31 Mayıs 2012 Perşembe

SARIYER, BOGAZİÇİ VE MARMARA DENİZİNDE KILIÇ BALIĞI AVCILIĞI


Üç tarafı denizle çevrili ülkemizde balık avcılığı hangi boyuttadır? Bunun henüz kesin bir tespiti yapılmadığı bilinmektedir. Değişik türde balıklara sahip olan denizlerimizdeki balık rezervi ne kadardır? Bu da bilinmemektedir. Oysa gelişmiş ülkelerde; örneğin Norveç, İsveç, Japonya gibi ülkeler deniz ve balık envanterini çıkarmış, buna göre hesaplarını yapmış ve balıkçıların ne kadar avlanacağını kotaya bağlamışlardır. Buna göre balıkçıların istedikleri kadar avlanmaları yasaktır ve yasağa uymalarının erdem olduğunu da bilirler.
Ülkemizde balıkçılık hoyratça yapılmaktadır. Hangi mevsimde, hangi ayda olursa olsun, o mevsim, o ay veya günde, hangi tür balık varsa avlanma yoluna gidilir. Amaç;  balığı, balıkçılığı korumak ve geliştirmek değil, geçimi sağlamaktadır. Balıkçılar çok balık avlanmayı, rahat geçinme ve çok kazanç elde etmek olarak kabul eder. Çok balık; çok para ve yine denize yatırım yaparak daha güçlü takım yaratma, daha elverişli ve modern cihazlara sahip olmak demektir. Balıkçılarımız bunu bilir bunu yaparlar.
Uzun yıllardan beri bazı balık türleri karasularımızdan kaybolup gitti. Arada bulasın? Nerde ve ne zaman kaybolan nadide balıklar kendilerini gösterecekler? Düşünceler, tahminler ve bitmeyen beklentiler!
Daha çok bekleriz ve daha çok düşünürüz! Kaybolan balık türleri ne beklemekle gelir ve ne de düşünmekle elde edilir! Giden gitmiştir, kaybolan kaybolmuştur! Boğazın ve Marmara Denizi’nin nadide balığı kılıç artık yoktur. Önce Boğaziçi’ni, sonra Marmara Denizi’ni terk etti.  Ege Denizi’ni kendisine mesken tutan bu nadide balık halen Ege ve Akdeniz’de seyrediyor! Ama eskisi kadar bol değil!
Nefis lezzeti ile uskumru 1970’li yıllardan beri ortalarda görülmüyor! Ne oldu? Nasıl kaçtı? Nereye gitti? Orkinos neden Marmara Denizi’nden ve geçiş yolu olan Boğazlara uğramaz oldu? Büyükdere koyu, Sarıyer ve Kireçburnu önlerinde avlanan Istakozlar neden ortalıkta görünmüyor elli yıldan beri? Kökü mü kurudu? Ne oldu?  Sardalye neden Boğaziçi’ne kadar gelmiyor artık?
Bütün bunlar kayıp olanlar balıklar! Eski yıllara oranla torik, palamut, çinekop, sarıkanat ,lüfer ve kofana da sırra kadem bastı! Lüferin azmanı akya da görünmeyenlerden oldu! Arada bulasın! Hamsi bile boğaza girmiyor artık!
Eylül ayı, bir dediği zaman balık sezonu açılır. Dualarla tekneler yolcu edilir balık avcılığına! Bütün beklenti bolca palamut, lüfer ve torik tutmaktır. Yeteri kadar av vermezse tabiat ana o zaman balıkçıların yüzü gülmez, aşı pişmez, tayfası durmaz kayıklarda, çeker giderler! Her ne kadar yeni yöntem tayfayı tutmak için maaş veriliyorsa da balıkçı Reisi için önemli olan maaş vermek değil pay vermektir. Bu yüzden reis balık avının bol olmasını ister. Karadeniz’de ve Boğaziçi’nde palamut, torik ve lüfercilik yeteri kadar olmazsa, o mevsim balıkçılık olmadığı kabul edilir.
Balıkçılık denildiğinde çok geniş bir ailenin içine girilir. Bugün sadece balıkçılığın bir kolundan bahsedeceğim. KILIÇCILIK!
Kılıçbalığı en değerli balıklardan biridir. Görünümü görkemli, tadı nefis bir balıktır. Kılıç şiş tadına doyum olmaz bir balık yemeğidir.  Balıkçı tezgâhlarını süsler, dostlar alışverişte görsün denilsin diye tezgâha konmaz kılıçbalığı! Bu balığın özel müşterisi vardır. Arar, bulur ve fiyatı ne olursa olsun alır!
Kılıçbalığının kılıcı üst çenesinin uç kısmından ileriye doğru uzayıp gider. Kılıcı boyunun yasına yakındır.  Bu nazik balık kılıcını zorda kaldığı zaman bile öldürücü olarak kullanmayan bir uysal balıktır. Bu balığın alt çenesinde kılıç yoktur. Çenesinde dişleri de bulunmaz. Diş yerine ince pürtükler bulunur.
Kılıçbalığı AKANTHOPTERYGİİ takımı balıklarından olup xiphiidae ailesi içinde yer alır.
Kılıç balığı çoğu kez dipte ya da iki su arasında bulunur. Soğuk hava ve soğuk sularda su yüzüne çıkmaz. Kanalda ılık suda kaybeder kendini. Böyle olduğu zamanlar avlanması da olmaz. Kılıçbalıkları genellikle dişi ve erkek olarak ikişerli gezerler. Yumurtalarını nerede bıraktıklarını bugüne kadar saptanabilmiş değil! Elbette ki deniz ama hangi denizde ve nerelerde? Göçer balık olduğuna göre, yaz başı göçtüğü yer neresi ise orada havyarını döktüğü ilk akla gelendir.
Kılıçbalıklarının boyları 2 veya 2,5 metre kadardır. Çok daha büyük olanları da bulunur. Seyrekte olsa 4 ila 7,5 metre arasında olanlarda vardır. Ama ülkemizde bu büyüklükte kılıçbalığına rastlanmış değil.
Seyri zevk veren görkemli bir balık olan kılıçbalığı, iri parlak ve yuvarlak gözleri ile dikkat çeker.  Dili ise çok güçlüdür. Yüzgeçleri koyu çivit renginde olup yan tarafları mavidir. Avlandıktan kısa bir süre sonra sırtı ve yüzgeçleri siyahlaşır. Yan tarafları koyu gri ve karın bölgesi beyazlaşır. Pullu balıklardan olmasına karşın pullu balık olduğu pek anlaşılmaz.
Kılıçbalığı yırtıcı balık değildir. Büyük-küçük yırtıcı balıklardan da korkmaz. Zorda kalsa bile kılıcını kullanmaz. Bu balığın en büyük düşmanı çok küçük bir parazit olan Pennatula’dır. Bu parazit, kılıçbalığının sırtına yapışır kalır. Balığa çok eziyet ve acı verir. Kılıçbalığı bu acıya tahammül edemez, çıldıracak hale gelir, kurtulabilmek için kayalara çarpar, olmaz ise kendisini bile bile balık ağlarına teslim ederek intihar eder.
Kılıç balıkçılığı artık yapılmıyor! Kılıççılar da artık yok! Kılıç balıkçılığında kullanılan malzemeler,  mağazalarda bir kenarda istiflenmiş ya da bir köşeye atılmış, oradan yok olacağı zamanı beklemektedir. Eski reisler malzemelerine kıyamaz, gelinlerin çeyiz saklaması gibi bir kenarda tutar ve saklar! Ama yeni reislerin bu malzemelerle işi olmaz, ne işe yaradıklarını duymuşlardır ama nasıl kullanıldıklarını öğrenmek bile istemezler!  Yeni malzeme ve cihazlar için yer aradıklarında “yahu ne işe yarar bunlar, bunların zamanı geçti” der ve göz önünden kaldırıp atarlarsa, büyüklerinin eskiye özlemi daha da artar. Çünkü günümüz reisleri ve bugünkü balıkçılar o basit malzeme ve aletlerin ne kadar önemli olduğunu kavramakta zorluk çeker…
Kılıç balığı avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla yapılanı iki türlüdür. Gırgır ve akışla (uzatma).Gırgırla yapılan balıkçılıkta, reis balığı gördüğünde, uzaktan balığın etrafında firdola dönerek ağı döker ve iki kayık (alamana) baş başa geldiğinde ağ çekilerek balık avcılığı tamamlanırdı. Ağ içinde balık kalmışsa kayıklara alınır ve satışa gönderilirdi. Gırgırla yapılan avcılık yetmiş yıl kadar önce terk edildi ve sadece hatıralarda kaldı!  O günleri yaşanların sayısı parmakla sayılacak kadar az!
Kılıççılıkta ağ balıkçılığı ile birlikte zıpkınla da avcılık yapıldı. Zıpkınla kılıç avcılığı Poyrazlıların icadıdır denilse yeridir. Önce Poyrazköylü balıkçılar bu işe başlamış ve devam ettirmişlerdir. Poyrazlıları Marmara Adasının balıkçı köylü olan Çınarlı köylüler takıp ettiler. Sonra diğer yerlerin balıkçıları…
Zıpkınla kılıç balıkçılığı baltabaş teknelerle yapılırdı. Zaman zaman takalar da kullanılmasına rağmen, en uygun olanı baltabaş teknelerdi.  Teknelerin baş tarafından ileriye doğru 4-5 metrelik bir kalas uzatılarak dip taraftan tekneye iyice bağlanır ve sağlamlaştırılır. İşin ehli olan zıpkıncı kalasın en ucuna gider oturur ve avını bekler. Teknede en fazla dört kişi bulunur. Biri dümeni kullanır ve tekneye kumanda eder, biri yardımcı olarak kalır, biri dürbünle balık gözler, diğeri de zıpkıncıdır, kalasın uçunda oturur ve zıpkını kullanacağı anı bekler.
Kılıççılıkta fazla bir malzeme ve alet yoktur. Baltabaş veya bir başka tekne, gürgen ağacından 4-5 metrelik üç beş zıpkın değneği, birkaç zıpkın, 100 – 150 metre 5 mm lik ip,  bir kepçe, bir kakıç malzeme olarak kılıç avcılığında yeterlidir.
Kılıççılık nisan ayının ilk haftasında başlar haziranın sonuna kadar devam eder. Kılıççılıkta denizin rüzgârsız, durgun ve dalgasız olması gerekir. Rüzgârlı ve dalgalı havalarda kılıççılık yapılmaz.  Boğaziçi’nde ağla, Marmara Denizinde ise zıpkınla kılıç avlanır.
Zıpkıncı kalasın ucuna oturur ve bekler. Devamlı ayakta duran dürbüncü de balık arar! Dürbünle bir mile yakın mesafeden balığı görür ve dümenciye işaret eder. Dümenci tekneyi o tarafa yöneltir. Zıpkıncı da zıpkını, zıpkın sırığına iyice yerleştirip elinde bekler. Tekne balığa yaklaştıkça zıpkıncı balığı görür. Kılıç balığının yelesi (kanatları) durgun suda su yüzüne çıkar ve balık denizi yara yara gider.  Atış menziline gelindiğinde zıpkıncı balığa zıpkını atar. İsabet ettirdiğinde balık canı yandığı için olanca gücü ile kaçmaya, derinlere gitmeye başlar. Zıpkından kendisini kurtaramaz. Zira zıpkının uç kısmının yan taraflarında gizli kulakları vardır, kurtulmak istediğinde onlar açılır ve balığın hareketini önler. Yardımcı elindeki ipi bırakır, balık kendi başına bir süre gider sonra durur. Balık sakinleştikten sonra ip çekilir ve balık teknenin içine alınır. Tabii bir balıkla yetinilmez, avcılığa devam edilir. Bir günde 15 ile 30 arasında balık avlandığı olur!
Boğaziçi’nde kılıç balığı genellikle 3 ile 150 kilo arasında olur.  Seyrekte olsa 200 kilonun üzerinde olanlara de rastlanır. Daha büyükler ise Ege ve Akdeniz’de görülür.
Kılıç balığı göç balığıdır. Havyarını dökmek üzere Marmara Denizinden Karadeniz’e çıkar, göç eder (Anavasya), havyarını döker ve geri dönerek (Katavasya) tekrar Marmara denizine gider. Havyar balık olur ve dönüşe geçer. İşte Boğaziçi’nde kılıç balıkçılığı böyle başlar. Havyar döken balık avlandığı gibi, yavru kılıçlar da avlanır. Balığın göçten dönüşü ekimde başlar kasım ayı sonuna kadar devam eder.  Nisan-haziran aylarında kılıççılık rahatlıkla yapılırken ekim-kasım aylarında yapılması zor hatta imkânsızdır. Çünkü deniz dalgalı ve rüzgârlı olur, bu durum avcılığa elverişli değildir.
Günümüzde kılıç balığı yok! Bulana aşk olsun! Bulunsa da pahadan yanına yaklaşılamaz. Neden kılıç balığı kayıplara karıştı? Bu konu üzerine akıl yoranlar bulunmalıdır. Araştırılmalı ve bir çıkar yol, bir yöntem bulunmalı, balığın Karadeniz ve Marmara denizinde tekrar üretilmesi yoluna gidilmelidir.
Kılıççılık ya da kılıç balığı avcılığından bahsedildiği anda akla Poyrazköy ve Poyrazköylü balıkçılar gelir. Kılıç balığı avcılığı Poyrazköylülerin ana işidir. Kılıç avcılığı ağ ve zıpkınla yapılır. Ağla yapılan avcılıkta gırgırcılık çoktan terk edildi. Ağla akış yapılmak suretiyle yapılan kılıç avcılığı da uzun bir zamandan beri yapılmıyor. Kılıç balığı avcılığında Poyrazköylülerin üzerine yoktur.  “Olmasına da imkân yoktur” derler. Araştırmalarımızda gördüm ki kim söylemişse doğrusunu söylemiştir. Çünkü “Hayır” diyene rastlamadım.
Poyrazköylüler elbette ki sadece kılıç balığı avcılığı yapmıyorlardı. Torik, palamut, lüfer, uskumru, hamsi, istavrit hangi balık varsa o balığın etrafında dolanıp durur avlanırlar. Ama Poyrazköylüler için olmazsa olmazları Kılıççılıktı! Kılıççılığın da zıpkınla yapılanı! Zıpkın avcılığında üzerine yoktu Poyrazlıların!  Namlı zıpkıncıların piri de Torlak Mustafa Reis’ti. Yokluk zamanında her tür balık avına koşan Mustafa Reis sadece kendisini yetiştirmekle kalmadı, çocuklarını da yetiştirdi.  Torlak Niyazi, Torlak Nuri, Torlak Mehmet zıpkınla balık avlayan ve kılıç balığını gördüğünde affetmeyen usta zıpkıncılardı. Bir günde 25, 30 kılıç balığını zıpkınla avlayan Torlak Nuri Reis hala o günleri hatırlayarak gün geçiriyor. Poyrazlı İsmail (Aktaş) yüz yaşa merdiven dayamış ama hala zıpkınla kılıç balığı avladığı günlerin hasretini çekmekte “Ah o günler geri gelmez ki” demekten kendini geri alamamaktadır.  Ali Rıza Toker’i de yabana atmamak gerekir. Aklını her zaman öne çıkararak, “telaş benimle eş olamaz” diyerek sanatı yapan ve ustalaşanlardandır. Balığa zıpkını attığında gövdesine değil kafasına atarak gövdesinin delinip zedelenmemesine dikkat edecek kadar ustaca davranan ve bugün hala şöhretini devam ettiren bir büyük usta zıpkıncıydı.  Elbettei Zamkinoz Şerafettin de unutulamaz. O da bu sanatın ustalarından biri olarak adım adım şöhret basamaklarını tırmandı. Gaco’nun İsmail (Toker), Türk Osman’ın Yaşar (Özer), İshak Türkmen, Muammer Türkmen, Dursun Ali Bakırcı, Rüştü Kan, Hüseyin Kasarcı, Şekerin Mustafa, Kalafat İsmail, Kalafat Fazlı ve Fazlıoğlu İsmail’de zıpkıncıların usta isimlerindendi.
Poyrazköy dışında zıpkıncı aranacak olsa bulunması zordur. Olsa da parmakla sayılacak kadar az! Sarıyer Merkez’de en önemli zıpkıncı Zangar’ın Ömer (Akın) dır.  Balığı gördüğünde affetmeyenlerdendir. Sasırdım Bahri (Menekşe) motor sahibi değildi ama zıpkını Sürmene bıçağı gibi kullanan bir genç usta idi. İş hayatına dışarıda devam etmeseydi belki de çok iyi bir zıpkıncı olarak şöhret bulacaktı. Madenli Rasimoğlu Mustafa ile kardeşi Rasimoğlu Fahrettin de zıpkını çok iyi kullananlardandı.
Söyleşi yaptığımız Torlak Nuri Reis’ten öğrendiğimize göre; Marmara Denizi’nden Ege ve Akdeniz’e önemli sardalye göçü oldu. Kılıç balığı bu göçü yani sardalye balığını takip ederek peşinden gitti ve bir daha dönüşü olmadı. Oldu ise de çok az oldu ve üremesi de ortadan kalktı. Zira Kılıç balığı sardalyenin bol olduğu yerlerde olur ve sardalye ile beslenir. Boğaziçi’nde sardalye olmadığı biliniyor. O zaman göç eden ve uzun zamandır ortalardan kaybolan kılıç balığını da görmek mümkün olmuyor. Tezgâhlarda görülen ve hayli pahalı satılan kılıç balığı yerel balık değildir. Ege ya da Akdeniz’den gelen balıktır. Bu balıklar Boğaziçi ve Marmara Denizi’nde tutulan balığın lezzetini de vermez! Çünkü Ege ve Akdeniz’in suyu çok tuzludur.
Kılıç balığı avcılığı aynı zamanda ağla da yapılıyordu. Ağla kılıç balığı avcılığı 1960’lı yılların sonuna kadar devam etti. Ağ ile yapılan kılıç balığı avcılığı da Nisan ayında başlar, Eylül-Ekim ayı sonuna kadar, müsait havalarda yapılır. Kılıç ağı çok açıkgözlü, 25 metre boyunda ve beş metre genişliğindedir. En fazla 4 ya da 5 ağ birbirine bağlanır ve 100 veya 125 metrelik ağ yapılır. Ağlar kayığın kıç üstüne (kayığın kıç güvertesine) istif edilir ve akış yerinde denize bırakılır. Ağın en uç kısmındaki şamandıra’nın üst kısmına ayrıca bir fener bulunur. Ayrıca denize bırakılan her tonoz ağın bitimi ile birlikte bir şamandıra denize bırakılır, ağlar birbirine bağlı olur. Ağın kayıkta kalan uçunda 10-15 metre uzunluğunda yuntar denilen bir ipin ucu kayıktaki balıkçıda bulunur. Ağın deniz üzerinde kalan kısmında aralıklı olarak mantar bulunur.  Balık ağa vurduğunda balıkçının elinde bulunan yuntar sallanır, gerilir böylece ağa balığın vurduğu anlaşılır. Ya da zifiri karanlıkta balık ağa vurunca denizde yakamoz yapar. Böylece balığın ağa yakalandığı anlaşılır. Kılıç balığı kayığa alınırken kılıç kısmından alınmaz. Zira keskin kılıç ellere zarar verebilir. Balığın kuyruk kısmından kayığa alınması gerekir. Başka çare yoksa kılıçbalığının kılıcına kalın bir bezle tutulmalıdır. Balık ölmeden kılıç balığının keskinliği kaybolmaz. Kılıçbalığı ağı denize atıldığında Anadolu yakasına yakın atılmışsa şamandırada yeşil renkli fener, Rumeli yakasına yakın atılmışsa kırmızı renkli fener kullanılarak varlıklarını belli ederler.
Boğaziçi’nde akış yerleri bellidir. Poyraz ile Garipçe arası ve kanal dikkate alınarak ağ denize atılır. Kanalın akıntısı ile ağ Boğaziçi’ne doğru akar. Kayık takip eder. Bu akış sırasında geçen kılıç balıkları ağa saplandığında, kurtulmak için çırpınır, çırpındıkça ağa sarılır. Kayıkçı da balığın üzerine gider ve ağı çekerek balığı kayığa alır. Bu gibi avlanmadan iki üç balık alındığı olduğu gibi, sabaha kadar devam eden iki üç akışta bir balık alındığı da olur, hiç balık avlanılmadığı da olur. Poyraz-Garipçe arasındaki akış Anadolu Kavağı ile Rumeli Kavağı açığında son bulur.
Anadolukavak ile Pazarbaşı arasında şamandıralar vardı. Tespih gibi yan yana dizilirlerdi. Savaş zamanında iki yaka birleştirilerek boğaz geçişe kapatılırdı. Şamandıraların altından dibe doğru sarkan 8-10 metrelik çelik ağlar, savaş anında düşman denizaltılarının geçişini önlemek içindi. Yani lüzumlu ve gerekliydi. Şamandıralar böyle olunca akış şamandıralara gelmeden sona ererdi. Bu durum bir yerde Poyrazlılara daha ileri gitmeyin demek gibi bir şeydi.  Sonraki akış yani diğer akış yeri ise şamandıralar geçildikten sonraki akış yeri olan Pazarbaşı ile Macar mevkii açıklarında ve yine kanaldan başlar Kireçburnu bazen de Tarabya önlerine kadar gelir.
Anadoluhisarı-Kanlıca arası, Kanlıca-Çubuklu arası, Beykoz - Paşabahçe arası da kılıçbalığı akışı yapılan yerlerdir.
Ağla kılıç balıkçılığı da kolay değildir. Zor olanı sabaha kadar denizde beklemek, akış üzerinde durmaktır. Ağla yapılan kılıç avcılığında kayıktakiler kendilerine yenidünyalar kurar, kurdukları dünyada yaşarlar. Alışkan olanlar yani akşamcılar, zulaya attıkları içkisini; çerez, zeytin veya peyniri oturağın bir kenarına koyar ve tek tek atarak kafasını bulur, kendi hayatını yaşarlar!
Ağ balıkçılığında en ters şey, geçen gemilerin sorumsuzluğudur. Denizde bir başka işle meşgul olup olmadığına dikkat etmezler. Oysa denizde ağ atan, akışta olan kılıççılar vardır. Geminin veya herhangi bir büyük teknenin ağların üzerinden geçmesi demek o balıkçıyı perişan etmek demektir, zira tüm sermayesi bir küçük kayık ve üç beş ağdır. Geminin uskuru ağı birbirine dolar ve parçalar çekip gider. Gemilerin dikkatini çekmek için; kayıktakiler tayfa ya da kayık sahibi geminin üzerlerine doğru geldiğini görünce ve yaklaştığında bağırır; “Ağğğğğğ var ağğğğğğğğğ”! Bu bağrışı tekrarlar dururlar.
Balık avlayanlar balığını Sarıyer’de Taşiskele’ye getirir ve mezatçı memurun pazarlaması üzerine satarak parasını alır. Fazla balık varsa, daha iyi fiyat bulmak için sabahın erken saatinde balıkhaneye gönderilerek satış yapılır. Satıştan elde edilecek para, iki kişilik kayıkta dörde bölünür. Bir pay kayık payı, bir pay ağ payı, bir pay ağ sahibinin, bir payda tayfanın olur.
Poyraz köy, Sarıyer Merkez, Sarıyer Maden, Kireçburnu ve Anadoluhisarlı balıkçılar ağla kılıç balığı avcılığı yaparlar.
Ağla kılıç balığı avcılığı yapanlardan Sarıyerli; Ali Çavuş (Menekşe) ile ağabeyi Ömer Dayı (Menekşe) unutulmaz ustalardandı.  Balığa çıktıklarında ve ağı denize attıklarında sanki balıklar bu ikiliyi mahcup etmemek için ağlarına takılmayı marifet sayar gibi dolanıp dururlardı ağın etrafında ve kendilerini teslim ederlerdi bu ikiliye! Ali Rıza Büyükdurmuş, İbrahim Keleş’le giderdi balığa. Yıllarca birlikte oldu bu ikili. Boğaziçi’nin en büyük balığını tutmanın keyfini sürdüler yıllarca. 250 kiloluk dev kılıç balığını sabuncu iskelesine getirdiklerinde, göze ve nazara gelmemek için ellerini apış aralarına getirmekten geri kalmadılar. Kel Hakkı deyip geçmemek gerekir. Madenli bu eski kurt balıkçı da kılıç ağcılarının ustalarındadır. Yakaladığı 215 kiloluk balığı dostum diyerek sevgili gibi kucaklayıp, rıhtıma yatıran balık adamıdır. Dondurmacı Hüseyin, Hacıoğlu Maksut Reis (Ketenci), Madenli Şeref Reis, Madenli Kanlı Rıza, Madenli Hakkı Reis kılıç ağı ile balık avlamanın ne kadar zevkli bir iş olduğunu, saçları ağarana, ayakları zorlanana kadar yaptıklarından anlaşılır. Balıkçıların en kibarı Varyemez Mehmet de ayrı bir kılıççıdır. Kılıç ağını attığında sabır taşı olur ve akış bitene kadar tek kelime etmeden beklemeyi bilen biriydi. Yardımcısı Demir Baytar ile 135 kiloluk kılıç balığını sandalın içine aldıklarında keyiflerine diyecek yoktu! Hacı Ömer ile Ağabeyi Yusuf Ağa (Uzger) da zaman zaman kılıç ağı atanlardandı. Yaban Turubu Salih de yabana atılmayan kılıççıdır. Mezeci Saim ile Fahrettin ve Dibek Recep ekibi de ağ ile kılıçbalığı avcılığı yapan Sarıyerlilerden bir kaçıdır. Poyrazköy’den; Torlak Nuri, Tahir Bakırcı, Bilal Bakırcı, Hakkı Suer, Şekerin Nuri ve Şaban Şenol’da ağla kılıç balığı avcılığı yapan usta balıkçılardır.
Günümüzde kılıç balıkçılığı diye bir balıkçılık yok! Yani balıkçı ağzıyla kılıççılık yapılmıyor artık! Nedeni de kılıç balığının kendisini kaybettirmesi ve meydana çıkmaması ve belki de yavaş yavaş neslinin tükenir duruma gelmesidir. Kılıç balığı Marmara ve Boğaziçi’nden kaybolmasaydı,  avcılığı devam eder dururdu. Ama yanlış avlanma, deniz kirliliği, uskur sesleri kılıç balığının kaybolmasının nedenlerinden bazılarıdır. Böyle olunca da kılıç balığı ve kılıççılık sadece Sarıyerliler için değil, İstanbul ve bilhassa ülkemiz için nostalji olmaktan öteye gitmez. Nostalji demek eskiyi yaşamak demektir. Maalesef bu gidişle, eskiye hasret yaşayıp duracağız!
27.02.2012
 KAYNAKÇA       
1-      Karekin Deveciyan, Türkiye’de Balık ve Balıkçılık. İst. 2006.
2-      Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, İst. 2001.
3-      İbrahim Balcı, Aşiyan’dan Kısırkaya’ya, İst. 2006.

Sözlü tarih çalışması:
1)      Nuri Torlak Reis
2)      İsmail Aktaş Reis
3)      Cüneyt Yardımcılar Ergün Reis
Demir Baytar                                    

Hiç yorum yok: