıkta
dörde bölünür. Bir pay kayık payı, bir pay ağ payı, bir pay ağ sahibinin, bir
payda tayfanın olur.
Poyraz köy, Sarıyer Merkez, Sarıyer Maden, Kireçburnu ve
Anadoluhisarlı balıkçılar ağla kılıç balığı avcılığı yaparlar.
Ağla kılıç balığı avcılığı yapanlardan Sarıyerli balıkçılardan;
Ali Çavuş (Menekşe) ile ağabeyi Ömer Dayı (Menekşe) unutulmaz ustalardandı.
Balığa çıktıklarında ve ağı denize attıklarında sanki balıklar bu ikiliyi
mahcup etmemek için ağlarına takılmayı marifet sayar gibi dolanıp dururlardı
ağın etrafında ve kendilerini teslim ederlerdi bu ikiliye! Ali
Rıza Büyükdurmuş, İbrahim Keleş’le giderdi balığa. Yıllarca
birlikte oldu bu ikili. Boğaziçi’nin en büyük balığını tutmanın keyfini
sürdüler yıllarca. 250 kiloluk dev kılıç balığını sabuncu
iskelesine getirdiklerinde, göze ve nazara gelmemek için ellerini apış
aralarına getirmekten geri kalmadılar. Kel
Hakkı deyip
geçmemek gerekir. Madenli bu eski kurt balıkçı da kılıç ağcılarının
ustalarındadır. Yakaladığı 215 kiloluk balığı dostum
diyerek sevgili gibi kucaklayıp, rıhtıma yatıran balık adamıdır. Dondurmacı Hüseyin,
Hacıoğlu Maksut Reis (Ketenci), Madenli Şeref Reis, Madenli Kanlı Rıza, Madenli
Hakkı Reis kılıç
ağı ile balık avlamanın ne kadar zevkli bir iş olduğunu, saçları ağarana,
ayakları zorlanana kadar yaptıklarından anlaşılır. Balıkçıların
en kibarı Varyemez Mehmet de ayrı bir kılıççıdır. Kılıç ağını
attığında sabır taşı olur ve akış bitene kadar tek kelime etmeden beklemeyi
bilen biriydi. Yardımcısı Demir Baytar ile 135 kiloluk kılıç balığını sandalın
içine aldıklarında keyiflerine diyecek yoktu! Hacı Ömer ile Ağabeyi Yusuf Ağa (Uzger) da zaman zaman kılıç ağı atanlardandı. Yaban
Turubu Salih de
yabana atılmayan kılıççıdır. Mezeci Saim ile Fahrettin ve Dibek Recep ekibi de ağ ile kılıçbalığı avcılığı yapan
Sarıyerlilerden bir kaçıdır. Poyrazköy’den; Torlak Nuri, Tahir
Bakırcı, Bilal Bakırcı, Hakkı Suer, Şekerin Nuri ve Şaban Şenol’da ağla kılıç
balığı avcılığı yapan usta balıkçılardır.
Günümüzde
kılıç balıkçılığı diye bir balıkçılık yok! Yani balıkçı ağzıyla kılıççılık
yapılmıyor artık! Nedeni de kılıç balığının kendisini kaybettirmesi ve meydana
çıkmaması ve belki de yavaş yavaş neslinin tükenir duruma gelmesidir. Kılıç
balığı Marmara ve Boğaziçi’nden kaybolmasaydı, avcılığı devam eder
dururdu. Ama yanlış avlanma, deniz kirliliği, uskur sesleri kılıç balığının
kaybolmasının nedenlerinden bazılarıdır. Böyle olunca da kılıç balığı ve
kılıççılık sadece Sarıyerliler için değil, İstanbul ve bilhassa ülkemiz için
nostalji olmaktan öteye gitmez. Nostalji demek eskiyi yaşamak demektir.
Maalesef bu gidişle, eskiye hasret yaşayıp duracağız!
27.02.2012
İbrahim
BALCI
KAYNAKÇA
Sözlü
tarih çalışması:
1)
Nuri Torlak Reis
2)
İsmail Aktaş Reis
3)
Cüneyt Yardımcılar Ergün Reis
Demir
Baytar