8 Mart 2012 Perşembe

DALYANCILIK


Eski çağlardan günümüze kadar gelen önemli bir meslektir dalyancılık ve dalyan balıkçılığı. Dalyancılığı kimler ne zaman buldu ve uygulamaya koydu bunu saptamanın imkânı yok. Ancak günümüze Rum balıkçılardan geldiği bilinmektedir. Çünkü Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar çoğunlukla dalyancılıkta Rumlar ilk isimlerdi ve pek çok dalyanın sahip ve reislerinin Rumlar olduğu bilinirdi.

Üç tarafı denizle çevrili olduğu için ülkemiz balıkçılığın her çeşidine, dolaysıyla dalyancılığa da çok elverişlidir. İç kısımlara gidildiğinde küçüklü büyüklü bir hayli gölün bulunması da dalyancılık acısından hayli önem taşımaktadır.

Deniz sahilinin olduğu yerde elbette ki kara parçası; girintiler (koy) ve çıkıntılar (burun) da olacağına ve denizde de canlı bulunacağına göre tabii ki balıkçılıkta olacaktı, balıkçılığın bir dalı olan dalyancılıkta! Balıkçılık önemli bir denizcilik mesleğidir.

Balıkçılık; ağ balıkçılığı, olta balıkçılığı, dalyan balıkçılığı, zıpkın balıkçılığı ve kültür balıkçılığı v.s. gibi kategorilere ayrılır. Balıkçılar tarafından tercih edilen daha ziyada ağ balıkçılığıdır. Ağ balıkçılığının da pek çok türü vardır. Tekir ağı, dip ağı, hamsi ağı, palamut ve torik ağı, Istakoz ağı, marya ağı, kılıç ağı, uzatma ağı, kalkan ağı vesaire…

Zamanla, diğer sanat dallarında olduğu gibi balıkçılıkta da silinip giden, kaybolan, unutulan ve nostalji olarak hatıralarda kalan meslekler oldu. Örneğin; Zıpkın balıkçılığı yani kılıççılık kaybolup gitti! Dip ağcılığını yapan yok, gitti gidiyor! Saçmacılık/serpmecilik hayallerde! Dalyancılık ve dalyan balıkçılığı da kaybolmak üzere! Güçlükle de olsa birkaç dalyan direnebiliyor zamana! Deniz ve göl olan yerlerde dalyancılık yapılıyordu. Günümüzde göl dalyancılığından hiçbir haber yok. Deniz dalyancılığı da son yıllarını yaşıyor gibi!

İstanbul dalyancılıkta en önemli merkezlerden biriydi. Sadece Sarıyer ilçesi sınırları içinde kalan sahil şeridin de 20, Beykoz ilçesi sahil şeridinde de 13 dalyan yeri bulunmaktadır. Bu arada Bebek, Küçük Bebek, Salıpazarı ile Karaburun dalyanlarını da sayarsak İstanbul’un Rumeli yakasında 24, Anadolu yakasında 13 olmak üzere Boğaziçi ve yakınlarında toplam olarak 37 dalyan vardı. Marmara denizi, Çanakkale ve Karadeniz’in bir kısmındaki dalyanların sayısı ise 89 olduğuna göre, demek ki mevsiminde 150 ye yakın dalyanın faaliyette bulunmakta olduğu görülür.

Dalyanlar değişik isimlerle anılır. Örneğin Şira dalyanı, Kurtağzı dalyanı, Kırma-Kepasti dalyanı, Çekme Dalyanı, Çökertme Dalyanı, Çit veya Kutra dalyanı gibi…

Dalyancılık dünden günümüze kadar gelebildi. Balıkçılıkta teknoloji en üst seviyeye ulaşmasına rağmen dalyancılıkta kıpırdama bile olmadı. Yüzlerce yıl önce nasıl yapılıyordu ise yine aynı şekilde, aynı kural ve yöntemle, aynı yerde ve aynı malzemeler kullanılarak yapılıyor. Geçen yıllar dalyancılığa hiçbir yenilik getirmemiş! Zaten dalyancılık kaybolmak üzere! İstanbul’da kala kala üç dalyan kaldı!

Balıkçılıkta “Tembel balıkçı dalyancı olur” diye bir deyim vardır. Biraz da böyledir, yani yerinde edilmiş sözlerdir. Bu tür sözler boşa söylenmez. Kesinlikle bir olaya vurgu yapmak için söylenir. Gerçekten dalyancılık balıkçılığın en durağanıdır. Her sene, aynı yerde, aynı malzemelerle, aynı şekilde, aynı kurallarla ve hemen hemen aynı kişilerle yapılır. Bu nedenle olacak ki tembel meslek olarak kabul edilir.

Zamanında hayli getirisi olan dalyancılık eski özelliğini kaybettiği içindir ki artık fazla ilgi görmüyor. Böyle olduğu içindir ki eskisi gibi fazla dalyan kurulmuyor.

Dalyancılığın da mevsimi vardır. Kışın yapılan dalyancılığa “Kasım dalyancılığı” denir ve kasım, aralık, ocak aylarında yapılır. Boğaziçi’ndeki tek kış dalyanı Filburnu dalyanı idi. Yaz aylarında yapılan dalyancılığa ise yaz dalyancılığı denir ve mayıs, haziran, temmuz aylarında yapılır.

Dalyan çeşitlerini de saptamanın yararı var. Örneğin; Şira dalyanı, Kurtağzı dalyanı, Kırma-Kepasti dalyanı, Çekme dalyanı, Çökertme dalyanı, Çıt veya Kutra dalyanı gibi isimlerle anılır dalyanlar. Her dalyanın ayrı işlevi vardır. Örneğin; Şira dalyanı en büyük dalyandır. Kuruluşu basittir. On üç direk ve beş ağdan oluşur. Direklerin her biri için demir kullanılması gerekir. Dalyan büyükse “Tam Şira”, küçükse “Yarım Şira” olarak isimlendirilir. Şira dalyanı için altışar tonluk iki mavna, biri bir tonluk ve diğeri yarım tonluk olmak üzere iki sandal şarttır. Ayrıca bir reis, bir reis yardımcısı ve 23 tayfadan oluşur. Tabii ki sıra ile nöbet direğinde bir tayfa gözcü olarak nöbet tutar. Şira dalyanları aslında orkinos dalyanıdır ama torik, palamut, kılıç, uskumru ve benzeri büyük balıklar da avlanır.

Kurtağzı dalyanı, aynı zamanda, aynı şekilde ama boyutları farklı olan iki dalyanın kurulması ile meydana gelir. Bu dalyanı kurmak, derinliğine göre on ile on sekiz metre uzunlukta yirmi beş ile otuz direk ve kazığa ihtiyaç vardır. Direklerin her biri için bir demir kullanılması gerekir. Beş tonluk iki mavna ve yarım tonluk bir sandal her zaman hazır bulundurulur. Reis dahil tayfalarla birlikte 14 kişiden meydana gelen mürettebata sahiptir. Kurtağzı dalyanında uskumru, kefal, lüfer, hamsi, izmarit, çinakop, istavrit, gümüş, palamut ve torik avlanır,

Kırma veya Kepasti Dalyanı, Kurtağzı dalyanı gibi iki dalyan olarak kurulur ama daha küçüktür. Reis dâhil 9 kişilik çalışanı olur. Bu dalyan için dört tonluk bir mavna her biri yarım tonluk iki sandala ihtiyaç vardır. Bu dalyanda kefal, uskumru, lüfer, palamut, torik avlanır.

Çekme dalyanı büyük bir alana yayılır ama esas kapatılmış olan alan 30 kulaç uzunluk ve 24 kulaç genişliktedir. Hatta çoğu kez 24x24 olarak sığ yerlerde kurulur. Kefal dalyanı olarak bilinmesine rağmen zaman zaman lüfer, nadiren de levrek ve uskumru avlanır.

Çökertme dalyanı her yerde kurulmaz ve kullanılmaz. Gerekli görüldüğünde kıyılarda belirli bir süre için kullanılır. Bu dalyan kurulurken direkler/kazıklar kullanılmaz. Bir yanı kıyıya bağlanır üç yanına da denize demir atmış sandallara bağlanır. Bu dalyan daha ziyade kefal avcılığı için kullanılır ama zaman zaman gümüş ve uskumru da avlandığı olur.

Çit veya Kutra dalyanı, kıyılara yakın göl veya denize bağlantısı olan küçük göllerin kanallarına kazıklar ve sırıklarla kurulur. Geçici bir dalyandır. Mart ayından itibaren göçmen balıklar çoğalmak içir sakin ve tuzlu-acı su ararlar. Böylece balıklar denizle bağlantılı olan deniz ve sulara, dere ağızlarına giderler. Havyar dökmek/yumurtlamak için veya kötü ve soğuk havaların kendisini hissettirmeye başladığı zaman yerlerinden ayrılacaklarından avlanmaları için dalyan kurulur. Çit/Kutra dalyanında denize açılan dört kapı bulunur. Bu kapılar Mart ayından mayısa kadar açık bırakılır. Kefal, lüfer, dere pisileri, levrekler ve benzeri diğer balıklar serbeste göle veya dereye girerler ve yaşarlar. Mayısın sonundan itibaren kapılar kapatılır ve gölü terk etmeğe başlayan balıklar yakalanır.

Boğaziçi’nin Rumeli yakasında; Karaburun dalyanı, Kilyos dalyanı, Uzunya dalyanı (Yeni dalyan), Marmaracık dalyanı, Öreke dalyanı, Bağlaraltı dalyanı, Büyükliman dalyanı, Karataş (Mavramoloz) dalyanı, Sırataş dalyanı, Otuzbirsuyu dalyan, Telli Tabya dalyanı, Pazarbaşı dalyanı, Mesarburnu dalyanı, Bülbül Sokağı dalyanı, Barutçubaşı (Kirka) dalyanı, Büyükdere dalyanı, Çayır (Çayırbaşı) dalyanı, Kefeli dalyanı, Kalender dalyanı, Yeniköy dalyanı, İstinye dalyanı, Bebek dalyanı, Küçük Bebek dalyanı, Salıpazarı dalyanı; Anadolu yakasında; Üsküdar dalyanı, Çengelköy dalyanı, Vaniköy dalyanı, Kanlıca dalyanı, Topbaşı dalyanı, Karacaburun dalyanı, Beykoz dalyanı, Beykoz Kasırönü dalyanı, Umuryeri dalyanı, Anadolukavağı dalyanı, Filburnu dalyanı, Anadolufeneri dalyanı ve Soğan Adası dalyanı olmak üzere 37 dalyan vardı (Bazı dalyanların isimleri halk arasında değişiktir).

Dalyan yerleri sahiplidir. Sahipli olmayan yerlere dalyan kurulmaz, izin verilmez kurulmasına. Dalyanların kurulduğu yerler sahil boyları ve göllerdir. Leb-i derya olarak bilinen bu yerler devletten satın alınarak kurulur. Tapu alınırken, devletçe önemli bir kayıt düşülür, Örneğin; dalyan yerini alana tapusu verilirken üç yıl ya da beş yıl veya on yıl arka arkaya dalyan kurulmazsa tapu geçerliliğini yitirir gibi kayıtlar da konulur. Nitekim bu kurala uyulmadığı ve dalyanlar belirli süreler içinde kurulmadığı için dalyan yerlerinin tapuları geçerliliğini yitirmiştir. Sarıyer ilçesi sınırları içinde Yeniköy, İstinye, Büyükdere, Mesarburnu, Bülbül, Kefeliköy gibi dalyanlar kurulmadıkları için özelliklerini kaybetmişler ve sahiplerinin ellerinden çıkmışlardır. Bülbül dalyanı açık bir örnektir.

Dalyan sahipleri de reisleri de namlı kimselerdir! Filburnu Dalyanı Ömer Bey ve Kamil Bey, ,Büyükliman ve Pazarbaşı dalyanı Hamamcıoğlu Nuri Bey, Bülbül dalyanı Sabih Bey, Beykoz dalyanı Hüseyin Bey, Bağlaraltı dalyanı Ahmet Bey (Merter), Beykoz Kasır dalyanı (Uzunbahçe dalyanı) İsmail Bey hala unutulmayan hatırlanan dalyan sahipleridir.

Dalyan sahipleri değişse de reisleri kolay kolay değişmezdi. Çok şöhretli dalyan reisleri vardı. Bu reislerin şöhretleri nesilden nesile anlatılır, hatıraları yaşatılmaya çalışılır. Hepsi de dalyancılıkta ekol yaratan adamlar olarak isimlerini efsaneleştirmişlerdir. Bu konuda sıralama yapmaya gerek yok, tespit edebildiklerimi sayarsak; Mustafa Reis (Torlak) Karataş dalyanının unutulmaz reisidir. Tam yirmi yıl bu dalyanı kurmuş ve yönetmiştir. İğne Ada dalyanı önemli çiroz dalyanlarından biriydi ve İbrahim Reis (Menekşe) yıllarca bu dalyanın reisliğini yaptı. Polis Ada dalyanında Mehmet Menekşe, Seroz dalyanını Rumelikavaklı Ömer Reis (Terzioğlu), Malatra dalyanına Çivili’nin Mehmet Reis, Roke dalyanına Sefer (Reis) Deniz, Karaburun dalyanına Ameşin Şakir Reis (Bayraktar), Bağlaraltı dalyanına önceleri İbrahim Menekşe sonraları oğlu Akber (Ekber) Reis (halen devam ettiriyor), Büyükliman dalyanı Cemil Reis (Çelikkıran), Filburnu dalyanına Adem Reis (Kan), Beykoz Dalyanı Hüseyin Subaşı, Pazarbaşı dalyanı Andriko Reis, Bülbül dalyanı Yeniköylü Sokrati Reis ve sonra Tahir Reis (Akçağlar) dalyancılık mesleğinin unutulmaz isimleridir.

Dalyancılıkta herkes birbirini tanır. Reislerin bir haber uçurması toplanmalarını sağlar ve dalyanı kurmaya koşarlar. Dalyancılıkta zorluk dalyanın kurulması ve sezon kapandığında dalyanın kaldırılmasıdır. Aslında dalyan tayfalarının hepsi aynı derecede usta değildir. Çünkü dalyan kurmakta maharet ister. Bazı tayfaların hiç beceresi olmaz, bunlar sadece balık dalyana girdiğinde ağların ellenmesi, balıkların taşınması, satışa gönderilmesi işlerinde çalışırlar. Becerikliler ise zamanla reis yardımcısı ve reis olurlar. Bunlar da aslan payını alanlardır.

Dalyancılıkta zor iş dalyan kurmak ve kaldırmak olduğu gibi birde nöbet işi vardır. Nöbetçi gözcülük görevi yapar. Gözcü sırası geldiğinde nöbet direğine çıkar ve balık bekler. Balığın ağızdan içeri girip girmediğini takip eder. Saatlerce sürer bu bekleyiş. Bu süre içinde nöbetçi kendisine yine bir dünya kurar ve burada yaşar, ömür tüketir. Bütün gücü ile okulunu bitirmeye çalışır ama bitiremez ayrılır okuldan, iş tutmak ister beceremez, çeşitli işlerin peşinden koşar dikiş tutamaz bir yerde. Yapar askerliğini gelir, yeni bir iş tutar beğenmiştir yeni işini, üç beş kuruş kazanır, evlenmek ister. Arayın bulun bir kız der anasına, kısa sürede evlenir, baş göz olur. Çocukları olur, onları büyütür, okutur ve adam olmaları için çalışır. Efkârlanır nöbet direğinde yakar bir sigara üfler dumanına havaya, başı bir an için döner ve kendine gelir. Kurduğu dünyanın bir anda yok olduğunu görür, hayal âleminde yaşadığını anlar. Söver talihine ana avrat, küfreder şansına ağız dolusu. Hayal âleminde yaşarken, bir balık sürüsünün geldiğini, tam ağızdan içeri girerken geri döndüğünü gördüğünde küfrün daniskasını söyler. Makineli tüfek gibi sayar döker içindekileri. Balığa küfreder, şansına söver. Balığın dalyan ağzından içeri girdiğini gördüğünde, biraz bekler, sürü tamamlanınca elindeki ipi çeker ve ağzı kapar. Ağzı kapaması ile birlikte dışarıya bağırır, ya da ıslık, çalar. Varsa düdüğü çalarak dışarıya haber verir. Tayfalar koşar adım mavnaya dolarak dalyana gider ve yanlamasına dalyan ağını ellemeye başlarlar. Sona gelindiğinde balıklar çavalyelere alınır ve sonrada satışa gönderilir. Çok balık alınmışsa tayfaların keyfine diyecek yoktur.

Büyük balıklar, örneğin; torik, kılıç, orkinos avlandığında, dalyanın rıhtımına bırakılır. Halk büyük bir zevkle seyreder durur pazarlanacak balıkları. Bu durumu ile Bülbül dalyanı en önemli dalyandır.

Dalyan mağazası tayfaların otelidir. Burada oturur, yatarlar; burada yiyip içerler, burada günlerini geçirirler. Burası biraz da miskinler tekkesi gibidir. Tek işleri kulaklarını dalyan nöbetçisinden gelecek sese odaklamaktır. O ses onlar için servettir, gündür, güneştir, hayattır, varlıktır her şeydir.

Dalyanlar artık yok olmaya başladı. İstanbul’da sadece iki üç dalyanın varlığını koruması bunu göstermektedir. Yani bir işkolu kaybolmaktadır. Balıkçılığın bu durağan sanatı da unutulmaya kaybedilmeye yüz tuttu. Artık dalyancılık, dalyan balıkçılığı denildiğinde hatıralara başvurulacak ve nostalji olarak eskiye dönülecek ve arayışlara girilecektir.

Ne olursa olsun dalyancılık da son günlerini yaşamaktadır. Bir iki hevesli dalyan sahibi ve reis de olmasa Filburnu, Beykoz ve Bağlaraltı dalyanları da kapanıp gidecektir. Böylece geçmişin karanlık dehlizine bir meslek daha girerek gözden kaybolacaktır.

05.03.2012









SÖZLEŞMENİN FESHİ!

BÜYÜK Atatürk’ün yatı Savarona 49 yıllığına Kahraman Sadıkoğlu’na kiraya verildi. Alââââ!

Atatürk büyük hayaller kurarak bu yatta son günlerini geçirdi. Rahatsızlığı düzelecek, tekrar eskisi gibi hayata daha sağlıkla bağlanacak, onu ölümsüzleştiren halkı ile yine iç içe olacak ve onların coşku seli içinde Cumhuriyet Bayramlarında mesajını okuyacak! Ama olmadı ve anılarını geride bırakarak ayrılıp gitti! Genç Cumhuriyet artık Ata’sızdı. Kalan yadigarı ise genç Cumhuriyet’ti. Şahsına ait eşyası, malı mülkü ve ona tahsis edilen Savarona yatı! Hepsini milletine bağışladı. Gelirini Türk Tarih ve Türk Dil Kurumlarına bıraktı.

Gel zaman git zaman hükümetlerce Savarona yatına gereken ilgi gösterilmeyince elden çıkarılması düşünüldü ve 49 yıllığına kiraya verildi. Artık yetkililer bir yükten kurtulmuştu! Peki yatı alan ne yapacaktı? Her halde müze yapmayacaktı! Hükümetler böyle düşünmediğine göre Kahraman Sadıkoğlu neden bu düşüncede olsun ki? Kira bedeli ödediğine, yenileme ve bakımı için hayli de para masraf ettiğine göre yatı istediği gibi kullanacaktı ve öyle yaptı!

Tarihi zenginliklerle dolu koca yat, mükemmel dizayn edildi. Yat eğlenceye ve zamparalığa düşkün para babaları için bulunmaz nimetti. Bu da nimetti, nimetin en iyi şekilde değerlendirilmesi lazımdı, öyle yapıldı. Sadıkoğlu yatı para babalarına büyük paralar karşılığı tahsis etti. Tabii ki bunu yaparken rezillikleri de kabul etti. Paranın dini imanı olmadığına göre, kimden ve nerden gelirse gelsin “Kabul” du. Öyle yaptı. Aldı binlerce doları, yatı para babalarına tahsis etti ama kısa bir süre sonra balon patladı. Yatta kadın-kız pazarlanmaya başlandı. Yabancı işadamları ile yabancı güzeller, dolarlar karşılığı sarmaş dolaş oldular, kaybolup gittiler sevişme sanatının derinliklerinde!

Para kazanma işinin boku çabuk çıktı: Ata’nın yatında kadın pazarlanıyordu. Yatı kiralayanın yanıtı hazırdı: “Ne olmuş yani? Adam otelde oda kiralarken odada ne yapacaksın diye soruluyor mu ki ben de sorayım!”

Otelde veya bir başka yerde edepsizlik yapılacaksa bende yaparım demekten başka bir şey değil bu!

Yaptığı da düpedüz buydu! Şimdi açıklamalar yapılıyor, “Sözleşmesi feshedilecek” geç de yolsa en doğru karar! Hemen uygulamaya geçilmeli ve Savarona Atatürk müzesi olarak hizmete açılmalıdır.

Şanlı Yavuz’u jilete gönderen zihniyet bari Savarona için akli selim hareket etsin!

Bu bile yeter!

+ + +





HANEFİ Avcı Türk Emniyetinin önemli isimlerinden biri. Memuriyet yaşamı başarılarla dolu. Sağ ve milliyetçi görüşlü. Daha önemlisi dini ağırlıklı görüşe sahip! Fettullah’çı da olmuş bir zaman! Görevli olduğu sürece pek çok olayın üzerine cesaretle gitti. Yolsuzluk, suistimal, kaçakçılık, cinayet ve sağ sol olayları! Olmadı siyası çalkantılar nedeniyle meydana gelen içinden çıkılmaz olaylar ve PKK kanlı örgütü!

Polis olarak alt ve süt düzeyde iken aldığı her görevi alnının akı ile tamamlamış başarıdan başarıya koşmuş… Ne var ki ismi fazla öne çıkmış ve dikkat çekmiş! Hiçbir zaman öne çıkmak iyi değildir. Hele ülkemizde! Öne çıkmak bazıları kıskandırır, bazıları tedirgin, bazıları da rahatsız eder!

Büyük olaylar yaşamış, çok önemli kişileri takip etmiş, yakalamış, mahkemelere çıkmalarına neden olmuş; üst düzey görev almış kişileri de takip etmiş ve haklarında rapor düzenlemiş! Elbetteki görevi icabı bunları yapmış ama doğru mu yapmış? O şüpheli! Her şeyi yapacaksın ama fincancı katırlarını ürkütmeyeceksin! Ürküttü! Hatayı burada yaptı!

Görev de olduğu sürece Dev Sol’u, Dev Genç’i, PKK yı izlediği sürece dini siyasetin parçası kabul eden grupları da izledi, tehlikelerini gördü, kendi değerlendirmelerini yaptı. Rapor, yazı her neyse ilgililere bildirdi. Gün geldi yaşadıklarını yazmaya karar verdi ve HALİÇ’TE YAŞAYAN SİMONLAR, DÜN DEVLET, BUGÜN CEMAAT” kitabını yazdı. Başına neler geleceklerini tahmin ettiği için “Ben bildiklerimi yazdım, tutuklanma dahil her şeyi göze aldım” şeklinde demeç verdi. Türkiye’de cemaatlere bulaşanların başlarına neler gelir bunu da Savcı CİHANER ile iyice öğrenmişti. Her an bir şeyler olacağını bekliyordu.

Nihayet olan oldu ve cemaatleri deşifre eden, devlet katında etkili olan cemaatlerin marifetlerini sayıp döktüğü için hakkında soruşturma başladı ve tutuklandı. Paşakapısı Cezaevinden Metris’e buradan da Silivri Cezaevine gönderildi.

Bu işte de bir terslik var! Devletin tüm kadroları işbaşında iken, polisi,jandarması, istihbaratı, savcısı ve hakimi varken “Son Tezgah” kod isimli PKK’ lı bir itirafçının ihbarı ile efsane olan emniyet müdürünün hem de solcu örgüt üyesi olarak tutuklanarak hapse atılması devleti içten içe ele geçirme savaşı verenlerin “bana dokunursanız yanarsınız” demesinden başka bir şey değildir.

Allah, ülke bütünlüğünden yana olanları, itirafçıların şerrinden, cemaatlerin kasetlerinden, cumhuriyet düşmanlarının hasetlerinden korusun! AMİN!



30.09.2010

RİZELİ MİLİS YÜZBAŞI İPSİZ RECEP REİस "EMİCE"


Yıllardan beri üzerinde çalıştığım İpsiz Recep Reis EMİCE kitabımı nihayet tamamladım. Kitap Rize Vakfının da katkılarıyla Ozan yayıncılık tarafından yayınlandı. On onbeş gün içinde dağıtımı yapılarak okurlarla buluşacaktır.
Kitapta milli mücadele, milli mücadele içinde kuvayı milliyenin gücü işlenmektedir. Elbette ki kuvayı milliyeyi meydana getirenler de tanıtılmaktadır. Prof. Dr. H. Eroğlu’na göre; “Kuvayı milliye, ordu ile işbirliği yapan, Kurutuluş Savaşı’nın ilk çete ve silâhlı savunma kuruluşudur”. Buradan hareketle “kuvayı milliye işgal altındaki bir ülkede halk tarafından oluşturulmuş direniş örgütleridir” diyebiliriz.
Kitabımıza konu olan Rizeli İpsiz Recep Reis kuvayı milliye ile tanışmadan önce; Duyunu Umumiye’nin adına görev yapanların karar ve uygulamalarına karşı çıkan, bu karşı çıkış sonucunda Duyuna ait ihtiyaç maddelerini yağmalayıp, fakir fukaraya dağıtan bir korsandır. Çok genç yaşta başlamıştır bu işe! Sonradan Batum’a babasının yanına gitmiş tütün işi ile uğraşmış, babasının işini devam ettirme uğraşı vermişse de Ermenilerin borçlarını ödememeleri nedeni ile işi terk etmek zorunda kalmıştır. Sultan II. Abdülhamit’e yapılan suikast nedeni ile sevinen Ermenilerle boğuşmuş, kan dökmüş ve çeşitli kabadayılık ve korsanlık olayları nedeni ile hapse girmiş, Sibirya’ya sürülmüş ve bir kolayını bulmuş, idam yaftası boynunda kaçıp kurtulmuş, Rus Devrimi ile affa uğramıştır.
Gözü pek, haksızlığa isyan eden bir insandır. Karada takip edildiği için denizde küçük takası ile çalışmaya devam eder, yine birçok olayla karşılaşır. Devamlı takipte olduğu için Kefken’i kendisine üs seçer. Burada yabancı gemilere soygun yapmaya devam eder. Geçim sıkıntısı çektiğinde yerli zenginlerin navlun gemilerini de yoklar ve yanındaki arkadaşlarının ihtiyaçlarının karşılanmasını temin eder. Büyük bir guletin sahibi olur ve kömür taşıma işine girer. İyi de para kazanır ama geminin batışı ile yalnızlığa gömülür. O durup bekleyecek adam değildir. Yanındaki arkadaşları ile R. Feneri’ne gider ve oradan temin ettiği taka ile soygun işlerine başlar. Hedefi Marmara bölgesindeki Rum ve Ermeni köylerini vurmaktır. Aylarca kasıp kavurur Trakya’yı. Sonunda takibine karar verilir, bir türlü yakalayamazlar ve sonunda yakalanması için takibine savaş gemisi verilmesi istenir. Yine yakalanamaz çünkü bir güç tarafından korunmaktadır. Bu grubun adı Teşkilat-ı Mahsusa’dır. Rusya’da bulunduğu sürece Teşkilatı Mahsusa tarafından görevlendirilmiş ve gözü kapalı verilen görevi yerine getirmiştir.
Türk Ordusunun Batum seferine çetesi ile katılmış ve Örek tabyasının işgalini gerçekleştirerek askeri bir başarıya imza atmıştır. İstanbul’a döndüğünde Karadeniz’de takasının batması üzerine Sarıyer’e gitmiş, saklanmış ama bu defa MİM. MİM teşkilâtı tarafından bulunmuş ve kendisinden çete kurması ve Sarıyer köylerini kasıp kavuran Rum çetecileri ortadan kaldırması istenmiştir. Bu görevi yerine getirmiş ve bir iki ay içinde Sarıyer ve Beykoz’daki Rum çeteleri ortadan kaldırmayı başardıktan sonra tekrar Kefken’e dönmüştür. Kefken, Şile, Akçakoca. Ağva, Karasu ve civar köylerdeki çetecilerin temizlenmesi görevini de başarı ile yerine getirmiş, K.Ereğli’nin kurtuluşunu sağlayan iki Çeteden birinin başında bulunmuştur. Bu sıralarda milli mücadele başlamıştır. Çetesi ile milli mücadele katılması istenince kabul etmiştir. Çetesine eleman gerekir, kendisine verilen yetkiye dayanarak Rize’de bulunan Mataracı M. Ali Efendiye telgraf çekerek gönüllü bulunmasını, hapishanedeki mahkûmların da salıverilerek kendi emrine gönderilmesini istemiştir. Bu istek yerine getirilmiş, çetesinin sayısı 1800 e kadar ulaşmıştır. Anadolu’ya silah mühimmat gerekir, kendi ihtiyacı da vardır. İstanbul depolarından gizlice alınan silah ve mühimmatlar takalarla İnebolu, Karasu, Kefken’e ve K. Ereğli’ye taşınması işini organize etmiştir.
Çok büyük bir güç olan İpsiz Recep Reis, diğer çete reislerinin aksine Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine düzenliye orduya katıldı ve kendisine Milis Yüzbaşı rütbesi ve Sakarya Sahili Kumandanı görevi ile beraber emrine üç muvazzaf irtibat subayı verildi. I. İnönü, II. İnönü, Sakarya Savaşlarına katıldı. Sakarya Savaşında ağır yaralandı bu nedenle Büyük Taarruza katılan çetesinin başında bulunamadı, yerine Altıkanoğlu Mehmet Kaptan, Zekeriya Tiryaki, Tuzcuoğlu Halit Ağa görev yaptılar.
Büyük zaferden sonra Karasu’ya dönenen İpsiz Recep Reis, kendisine verilen yetki ile çete efradını terhis etti. 1800 kişilik çetesinden hayli şehit verdi, hayli yaralı ile çetesi eksik kaldı ama mutlu sona ulaşmakta büyük yarar sağladılar. Yanında sadece 40-50 kişi kaldı. Onlarda Karasu’ya yerleşip orada ev bark sahibi oldular.
Rizeli Milis Yüzbaşı İpsiz Recep Reis’in en önemli özelliği; namus düşkünü olması, haksızlığa isyan, kadın ve çocuklara yardım etmek, malını mülkünü, parasını pulunu fakirlerle veya güç durumda bulunan arkadaşları ile paylaşmak; az konuşmak, verdiği işin takibini sonuna kadar yapmak, başarana kadar işi devam ettirmekti. Ama onun en büyük özelliği “Ben çeteciğim, askerlik benim işim değil, askerlik mesleği asker olanların işidir” düşüncesi ile hareket edilerek, çetesinin düzenli orduya katılmasını kabul etmekti. İşte bu nedenledir ki; Büyük Kurtarıcı Mustafa Kemal’in takdirini kazanmıştır. Memleketi Rize’ye giderken Mustafa Kemal’i ziyaret etmiş bu ziyaret sırasında Mustafa Kemal kendisine EMİCE diye hitap ederek ona hak ettiği Onur’u bahşetmiştir.
Kitap belgesel roman olarak kaleme alındı. Ayrıntı ve dipnot bilgileri arka sayfalarda verildi. Ayrıca bolca konu ile ilgili fotoğraflar son sayfalarda yerini aldı. Hakkında yazılanlar, söylenenler ve bizzat kendisine ait anılara yer verildi.
Yakın tarihimiz, kuvayı milliye ve Türkiye’de çetecilik konusunda herkesin yararlanabileceği bir kitabı okurlarımla buluşturmanın huzuru içindeyim.
10.07.2011