18 Ağustos 2012 Cumartesi

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK! -6

Ömür kısa yol uzun, yollar yürümekle tükenmez. Yeniköy’den çıktıktan sona sahil boyu topukladık ve ha babam, de babam tabana kuvvet yürümeye başladık. İyi ki yanımda arkadaş var, yoksa çekilir olmaktan çıkardı turumuz. Elçilikleri geride bırakarak ilerliyoruz. Eskiden Sipahi Ocağı’nın bulunduğu binanın önünden geçiyoruz. Deniz kıpır kıpır, rıhtımda amatör balıkçılar, kamışlarını sallar dururlar. Ne iştir anlamak mümkün değil, bazıları kör inatla olacak zokasını en ileriye atma telaşı içinde! Kalender köşkü ve müştemilatları! Köşkün tam karşısında Osmanlı mimarisi ile yapılmış bir yeni çeşme. Aynı çeşme Orduevi kampusu içinde de var! Ne kadar iyi gözle bakılsa da ilgi çekmiyor, hatta taklit olduğu için inceliği ve zerafeti yok bu nedenle tiksinti uyandırır gibi! Neden eskiye bu denli özlem! Neden yaracılık ortaya konulmaz da taklide gidilir?


Sıcak kavuruyor, biz de hafif hafif esen boğaz rüzgârının serinletici havası ile ilerlemeye devam ediyoruz. Sol tarafımızda devasa bir arazi ve içinde Hüber Köşkü. Köşk deyip atlamamak gerekir. Aslında köşk değil malikâne! 19. yy. sonlarında yapılmış! Meşhur silah fabrikası Krup firmasının İstanbul temsilcisi Hüber’in yaptırdığı bir malikâne. Çok el değiştirdikten sonra Hidiv İsmail Paşa tarafından Prenses Kadriye’ye satıldı. Bu anla şanlı Prenses de Prensesliğini yaptı ve Fransız terbiyesi almış olacak ki binayı bir İslâm Kuruluşuna bırakacak yerde Fransız Notre Dame De Sion Okuluna hediye etti ve malikâne uzun yıllar Fransızlar tarafından okul olarak kullanıldı. Nihayet satışa çıkarılan malikâne 1985 de Cumhurbaşkanlığı yazlığı yapılmak üzere devlet tarafından satın alındı. Böylece malikânenin muhteşem arazisi, villa ve gökdelen olmaktan kurtuldu!

İlerlemeye devam ediyoruz. Hava sıcak, deniz durgun fakat hafif Boğaz rüzgârı serinletici! Burun başındayız. Tam köşede yıllardan beri dikili duran bir çökeltme. Uzun direğe dört yanından bağlı büyük bir kepçe (denilebilir). Denize indirilir ve askıda kalır. Balık üzerine geldiğinde direğin sereni hızla yere doğru bastırılarak çökeltme (kepçe) yukarı kaldırılır ve çökeltmenin (kepçenin) içine kalan balıklar alınır. Çökeltmenin arkasında çay bahçesi! Yıllar öncesi Özcan Bilgili’nin yeriydi burası. Ama belediye başkanı değişince Özcan’ı buradan attılar. Attılar ama bu defa belediye başkanlığını kazanan başkanın yardımcısı buraya kondu! Sormadık şimdi kimin işlettiğini! Bizi de pek ilgilendirmez ya… İlerlemeye devam ediyoruz. Karşımıza Tarabya plajı çıkar. 1950’li ve sonraki yıllarda İstanbul sosyetesinin buluştuğu plaj! Suyu temiz ama biraz soğuk, giriş de pahalı, o nedenle fukara işi değil! Daha çok Kazanovaların tercih ettiği bir plajdı. Plajın bitişiğinde Palet Balık Lokantası bir mi? İki mi? Her neyse.. Sol tarafta Almanya Büyükelçiliği yazlığı. Muhteşem bir yer. İçindeki binalar, bahçesi, tarihi eserleri ve mükemmel ormanı ile gezilmeye değer! Saatlerce dolaştık, tetkik ettik enteresan bulgulara rastladık. Bahçe içindeki mezarlıkta Çanakkale Savaşında ölen Alman askerler gömülü. Mareşal Moltke’ninde mezarı burada. Türkleri ve Türkiye’yi çok seven Moltke Türk topraklarında yatıyor. Dikkatimizi çekti. II. Dünya Savaşında ölen Alman askerlerinden 35 kadarı buradaki mezarlıkta gömülü. 1943 ya da 1944 olacak. II. Dünya Savaşının en yoğun şekilde devam ettiği dönemlerdi. Sarıyer’in Kumsal mevkiinde 4 Alman askerine ait ceset kıyıya vurmuştu. Oradaydık, çocuk halimizle seyrettik, polisler geldi, büyükler de bizi kovaladı. Oradan Alman askerlerin cesetlerini alıp götürdüler. Demek ki onlarda burada gömülüydü. Alman askerlerine ait cesetler, Rumalikavak, Rumelifener ve Çayırbaşı deresi civarında da görülmüştü. Onlarda Tarabya’daki Almanya Elçiliği Yazlık binasının bahçesine gömülü. Gömülü her alman askerinin künyesi duvarda madeni levha üzerinde yazılı. Hiçbir şey unutulmamış. Bu ne vefa takdir etmemek elde değil!

Almanya Elçiliği yazlık binasını geçerken solumuzda yalılar, sağımızda Tarabya koyu dikkat çeker. Yalılardan biri Villa Zarifi’ adını taşır. Osmanlılar döneminde önemli bankerlerden olan ve devlete borç para veren Nikola Zarifi’ye aittir yalı. Padişah Abdülaziz tarafından Paşa rütbesi verilmiş kendisine. Yalı hala aynı ailenin… Cumhuriyet döneminde otel, lokanta ve eğlence merkezi olarak da kullanıldı. Bir diğer yalı yine önemli bir bankere ait! Yalının adı Zagrafos yalısı. 18. yy. ın ikinci yarısında yapılmış. Yalının sahibi Hristaki Zagrafos, Sultan Abdülaziz’den itibaren devlete borç veren bir bankerdi. Halen aynı ailenin malıdır. Bu yalının yanında Kimon Palamidis Evyanidis yalısı var!

Unutmayalım, hatırlatmakta yarar var; Osmanlı Devletinin maddi olarak batmasına bu iki bankerin devleti borçlandırmak suretiyle hayli katkısı oldu.

Tarabya, koyu ile önemlidir. Koyu asırlardan beyi Boğaziçi’nin küçük limanlarından biridir. Tarihte büyük olaylara sahne olan bir koydur. 1352 de Cenevizliler ile Venedikliler Tarabya Koyu açığında yaptıkları deniz savaşında Ceneviz filosu Venediklileri çok hırpalamış, kaptanları Nicolas Pisani’nin ustaca bir manevrası ile Tarabya körfezine sığınarak filosunu tamamen yok olmaktan kurtarmıştır.

Antik çağda ismi Pharmacias’tı. Bir diğer adı da Farmakeus’tu. Mitoolojiye göre Kalkia Kralının kızı babasının hazinelerine sahip olmak için hazineyi korumakla görevli olanları zehirlemiş kalanı da kendisi içmiş… Madem hazineye sahip olmak istiyor neden korumaları zehirledikten sonra kendisi de zehir içiyor! İçinden çıkamadım ama bu olay nedeni ile semte Farmakeus adı verildiğini anlıyoruz. Bir diğer efsane ise MS. 5. yy. de patrik Attikos, hastalanınca buraya gelmiş. Buranın havası iyi gelmiş kendisine. Bunun üzerine buraya tedavi-şifa anlamına gelen Terapia denilmiş ve zamanla bu isim Tarabya’ya dönüşmüş! Doğrudur diyoruz ve Tarihin derinliklerinde biraz gezindikten sonra başka söylenceye geliyoruz. Sultan II. Selim Boğaziçi’ne yaptığı bir gezi sırasında Tarabya’da durup balık yemiş ve çok beğendiği buraya bir kasır yaptırılmasını emretmiş ve adını da “Servi Çemenzari” koymuş. Ayrıca buraya “Keyif” anlamına gelen “Terabiye” adını vermiş ve bu isim zamanla Tarabya’ya dönüşmüş! Hangisini isterseniz onu kabul edin, ona inanın, benim bildiğim böyle!

Tarabya koyu değişik renk, çeşit çeşit gezi tekneleri ve yatlarla dolu olan bir küçük koydur. Yıllar yılı böyle kullanıla geldi. Dere ağzına yakın ve parkın önü ve sol tarafı daha ziyade küçük balıkçı kayıklarının bulunduğu yerdi. Bilhassa tekir ağcılar ve oltacılıkla nafakalarını kazanan balıkçılar burada bağlarlardı kayıklarını. Diğer bölümler hep gezi teknelerine, yatlara ait olurdu. Yüzlerce irili ufaklı yatın bağlı olduğu bir limandı. 19. yy. başından bu yana Tarabya koyu devamlı gezi tekneleri için kullanıldı. İstanbul’un zenginlerinin yatları burada demirleyerek yazı beklediler. Şimdi ise marina! Yani ilgililerce özelleştirme adı altında yine bir yandaşa peşkeş çekildi. Koyun içi kazıklarla, yüzen dubalarda rıhtım haline getirildi ve yatlara hizmet verilecek hale getirildi. Yani parası olan koydan yararlanabilecek. Balıkçılar mı? Onlar kendi hallerine yansınlar? Yarınlarını hiç düşünmediler ve zengin olamadılar. Böyle olunca da yaya kaldılar. Acizane düşünüyorum balıkçılardan Oltacı Recep ile Kürt Haydar şimdi ne yapacaklar? Kayıklarını nerede muhafaza edecekler? Neyse kendileri bilir.

Tarabya Sarıyer’in eğlence merkeziydi. Tarabya Plajından burun başına yani Büyük Tarabya Oteline kadar olan cadde üzerinde on beş yirmi balık lokantası, taverne ve içkili gazino vardı. Yıllarca, Tarabya çarşısı İstanbul’un eğlence merkezi oldu. Gece sabahlara kadar gazinoları yabancı ve yerli turistlere hizmet verdi. Günümüzde ise sessiz sedasız! Her ne kadar bir kaç lokanta kalmışsa da eski havaları yok. Ama Filiz yine en gözde balık lokantalarından biri. Büyük Tarabya Oteli’nin on yılı aşkındır onarımının bitirilememesi Tarabya çarşısını da feci şekilde vurdu. Adeta Tarabya çarşısı, hayalet çarşı haline geldi. Biraz canlılık parkın karşısına ve Polis merkezi önünde var!

Tarabya’da 1960’lı yıllara kadar hâkim olan halk topluluğu Rum’lardı. Sonra Türkler, Ermeniler ve Museviler! 1960 tan sonra durum değişti, hızlı göç Tarabya’nın boşalmasına neden oldu. Adeta zengin azınlık kayboldu gitti. Aslında Tarabya Rumların önemli bir dini merkeziydi. Terkos Metropolitlik Merkezi Tarabya idi. Tarabya’da Rum ve Ermeniler’e ait kilise ve mezarlıklar yan yanadır. Tarabya’da Sinagogta vardır.

Tarabya halen Sarıyer’in en büyük ve önemli bir yerleşim bölgesidir. Tarabya’da yeşil alan kalmamış gibidir. Kıyıdan tepelere kadar her taraf devasa sitelerle adeta dev bir şehir havasına girmiştir.

Tarabya çarşısını geçmeden iki önemli isimden bahsetmek isterim. Tarabya’nın yetiştirdiği en büyük futbolcu Sabri Dino. Sabri Sarıyer damadıdır. Tarabya’da kaleci olarak oynamış, kendisini Sarıyer’e transfer edememiştik. Rum ağırlıklı Tarabya Kulübü yöneticileri Sabri’yi Rumların takımı olarak bilinen Beyoğluspor’a vermişti. Burada birkaç yıl oynadıktan sonra Beşiktaş’a geçti. Siyah-beyazlı forma altında kendisini kabul ettirdi, defalarca Türk Mili takım formasını giydi, futbolu bıraktıktan sonra iş hayatına atıldı. Her zaman işler iyi gitmiyor, kriz baş gösterince borç ateşi bacayı sardı ve bir de duyuldu ki Sabri Dino Boğaz köprüsünden kendisini aşağıya atarak intihar etmiş. Doğru mudur? Elbette ki doğrudur? O gün bu gün meydanda yok! Unutmayalım hala bazı kişiler Sabri’nin ülke dışına kaçtığı iddiasını devam ettiriyorlar ama hala haber falan yok! Biz Allah rahmet eylesin diyelim! Yaşıyorsa buna da eyvallah deriz!

İkinci isim yine bir kaleci Haydar Erdoğan! Beşiktaşlı meşhur voleci Şeref Görkey’in kardeşinin oğlu. Tarabya’da yetişti ve Sarıyer’e transfer oldu. Sarıyer’den Galatasaray’a geçti. Basın hemen manşet etti: Ha Aksaray ha Galatasaray! Aksaray’la ne ilgisi vardı? Haydar Galatasaray’da uzun süreli kale bekçiliği yapamadı. Zira maddi durumu itibariyle sıkıntısı yoktu, rahat bir hayat ağır iş yapmayı gerektirmiyordu!

Esas ismi üzerinde duracağımız kişi Muhtar Rafet Üstün’dür. 1960 yılından bu yana aralıklı olarak muhtarlık görevini devam ettiriyor. İhtilal, darbe gibi ara dönemlerde muhtar değişiyorsa da normal dönem geldiğinde yine Rafet Üstün muhtarlığı kazanıyor ve görevine devam ediyor. Bu satırları yazarken hala görevini devam ettiriyor. En büyük zevki Tarabya’ya gelen devlet büyükleri ile fotoğraf çektirmek! Kimler yok ki; Meraklıların muhtarlığa uğramalarını salık veririm. Hem gidip fotoğrafları görsünler hem de bu güngörmüş bilge muhtarın sohbetinden yararlansınlar.

Tarabya’da da ülke yönetimine katılan; katkı veren, ülke ekonomisine katkı sağlayan çok önemli işadamları ve özel kişiler var. Ama bunlara ulaşmak ve onları tadat etmek kolay olmasa gerek. Oysa ben sadece bir gezinti yapıyorum, araştırmıyorum, o nedenle konu üzerine fazla durmayacağım ama yine de bir isimden bahsedeceğim. Nurettin Çetinkaya yeni Tarabya’lı. Çetinkaya Tekstilin sahibi. Sarıyer’i çok sevmiş ve kapağı Tarabya’ya atmış! Değişik yerlerde iş alanı var. Sosyal yanı çok iyi! İyiliksever, cemiyetçi. Sarıyer Spor Kulübüne katkı verenlerden ve hizmet etmekten geri kalmayanlardan! Yarın onu Sarıyer S.K. Başkanı olarak görürsek şaşmayalım. “Evet varım” derse “Seninleyim” derim.

Gelelim Tarabya’nın kalbi olan Büyük Tarabya Oteline! Otel 19. yy. da inşa edildi. Boğaziçi’nin en görkemli binalarından biriydi. Üç cepheden deniz görüyordu. Yıllarca Osmanlı ve Cumhuriyet sosyetesini ağırladı. I. Dünya Savaşı ile II. Dünya Savaşı sırasında casusların devamlı konakladığı, sipere yattıkları bir yerdi. Boğaziçi’nin gözbebeği bu otel 1954 yılında yanarak kül oldu. Yerine bugünkü Büyük Tarabya oteli yapıldı. Emekli Sandığına ait bu otel de diğerleri gibi yandaşa satılarak elden çıkarıldı. Kaşla göz arasında kimler göz yumdu ise bir kat fazla çıkarıldı, arka tarafında da önemli değişiklikler yapıldı. Malum ya Sit bölgesi olduğu için buralarda çivi çakılmaz ama işini çeviren her şeyi yapabiliyor. Bunu da bu oteli görünce anlıyoruz. Başaranı kutlarız. Ve deriz ki; sırtımızda hala siyah benekler varsa, sırt tenimizi hala kösele gibi kalın hissediyorsak, Büyük Tarabya Oteli inşaatı yapılırken takalarla getirdiğimiz kumları küfe ile sırtlayıp taşıdığımızdandır! E, geçim kolay değil, aç kalmaktansa eziyet çekme evladır! Biz de bunu yaptık! Acısını şimdi çekiyoruz!

Bu otelden sonra elçilik binaları başlar. Avusturya, Almanya Fransa ve İtalya elçilikleri… Hemen hepsi görkemli yalılar… İpsilantı yalısı Marmara üniversitesi tarafından kullanılıyor. Kireçburnu’na girmeden iki balık lokantası ve Valilik sosyal tesisleri Tarabya’ya ait.

Biraz da nokta atış yapalım ve tespitlerimizi yazalım: Tarabya’da 7 cadde 108 sokak 20 den fazla site var!

Tarabya’da bugüne kadar Suyolcu Aleko Efendi, İsmail Özkök, Ahmet Öner, Remzi Pekçan, Celal Aktan, Mustafa Korkmaz, Cemal Güldağ, Rafet Üstün, Ferit Ergin Ayak, Hızır Ayyıldız, İbrahim Yavuz görev yaptı. Halen görev bilmem kaçıncı kez muhtar seçilen Rafet Üstün’de.

Enteresandır Tarabya’da Müslümanlara ait mezarlık yok! Çok eski tarihlerde kumculukla uğraşan Mavnacı Osman Reis ile arkadaşları fırtınaya yakalanıp mavnaları batınca boğulmuşlar ve bugünkü Garaj restaurantın arkasındaki yamaçta gömülmüşler, bunu biliyoruz. Bari bu mezarların taşları korunabilse!

Tarabya’da iki adet anıt ağaç bulunmaktadır. Birisi Dere mahallesinde ve Tarabya Spor Kulübü önünde diğeri de deniz sahilindeki parkın içinde bulunan dev Çınar ağaçlarıdır.

Tarihi eserlerden biri de Park içindeki Sultan II. Mahmut Han Çeşmesidir (1831). Örneği pek görülmeyen bir mimarisi vardır.

Herkesin Kireçburnu’na ait olduğunu bildiği meşhur restaurantlardan Façyo ile Terapia Balık restaurantlarının Kireçburnu’na değil, Tarabya’lya ait olduğunu da kayda geçmek gerekir.

Tarabya’ya da her semtte olduğu gibi hamam vardı. Evliye Çelebi, her yere giderde Tarabya’ya gitmez mi? Gider tabii. Tarabya’ya gelmiş, dolaşmış durmuş ve gerekenleri yazmış, hamamı içinde “İçkiciler Hamamı” diye kayıt düşmüş… Demek ki, Rum barbalar devamlı içki içiyorlarmış ki bu ismi takmakta beis görmemiş!

Tarabya’da ilk plaj 1871 yılında açıldı. Çok da ilgi gördü. Türkler uzaktan bakarken, azınlık mensupları; Rum, Ermeni ve Museviler denizin tadını çıkarıyorlardı.

Tarabya deresi iyi akan derelerden biriydi. Ama bu derede yol ve cadde kazanılması yoluna gidilerek üstü kapatıldı. Zaten yeteri kadar su akışı da yok. Ama dere yerinde ama cadde altında!

İşte böyle! Yolumuz bugün buraya kadar! Akşamı yaptık. Devam etmemiz imkânı yok. Yarın yine yola çıkar adım adım ilerler Kireçburnu’na ulaşmaya çalışırız.

Yazan İbrahim BALCI

Hiç yorum yok: