Üç tarafı denizle çevrili ülkemizde balık avcılığı hangi
boyuttadır? Bunun henüz kesin bir tespiti yapılmadığı bilinmektedir. Değişik
türde balıklara sahip olan denizlerimizdeki balık rezervi ne kadardır? Bu da
bilinmemektedir. Oysa gelişmiş ülkelerde; örneğin Norveç, İsveç, Japonya gibi
ülkeler deniz ve balık envanterini çıkarmış, buna göre hesaplarını yapmış ve
balıkçıların ne kadar avlanacağını kotaya bağlamışlardır. Buna göre balıkçıların
istedikleri kadar avlanmaları yasaktır ve yasağa uymalarının erdem olduğunu da
bilirler.
Ülkemizde balıkçılık hoyratça yapılmaktadır. Hangi mevsimde,
hangi ayda olursa olsun, o mevsim, o ay veya günde, hangi tür balık varsa
avlanma yoluna gidilir. Amaç; balığı,
balıkçılığı korumak ve geliştirmek değil, geçimi sağlamaktadır. Balıkçılar çok
balık avlanmayı, rahat geçinme ve çok kazanç elde etmek olarak kabul eder. Çok
balık; çok para ve yine denize yatırım yaparak daha güçlü takım yaratma, daha
elverişli ve modern cihazlara sahip olmak demektir. Balıkçılarımız bunu bilir
bunu yaparlar.
Uzun yıllardan beri bazı balık türleri karasularımızdan
kaybolup gitti. Arada bulasın? Nerde ve ne zaman kaybolan nadide balıklar
kendilerini gösterecekler? Düşünceler, tahminler ve bitmeyen beklentiler!
Daha çok bekleriz ve daha çok düşünürüz! Kaybolan balık
türleri ne beklemekle gelir ve ne de düşünmekle elde edilir! Giden gitmiştir,
kaybolan kaybolmuştur! Boğazın ve Marmara Denizi’nin nadide balığı kılıç artık
yoktur. Önce Boğaziçi’ni, sonra Marmara Denizi’ni terk etti. Ege Denizi’ni kendisine mesken tutan bu
nadide balık halen Ege ve Akdeniz’de seyrediyor! Ama eskisi kadar bol değil!
Nefis lezzeti ile uskumru 1970’li yıllardan beri ortalarda
görülmüyor! Ne oldu? Nasıl kaçtı? Nereye gitti? Orkinos neden Marmara Denizi’nden
ve geçiş yolu olan Boğazlara uğramaz oldu? Büyükdere koyu, Sarıyer ve Kireçburnu
önlerinde avlanan Istakozlar neden ortalıkta görünmüyor elli yıldan beri? Kökü
mü kurudu? Ne oldu? Sardalye neden
Boğaziçi’ne kadar gelmiyor artık?
Bütün bunlar kayıp olanlar balıklar! Eski yıllara oranla
torik, palamut, çinekop, sarıkanat ,lüfer ve kofana da sırra kadem bastı! Lüferin
azmanı akya da görünmeyenlerden oldu! Arada bulasın! Hamsi bile boğaza girmiyor
artık!
Eylül ayı, bir dediği zaman balık sezonu açılır. Dualarla
tekneler yolcu edilir balık avcılığına! Bütün beklenti bolca palamut, lüfer ve
torik tutmaktır. Yeteri kadar av vermezse tabiat ana o zaman balıkçıların yüzü
gülmez, aşı pişmez, tayfası durmaz kayıklarda, çeker giderler! Her ne kadar
yeni yöntem tayfayı tutmak için maaş veriliyorsa da balıkçı Reisi için önemli
olan maaş vermek değil pay vermektir. Bu yüzden reis balık avının bol olmasını
ister. Karadeniz’de ve Boğaziçi’nde palamut, torik ve lüfercilik yeteri kadar
olmazsa, o mevsim balıkçılık olmadığı kabul edilir.
Balıkçılık denildiğinde çok geniş bir ailenin içine girilir.
Bugün sadece balıkçılığın bir kolundan bahsedeceğim. KILIÇCILIK!
Kılıçbalığı en değerli balıklardan biridir. Görünümü
görkemli, tadı nefis bir balıktır. Kılıç şiş tadına doyum olmaz bir balık
yemeğidir. Balıkçı tezgâhlarını süsler,
dostlar alışverişte görsün denilsin diye tezgâha konmaz kılıçbalığı! Bu balığın
özel müşterisi vardır. Arar, bulur ve fiyatı ne olursa olsun alır!
Kılıçbalığının kılıcı üst çenesinin uç kısmından ileriye
doğru uzayıp gider. Kılıcı boyunun yasına yakındır. Bu nazik balık kılıcını zorda kaldığı zaman
bile öldürücü olarak kullanmayan bir uysal balıktır. Bu balığın alt çenesinde
kılıç yoktur. Çenesinde dişleri de bulunmaz. Diş yerine ince pürtükler bulunur.
Kılıçbalığı AKANTHOPTERYGİİ takımı balıklarından olup
xiphiidae ailesi içinde yer alır.
Kılıç balığı çoğu kez dipte ya da iki su arasında bulunur.
Soğuk hava ve soğuk sularda su yüzüne çıkmaz. Kanalda ılık suda kaybeder
kendini. Böyle olduğu zamanlar avlanması da olmaz. Kılıçbalıkları genellikle
dişi ve erkek olarak ikişerli gezerler. Yumurtalarını nerede bıraktıklarını
bugüne kadar saptanabilmiş değil! Elbette ki deniz ama hangi denizde ve
nerelerde? Göçer balık olduğuna göre, yaz başı göçtüğü yer neresi ise orada
havyarını döktüğü ilk akla gelendir.
Kılıçbalıklarının boyları 2 veya 2,5 metre kadardır. Çok
daha büyük olanları da bulunur. Seyrekte olsa 4 ila 7,5 metre arasında
olanlarda vardır. Ama ülkemizde bu büyüklükte kılıçbalığına rastlanmış değil.
Seyri zevk veren görkemli bir balık olan kılıçbalığı, iri parlak
ve yuvarlak gözleri ile dikkat çeker. Dili
ise çok güçlüdür. Yüzgeçleri koyu çivit renginde olup yan tarafları mavidir.
Avlandıktan kısa bir süre sonra sırtı ve yüzgeçleri siyahlaşır. Yan tarafları
koyu gri ve karın bölgesi beyazlaşır. Pullu balıklardan olmasına karşın pullu
balık olduğu pek anlaşılmaz.
Kılıçbalığı yırtıcı balık değildir. Büyük-küçük yırtıcı
balıklardan da korkmaz. Zorda kalsa bile kılıcını kullanmaz. Bu balığın en
büyük düşmanı çok küçük bir parazit olan Pennatula’dır. Bu parazit,
kılıçbalığının sırtına yapışır kalır. Balığa çok eziyet ve acı verir.
Kılıçbalığı bu acıya tahammül edemez, çıldıracak hale gelir, kurtulabilmek için
kayalara çarpar, olmaz ise kendisini bile bile balık ağlarına teslim ederek
intihar eder.
Kılıç balıkçılığı artık yapılmıyor! Kılıççılar da artık yok!
Kılıç balıkçılığında kullanılan malzemeler, mağazalarda bir kenarda istiflenmiş ya da bir köşeye
atılmış, oradan yok olacağı zamanı beklemektedir. Eski reisler malzemelerine
kıyamaz, gelinlerin çeyiz saklaması gibi bir kenarda tutar ve saklar! Ama yeni
reislerin bu malzemelerle işi olmaz, ne işe yaradıklarını duymuşlardır ama
nasıl kullanıldıklarını öğrenmek bile istemezler! Yeni malzeme ve cihazlar için yer
aradıklarında “yahu ne işe yarar bunlar, bunların zamanı geçti” der ve göz
önünden kaldırıp atarlarsa, büyüklerinin eskiye özlemi daha da artar. Çünkü
günümüz reisleri ve bugünkü balıkçılar o basit malzeme ve aletlerin ne kadar
önemli olduğunu kavramakta zorluk çeker…
Kılıç balığı avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla yapılanı
iki türlüdür. Gırgır ve akışla (uzatma).Gırgırla yapılan balıkçılıkta, reis balığı
gördüğünde, uzaktan balığın etrafında firdola dönerek ağı döker ve iki kayık
(alamana) baş başa geldiğinde ağ çekilerek balık avcılığı tamamlanırdı. Ağ
içinde balık kalmışsa kayıklara alınır ve satışa gönderilirdi. Gırgırla yapılan
avcılık yetmiş yıl kadar önce terk edildi ve sadece hatıralarda kaldı! O günleri yaşanların sayısı parmakla
sayılacak kadar az!
Kılıççılıkta ağ balıkçılığı ile birlikte zıpkınla da avcılık
yapıldı. Zıpkınla kılıç avcılığı Poyrazlıların icadıdır denilse yeridir. Önce
Poyrazköylü balıkçılar bu işe başlamış ve devam ettirmişlerdir. Poyrazlıları
Marmara Adasının balıkçı köylü olan Çınarlı köylüler takıp ettiler. Sonra diğer
yerlerin balıkçıları…
Zıpkınla kılıç balıkçılığı baltabaş teknelerle yapılırdı.
Zaman zaman takalar da kullanılmasına rağmen, en uygun olanı baltabaş
teknelerdi. Teknelerin baş tarafından
ileriye doğru 4-5 metrelik bir kalas uzatılarak dip taraftan tekneye iyice
bağlanır ve sağlamlaştırılır. İşin ehli olan zıpkıncı kalasın en ucuna gider
oturur ve avını bekler. Teknede en fazla dört kişi bulunur. Biri dümeni
kullanır ve tekneye kumanda eder, biri yardımcı olarak kalır, biri dürbünle
balık gözler, diğeri de zıpkıncıdır, kalasın uçunda oturur ve zıpkını kullanacağı
anı bekler.
Kılıççılıkta fazla bir malzeme ve alet yoktur. Baltabaş veya
bir başka tekne, gürgen ağacından 4-5 metrelik üç beş zıpkın değneği, birkaç
zıpkın, 100 – 150 metre 5 mm lik ip, bir
kepçe, bir kakıç malzeme olarak kılıç avcılığında yeterlidir.
Kılıççılık nisan ayının ilk haftasında başlar haziranın
sonuna kadar devam eder. Kılıççılıkta denizin rüzgârsız, durgun ve dalgasız
olması gerekir. Rüzgârlı ve dalgalı havalarda kılıççılık yapılmaz. Boğaziçi’nde ağla, Marmara Denizinde ise
zıpkınla kılıç avlanır.
Zıpkıncı kalasın ucuna oturur ve bekler. Devamlı ayakta
duran dürbüncü de balık arar! Dürbünle bir mile yakın mesafeden balığı görür ve
dümenciye işaret eder. Dümenci tekneyi o tarafa yöneltir. Zıpkıncı da zıpkını,
zıpkın sırığına iyice yerleştirip elinde bekler. Tekne balığa yaklaştıkça zıpkıncı
balığı görür. Kılıç balığının yelesi (kanatları) durgun suda su yüzüne çıkar ve
balık denizi yara yara gider. Atış
menziline gelindiğinde zıpkıncı balığa zıpkını atar. İsabet ettirdiğinde balık
canı yandığı için olanca gücü ile kaçmaya, derinlere gitmeye başlar. Zıpkından
kendisini kurtaramaz. Zira zıpkının uç kısmının yan taraflarında gizli
kulakları vardır, kurtulmak istediğinde onlar açılır ve balığın hareketini önler.
Yardımcı elindeki ipi bırakır, balık kendi başına bir süre gider sonra durur.
Balık sakinleştikten sonra ip çekilir ve balık teknenin içine alınır. Tabii bir
balıkla yetinilmez, avcılığa devam edilir. Bir günde 15 ile 30 arasında balık
avlandığı olur!
Boğaziçi’nde kılıç balığı genellikle 3 ile 150 kilo arasında
olur. Seyrekte olsa 200 kilonun üzerinde
olanlara de rastlanır. Daha büyükler ise Ege ve Akdeniz’de görülür.
Kılıç balığı göç balığıdır. Havyarını dökmek üzere Marmara
Denizinden Karadeniz’e çıkar, göç eder (Anavasya), havyarını döker ve geri
dönerek (Katavasya) tekrar Marmara denizine gider. Havyar balık olur ve dönüşe
geçer. İşte Boğaziçi’nde kılıç balıkçılığı böyle başlar. Havyar döken balık
avlandığı gibi, yavru kılıçlar da avlanır. Balığın göçten dönüşü ekimde başlar
kasım ayı sonuna kadar devam eder.
Nisan-haziran aylarında kılıççılık rahatlıkla yapılırken ekim-kasım
aylarında yapılması zor hatta imkânsızdır. Çünkü deniz dalgalı ve rüzgârlı
olur, bu durum avcılığa elverişli değildir.
Günümüzde kılıç balığı yok! Bulana aşk olsun! Bulunsa da
pahadan yanına yaklaşılamaz. Neden kılıç balığı kayıplara karıştı? Bu konu
üzerine akıl yoranlar bulunmalıdır. Araştırılmalı ve bir çıkar yol, bir yöntem
bulunmalı, balığın Karadeniz ve Marmara denizinde tekrar üretilmesi yoluna
gidilmelidir.
Kılıççılık ya da kılıç balığı avcılığından bahsedildiği anda
akla Poyrazköy ve Poyrazköylü balıkçılar gelir. Kılıç balığı avcılığı
Poyrazköylülerin ana işidir. Kılıç avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla
yapılan avcılıkta gırgırcılık çoktan terk edildi. Ağla akış yapılmak suretiyle
yapılan kılıç avcılığı da uzun bir zamandan beri yapılmıyor. Kılıç balığı
avcılığında Poyrazköylülerin üzerine yoktur.
“Olmasına da imkân yoktur” derler. Araştırmalarımızda gördüm ki kim
söylemişse doğrusunu söylemiştir. Çünkü “Hayır” diyene rastlamadım.
Poyrazköylüler elbette ki sadece kılıç balığı avcılığı
yapmıyorlardı. Torik, palamut, lüfer, uskumru, hamsi, istavrit hangi balık
varsa o balığın etrafında dolanıp durur avlanırlar. Ama Poyrazköylüler için
olmazsa olmazları Kılıççılıktı! Kılıççılığın da zıpkınla yapılanı! Zıpkın
avcılığında üzerine yoktu Poyrazlıların!
Namlı zıpkıncıların piri de Torlak Mustafa Reis’ti. Yokluk zamanında her
tür balık avına koşan Mustafa Reis sadece kendisini yetiştirmekle kalmadı,
çocuklarını da yetiştirdi. Torlak
Niyazi, Torlak Nuri, Torlak Mehmet zıpkınla balık avlayan ve kılıç balığını
gördüğünde affetmeyen usta zıpkıncılardı. Bir günde 25, 30 kılıç balığını
zıpkınla avlayan Torlak Nuri Reis hala o günleri hatırlayarak gün geçiriyor.
Poyrazlı İsmail (Aktaş) yüz yaşa merdiven dayamış ama hala zıpkınla kılıç
balığı avladığı günlerin hasretini çekmekte “Ah o günler geri gelmez ki”
demekten kendini geri alamamaktadır. Ali
Rıza Toker’i de yabana atmamak gerekir. Aklını her zaman öne çıkararak, “telaş
benimle eş olamaz” diyerek sanatı yapan ve ustalaşanlardandır. Balığa zıpkını
attığında gövdesine değil kafasına atarak gövdesinin delinip zedelenmemesine
dikkat edecek kadar ustaca davranan ve bugün hala şöhretini devam ettiren bir
büyük usta zıpkıncıydı. Elbettei
Zamkinoz Şerafettin de unutulamaz. O da bu sanatın ustalarından biri olarak
adım adım şöhret basamaklarını tırmandı. Gaco’nun İsmail (Toker), Türk Osman’ın
Yaşar (Özer), İshak Türkmen, Muammer Türkmen, Dursun Ali Bakırcı, Rüştü Kan,
Hüseyin Kasarcı, Şekerin Mustafa, Kalafat İsmail, Kalafat Fazlı ve Fazlıoğlu
İsmail’de zıpkıncıların usta isimlerindendi.
Poyrazköy dışında zıpkıncı aranacak olsa bulunması zordur.
Olsa da parmakla sayılacak kadar az! Sarıyer Merkez’de en önemli zıpkıncı
Zangar’ın Ömer (Akın) dır. Balığı
gördüğünde affetmeyenlerdendir. Sasırdım Bahri (Menekşe) motor sahibi değildi
ama zıpkını Sürmene bıçağı gibi kullanan bir genç usta idi. İş hayatına dışarıda
devam etmeseydi belki de çok iyi bir zıpkıncı olarak şöhret bulacaktı. Madenli
Rasimoğlu Mustafa ile kardeşi Rasimoğlu Fahrettin de zıpkını çok iyi
kullananlardandı.
Söyleşi yaptığımız Torlak Nuri Reis’ten öğrendiğimize göre;
Marmara Denizi’nden Ege ve Akdeniz’e önemli sardalye göçü oldu. Kılıç balığı bu
göçü yani sardalye balığını takip ederek peşinden gitti ve bir daha dönüşü
olmadı. Oldu ise de çok az oldu ve üremesi de ortadan kalktı. Zira Kılıç balığı
sardalyenin bol olduğu yerlerde olur ve sardalye ile beslenir. Boğaziçi’nde
sardalye olmadığı biliniyor. O zaman göç eden ve uzun zamandır ortalardan
kaybolan kılıç balığını da görmek mümkün olmuyor. Tezgâhlarda görülen ve hayli
pahalı satılan kılıç balığı yerel balık değildir. Ege ya da Akdeniz’den gelen
balıktır. Bu balıklar Boğaziçi ve Marmara Denizi’nde tutulan balığın lezzetini
de vermez! Çünkü Ege ve Akdeniz’in suyu çok tuzludur.
Kılıç balığı avcılığı aynı zamanda ağla da yapılıyordu. Ağla
kılıç balığı avcılığı 1960’lı yılların sonuna kadar devam etti. Ağ ile yapılan
kılıç balığı avcılığı da Nisan ayında başlar, Eylül-Ekim ayı sonuna kadar,
müsait havalarda yapılır. Kılıç ağı çok açıkgözlü, 25 metre boyunda ve beş
metre genişliğindedir. En fazla 4 ya da 5 ağ birbirine bağlanır ve 100 veya 125
metrelik ağ yapılır. Ağlar kayığın kıç üstüne (kayığın kıç güvertesine) istif
edilir ve akış yerinde denize bırakılır. Ağın en uç kısmındaki şamandıra’nın
üst kısmına ayrıca bir fener bulunur. Ayrıca denize bırakılan her tonoz ağın bitimi
ile birlikte bir şamandıra denize bırakılır, ağlar birbirine bağlı olur. Ağın kayıkta
kalan uçunda 10-15 metre uzunluğunda yuntar denilen bir ipin ucu kayıktaki
balıkçıda bulunur. Ağın deniz üzerinde kalan kısmında aralıklı olarak mantar
bulunur. Balık ağa vurduğunda balıkçının
elinde bulunan yuntar sallanır, gerilir böylece ağa balığın vurduğu anlaşılır.
Ya da zifiri karanlıkta balık ağa vurunca denizde yakamoz yapar. Böylece
balığın ağa yakalandığı anlaşılır. Kılıç balığı kayığa alınırken kılıç kısmından
alınmaz. Zira keskin kılıç ellere zarar verebilir. Balığın kuyruk kısmından
kayığa alınması gerekir. Başka çare yoksa kılıçbalığının kılıcına kalın bir
bezle tutulmalıdır. Balık ölmeden kılıç balığının keskinliği kaybolmaz.
Kılıçbalığı ağı denize atıldığında Anadolu yakasına yakın atılmışsa şamandırada
yeşil renkli fener, Rumeli yakasına yakın atılmışsa kırmızı renkli fener
kullanılarak varlıklarını belli ederler.
Boğaziçi’nde akış yerleri bellidir. Poyraz ile Garipçe arası
ve kanal dikkate alınarak ağ denize atılır. Kanalın akıntısı ile ağ Boğaziçi’ne
doğru akar. Kayık takip eder. Bu akış sırasında geçen kılıç balıkları ağa
saplandığında, kurtulmak için çırpınır, çırpındıkça ağa sarılır. Kayıkçı da
balığın üzerine gider ve ağı çekerek balığı kayığa alır. Bu gibi avlanmadan iki
üç balık alındığı olduğu gibi, sabaha kadar devam eden iki üç akışta bir balık
alındığı da olur, hiç balık avlanılmadığı da olur. Poyraz-Garipçe arasındaki
akış Anadolu Kavağı ile Rumeli Kavağı açığında son bulur.
Anadolukavak ile Pazarbaşı arasında şamandıralar vardı.
Tespih gibi yan yana dizilirlerdi. Savaş zamanında iki yaka birleştirilerek
boğaz geçişe kapatılırdı. Şamandıraların altından dibe doğru sarkan 8-10
metrelik çelik ağlar, savaş anında düşman denizaltılarının geçişini önlemek
içindi. Yani lüzumlu ve gerekliydi. Şamandıralar böyle olunca akış
şamandıralara gelmeden sona ererdi. Bu durum bir yerde Poyrazlılara daha ileri
gitmeyin demek gibi bir şeydi. Sonraki
akış yani diğer akış yeri ise şamandıralar geçildikten sonraki akış yeri olan
Pazarbaşı ile Macar mevkii açıklarında ve yine kanaldan başlar Kireçburnu bazen
de Tarabya önlerine kadar gelir.
Anadoluhisarı-Kanlıca arası, Kanlıca-Çubuklu arası, Beykoz -
Paşabahçe arası da kılıçbalığı akışı yapılan yerlerdir.
Ağla kılıç balıkçılığı da kolay değildir. Zor olanı sabaha
kadar denizde beklemek, akış üzerinde durmaktır. Ağla yapılan kılıç avcılığında
kayıktakiler kendilerine yenidünyalar kurar, kurdukları dünyada yaşarlar.
Alışkan olanlar yani akşamcılar, zulaya attıkları içkisini; çerez, zeytin veya
peyniri oturağın bir kenarına koyar ve tek tek atarak kafasını bulur, kendi
hayatını yaşarlar!
Ağ balıkçılığında en ters şey,
geçen gemilerin sorumsuzluğudur. Denizde bir başka işle meşgul olup olmadığına
dikkat etmezler. Oysa denizde ağ atan, akışta olan kılıççılar vardır. Geminin
veya herhangi bir büyük teknenin ağların üzerinden geçmesi demek o balıkçıyı
perişan etmek demektir, zira tüm sermayesi bir küçük kayık ve üç beş ağdır.
Geminin uskuru ağı birbirine dolar ve parçalar çekip gider. Gemilerin dikkatini
çekmek için; kayıktakiler tayfa ya da kayık sahibi geminin üzerlerine doğru
geldiğini görünce ve yaklaştığında bağırır; “Ağğğğğğ var ağğğğğğğğğ”! Bu
bağrışı tekrarlar dururlar.
Balık avlayanlar balığını Sarıyer’de Taşiskele’ye getirir ve
mezatçı memurun pazarlaması üzerine satarak parasını alır. Fazla balık varsa,
daha iyi fiyat bulmak için sabahın erken saatinde balıkhaneye gönderilerek
satış yapılır. Satıştan elde edilecek para, iki kişilik kayıkta dörde bölünür.
Bir pay kayık payı, bir pay ağ payı, bir pay ağ sahibinin, bir payda tayfanın
olur.
Poyraz köy, Sarıyer Merkez, Sarıyer Maden, Kireçburnu ve
Anadoluhisarlı balıkçılar ağla kılıç balığı avcılığı yaparlar.
Ağla kılıç balığı avcılığı yapanlardan Sarıyerli; Ali Çavuş
(Menekşe) ile ağabeyi Ömer Dayı (Menekşe) unutulmaz ustalardandı. Balığa çıktıklarında ve ağı denize
attıklarında sanki balıklar bu ikiliyi mahcup etmemek için ağlarına takılmayı
marifet sayar gibi dolanıp dururlardı ağın etrafında ve kendilerini teslim
ederlerdi bu ikiliye! Ali Rıza Büyükdurmuş, İbrahim Keleş’le giderdi balığa.
Yıllarca birlikte oldu bu ikili. Boğaziçi’nin en büyük balığını tutmanın
keyfini sürdüler yıllarca. 250 kiloluk dev kılıç balığını sabuncu iskelesine
getirdiklerinde, göze ve nazara gelmemek için ellerini apış aralarına
getirmekten geri kalmadılar. Kel Hakkı deyip geçmemek gerekir. Madenli bu eski
kurt balıkçı da kılıç ağcılarının ustalarındadır. Yakaladığı 215 kiloluk balığı
dostum diyerek sevgili gibi kucaklayıp, rıhtıma yatıran balık adamıdır.
Dondurmacı Hüseyin, Hacıoğlu Maksut Reis (Ketenci), Madenli Şeref Reis, Madenli
Kanlı Rıza, Madenli Hakkı Reis kılıç ağı ile balık avlamanın ne kadar zevkli
bir iş olduğunu, saçları ağarana, ayakları zorlanana kadar yaptıklarından anlaşılır.
Balıkçıların en kibarı Varyemez Mehmet de ayrı bir kılıççıdır. Kılıç ağını
attığında sabır taşı olur ve akış bitene kadar tek kelime etmeden beklemeyi
bilen biriydi. Yardımcısı Demir Baytar ile 135 kiloluk kılıç balığını sandalın
içine aldıklarında keyiflerine diyecek yoktu! Hacı Ömer ile Ağabeyi Yusuf Ağa
(Uzger) da zaman zaman kılıç ağı atanlardandı. Yaban Turubu Salih de yabana
atılmayan kılıççıdır. Mezeci Saim ile Fahrettin ve Dibek Recep ekibi de ağ ile
kılıçbalığı avcılığı yapan Sarıyerlilerden bir kaçıdır. Poyrazköy’den; Torlak
Nuri, Tahir Bakırcı, Bilal Bakırcı, Hakkı Suer, Şekerin Nuri ve Şaban Şenol’da
ağla kılıç balığı avcılığı yapan usta balıkçılardır.
Günümüzde kılıç balıkçılığı diye bir balıkçılık yok! Yani
balıkçı ağzıyla kılıççılık yapılmıyor artık! Nedeni de kılıç balığının
kendisini kaybettirmesi ve meydana çıkmaması ve belki de yavaş yavaş neslinin
tükenir duruma gelmesidir. Kılıç balığı Marmara ve Boğaziçi’nden
kaybolmasaydı, avcılığı devam eder
dururdu. Ama yanlış avlanma, deniz kirliliği, uskur sesleri kılıç balığının
kaybolmasının nedenlerinden bazılarıdır. Böyle olunca da kılıç balığı ve kılıççılık
sadece Sarıyerliler için değil, İstanbul ve bilhassa ülkemiz için nostalji olmaktan
öteye gitmez. Nostalji demek eskiyi yaşamak demektir. Maalesef bu gidişle,
eskiye hasret yaşayıp duracağız!
27.02.2012
KAYNAKÇA
1-
Karekin Deveciyan, Türkiye’de Balık ve
Balıkçılık. İst. 2006.
2-
Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda
İstanbul Hayatı, İst. 2001.
3-
İbrahim Balcı, Aşiyan’dan Kısırkaya’ya, İst.
2006.
Sözlü tarih çalışması:
1)
Nuri Torlak Reis
2)
İsmail Aktaş Reis
3)
Cüneyt Yardımcılar Ergün Reis
Demir
Baytar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder