KARLOFÇA’DAN TÜRBAN`A
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışa geçiş dönemi Karlofça Antlaşması (1699) ile başlar ve devam eder…
Demokratikleşme yolunda atılmaya başlanan adımlar: Islahat Fermanı (1856) ve peşinden gelen I. Meşrutiyet (1876).
Türkçülüğün ve yenileşme arzusu isteyen bir grubun yani İttihat Terakki Cemiyeti mensuplarının gözü kara atımı ile gelen II. Meşrutiyet.
Bir noktada Makedonya dağlarında üniformalıların, Balkanlardaki çetecilere karşı kazandıkları zaferin sonunda gelinen nokta, o günün koşullarında demokrasi adına Padişaha isyandır. Bu isyan sonucunda ilan edilen rejimin adı II. Meşrutiyettir (1908).
İttihat Terakki işe ne kadar iyi niyetle başladı ise de başarılı olamadı. Zira akıldan ziyade maceraperest düşüncelerinin peşinden gittiler. İşi de berbat ettiler.
Damat Enver Paşa, Cemal Paşa ve sivilden gelen telgrafçı Talat Paşa.. .
Yanlarına aklıselimi ile hareket edenleri almadıkları için her geçen gün biraz daha batağın içine girdiler ve pis suyu bol nehirde boğulup gittiler.
Hiç biri malı götürmedi! O kadar namussuz değildiler ama akılları ayaklarına kumanda edemediği için bataklığın içine boğulup gittiler.
Sarığın terk edilip yerine fesin giyildiği dönemlerde nasıl kızılca kıyamet koptu ise; Almanların yanında birinci Dünya Savaşına girildiği zamanda kızılca kıyamet koptu. Aklı başında olanlar hatalı alınan bir karar derken, diğerleri günü kurtarma, daha büyük şöhret olma yolunda en iyisini yaptık anlayışından hiç taviz vermediler.
Israrla bir YILDIZ’ı karaya bulamak için verilen mücadele; YILDIZ’ın sönmesine değil “AY” gibi parıldamasına, ufuktan parlak bir GÜNEŞ gibi doğmasına yaradı.
Adı: MUSTAFA KEMAL’di bu parlak güneşin.
Karlofça’da başlayan yıkılışa 19 Mayıs 1919 da “DUR” denildi. Ne pahasına? İşte bunu anlatmaya sayfalar yetmez! Kuvvai Milliye, Efeler ve yerel Çetecilerle başlayan direniş, düzenli ordunun savaşa girmesi ile güç gösterisine başladı. Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya Savaşları ve Büyük Taarruz… Denize dökülen düşman ve bağımsızlığın yedi düvelin elinden koparıla koparıla alınması!
Cumhuriyet’in ilânı, uygarlık alemine girebilmek için verilen korkunç mücadele ve arka arkaya gelen devrimler. Saltanatın kaldırılması, Halifeliğin sona erdirilmesi, Öğretim Birliği Yasası, Medreselerin kapatılması, Şerriye Vekaletinin kaldırılması, Medeni Yasanın kabulü, Kılık Kıyafet Yasasının kabulü, Laikliğin benimsenmesi, Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, ağa, şeyh, zade gibi lakapların kaldırılması ve soyadı yasasının kabulü.
Cumhuriyet, 30 Ağustos, 23 Nisan Bayramlarının çoşku ile kutlanmaları!
Büyüklerin küçüklere hoşgörü ve sevgisi, küçüklerin de büyüklere karşı mükemmel saygısı!
Hiç kimse anamın giydiklerine karışmadı. Hiçbir devlet görevlisi veya her hangi bir işgüzar neden böyle giyiniyorsun demedi, o cesareti bulamadı. Hiç kimse neden oruç tutmuyorsun diye sormadı, soramadı! Hiç kimse neden namaz kılıyorsun veya neden kılmıyorsun diye sormadı veya soramadı! Hiç kimse cami cemaatine neden sakal bırakmadın, neden sakal bırakmıyorsun diyemedi! Hiç kimse bu cami şu tarikatın mensuplarının demedi, diyemedi! Hiç kimse pantolon yerine potur giyeceksin demedi, diyemedi! Hiç kimse saçın uzun, neden kısa değil demedi, diyemedi! Hiç kimse bir hanıma neden mayo giyiyorsun demedi, diyemedi! Neden dans ediyorsun demedi, diyemedi! Tabii bunların tam aksi de hiç olmadı!
Nedenini düşündüğümde vardığım sonuç: LAİK’lik oldu.
Peki ne oldu da bu günlere gelindi? Biraz irdeleyelim: Osmanlının yıkılışı ile düzeni, çıkarı bozulanların tek hedefi cumhuriyet ve cumhuriyetin getirdikleri olarak belirlendi. Sinsice, ustaca ve bıkmadan, yılmadan, bezginlik duymadan devrimlerin üzerine üzerine gidildi. Ağalığın ve aşiret düzeninin kaldırılması ile yerlerinden edilen aşiret ağaları zamanla tekrar eski yerlerine geri döndüler, döndürüldüler! Doğuda sürekli huzursuzluğu devam ettirdiler, küçük veya büyük çaplı isyanlarla eski özlem ve istekleri sıcak tutulmaya çalıştılar.
10 Kasım 1938 de Güneş’in batması ile başlarını kuma gömen Osmanlı artıklarına gün doğdu ve ayağa kalkmaya başladılar. 1940 lı yıllarda toprak reformu komisyonu kurulduğunda her nedense komisyon başkanlığına en büyük toprak sahiplerinden birini getirdiler ve bu nedenle beklenen olmadı. Bu olay Demokrat Parti’nin de doğmasına neden oldu. 14 Mayıs 1950 de Demokrat Parti iktidara geldi. Üç gün sonra en büyük özlem minarelerden dile getirildi ve Türkçe ezan terk edildi, bütün camilerden aynı anda Arapça öğle ezanları okundu!
Atatürk’e ve devrimlerine saldırılar da böyle başladı. Önce teşvik ettiler, saldırıları sinsice yoğunlaştırdılar, heykellerine taş attılar, kırdılar ve sonra da ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU’ nu çıkardılar. Tevhidi tedrisat yasasını budamaya başladılar. Tarikatlar yeşermeye, üyeleri palazlanmaya başladı… Her bir tarikat merkez haline geldi sonra da ülkenin ticaretini kontrolleri altına aldılar. Köy enstitüleri yoktan yere kapatılırken, tarikat okulları, dershaneleri açıldı. Atatürkçüyüm diyenlerin yardımları ile palazlandırıldılar, yer yurt ve mekan sahibi edildiler.
Devrim yasaları terk edildi. Ulus batı uygarlığına adım atarken çark geri dönmeye başladı. Boyun bağı takanlar işe almalarda dikkate alınmazken, çember sakallılara işlerin peşkeş çekildiği görüldü.
Dış ve iç borçlanma! İç borçlanma zamanla halledilse bile dış borçlanma ile IMF nın uşağı olmak için sanki elbirliği edildi. Dış borç ülkeyi batırdı, batırıyor; ülke elden çıkıyor diye bağıranlar, dış borcu 500 milyar dolara varan boyutlara getirdiler.
Başta medya, üreticiler, sanayiciler ve müteahhitlik firmaları olmak üzere gözleri kapalı, kendi çıkarlarına ters düşmedikçe destek vermeye alkış tutmaya devam ettiler.
Bir türban olayı çıkardılar ülkenin içine ettiler… Milli Nizam Partisinin kurulması ile başlayan dini siyasete alet etme Milli Selamet partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi ile devam edip durdu. Tek amaç Türbanmış gibi Adalet ve Kalkınma Partisi de bu söyleme yapıştı ve olayları başlatan taraf oldu. İktidara gelene kadar her gün türban mitingi yapanlar; her Cuma namazından sonra cami önlerinde gösteri yapanlar; Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olduktan sonra hiçbir gösteri yapmadılar. Amaç belli oldu ve suçlu yakalandı!
Suçlu, dini söylemi, benimsemedikleri laikliği kalkan yaparak dini siyasete alet edenlerdi. Bu da AKP’ den başkası değildi!
Şimdi Anayasa değiştiriliyor! Neden? Kız öğrencilerin türbanla Üniversiteye gelebilmeleri,girebilmeleri okumaları için! Ben Orman Fakültesinde çalıştım. Onlarca başörtülü öğrenci vardı ve hiç de sorun yoktu. Madem sorunsuz türban takılmasını (simge olmamak kaydı ile) istiyordunuz neden olayı kaşıdıkça kaşıdınız? Çocuklara neden bu kadar eziyet ettiniz? Buna hakkınız var mıydı?
BELKİ VARDI NE BİLEYİM BEN. BAKIN İŞTE NEREDEN NERELERE GELDİK!
İbrahim BALCI 08.02.2008
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışa geçiş dönemi Karlofça Antlaşması (1699) ile başlar ve devam eder…
Demokratikleşme yolunda atılmaya başlanan adımlar: Islahat Fermanı (1856) ve peşinden gelen I. Meşrutiyet (1876).
Türkçülüğün ve yenileşme arzusu isteyen bir grubun yani İttihat Terakki Cemiyeti mensuplarının gözü kara atımı ile gelen II. Meşrutiyet.
Bir noktada Makedonya dağlarında üniformalıların, Balkanlardaki çetecilere karşı kazandıkları zaferin sonunda gelinen nokta, o günün koşullarında demokrasi adına Padişaha isyandır. Bu isyan sonucunda ilan edilen rejimin adı II. Meşrutiyettir (1908).
İttihat Terakki işe ne kadar iyi niyetle başladı ise de başarılı olamadı. Zira akıldan ziyade maceraperest düşüncelerinin peşinden gittiler. İşi de berbat ettiler.
Damat Enver Paşa, Cemal Paşa ve sivilden gelen telgrafçı Talat Paşa.. .
Yanlarına aklıselimi ile hareket edenleri almadıkları için her geçen gün biraz daha batağın içine girdiler ve pis suyu bol nehirde boğulup gittiler.
Hiç biri malı götürmedi! O kadar namussuz değildiler ama akılları ayaklarına kumanda edemediği için bataklığın içine boğulup gittiler.
Sarığın terk edilip yerine fesin giyildiği dönemlerde nasıl kızılca kıyamet koptu ise; Almanların yanında birinci Dünya Savaşına girildiği zamanda kızılca kıyamet koptu. Aklı başında olanlar hatalı alınan bir karar derken, diğerleri günü kurtarma, daha büyük şöhret olma yolunda en iyisini yaptık anlayışından hiç taviz vermediler.
Israrla bir YILDIZ’ı karaya bulamak için verilen mücadele; YILDIZ’ın sönmesine değil “AY” gibi parıldamasına, ufuktan parlak bir GÜNEŞ gibi doğmasına yaradı.
Adı: MUSTAFA KEMAL’di bu parlak güneşin.
Karlofça’da başlayan yıkılışa 19 Mayıs 1919 da “DUR” denildi. Ne pahasına? İşte bunu anlatmaya sayfalar yetmez! Kuvvai Milliye, Efeler ve yerel Çetecilerle başlayan direniş, düzenli ordunun savaşa girmesi ile güç gösterisine başladı. Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya Savaşları ve Büyük Taarruz… Denize dökülen düşman ve bağımsızlığın yedi düvelin elinden koparıla koparıla alınması!
Cumhuriyet’in ilânı, uygarlık alemine girebilmek için verilen korkunç mücadele ve arka arkaya gelen devrimler. Saltanatın kaldırılması, Halifeliğin sona erdirilmesi, Öğretim Birliği Yasası, Medreselerin kapatılması, Şerriye Vekaletinin kaldırılması, Medeni Yasanın kabulü, Kılık Kıyafet Yasasının kabulü, Laikliğin benimsenmesi, Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, ağa, şeyh, zade gibi lakapların kaldırılması ve soyadı yasasının kabulü.
Cumhuriyet, 30 Ağustos, 23 Nisan Bayramlarının çoşku ile kutlanmaları!
Büyüklerin küçüklere hoşgörü ve sevgisi, küçüklerin de büyüklere karşı mükemmel saygısı!
Hiç kimse anamın giydiklerine karışmadı. Hiçbir devlet görevlisi veya her hangi bir işgüzar neden böyle giyiniyorsun demedi, o cesareti bulamadı. Hiç kimse neden oruç tutmuyorsun diye sormadı, soramadı! Hiç kimse neden namaz kılıyorsun veya neden kılmıyorsun diye sormadı veya soramadı! Hiç kimse cami cemaatine neden sakal bırakmadın, neden sakal bırakmıyorsun diyemedi! Hiç kimse bu cami şu tarikatın mensuplarının demedi, diyemedi! Hiç kimse pantolon yerine potur giyeceksin demedi, diyemedi! Hiç kimse saçın uzun, neden kısa değil demedi, diyemedi! Hiç kimse bir hanıma neden mayo giyiyorsun demedi, diyemedi! Neden dans ediyorsun demedi, diyemedi! Tabii bunların tam aksi de hiç olmadı!
Nedenini düşündüğümde vardığım sonuç: LAİK’lik oldu.
Peki ne oldu da bu günlere gelindi? Biraz irdeleyelim: Osmanlının yıkılışı ile düzeni, çıkarı bozulanların tek hedefi cumhuriyet ve cumhuriyetin getirdikleri olarak belirlendi. Sinsice, ustaca ve bıkmadan, yılmadan, bezginlik duymadan devrimlerin üzerine üzerine gidildi. Ağalığın ve aşiret düzeninin kaldırılması ile yerlerinden edilen aşiret ağaları zamanla tekrar eski yerlerine geri döndüler, döndürüldüler! Doğuda sürekli huzursuzluğu devam ettirdiler, küçük veya büyük çaplı isyanlarla eski özlem ve istekleri sıcak tutulmaya çalıştılar.
10 Kasım 1938 de Güneş’in batması ile başlarını kuma gömen Osmanlı artıklarına gün doğdu ve ayağa kalkmaya başladılar. 1940 lı yıllarda toprak reformu komisyonu kurulduğunda her nedense komisyon başkanlığına en büyük toprak sahiplerinden birini getirdiler ve bu nedenle beklenen olmadı. Bu olay Demokrat Parti’nin de doğmasına neden oldu. 14 Mayıs 1950 de Demokrat Parti iktidara geldi. Üç gün sonra en büyük özlem minarelerden dile getirildi ve Türkçe ezan terk edildi, bütün camilerden aynı anda Arapça öğle ezanları okundu!
Atatürk’e ve devrimlerine saldırılar da böyle başladı. Önce teşvik ettiler, saldırıları sinsice yoğunlaştırdılar, heykellerine taş attılar, kırdılar ve sonra da ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU’ nu çıkardılar. Tevhidi tedrisat yasasını budamaya başladılar. Tarikatlar yeşermeye, üyeleri palazlanmaya başladı… Her bir tarikat merkez haline geldi sonra da ülkenin ticaretini kontrolleri altına aldılar. Köy enstitüleri yoktan yere kapatılırken, tarikat okulları, dershaneleri açıldı. Atatürkçüyüm diyenlerin yardımları ile palazlandırıldılar, yer yurt ve mekan sahibi edildiler.
Devrim yasaları terk edildi. Ulus batı uygarlığına adım atarken çark geri dönmeye başladı. Boyun bağı takanlar işe almalarda dikkate alınmazken, çember sakallılara işlerin peşkeş çekildiği görüldü.
Dış ve iç borçlanma! İç borçlanma zamanla halledilse bile dış borçlanma ile IMF nın uşağı olmak için sanki elbirliği edildi. Dış borç ülkeyi batırdı, batırıyor; ülke elden çıkıyor diye bağıranlar, dış borcu 500 milyar dolara varan boyutlara getirdiler.
Başta medya, üreticiler, sanayiciler ve müteahhitlik firmaları olmak üzere gözleri kapalı, kendi çıkarlarına ters düşmedikçe destek vermeye alkış tutmaya devam ettiler.
Bir türban olayı çıkardılar ülkenin içine ettiler… Milli Nizam Partisinin kurulması ile başlayan dini siyasete alet etme Milli Selamet partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi ile devam edip durdu. Tek amaç Türbanmış gibi Adalet ve Kalkınma Partisi de bu söyleme yapıştı ve olayları başlatan taraf oldu. İktidara gelene kadar her gün türban mitingi yapanlar; her Cuma namazından sonra cami önlerinde gösteri yapanlar; Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olduktan sonra hiçbir gösteri yapmadılar. Amaç belli oldu ve suçlu yakalandı!
Suçlu, dini söylemi, benimsemedikleri laikliği kalkan yaparak dini siyasete alet edenlerdi. Bu da AKP’ den başkası değildi!
Şimdi Anayasa değiştiriliyor! Neden? Kız öğrencilerin türbanla Üniversiteye gelebilmeleri,girebilmeleri okumaları için! Ben Orman Fakültesinde çalıştım. Onlarca başörtülü öğrenci vardı ve hiç de sorun yoktu. Madem sorunsuz türban takılmasını (simge olmamak kaydı ile) istiyordunuz neden olayı kaşıdıkça kaşıdınız? Çocuklara neden bu kadar eziyet ettiniz? Buna hakkınız var mıydı?
BELKİ VARDI NE BİLEYİM BEN. BAKIN İŞTE NEREDEN NERELERE GELDİK!
İbrahim BALCI 08.02.2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder