1 Mart 2008 Cumartesi

KONUŞMANIN DOZU
ALDATMA OLMAMALIYDI!


Kısacık ömrüne, ne kadar büyük olay varsa sığdıran Mustafa Kemal hiç aldanmadı ve aldatmadı! Çünkü: Peşin hükümlü olmadı! Düşünmeden ve sonuç almadan konuşmadı! Hiç kimseden öneri ve emir almadı!

Kısaca derim ki; Doğdu, yaşadı ve başardı. Ne dedi:
“Büyüklük odur ki hiç kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, memleket için hakiki mefküre (ülkü) ne ise onu görecek o hedefe yürüyeceksin….”

Aynen dediği gibi yaptı! Tabii ki BAŞARDI.

İsmet İnönü uzun ömrüne çok şeyler sığdırdı. Bilhassa İkinci Dünya Savaşına Türkiye’nin girmesi için kurulan müthiş baskıya direndi ve başardı. Savaş boyunca halkını aç bıraktı ama ordusunu sağlam tuttu ve halkını hiç aldatmadı.

İsmet Paşa yoksullukla boğuşan halkına “Sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım” dedi. Tabii ki: BAŞARDI.

Milli Mücadelenin Mahmut Hocası Celal Bayar mükemmelliyetini demokrasiye geçildiğinde kaybetti ve hatalı politika izleyen Adnan Menderes’in istifa isteğine “Dere geçilirken at değiştirilmez” diye cevap vererek hata yaptı.
Tabii ki: BAŞARILI olamadı VE Adnan Menderes’i YAKTI!

Adnan Menderes halkın sevgilisi olarak büyük çoğunlukla iktidar oldu. Ama mantığı yerine hisleri ile hareket ettiği için kaybetti. Çünkü iktisadi kriz içine girince ABD den mali yardım istedi, ret yanıtı alınca Rusya’ya kur yaptı ve 1960 ihtilali ile yıkıldı, gitti!

“Ben odunu aday yapsam milletvekili seçtiririm” dedi ve aynen öyle yaptığı için milletvekilleri kendisine yardımcı olamadı ve ihtilal sonunda ipe gitti!

Tabii ki: BAŞARILI olamadı.

Devam etsek uzar gider yazımız. Oysa günümüzün büyük olayına yani GÜNEŞ Harekâtına Değinmek isterim.

K. Irak’a girilmesi kararı geç alınmış olsa da yerinde bir karardı. GÜNEŞ HAREKÂTI operasyonu adıyla asker Kuzey Irak’a girdi. Karakış içinde müthiş ve mükemmel mücadele verdi. Canileri inlerinde vurdu. Barınaklarını, merkezlerini, üstlerini, depolarını ve yuvalarını tarumar etti. PKK canilerinden 240’ını öldürdü buna karşın 27 şehit verdi. Gerçekten çok büyük BAŞARI!

Başarıyı yeterli gören ABD hemen devreye giriyor ve PKK’nın daha büyük darbe almaması, tümüyle temizlenmemesi için Savunma Bakanı Robert Gates’i acilen Türkiye’ye gönderiyordu. Gates ayağının tozu silinmeden talimat verir gibi konuşuyor: “HAREKÂT KISA SÜRSÜN”

Bu yetmiyor bu kez ABD Başkanı George Bush emreder gibi konuşuyor “TÜRKİYE HIZLI BİR ŞEKİLDE ÇEKİLMELİ”.

Dost ABD’nin onur kırıcı söylem ve istekleri! Güneş harekâtını gönülden destekleyen Türk aydınında kafasındaki istifhamlar oluştu: ACABA, ACABALAR!

Kabul edilir gibi değildi G. Bush ile R. Gates’in istekleri. Hemen yanıt verildi kendilerine, kamuoyuna duyuruldu. En yetkili ağızların söylediklerine bakalım:

Başbakan Recep Tayip Erdoğan “Asker hedefe ulaşınca döner!”
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül: Kara harekâtının maksadı PKK’nın etkisiz kılınması ve bölgedeki örgütsel altyapının kullanılmaz hale getirilmesi. Ne kadar gerekirse o kadar kalacağız!”

Genel Kurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt: “ Sözlerinin ne olduğunu Savunma Bakanına sordum. Kısa izafi bir kavram, bazen bir gün, bazen bir senedir. Biz yirmi dört senedir terörle mücadele ediyoruz. Onun için bizim terörle mücadelemiz devam edecek. ABD terörle mücadele ediyor. Afganistan’da kaç yıldan beri. Aynısını kendisine anlattım anlayışla karşıladılar”.

ACABALAR kafalardan kaybolduğu sıralarda olanlar oldu. K. Irak’ta GÜNEŞ HAREKÂTININ sona erdiği haberleri yayınlandı. Yine ACABALAR! Doğru mu, ordu dönüyor mu?
Herkes TV’lerinin başına oturdu. Haber doğruydu. İşte soğuk duş!

Başbakan belirlenen saatte yapamadı konuşmasını! Gen. Kur. Bşk. Yaşar Büyükanıt’ın açıklamasını bekledikten sonra TV’den Ulusa Sesleniş konuşmasında şöyle dedi:
“Harekâtın başlangıç ve bitiş takvimini Genel Kurmay Başkanlığımız belirlemiştir. Harekât, planlamaya uygun olarak başlangıçta öngörüldüğü şekilde tamamlanmıştır.”

Peki Gen. Kur. Bşk. Yaşar Büyükanıt ne demişti bir de ona bakalım:
“Başlangıca da bitişe de biz karar verdik!”
BİZ DE İNANDIK!

Acaba bundan böyle askeri veya eğitim amaçlı da olsa ABD ye hiç kimseyi göndermemek mi lâzım?

DEMEK Kİ ABD İSTEDİ K. IRAK’A GİRDİK, ABD. İSTEDİ GERİ DÖNDÜK!
BUNUN ADI DÜPEDÜZ HALKI ALDATMAKTIR.
BOŞUNA DEMEMİŞLER “BÜYÜK LOKMA YE BÜYÜK LAF ETME” diye!

ALDANDIK, ALDATILDIK!

MUSTAFA KEMAL ALDANMADI VE ULUSUNU HİÇ ALDATMADI!


İbrahim BALCI
01.03.2008

28 Şubat 2008 Perşembe



GÜNEŞ HAREKÂTI
VE PROTESTOLAR
!


Otuz beş bin vatandaşın ölümüne ve yüz binden fazlasının sakat kalmasına neden olan PKK terör örgütü ve teröristleri!

Milyarlarca dolar değerindeki iş makinelerini yakarak yok eden PKK militanları!

Aydınlanmanın tan yeri olan köy okullarını yakan PKK mensubu mahlûklar!

Şehirlerde toplu taşıma araçlarını ve özel otaları kalleşçe yakan PKK lı hainler!

Bedenine patlayıcılar sararak kamusal alanlara saldıran ve yılgınlık yaratmak, katliam yapmak için patlayıcıları infilak ettirerek, günahsız insanları kendisi ile birlikte öldüren PKK lı zavallı canlı bombalar!

Kendi ırkından, kendi dilinden ve kendi dininden olan yaşlı ana ve babaları; anasının dolu memelerinden helal ak sütü içmek için aranan bebeler; emekleyen, gezen-tozan çocukları evlere baskın vererek otomatik silahlarla tarayarak öldüren kendini bilmez, utanma duygusundan mahrum gözü dönmüş canavarlar!

Kökü dışarıda çıkarcı ağa babaları tarafından güdülen sözde özgürlük savaşçıları!

Silah, cephane alabilmek, biraz daha fazla insan öldürebilmek için uyuşturucu pazarlayarak tüm insanlığı zehirleyen şebekenin acımasız adamları!

Yurt içindeki akıl hocaları, tahrik ediceleri; yurtdışındaki yönlendirici ve kullanıcılarının önünde yerlere kapanarak kişiliklerini yitirenler.

Hiç kıvırmayın suçlusunuz!

Hem öyle suçlusunuz ki tarifi imkânsız! Sizin günahlarınız için ne peygamber şefaat eder ve ne de yüce Allah affedici olur!

Sizi; utanmadan öldürdüğünüz; bombalarla un ufak ettiğiniz bebelerin, seksenlik doksanlık ana, baba, dede ve nenelerin; çeyizlerini düzmek için sabah akşam göz nuru dökerek iş yapan güzel kızların akan kanları boğacaktır!
Evet aynen öyle diyorduk hep birlikte!

Tabii öyle olmadı, öyle de olmayacaktı! Çünkü onların kanı değil AHI
Öldürecekti, yok edecekti sizleri! Onların akan kanları damla damla dere, nehir ve göl oldu! İnlemeleri, ahları, vahları ana rahminde cenin oldu… Doğdular her biri büyüdü asker oldu! Askerde komando oldu! Hepsi Mehmet, hepsi Mehmetçik oldu!

Eeee hayat böyle! İşte olan oldu! Siz miydiniz söz dinlemeyen, siz miydiniz Barzani'den, Talabani'den yardım; ABD den şefaat dilenen; siz miydiniz Avrupa Birliği ülkelerinden emir, mali destek ve icazet alan PKK savaşçıları! Alın İşte! Şimdi olanların hayrını görün!

Tepenizde patlar patlamaz toplar; oranıza buranıza saplanırken mermiler… Sizleri yönlendiren; sizi hayvan güder gibi güdenler şimdi kahkaha ile gülmektedir!

Türk ulusuna; Türkü, Laz'ı ile, Çerkez'i, Kürdü ile gülmeyi unutturan: Baydemir'ler, Türk'ler, Sakık'lar, Zana'lar, Kaplan'lar, Ayna'lar, Demirtaş'lar, Tuğluk'lar can havli ile bağırmaya başladılar ama onlar da geç kaldı! Ateş bacayı sardı. Örgütünüz un ufak oluncaya kadar "GÜNEŞ" vurmaya devam edecek ve kökünüzü kazıyacak, huzuru geri getirecektir.

Gördüğünüz gibi İmralı Adası sadece coğrafi bir parça olarak yerli yerinde kalacak; yasanın demir attırdığı ıssız limanda önderiniz ömrünü tamamlayacaktır. Ne garip değil mi bunca külfetten sonra onu da sizleri de bakmaya devam edeceğiz! Ülkesini sevenlerin kaderi bu!

Israrla protestolar başladı. Diyarbakır, Van, Malatya, Doğu Beyazıt, Şanlıurfa ve diğer yerler… Nerede ne yapıyorsanız yapın, temizlik başladı bitene kadar devam edecek!

"En büyük asker bizim asker" diyerek evladını askere gönderen insanların hala var olan merhametleri sizi affetse bile; kendi ırkınızdan olup da öldürdüklerinizin anası, babası, bacısı, kardeşi sizleri affetmeyecektir

Hani 27.Şubat 2008 günü Şanlıurfa'da PKK yandaşlarının yaptığı protesto sırasında ortaya çıkan ve bir başına kadın masumiyetine karşın, ana yüreği ve vatan aşkı ile kafa tutarak "Yeter be! Utanmıyor musunuz? Dağdakiler bizim çocuklarımızı öldürmedi mi? Bu askerler bizim için savaşıyor! Yüz oğlum olsa hepsini askere gönderirim" diyen Şanlıurfalı ANA'nın ahı ile eriyip biteceksiniz!

Utanmadan, sıkılmadan yüzlerce kişi, tek başına direnen kadına saldırma cüretinde bulundunuz!

Ne? Toplum psikolojisi mi? Evet, her sıkışanın kurtarıcı sözüdür. AMA ARTIK YEMEZLER!

İbrahim BALCI
28 Şubat 2008

27 Şubat 2008 Çarşamba


NEŞE’M GELDİ!
NEŞE’M YERİNE GELDİ!




Neşe’m geldi! Neşe’m yerine geldi! Ne kadar da Neşe’lenmeyi, Neşe’lenerek gülmeyi özlemişim!

Kişiler olayları arka arkaya getirir Neşe’lenir; kendiliğinden meydana gelir bazı şeyler, Neşe rüzgarına kapılır insan! Benimde Neşe’m geldi. Tüm olanlardan, olagelenlerden; gördüklerimden, duyduklarımdan zaman zaman üzüldüm, zaman zaman tedirgin oldum ama umutsuzluğa hiç kapılmadım; daha çok da Neşe’lendim.

Neden mi? Nedenleri şöyle sıralamak isterim:

Otobüs ile Büyükdere çarşısını yirmi üç dakikada geçebildim. Yolcuların ulu orta, hiç pervasızca konuşmalarından üzülmedik, üstelik haz duydum çünkü haklılardı ve bu nedenle de NEŞE’lendim!

Otobüsle Sarıyer’e gelirken Kocataş otobüs durağından Kumsaldaki Hacı Ömer durağına on yedi dakikada gelebildik. Yolcuların gösterdikleri hiddet ve celal o kadar şiddetli oldu ki adeta konuşmaları literatüre geçecek kadar etkiliydi bu nedenle NEŞE’lendim.

Sarıyer Büyükdere arası yürüme parkurunu yürüdüm boydan boya. Eskiyi bilenlerin gördüklerine inanması imkânı olamaz dedim. Nitekim asari antikalar bir araya geldik ve durumu masaya yatırdık! İnce eledik, sık dokuduk ve yapılan rıhtımın yüzkarası olduğuna karar verdik. Zira Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde Aziz Özgür Beyin başında bulunduğu ekibin yaptırdığı rıhtım, teknolojinin dev gibi büyüdüğü günümüzde yapılan rıhtımdan daha iyi ve daha kullanışlıydı. Rıhtım kenarı denize doğru bombeliydi ve dalga geldiği zaman savruntu caddeye değil denize doğru gidiyordu. Dahası her yirmi, yirmi beş metrede bir, deniz seviyesinden rıhtıma kadar uzanan üçer dörder basamakla merdivenler vardı. Yüzenlerin rahatlıkla rıhtıma çıkması, gezi kayıklarının yolcularını rahat sahile çıkarmaları için! Bunlar hiç dikkate alınmamış, ihale edilmiş ve bitirilmiş! Beğenilmemiş, her halde rıhtım üzerine tekrar işlem yapılmış!... Yine de eksiği fazla! Ama ne olursa olsun, eksiği fazlası ile her geçişte NEŞE’mizi yerine getiriyor ya, yeter!

Kayıp trilyonlara “Örtülü af” geldi! Eski Dişişleri Bakanı (Cumhurbaşkanı) Abdullah Gül, eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, eski milletvekillerinden M. Emin Tufan, Ali Temur, Orhan Öksüz bu aftan yararlanacak ve kurtulacaklar. Şeyhlerin şeyhi Necmettiin Erbakan Hoca cezayı çekiyor ve çekecek!... Gariban Erbakan, kurban edildi, diğerleri arzuladıklarını elde ettiler, olan paralara oldu. Gel de gülme! Gelde “Hoş geldin NEŞE’M” deme!!!!

“Örtülü Af” tan terör suçluları ile devlete karşı suç işleyenler de yararlanacaklarmış! Hayda!!! İyi ki Türk Silahlı Kuvvetleri var. Hemen basmış itirazı ve yeni yasa önerisi yapılmış! Gel de NEŞE’lenme!

Son haber daha da neşelenmemize vesile oldu. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül Üniversitelerde türbanı serbest bırakan yasayı onayladı. Ülkede tek sorun, üniversiteye giden kızlarımızın türbanıydı, bu da halledildi. Ne ekonomik ve ne siyasi kriz ve ne de işsizlik kimsenin umurunda değil! Ülkemizde her şey toz pembe gel de NEŞE’lenme!

Sarıyer çarşısı ortasındaki refüj bir rezalet! İnadına inat kaldırılmıyor! Kaldırılmayınca da trafik o biçim! Herkes dilediği gibi konuşuyor. Konuşulanları duyuyorum kendi kendime gel de NEŞE’lenme diyorum!

Yaz geldi gelecek, Sarıyer balıkçı barınağının önündeki balık lokantaları kışın yattı, yazın belki biraz iş yapacak, eskiden otopark olarak kullanılan yer hala arabalara kapalı! Sarıyer Belediyesinin mükemmel uygulaması, gel de NEŞE’ lenme!

Çiçek toplama ve yeşil alan sulama merakı olanların kemerlerini sıkı sıkı tutup, sağa sola koşuşturduklarını görür gibiyim! Hallerine gülmemek elde değil! Gel de “Daha çok beklersin “deme! Gel de NEŞE’lenme!

Ben neşeliyim! Çünkü bütün bu olaylarla birlikte NEŞE’m geldi.

Hoş geldin NEŞE’m!

İbrahim BALCI
22.02.2008



AYDINLANMA HAYAL!


Türkiye'de her nedense büyük toplumsal olayları meydana getiren, ülkeyi kahredici bir üzüntüye boğan, ülkenin huzurunu kaçırıp imajını yerle bir eden cinayetlerin hiç birini aydınlatmak mümkün olmadı. Bu gidişle olmayacak da! Zira "İş tamam, bütün deliller mevcut, işaret belli, artık gerçek katillere veya emri verenlere ulaşılacak" diye düşünüldüğü sırada birden bire olay ters yüz oluyor ve yine alaca karanlık olayın üzerine çöküyor. Hele "Akan kanları yerde bırakılmayacak" söylemleri yetkililerce söyleniyorsa, suçluların bulunmayacağı kaygısı biraz daha artıyor Geçen hafta mahkeme önemli bir karara imza attı. Cumhuriyet Gazetesi'ni bombalayan, Danıştay binasının içine kadar girerek Danıştay İkinci Daire üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'i öldüren ve dört yüksek mahkeme üyesini yaralayan Av. Alpaslan Arslan yargılama sonunda iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis ve ayrıca 68 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Aldı da ne oldu? Yine olayın aydınlatılamadığına şahit olduk! Av. Alpaslan Arslan gözü dönmüş bir kanlı cani olarak cezasını buldu. Ama bu okumuş ve avukat olmuş cahili Cumhuriyet Gazetesini bombalamaya kim yönlendirmiş; Danıştay İkinci Dairesini basmasını ve görevleri gereği orada bulunan üst düzeydeki hukukçuları öldürmesi emrini kimden almış maalesef aydınlatılamamıştır!
İşte ayıp olan budur!
Cumhuriyetin yılmaz savaşçısı, büyük Atatürkçü Uğur Mumcu'nun katilleri bulunamamış, ipin uçuna kadar ulaşılmasına karşın ip kaygan urgan gibi elden kaçırılmıştır.

Böyle olunca da Uğur Mumcu olayı da faili meçhul kalmış, olayı organize eden düşmanların yurtiçinden mi, yurtdışından mı olduğu ortaya çıkarılamamış ve aydınlatılamamıştır!

İşte ayıp olan budur!
Çetin Emeç ve şoförü Sinan Ercan ortadan kaldırılmış, gözyaşları arasında iki tabut omuzlar üzerinde kabre konulmuş, katil olarak yakalananlar cezalandırılmış ama yine de sadece emir alanlar ceza almış, emredenlerin kim olduğu aydınlatılamamıştır!
İşte ayıp olan budur!
Sabancı gökdelenine çalışanların yardımı ile girilmiş, ülkenin en önemli iş adamlarından Özdemir Sabancı ofisinde katledilmiş; olayı işleyenler yakalanmış, katil cezaevinde öldürülmüş, yardımcısı yurtdışında dost bilinen bir ülkeye kaçmıştır. Dost ülkenin Belçika olduğu tespit edilmiş ve suçluların saptanarak mahkemeye çıkarılması takip edilmiş ama sonuç burada da hüsran olmuştur. Çünkü dost bilinen Belçika adaleti katillerden yana tavır koymuş, uluslararası aramalara bile itibar etmemiştir. Ama olay Feriye Erdal'ın cezalandırılması değil ki; Amaç; bu gözü dönmüşleri kim veya kimlerin yönlendirdiğidir. İşte bu aydınlatılamamıştır!
İşte ayıp olan budur!
Kuvayi Milliye ruhu ile kaleme sarılan ve yılmaz mücadelesini ölümü pahasına devam ettiren Doç. Dr. Necip Hamlebitoğlu öldürülerek tasfiye edilmiş ama bu güne kadar katilleri ve onları yönlendirenler aydınlatılamamıştır!

İşte ayıp olan budur!
Ahmet Taner Kışlalı bir başka usta kalem, bir başka Atatürkçü ve bir başka ulusalcı olarak hak bildiğini yazdı ve o da ortadan kaldırıldı, hunharca öldürüldü! Katiller kimdi ve onları kimler yönlendirdi aydınlatılamadı!

İşte ayıp olan budur!
İnsan ister istemez düşünüyor acaba bu olaylarda cinayeti işleyenleri yönlendirenler gerçekten bilinmiyor mu? Yoksa biliniyor da işin içine DERİNSEL ve YÜZEYSEL bir takım girişimler mi giriyor?
Bilinmiyorsa, bilinemiyorsa; aranılanlar bulunamıyorsa, bulunanlar konuşturulamıyor, onlardan istenen bilgiler alınamıyorsa ortada hukuk açısından bir noksanlık vardır gibi şeyler geliyor insanın aklına!

İç odakların marifeti ise gerçek suçlular yani tetik çekenler değil, tetiği çektirenler bulunamıyorsa yine hukuk sistemimizde bir zafiyetin var olduğu geliyor insanın aklına!

Ülkenin en önemli insanları, en elit insanları; toplumu yönlendirecek, Türk sanayini sırtlayacak insanların öldürülme emirleri dışarıdan veriliyorsa o zaman çok daha acı! Demek ki hale dost bildiğimiz ülkelerin dost olmadıklarını ne yazık ki anlayabilmiş değiliz!

İşte ayıp olan budur! Bakalım bu ayıplarla daha ne kadar yaşayacağız? İbrahim Balcı 18.02.2008



KARLOFÇA’DAN TÜRBAN`A


Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışa geçiş dönemi Karlofça Antlaşması (1699) ile başlar ve devam eder…
Demokratikleşme yolunda atılmaya başlanan adımlar: Islahat Fermanı (1856) ve peşinden gelen I. Meşrutiyet (1876).
Türkçülüğün ve yenileşme arzusu isteyen bir grubun yani İttihat Terakki Cemiyeti mensuplarının gözü kara atımı ile gelen II. Meşrutiyet.
Bir noktada Makedonya dağlarında üniformalıların, Balkanlardaki çetecilere karşı kazandıkları zaferin sonunda gelinen nokta, o günün koşullarında demokrasi adına Padişaha isyandır. Bu isyan sonucunda ilan edilen rejimin adı II. Meşrutiyettir (1908).
İttihat Terakki işe ne kadar iyi niyetle başladı ise de başarılı olamadı. Zira akıldan ziyade maceraperest düşüncelerinin peşinden gittiler. İşi de berbat ettiler.
Damat Enver Paşa, Cemal Paşa ve sivilden gelen telgrafçı Talat Paşa.. .
Yanlarına aklıselimi ile hareket edenleri almadıkları için her geçen gün biraz daha batağın içine girdiler ve pis suyu bol nehirde boğulup gittiler.
Hiç biri malı götürmedi! O kadar namussuz değildiler ama akılları ayaklarına kumanda edemediği için bataklığın içine boğulup gittiler.
Sarığın terk edilip yerine fesin giyildiği dönemlerde nasıl kızılca kıyamet koptu ise; Almanların yanında birinci Dünya Savaşına girildiği zamanda kızılca kıyamet koptu. Aklı başında olanlar hatalı alınan bir karar derken, diğerleri günü kurtarma, daha büyük şöhret olma yolunda en iyisini yaptık anlayışından hiç taviz vermediler.
Israrla bir YILDIZ’ı karaya bulamak için verilen mücadele; YILDIZ’ın sönmesine değil “AY” gibi parıldamasına, ufuktan parlak bir GÜNEŞ gibi doğmasına yaradı.
Adı: MUSTAFA KEMAL’di bu parlak güneşin.
Karlofça’da başlayan yıkılışa 19 Mayıs 1919 da “DUR” denildi. Ne pahasına? İşte bunu anlatmaya sayfalar yetmez! Kuvvai Milliye, Efeler ve yerel Çetecilerle başlayan direniş, düzenli ordunun savaşa girmesi ile güç gösterisine başladı. Birinci İnönü, İkinci İnönü, Sakarya Savaşları ve Büyük Taarruz… Denize dökülen düşman ve bağımsızlığın yedi düvelin elinden koparıla koparıla alınması!
Cumhuriyet’in ilânı, uygarlık alemine girebilmek için verilen korkunç mücadele ve arka arkaya gelen devrimler. Saltanatın kaldırılması, Halifeliğin sona erdirilmesi, Öğretim Birliği Yasası, Medreselerin kapatılması, Şerriye Vekaletinin kaldırılması, Medeni Yasanın kabulü, Kılık Kıyafet Yasasının kabulü, Laikliğin benimsenmesi, Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi, ağa, şeyh, zade gibi lakapların kaldırılması ve soyadı yasasının kabulü.
Cumhuriyet, 30 Ağustos, 23 Nisan Bayramlarının çoşku ile kutlanmaları!
Büyüklerin küçüklere hoşgörü ve sevgisi, küçüklerin de büyüklere karşı mükemmel saygısı!
Hiç kimse anamın giydiklerine karışmadı. Hiçbir devlet görevlisi veya her hangi bir işgüzar neden böyle giyiniyorsun demedi, o cesareti bulamadı. Hiç kimse neden oruç tutmuyorsun diye sormadı, soramadı! Hiç kimse neden namaz kılıyorsun veya neden kılmıyorsun diye sormadı veya soramadı! Hiç kimse cami cemaatine neden sakal bırakmadın, neden sakal bırakmıyorsun diyemedi! Hiç kimse bu cami şu tarikatın mensuplarının demedi, diyemedi! Hiç kimse pantolon yerine potur giyeceksin demedi, diyemedi! Hiç kimse saçın uzun, neden kısa değil demedi, diyemedi! Hiç kimse bir hanıma neden mayo giyiyorsun demedi, diyemedi! Neden dans ediyorsun demedi, diyemedi! Tabii bunların tam aksi de hiç olmadı!
Nedenini düşündüğümde vardığım sonuç: LAİK’lik oldu.
Peki ne oldu da bu günlere gelindi? Biraz irdeleyelim: Osmanlının yıkılışı ile düzeni, çıkarı bozulanların tek hedefi cumhuriyet ve cumhuriyetin getirdikleri olarak belirlendi. Sinsice, ustaca ve bıkmadan, yılmadan, bezginlik duymadan devrimlerin üzerine üzerine gidildi. Ağalığın ve aşiret düzeninin kaldırılması ile yerlerinden edilen aşiret ağaları zamanla tekrar eski yerlerine geri döndüler, döndürüldüler! Doğuda sürekli huzursuzluğu devam ettirdiler, küçük veya büyük çaplı isyanlarla eski özlem ve istekleri sıcak tutulmaya çalıştılar.
10 Kasım 1938 de Güneş’in batması ile başlarını kuma gömen Osmanlı artıklarına gün doğdu ve ayağa kalkmaya başladılar. 1940 lı yıllarda toprak reformu komisyonu kurulduğunda her nedense komisyon başkanlığına en büyük toprak sahiplerinden birini getirdiler ve bu nedenle beklenen olmadı. Bu olay Demokrat Parti’nin de doğmasına neden oldu. 14 Mayıs 1950 de Demokrat Parti iktidara geldi. Üç gün sonra en büyük özlem minarelerden dile getirildi ve Türkçe ezan terk edildi, bütün camilerden aynı anda Arapça öğle ezanları okundu!
Atatürk’e ve devrimlerine saldırılar da böyle başladı. Önce teşvik ettiler, saldırıları sinsice yoğunlaştırdılar, heykellerine taş attılar, kırdılar ve sonra da ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU’ nu çıkardılar. Tevhidi tedrisat yasasını budamaya başladılar. Tarikatlar yeşermeye, üyeleri palazlanmaya başladı… Her bir tarikat merkez haline geldi sonra da ülkenin ticaretini kontrolleri altına aldılar. Köy enstitüleri yoktan yere kapatılırken, tarikat okulları, dershaneleri açıldı. Atatürkçüyüm diyenlerin yardımları ile palazlandırıldılar, yer yurt ve mekan sahibi edildiler.
Devrim yasaları terk edildi. Ulus batı uygarlığına adım atarken çark geri dönmeye başladı. Boyun bağı takanlar işe almalarda dikkate alınmazken, çember sakallılara işlerin peşkeş çekildiği görüldü.
Dış ve iç borçlanma! İç borçlanma zamanla halledilse bile dış borçlanma ile IMF nın uşağı olmak için sanki elbirliği edildi. Dış borç ülkeyi batırdı, batırıyor; ülke elden çıkıyor diye bağıranlar, dış borcu 500 milyar dolara varan boyutlara getirdiler.
Başta medya, üreticiler, sanayiciler ve müteahhitlik firmaları olmak üzere gözleri kapalı, kendi çıkarlarına ters düşmedikçe destek vermeye alkış tutmaya devam ettiler.
Bir türban olayı çıkardılar ülkenin içine ettiler… Milli Nizam Partisinin kurulması ile başlayan dini siyasete alet etme Milli Selamet partisi, Refah Partisi, Fazilet Partisi, Saadet Partisi ile devam edip durdu. Tek amaç Türbanmış gibi Adalet ve Kalkınma Partisi de bu söyleme yapıştı ve olayları başlatan taraf oldu. İktidara gelene kadar her gün türban mitingi yapanlar; her Cuma namazından sonra cami önlerinde gösteri yapanlar; Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olduktan sonra hiçbir gösteri yapmadılar. Amaç belli oldu ve suçlu yakalandı!
Suçlu, dini söylemi, benimsemedikleri laikliği kalkan yaparak dini siyasete alet edenlerdi. Bu da AKP’ den başkası değildi!
Şimdi Anayasa değiştiriliyor! Neden? Kız öğrencilerin türbanla Üniversiteye gelebilmeleri,girebilmeleri okumaları için! Ben Orman Fakültesinde çalıştım. Onlarca başörtülü öğrenci vardı ve hiç de sorun yoktu. Madem sorunsuz türban takılmasını (simge olmamak kaydı ile) istiyordunuz neden olayı kaşıdıkça kaşıdınız? Çocuklara neden bu kadar eziyet ettiniz? Buna hakkınız var mıydı?
BELKİ VARDI NE BİLEYİM BEN. BAKIN İŞTE NEREDEN NERELERE GELDİK!
İbrahim BALCI 08.02.2008