11 Aralık 2008 Perşembe

VAZGEÇEMEDİĞİMİZ SARIYER

Değerli dostlarım,
Aynı amaç için ömür tükettiğimiz kardeşlerdim. Sayın Fikret Canlı ve Benim için 1940 Sarıyerli sporcular Derneğimizin tertiplediği “Vazgeçemediğimiz Sarıyer II” adıyla duyurulan söyleşiye hoş geldiniz, şeref verdiniz.

Bu söyleşiyi düzenleyerek sizinle bir arada olmamıza olanak sağlayan Derneğimiz Yönetim Kuruluna teşekkür etmeyi görev biliyorum.

Şunu da ifade etmek isterim ki Sarıyer ve Sarıyer Spor Kulübü için dev bir isim olan Sayın Fikret Canlı gibi ulu çınarın kolları altında olmaktan çok mutluyum. Bir düşünür derki; “Başarılı olmanız için kendinize bir patron bulmanız gerekir”. Ben de Sarıyer Spor Kulübüne adım attığımda kendime patron olarak Fikret Beyi kabul ettim. Bu kabul bana dernekçilik hayatımda başarılı olmayı öğretti.

Sadece dernekçilik çalışmalarımda değil, dolaylı olarak yazın hayatımda da teşvik ve yönlendirmesiyle destek oldular.

Sayın Canlı kulüpte etkin olduğu dönemlerde, kulübümüz yönetici ve sporcularına çok büyük oranda kültürel katkıda bulunmuştur. Örneğin; hangi deplasmana gidilmişse o yörenin tarihi, coğrafi, sosyal ve kültürel durumları kafilemiz mensuplarına bizzat Fikret Bey tarafından anlatılmış, gerektiğinde yerinde gösterilmiştir.

Rize’de doğdum, Sarıyer’de büyüdüm. Doyasıya havasını teneffüs ettim, suyunu içtim , balığını böreğini yedim Sarıyer’in. Hidayetinbağı’nda kağıt topun peşinden koşarken sizler gibi benim de ayaklarım paralandı, başım yarıldı. Biraz palazlandığımızda Zümrüt Spor isimli mahalle takımımızı kurduk. İşte bu sıralarda Sayın Fikret Canlı ile çok yakın olduk. İşte bu yakınlık beni kulübün içine taşıdı. Arkadaşlarımdan; Sami Canel, Kenan Dereli, Ayhan Erman ve Zihni Atlaş kulübün içindeydiler. Ben de kulübün içinde olabilirim diye düşünüyordum.

Sarıyer Spor Kulübü’nde katıldığım ilk genel kurul, çarşı içinde ve dere kenarındaki İş Bankasının terasında yapıldı. Bu toplantıya katıldım ve dört kişi söz alarak konuştuk: Sami Canel, Şemsettin Erdönmez, Zihni Atlaş ve ben. Belki de genel kurullarda konuşma hastalığımız buradan geliyor!

Arkadaşlar, inanın kendime göre harika konuşmuştum! Kasılarak yürüyordum. Başım sislerin üzerinde idi.

O gün akşam üstü piyasa dönüşü, vapur iskelesi önünde Sayın Kemal Yarar’la karşılaştık. Yanına çağırdı, gittim “İbrahim, daha sakin ol. İleride bu kulüpte yönetici olacaksın, beni hevesli görüyorum, hevesli olanlar iyi yönetici olur…” gibi sözler söyledi. Sanki dünyalar benim olmuştu.

Kulüpteki ilk kaydım 1953 yılında idi. Sonra defterler yenilendi ve 1958 yılında yeniden kayıt oldum. Kulübümle ilgim hiç eksilmedi. Maçlar, transferler, antrenmanlar, puan cetvelleri, genel kurullar… Nihayet 1959 yılında yönetim kuruluna seçildim. 1981 yılına kadar devam etti yöneticiliğim. Ara verdiğimde, asla kopmadım, salon sporlarıyla ilgilendim.

Bu süre içinde dev gibi yöneticilerle çalıştım. Selahattin Yarar, Fikret Canlı, Nazım Özbay,
Fikret Canlı, Celal Demir, Numan Uzun, Erdal Aksoy ve diğerleri…

Tüm zorluklara birlikte göğüs gerdiğimiz arkadaşlar; Kenan Dereli, Sami Canel, Karasakal Taci (Tekgül), Ayhan Erman, Recai Uygur, Kepçe Necdet (Akyamaç)… Sonraları; Adnan Kurt, Ali Canbakan, Peykunt Sezginer, Suat Uysallar, Cemalettin Türkmen, Fuat Saruhan, Eyüp Şengün, Eyüp Odabaşı… Çalıştığım yöneticileri saymaya kalksam toplantı sayım yapmakla biter!

Kulübümüzle her zaman kıvanç duydum. Her zaman mükemmel yönetim kurullarına sahip olduk. Çok yerde “Bakanlar Kurulu gibi yönetim kurulunuz var” sözlerini işittim. Böyle sözden zevk alınmaz mı?

II. ve III. Türkiye Liglerinden sonra I. Türkiye Ligi! Tüm Sarıyerlilerin bir yürek olduğu dönemde şampiyonluğu yakaladık.

Kulübün önünde davul zurna çalarken yanı başımda iki kişi durdu. Bir süre eğlenceyi seyrettiler. İkisinden biri bir şey söyledi duyamadım. Diğer cevap verdi. “Nasıl geldik, nasıl gidiyoruz, Sarıyerli olup çıktık. Allah mahcup etmedi.” Bu şahsın Ahmet Deha Otmar olduğunu sonraları öğrendim. Dostluğumuz devam ediyor.

Ahmet Deha Otmar, Oktay Duran, Metin Kaya Çağlayan, İsmet Acar, Üzeyir Garih, Jak Koen, Mehmet Tuna, Teoman Demir, Dr. Mehmet Salman, Özer Uçuran Çiller, Maral Öztekin, Albert Eluaşvili, Atalay Kaban, Nurettin Çetinkaya, Mustafa Yetmişbir, Mehmet Akdağ, Mithat Vardal, Yetkin Gürsel, İhsan Yalçın, Yusuf Tulün, Salih Acarel, Sedat Özsoy ve diğerleri. İsmini sayamadıklarımdan özür dilerim ve tabii ki Sarıyer Spor Kulübümüze bir nebze olsun hizmet edenleri her zaman alkışlamak gelir içimden.

Her dönem, bazen çok uzun dönemler bazı kişiler kulübü sırtlar götürür. Örneğin; Berber Cahit (Durmaz), Fikret Canlı, Celal Demir, Ömer Sezer, Hasan Danış, Kenan Dereli, Sami Canel, Ayhan Erman, Recai Uygur, Adnan Kurt, Adnan Özcan, Eyüp Şengün, Eyüp Odabaşı gibi… Ben de böyle bir dönemde yükü sırtlamışsam ne mutlu bana.

Yöneticiliğim sırasında her şeyin en iyi şekilde yapılması için çalıştım. Bu arada kulübümüzün tarihini irdeledim. Fırsat buldukça derinleştirdim, araştırdım. Çalışmalarım sonunda Türk Spor tarihine Sarıyer Spor Kulübü tarihi ile ilgili dört, Sarıyer’imizin sosyal, kültürel ve tarihi ile ilgili üç olmak üzere yazın hayatına yedi kitap kazandırmanın zevkine vardım. Kulüple ilgili kitapları yazarken hep sizi yaşadım. Tarihi sporcular ve yöneticiler yaptı, ben yazdım.

Sayın Canlı’nın bir sözünü hep hatırlarım, şöyle der; “Siyasi partilerde çalışacak çok adam bulunur. Kulüplerde çalışacak adam bulmak zordur. Unutma sen kulübçüsün, esas hizmet budur”. Öyle de oldu, her zaman kulübün emrinde kaldım. Bu nedenledir ki kulüple ilgili çalışmalarımda dün olduğu gibi bu günde bütün kapılar bana açık bırakılmıştır. Tabii ki çok mutluyum.

Bana ne kazandın? diye sorulabilir. Hiç düşünmeden kişilik kazandığımı söylerdim. Ayrıca; çok dost kazandığımı, kültür düzeyimin yükselmesinde büyük katkısı olduğunu, geniş ve yardımlaşmayı ön planda tutan çevreye sahip olduğumu, çok yerde açılması zor kapıların açılmasını sağlayan gönül dostları kazandığımı söylerdim.

Bu söyleşi bir yerde anılar paketinin açılmasıdır. Bir kaçına değinmek isterim.

Sarıyer Spor Kulübümüz için:
l) Tabutluktan çıkan takım,
2) Baylıkçıların, börekçilerin takımı,
3) Boğazın incisi,
4) Futbolun okulu,
denilirdi önceleri. Şimdiler de ise;
1) Rantçıların takımı deniliyor.

Söylenenlerin tamamı doğru. İlk dördü kalıcı “Rantçıların takımı” söylemi geçici.İşin doğası da budur. Müteahhidin karı yoksa zararı neden olsun ki. Harç bitti yapı paydos hesabı..

İşin acıklı yanı bir anlatımı hemen hemen aynı ifade ile söylüyorum:. Emlak alım satım işleriyle de uğraşan çok büyük bir inşaatçı yöneticimiz, yönetim kurulu toplantısında kulüp başkanına şöyle demişti: “Başkan, hasta yatağında halledilir. Yap işimizi biz hazırız.” Bu ne demektir, izaha gerek var mı? Bu düşüncelere sahip olmasaydı bu inşaatçı ve emlakçının yönetim kurulunda ne işi vardı?

Tabutluktan çıkan takım ifadesi doğrudur. Zira kulübün kuruluş adresi Sarıbaba Tekkesi’dir. Teknenin bitişiğindeki oda Sarıyer Camiinin tabutluğu idi. Tabutluktan çıkman takım ifadesi buradan gelmektedir. Bu ifadeyle özdeşleşmiş eski bir anıyı da aktaralım:

İkinci Dünya Savaşının en hızlı döneminde İstanbul’da gece karartma vardı. Sokak lambaları, ev lambaları yakılmıyor, evlerde yakılsa da pencerelere siyah perdeler takılıyor veya siyah kağıtlarla kapatılıyordu. İşte böyle bir günde, yazın tüm sıcaklığı gecenin karanlığına çöktüğü bir anda Sarıyer’in renkli isimlerinden Şekerci İbrahim ile Dişçi Hikmet’in aklına gelin müziplik… Saat 23.00 sularında, herkes piyasadan eve dönmekte iken Şekerci İbrahim ile Dişçi Hikmet tabutluğa gidip birer beyaz çarşafa bürünüyorlar, sonrada birer tabut sırtladıkları gibi dışarı çıkıp camiye doğru yürüyorlar. Yoldan geçenler “hortlak var, ölüler canlandı” bağırışları ile sağa sola kaçışıyorlar. Ortalıkta kimse kalmayınca iki kafadar tabutları yerine koyup çıkıp gidiyorlar. Bu olay onlarca yıl Sarıyerlilerin dilinden düşmedi. Ne yazık ki bu iki renkli Sarıyerli ardamızda değil!

Balıkçıların ve börekçilerin takımı ifadesi hala geçerliliğini koruyor. Sarıyer’in balığı da böreği de meşhur.

Boğazın incisi ifadesi de geçerli. Çünkü Sarıyer’imizin güzelliği inkar edilebilir mi? Şunu hatırlatırım; hiç bir ilçe takımı I. Türkiye Liginde 13 sezon var olmamıştır.

Futbolun okulu ifadesi ile gerçek perçinlenmiştir. Zira; Türk futboluna o kadar büyük hizmet verilmiştir ki bunu inkar etmeye kimsenin gücü yetmez. Sarıyer’in yetiştirdiği futbolcuları sayalım isterseniz ‘Sarıyer alt yapısından yetişenler ve Sarıyer’e geldikten sonra milli formayı giyenler): Fikret Kocabal, Mustafa Yürür, Kaya Girgin, Turan Oguş, Erdoğan Ertaul, Ender İçden, Cemil Turan, Eyüp Odabaşı, Oktay Çevik, Fethi Türkeş, Kamil Doygun, Altay Unan, Suphi Soylu, Oğuz Aydoğdu, İsmail Kartal, Alpaslan Kocaacar, Aykut Kocabal, Mustafa Bukan, Osman Yıldırım, Kerem Çekiş, Kerem Menekşe, Engin Erdal, Ervan Güngördü, Hakan Çimen, Metin Karaca.

Bunlara Sarıyer’de oynarken milli olanları da eklerseniz sayı alabildiğine artar. Örneğin; Mustafa Yücedağ, Hamdi Çam, Sercan Görgülü, Esat Bayram, Yaşar Yiğit gibiler.

Sarıyer’e transfer olduktan sonra milli takım formasını giyenler de var. Örneğin: Rıdvan Dilmen, Ali Çoban, Fikret Demirer, Erdal Keser, Selçuk Yula, Saffet Sancaklı, Erhan Aslan, Erdoğan Arıca, Erdi Demir, Hakan Kutucuoğlu.

Bunlara değişik kulüplerde milli olan ve Sarıyer’de oynayan futbolcuları da ekleyebiliriz.Örneğin; Yaşar Elmas, Arif Pırnal, İsmet Yurtsu, Çetin Ünal, Hakan Özkazbek, Adil Tozlu,Yaşar Duran, Soner Tolungüç, Garbis Baklaoğlu,. Hakan Can, Emlin İlhan, Feridun Alkan, Tekin Bilge, Şenol Ulusavaş, Ali Ravcı, Erbil Uzel, Sefer Gezer, Mehmet Yener, Ali Kesik ve diğerleri…

Bir de çok büyük yetenek olmalarına ve Sarıyer forması altında fevkalade maçlar oynamalarına karşın milli formayı giyme şansını yakalayamayanlar var. Örneğin; Mehmet Salih Kalkavan, Mustafa Pırnal, Adnan Özcan, Erdin Yücel, Ahmet Gündoğdu, Mahmut Kocabal, Erdem Acar, Engin Ülker, Cengiz Güzeltepe, Şener Çınar, Rıfkı Soysal, Hayri Ülgen gibiler…

Şunu da unutmayalım Sarıyer’de oynarken milli olan futbolculardan Selçuk Yula oynadığı milli maçta takım kaptanı olarak görev yaptı. Erdoğan Arıca. Cem Pamiroğlu da kaptan olarak görev yapanlar arasında…

Ayrıca iki Sarıyerli arkadaşımız milli takımlarımızda antrenörlük görevi yaptı. Ayhan Erman ve Kamil Doygun. Bu iki arkadaşımız antrenör kursları yöneterek Türk futboluna katkı sağladılar.

İşte arkadaşlarım, böyle olduğu içindir ki Kulübümüze “Futbol Okulu” denilmiştir. Doğrusu da budur. İlk futbol okulunu Sarıyer Kulübümüz açmıştır, hem de iki kez. İlkini Baba Kenan 1956 yılında Pol Amca ile beraber açmıştır. Bu takım iki üç yıl sonra Sarıyer genç takımı olmuş, genç milli takıma iki futbolcu vermiştir (Erdoğan Ertaul, Ender İçden). Bu takım bilahare Sarıyer A takımını oluşturmuştur.

Sarıyer futbol okulu ikinci kez 1971 yılında tekrar açıldı. Önce Hamdi Hürman, sonraları ise çok değerli antrenörler görev yaptı ve hem kulübümüze ve hem de Türk futboluna çok iyi futbolcular yetiştirdiler.

Arkadaşlarım Sarıyer Spor Kulübünde yönetici olmam da belki de şu iki olayın etkisi vardır:

Birinci olay şöyle gelişti; Sarıyer Çağlayan sahasında (eski saha, şimdi ki stadın karşısında idi) Sarıyerli gençler bir araya gelmiş futbol oynuyorduk. Yağmurlu bir hava, zemin çamur.
Sami bir topla bizim kaleye geliyor, ben de kaleci olduğum için pozisyonu çok yakından izliyordum. Sami topu ayağından biraz açınca hemen topa kapaklandım. İşte ne oldu ise o anda oldu, Sami top diye şutunu kafama patlatınca olay zaten belli olmuştu!

İkincisi ise lisans çıkarmam olayıdır. Kaleci Şevket Durak Merhum sakatlanınca ve yedek kaleci de olmayınca bana lisans çıkartmak istediler. Yanılmıyorsam 1951 veya 1952 yıllarıydı. Tescil fişleri dolduruldu, doktor muayenesi oldum ve evraklar tamamlandı. İş kulüp mührünün vurulması ve genel kaptanın imzasını atmasına kalmıştı. Sabah erkenden Emin Dayının Şükrü (Bayraktar) ile Numan Uzun’un evine gittik. Kapıyı çaldık, Numan Bey kapıyı açtı. Ne var? diye sordu. Şükrü anlattı, ben de devam ettim. Ben ağzımı açar açmaz Tokatı suratıma yedim. Üstelik “Top oynayacak yerde okulunu bitir ulan” sitemiyle. Futbolculuk hayatım böyle bitmiş oldu.

Yöneticiliğe nasıl adım attım. Merak edersiniz belki isterseniz anlatayım; 1953 yılı kasım ayları, belki daha sonraki bir iki yıl içinde tam hatırlayamıyorum. Kuma gittik fakat fırtına çıkınca sabaha karşı Rumelifener’den geri döndük. Saat 07 veya 7.30 sularıydı. Taşiskele’ye gelip motoru demirleyip dışarı çıktık. Ben sabahçı kahvesinden bin çay içtikten sonra uyumak için eve giderken karşıma Numan Uzun çıktı. “Gel bakalım” dedi. Gittim. Elinde kocaman bir hurç ve küçük bir çanta. Bu gün Vefa Stadında saat l2.00 de Topkapı ile lig maçı var. Benim işim var gidemiyorum. Hemen sırtlan hurcu maça git. Bunları Baba Mesut’a ver” dedi. O günün şartlarında, gençlerin, yaşlıların kahvesine bile oturamadığı bir dönemde “hayır” demek imkanı var mı? Tabii ki “evet” dedik. Yol parası olarak iki buçuk lira verdi. Yüklenip hurcu vapur iskelesine gittim. 08.30 vapuruna bindim ve Eminönü’nde indim. Oradan tramvaya binip gitmem lazım. O zaman para eksilecek. Sırtlandığım gibi hurcu düştüm yola ve saat ll.00 ‘i çok az gece Vefa Stadına gittim. Futbolcuların büyük çoğunluğu gelmişti. Hurcu ve çantayı teslim etti, kenara çekildi. Takım Kaptanı Mesut Ağabey (Seçen) çağırdı, tabii gittim ve birlikte formaları askılıklara astık. Futbolcular tamam olunca, Mesut abi elime bir yazı verdi. “Bugün idareci sensin, takım burada yazılı oku bakalım” dedi. Reddettimse de dinletemedim ve ilk kez o gün bir yönetici edası içinde ama müthiş bir heyecanla takım kadrosunu okudum. O günkü maçı 2-1 kazandık. Zümrütspordan arkadaşlarım Aziz Termur ile Mehmet Salih Büyükdurmuş’ta o maçta oynamışlardı. Yöneticiliğe bu maçla adım attım denilebilir.

Bunca yıl yönetici olarak görev yapanların elbette ki sayısız anısı vardır. Bir kaçını sizinle paylaşmak isterim.

1960 İhtilali nedeniyle tüm eğlenceler ertelenmişti. Tabii ki futbol maçları da. Bir süre sonra maçlar serbest bırakıldı. Ancak, İstanbul’da oynanacak musabakalar İstanbul dışında oynamak şartıyla. Bu nedenle 1959/1960 sezonu lig maçlarının son iki maçını Sakarya’da (Adapazarı) oynadık. İlk maçımızda Yedikule Emniyet’i fevkalade bir oyundan sonra 5-0 mağlup etti. O maçta Küçük Doğan hem çok güzel oynamış ve hem de iki gol atmıştı. Ondan sonraki hafta yine aynı sahada Hasköy ile karşılaştık. Maçın hakemi, oyun içinde arkadaşı ile konuşan Oktay.’a yoktan yere oyundan ihraç etti. İkinci yarıda oyuna çıkarken kapta baba Kenan hakeme “Hocam, Oktay atılacak ne yaptı?” diye sorunca, hakem hırsla dönüp “Sen de çık” dedi. Kenan homurdanarak çıkarken Ayhan Erman saha içinde sırıtarak gülüyordu. Bu gülüşe tahammül edemeyen hakem Ayhan’a “Sen de çık” diye bağırdı. Ayhan da oyundan çıktı. Sarıyer sahada sekiz kişi kalmıştı. Rakip on bir kişi. Müthiş bir mücadele oldu. Bu maçı Börekçi Ahmet ve Necip’in golleri ile 2-0 kazanırken, maçın kahramanı en az on onbeş gol kurtaran kaleci Rıza idi. Ne var ki alkışlanan Necip’ti. Necip çılgınca alkışlanıyordu. Tabii ne olduğunu anlamakta güçlük çekmedik. Çünkü, seyirci geçen hafta 10 numaralı forma ile Doğan’ı alkışlamıştı. Bu maçta 10 numaralı formayı ise Necip giyiyordu. Seyirci Necip’i Doğan zannederek alkışlıyordu.

Kulübümüz her zaman bilhassa mali yönden hesaplı hareket eder. Kulübümüzün parası az ve kıymetlidir. Sadece Fikret Bey değil, diğer idareciler de kulübün parasını düşünür. Tabii malzemeci İzzet’ de. Nitekim Afyon deplasmanına giderken (1966/67 olacak) öğle yemeğini Bozüyük’te yedik. Yemeği yiyenler kasaya gidiyor ne yediğini yazdırıyor, hemen kasanın yanında oturan Fikret Bey de çetele tutuyor. Sıra malzemeci İzzet’e geldiğinde, İzzet kulübünü çok düşünür ya masraflı olmamak için yediğini değil, ezberlediğini söyler. Makine hızı ile Kuru fasulye, pilav, komposto, der. Kasadaki patron şaşkın, hiç kimse üç kap yememişti! Ama bir kişi çıkıyordu işte… O an da Fikret beyin sesi duyuldu. “İzzet gel bakalım” diye bağırdı, ne yediğini sordu, İzzet aynı şeyleri söyledi. Kulübün hakkını yedirmeyen Fikret Bey, lokantacının hakkını yer mi? Hemen gerekli ödemeyi yaptı.

Ankara’ya Altındağ maçına gittik. Turgut Sağ ayak tabanından sakat. Baba Kenan mutlak oynamasını istiyor. Evde konuşurken rahmetli Annem “hava cıvayı balmumu ile eritin ve uzun bir bez bandaj veya patiskayı eriyen hava civaya batırın. Biraz soğuduktan sonra ayağın ağıran yerine sarın (bandaj yapın), ağrı geçer” demişti. Ankara’ya vardığımızda Suat Uysallar karşıladı bizi. Cengiz otele yerleştikten sonra düştük yollara hava cıva arıyoruz. Hangi aktara gidiyorsak soruyoruz hava civa var mı? Diye. Sorduklarımızdan kimi küfrediyor, kimi dalga mı geçiyorsunuz? Diye soruyor, Kimi de dalgasını geçiyor “hava cıva yok, minare gölgesi var” diye. Son uğradığımız aktar “var var davul tozu var” diye sitem etti. Biz arayıp dururken Ulus’taki hale gittik. İlk uğradığımız dükkan hakem Nihat Özbirgül’ün dükkanı oldu. Suat’ı tanıyor, sorduk var dedi. D ur umu anlattık yeteri kadar alıp otele döndük. Otel sahibi Satılmış beyden izin alıp mutfağa gittik ve bir kap içine hava cıvayı koyup erittik. Anam sen misin er iyen müthiş b.ir duman korkunç bir koku. Oteli öyle bir Duman sardı ki bizden başka kimse kalmadı içerde. Netice de biz Turgut’un ayağını sarıp sarmaladık . Turgut yattı. Sabaha karşı ölysesine canı yanmış olacak ki, benim odamın kapısını yumruklamaya başladı. Kalkıp açtım, Turgut “yandım Allah” diyor başka bir şey demiyor. Ayağı müthiş sancıyormuş, zongluyormuş. Hemen bandajı çözdüm ve gidip yattı. Sabah maç yemeğine geldi, nasılsın dedik “İyiyim” dedi ve Kenan’ın istediği doldu, maça çıktı her hangi bir sancı, ağrı duymadı an maçı bitirdi. İstanbul’a dönerken yine hafifte olsa ağrısı başladı. Pazartesi sabahı kendisini Baltalimanı hastanesine götürdüm Rahmetli Sinan Çırçır rontgen filmini çekti. Dr. Baki Atatimur’a götürdük, hastanenin rontgen mütehassısı, aynı zaman da Selahattin Yarar’ın eniştesi. Filmi aldı baktı ve “Siz idareciler katilsiniz, adamın ayak tarak kemiği kırık nasıl oynattınız” diyerek bizi azarladı.

“Sasırdım Bahriye” neden bu lakap takıldı?
Beykoz sahasında Beykoz ile oynadığımız bir özel maçta, ters bir vuruşla kendi kalesine gol atan Bahriye takım arkadaşı “Ne yaptın yahu?” diye bağırdı. Bahri mahcup ama sakin “Sasırdım” dedi ve lakabı “Sasırdım Bahri” olarak kaldı.

Sasırdım Bahri futbolu seven ve futbola doyamayan bir insandır. Profesyonel Sarıyer takımında bir sezon tescilli kaldı (1956/57) ve son lig maçında oynadı (Karagümrük maçı). Yeni sezon transfer çalışmaları yapılırken kulüp bulması söylendi kendisine. Bahri kulüp ararken, arkadaşlarından Salim Emanet muziplik düşünür ve Sasırdım Bahri’nin adresine şöyle bir mektup gönderir: “Yarın Sabah Rumelihisar Kulübünde ol, seni transfer etmek istiyoruz. Reşit Gürzap”. (Reşit Gürzap, malum devrin en ünlü tiyatro ve film sanatkarı). Bahri Rumelihisar kulübüne gider kimse ilgilenmez döner,. Bu gidip gelmeler birkaç gün devam edince, kulübün yöneticilerin olup Bahri’yi de tanıyan Kamyoncu Hikmet “Bahri gel seni Rumelihisar’a alalım” der. Bahri “zaten onun için geldim” der ve mektubu verir. Hikmet mektubu okur renk vermez. Olay Sarıyer’de duyulur yıllarca konuşulur durur. Netice de Bahri de R.Hisar Kulübüne transfer olur ve on yıldan fazla bu kulübün formasını sırtında taşır.

Tabii ki anılar bitmez. Anılar demeti açıldığında peşi sıra gelir, sıraya dizilir. İşte 7 numaralı formanın macerası.

Fikret Canlı Bey, kulübün üç şeyine titizdir. Parasına, lisansına ve formasına. Parasını çar çur ettirmez. Formalara temiz bakılmasını, lisansların kaybedilmemesini ısrarla tembih eyler. Hasköy lig maçına gideceğiz. Fikret Bey erkenden malzemeci Şevki Baba’ya gidip formaları hazır etmesini, noksansız getirmesini tembihledi. Şevki baba kurumak için şifa suyunda ağaçlara astığı formaları topluyor ve malzeme hurcuna koyuyordu. Fikret Beye de “merak etmem hepsi tamam” diyordu. Şeref Stadına maça gittik. Odaya yerleştik, Şevki baba formaları askılığa astı. Bir forma eksik. Baktık 7 numaralı forma yok. Bir telaş, bir telaş, ara tara yok, bulamıyoruz. Fikret Bey korkusu, ne yapacağımızı şaşırdık. Çaresi yok, gidip Beşiktaş malzemecisi Mustafa amcadan bir takım forma isteyeceğiz. İsteki, bir takım forma aldık. Tabii Fikret bey küplere bindi, maçı 3-0 kazandık. Maç sonu Fikret Bey, Ben ve Şevki Baba Şifa suyuna gittik. Bir de ne görelim 7 numaralı forma ağacın dalında asılı. Tabii Fikret Bey gerekeni yaptı. Şevki babanın işine son verildi. İzzet Atvur bu olaydan sonra Sarıyer’ kulübünde malzemeciliğe başladı.

On iki kişi oynasınlar! Bu da müthiş bir olay, anlatayım, siz de dinleyin.
Başkan Karasakal Taci, Şop Cengiz’i çok sever (Düzce’den aldığımız santrafor). Her maçta oynatılmasını isterdi. Bir maçtan önce genel kaptan Recai Uygur’a “takım nasıl çıkıyor? Diye sordu. Recai takımı okudu, Şop Cengiz yok! Taci şöyle bir havalandı ve “takıma Şop’u da koy” dedi. Recai “çocuklar soyunuyor, takımı okudum, değiştiremem” deyince Karasakal Taci patladı: “Ben sana oynat diyorum. Bizim takım l2 kişi oynasın olsun bitsin” dedi.

Teyfik’i ileri al!
Şeref Stadında çamur bir havada Beylerbeyi ile oynuyoruz (l961/62 sezonu). İlk devre 0-0 sona erdi. İkinci devre başladı yine gol yok. Karasakal Taci “Balcı git Recai ile Gazanfer hocaya söyle Tevfik’i santrafora alsınlar. Gol attıktan sonra yine geri çekerler” dedi. Ben de deniz tarafındaki tribünde yağmur altında Duran Recai’ye Taci’nin isteğini söyledim. Onlarda istenileni yaptı ve arka arkaya 4 gol yiyerek sahadan 4-0 mağlup ayrıldık. Maç sonrası Recai ile Taci tartıştılar. Taci hazır cevap ve rahat “Benim dediğimi yapmasaydınız. Size denize atlayın deseydim atlar mıydınız” diyerek olaydan sıyrıldı. Ama gülerek ilave etti “Balcı da size söylemeseydi”. Yediğimiz dört golle kaldık.

Ahlak mı, enayilik mi?

Lider Beyoğluspor ile maçımız var. Salı, Çarşamba ve Cuma günü antrenman var. Santrafor Süreyya Saraç Çarşamba ve Cuma günleri Dendrometri tatbikatı olduğu için antrenmana katılamayacağını bildirdi. Gazanfer hoca ısrar etti.Israr anormal boyutlara ulaşınca Süreyya “Peki geleceğim” dedi. Ben de Orman Fakültesi’nde Orman Hasılatı ve Dentrometri Kürsüsünde çalışıyorum, yoklamaları ben yapıyorum. Süreyya üç antrenmana gitti, yoklamaları yaptım ve kendisini mevcut gösterdim. Maçı oynadık ve Süreyya’nın kafa ile attığı golle maçı 1-0 kazandık, yani lider’i devirdik (1961/62 sezonu). Prof. Dr. Muharrem Miraboğlu dersten vize alanları ilan etti. Süreyya kendisini vize alanlar içinde görünce kürsüye gelip hocaya çıktı ve durumuna itiraz etti. “Ben vize almadım, bana ayrıcalık tanınıyor, benim durumumda vize alamayan arkadaşlar var” dedi. Hoca şaşırdı, ben kem küm etti. Yoklama cetvelini hocaya götürdüm, baktı “işte vize almışın” dedi. Süreyya “Almadım, hocam vize almadım, ben o sınava girmem” dedi ve çıkıp gitti. Hoca, benim kulüpte yönetici olduğumu v e Süreyya’yı idare ettiğimi tahmin ediyordu. Gerçekten Süreyya, Dendrometri sınavına girmedi ve bir sınav dönemini kaybetmiş oldu. Sonraki dönem eksiğini tamamlayarak sınava girdi ve kazandı. İşte bir doğruluk timsali insan!
Başarı dilemek de ne demek!

Sarıyer-Taksim maçı Sarıyer takım kaptanı Kenan, Taksim’in ki Varujan. Bu iki isim iki kulübün “baba” lakaplı futbolcuları. Kenan önde soyunma odasından çıktı, yandaki odadan rakip takım çıktı. Önde Varujan, Sarıyer takımına doğru yöneldi ve “Baba, başarılar” derken Baba Kenan patladı “ne başarısı be, oynayan kazanır, er meydanı burası” diye bağırdı. Varujan ne olduğunu bile anlayamadı, eli havada kaldı. Maç müthiş bir maç oldu. Sarıyer 2-1 kazandı. Oyundan atılan Tevfik tribünlere çıkıp, rakip taraftarlarla kavga etti. Ertesi günü Spor Gazetesi şöyle yazıyordu: “Sarıyer-Taksim maçını Sarıyerli 6 numaralı futbolcu yönetti”
6 numaralı futbolcu, Sarıyer takım kaptanı rahmetli Baba Kenan’dı.

Karınca ezmedim!
Bir deplasmana gidiyoruz. Sabah güneşi şoförün üzerine çökmüş, gözleri kapanıyor. Hemen konuşmaya başlıyorum uyumasın diye. Aklıma ne gelirse soruyorum. Bu arada “sabah uykusuzluğu zordur” deyince şoför patladı. “Ne diyorsun be. Ehliyet aldığımdan beri karınca bile ezmedim” sözü bitmeden bir hindi sürüsünün içine daldık. Yüzlerce hindi, ezilip gitti. “E, ne oldu şimdi deyince” cevabı patlattı: “Adamları ezmedik ya!”.

Hasılat 34 lira!
Antalya’daki lig maçını 0-0 bitirdik (1966/67). Maçı yedi sekiz bin seyirci izledi. Maç sonunda Antalya bölgesi muhasebe görevlisi 34 lira hasılat getirdi bize ve makbuzunu istedi. Fikret bey itiraz etti, ben itiraz ettim, Kenan bağırıp çağırdı, değişen bir şey yok, makbuzu kesin verin dediler. Başka çare yok, 34 liralık makbuzu kesip verdim ve bana verdikleri zarfı da lisans çantasına attım. Antalya’dan ayrıldık, bir iki saat sonra aklıma geldi, çantadan zarfı alıp açtım. Bir de ne göreyim bir tomar para. Fikret Beyle beraber saydık iki bin dört yüz lira (2.400.-). Demek ki hasılattan saklanan para idi. Paraya dokunmadık. İki gün sonra mutemet geldi. Durumu izah etti, “bana acıyın, maaşımdan kesecekler dedi”. Biz paraya hiç dokunmamıştık. Sami Canel, Fikret Canlı, Baba Kenan bir dörtlü telefon trafiğinden sonra parayı adama geri verdik.

Spor Toto idaresi de şaşırır!
Parasızlık nedeniyle sık sık Spor Toto idaresine yazı yazar ve oynadığımız maçın parasını isterdik. Bazen oynadığımız bir maçın isim hakkını alabilmek için iki üç mektup yazdığımız olurdu. Bir defasında anormal bir şey oldu ve bir hafta içinde iki kez l.500 (bin beş yüz lira) olmak üzere 3.000.- (üç bin) lira aldık. Yanlış hesap bir yıl sonra düzeldi ve fazla ödeme isim haklarımızdan kesildi.

Yönetici özverili olmalıdır. Yönetici ikna edici olmalıdır. Yönetici kendisine saygı duyulmasını temin etmelidir ve nihayet yönetici genç sporcuları duygularıyla etkilemelidir!

Balcı Ağabey “Sen ölürsen cenazen çok kalabalık olacak” diyen bir futbolcu kardeşimiz bir ayrana bir sezon Sarıyer’de futbol oynadığını söyler. Bu K. Eyüp’tür. Bir diğeri, “gittim Feriköy adına muayene oldum, fiş doldurdum, Balcı ağabey muayene kağıdını alıp yırttı ve denize attı, bir yıl daha Sarıyer’de kaldım” der. Bu futbolcu kardeşimiz de Suphi Soylu’dur.. Haklıdır ikisi de… K. Eyüp, Şener Çınar ve Baygın Yusuf (Dalgıç), bu üç kafadarı kumsalda gördüm. Kepçe Necdet’in kahvesi önünde bir süre oturduk, soğuk birer ayran ısmarladım. Hepsi bu tabii yaptığım, ayran bitene kadar onlara Sarıyer’den ayrılmamaları konusunda telkinde bulunmak. Üçü de takımda kaldı. Bu olayı unutmayan K.Eyüp, her seferin de “Bir ayrana bir yıl top oynattılar bana” der ve devam eder “Balcı ağabeyin cenazesi kalabalık olacak, kandırdığı futbolcular da gelecek, iyilik yaptıkları da, kötülük yaptıkları da”.

İlk yönetici olduğum sezonda (1959/60), Selahattin Yarar takımı bırakınca, mali olanaksızlık nedeniyle 13 as futbolcuyu kaybettik. Bu futbolculardan biri de 1999 depreminde kaybettiğimiz Münhacettin Barut’tu. Sözleşmesinin feshi için toplantıya geliyor ve Feriköy’e gideceğini söyleyip çok az bir para ile sözleşmesinin feshini istiyor. Saatlerce sürüyor pazarlık ve sonuçta sinirlenen Münhacettin “Miskalle altın mı tartıyorsunuz?” diye bağırıp dışarı çıkıyor. Evet, bir kuruş aşağı inilmiyor ve kulübün hakkı sonuna kadar korunuyor,. İstenilen para alınıyordu.

Beni almak zorundasınız!
Bazı futbolcular vardır, kendilerini zorla transfer ettirir. Buna rağmen yöneticiler mahcubiyet duymaz. Bu tür olaylarda mahcup olsa zaten yöneticilik yapamaz, yapsa da başarılı olamaz. İşte bir örnek.

1973 temmuzsunun ortalarında Emirgan Spor Kulübü Genel Kaptanı Rüstem Pur, kendi takımında oynayan orta saha elemanı Mehmet Orman’ı getirdi ve “bunu transfer edin, çok iyi futbolcu, bana inanın. Beşiktaş’a gitti, beğendiler. Fakat kafasına girdim, alıp getirdim” dedi. Durumu Kenan’a söyledim. “İhtiyacımız yok” dedi ve geri gönderdik. İki gün sonra Rüstem iyen geldi, ısrarla Mehmet’i transfer edin diyor. O istiyor, biz atlatıyoruz. Son üç dört gün artık kulüpte yatar hale geldiler. Temmuzun son günü yine geldiler. Saat da hemen hemen l5.00 gibi hayli ilerlemiş. Rüstem kapıdan girdi ve “İbrahim Abi ben bütün evraklarını hazırladım. Sizin bir mühür vurup, imza atmanız kaldı. Bonservisini de verdim, artık işi bitir” dedi. “Bu iş olmaz” dedim yine kurtulamadık. Vakit geçiyor, bölge kapanacak, ter içindeyim, kaçıp gitmek istiyorum. Birden futbolcu Mehmet hareketlendi ve masaya yumruğunu vurarak, göz yaşları içinde “beni almaya mecbursunuz, ben Sarıyerliyim, beni almak zorundasınız” diye bağırmaya başladı. Canım sıkıldı, ağlar duruma geldim, dayanacak halim kalmadı ve “Transfer parası verecek gücümüz yok, maaş falan veremeyiz” dedim. “Beni alın hiçbir şey istemiyorum, ben oynamak istiyorum diye bağırdı”. Belgeleri aldım Rüstem’den, Baba Kenan’la göz göze geldik, sinyali verdi ve muamelesini tamamladım. Rüstem özel otosu ile evrakları bölgeye yetiştirdi, transfer de gerçekleşmiş oldu. Antrenmanlarda fevkalade görünen Mehmet, Sarıyer sahasında Beşiktaş ile oynadığımız hazırlık maçını 2-1 kazanırken harika bir futbol oynayınca, Mehmet’e hem Beşiktaşlılar talip oldu ve hem de baba Kenan “Balcı, Mehmet’i profesyonel yap, kaçırmayalım” dedi. Olacak iş mi bu! Bu kez biz akla gelen her türlü baskıyı yaparak profesyonel olmasını sağladık ve 500 lira peşin para verdik, yıl sonuna kadar 2.500.- liraya tamamladık. Aptal Mehmet lakaplı, Mehmet Orman, kendisini zorla transfer ettiren, zorla kabul ettiren ve de kulübüne 500.000 (beş yüz bin) lira para kazandırdı

İtiraf!
Şunu da itiraf etmekten çekinmiyorum. Yöneticiliğimiz sırasında “Her şey kulüp içindir” anlayışı ile hareket ettik. Sporcu kardeşlerimizi kulüp yararına istismar ettik. Duygu sömürüsü ile amacımıza ulaştık. Unutmayınız, o günün koşulları öyle gerektiriyordu. Hep öyle yaptık. Mesela, beni çok seven bir futbolcumuzu Kenan ikna edememiş. Kenan “Balcı, bu çocuk Nuh diyor peygamber demiyor, şunla bir konuş, verdiğimiz parayı kabul etsin” dedi… Ertesi günü futbolcuyu çağırdım, konuştum, gerçekten çok titiz, inatçı ve tedirgin. “Rahat olmasını, ve öğleden sonra toplantıya gelmesini söyledim. Ama düşünerek gel, ya evet veya hayır diyeceksin” dedim. Toplantıya girdik, futbolcu arkadaşımız da geldi. Baba Kenan ise, istediğini yapmayan futbolcunun toplantıya geleceğini duyunca toplantıya katılmadı. Futbolcu geldi ve oturdu. Oturur oturmaz sordum “Ne diyorsun, kabul ettin mi?” diye sordum. Cevap vermeyince ben devam ettim: “Evet demediğine göre seni bu camiada terbiye edememişiz demek, terbiyesizlerin bu kulüpte işi yok, defol git” diye sitem ettim. Onuru kırılan futbolcumuz, ağlamaklı “imzalıyorum, isterseniz hiç para vermeyin” deyip imzayı bastı ve kulüpte kaldı. Bu yaptığım düpedüz duygu sömürüsüydü ve ben kulübüm adına başarıya ulaşmıştım. Bu futbolcumuzun kim olduğunu merak etmiyor musunuz. Bu futbolcumuzun adı Erdem Acar’dır.

Serde Beşiktaşlılık var ya!
Kulübümüzün bir işi için Beşiktaş Kulübüne gitmiştim. Kulübe gelmişken Süleyman Beyi de göreyim dedim. Sekreterinden randövü istedim, hemen içeri aldı. Bir süre sohbet ettikten sonra, kulüp müdürü Şevket Yorulmaz (merhum) odaya girdi ve Süleyman Beye hitaben “Başkan, aidat yatırma işi hemen hemen yarı yarıya, tedbirli olmamız gerek, isterseniz üye kayıtlarını yapalım” dedi. Süleyman bey “kalsın, tekrar görüşürüz” dedi. Süleyman Beyin yanında Divan Başkanı Ahmet Paftalı (Merhum) ile Metin Keçeli de vardı. Süleyman Bey çok eskiden beri tanıdığım ve saygı duyduğum bir insan ve takdir ettiğim bir yöneticiydi. Hatta, İnönü Stadının açılışındaki ilk maçta İsveç, takımlarından AEK maçı idi yanılmıyorsam. Maçın ilk golünü atan Süleyman Beydi ve maçtan sonra kendisini beklemiş çocuksu heyecanla kendisini tebrik etmiştim. O günden beri de yakınlığımız devam ediyordu. Ben Sarıyer yöneticisi olduktan sonra bu yakınlığımız çok daha ileri gitti. İşte bu yakınlık ve samimiyetten cesaret alarak kendisine “Üyeye ihtiyacın varsa kaydımı yapınız” dedim. Zira biz (Sarıyer S.K. nün l978/79 genel kurulu için 20-30 Beşiktaş kulübü üyesini Sarıyer’e üye yapmıştık). Süleyman Seba, Beşiktaş Kulübü Divan Kurulu Başkanı Ahmet Paftalı ve Yönetici Metin Keçeli’nin yanında “Balcı, sen Sarıyerli İbrahim Balcı’sın, yine öyle kal” dedi.

Aziz kardeşlerim, şüpheniz olmasın, zaten öyleydim, hala öyleyim, öyle de öleceğim. Süleyman bey benim yaptığım duygu dolu espriye , çok büyük olgunlukla daha büyük bir espri ile yanıt verdi onu sizinle paylaşmak istedim.

Arkadaşlarım tabii ki daha pek çok unutulmayacak anılar var. Zamanı gelince demet demet sunulur dinleyenlere. Bazı anılara şöyle bir değinelim;

Engin Ülker’in Türkiye penaltı yarışmasında Türkiye ikinciliği. Bir süre sonra Can Tüysüz’ün aynı yarışmada Türkiye Birinciliği sonra da Dünya ikinciliği. Kulübümüzün İstanbul Profesyonel Mahalli I. Lig Şampiyonluğu, II. Türkiye Ligi, III. Türkiye Ligi Şampiyonlukları, I. Türkiye liginde üç kez elde edilen dördüncülük gibi harika dereceler ve nihayet Balkan Kupası şampiyonluğu. Hele, hele Shell firmasının Galatasaray ile ortaklaşa düzenlediği kapalı salon futbol turnuvasındaki ikincilik, yabancı ülke takımlarına karşı alınan galibiyetler elbetteki unutulamaz.

Arkadaşlar, çok doğru bir isim buldunuz “Vazgeçemediğimiz Sarıyer” diye!
Dünkü Sarıyer’i özlüyor, bu günkü Sarıyer’i seviyoruz. Salih Acarel Paşanın dediği gibi; beş kalesi, bir kulesi olan başka bir ilçe yok. Biz şöyle diyoruz; Sarıyer’imizin beş kalesi, bir kulesi, üç su terazisi, bir gözetleme evi, bir arberatumu, üç su bendi, bir su kemeri, yüzlerce kaynak suyu, binlerce dönüm ormanı, binlerce insanı kucaklayan plajları, bin bir çeşit balığı, en son teknoloji ile çalışan balıkçıları ve semtinden vazgeçemeyen insanları ile Sarıyer bizimdir, bizim olacak. O nedenle biz Sarıyerliyiz diyoruz.

Dostlarım bizi sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim, sağ olun, var olun, iyi yarınlar hepimizin olsun.

(1940 Sarıyerli Sporcular Derneği’nin düzenlediği “Vazgeçemediğimiz Sarıyer II” adıyla düzenlediği gece Sarıyer Kültür merkezinde yapılmış olup, geceye Av.Fikret Canlı ile Ben (İbrahim Balcı) konuşmacı olarak davet edilmiştik. Eski Sarıyer fotoğrafları ve Sarıyer Spor Kulübüne ait enterasan fotoğrafları kullanarak sergi açmış, sonra da konuşma yapılan salona geçtik. Önce Av. Fikret Canlı, sonra da ben yukarıdaki konuşmayı yaptım.)

Hiç yorum yok: