9 Kasım 2012 Cuma

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK –XIII (Rumelikavak)


1940’lı yıllarda tanıştım Rumelikavak’la! İyi de ettim. Çok yakın arkadaşlarım ve dostlarım oldu. Rumelikavağa vapur ile ilk gittiğimde gördüklerim hala aklımda. Vapur iskelesine çıkar çıkmaz bir büyük pano karşılardı gelenleri. Panoda şöyle yazar: “Yabancılar çıkamaz” ve hemen bu yazının altında ikinci bir yazı “Yabancılar fotoğraf çekemez”.  Haydaaa! O dönemler fotoğraf çekmek yasak iken şimdi vatan toprağı pırasa satılır gibi satılıyor, marina olarak, işyeri olarak, konut olarak! Yerliye, yabancıya hiç fark etmiyor!
Rumelikavak o dönemlerde askeri bölge idi. II. Dünya Savaşı bütün şiddeti ile devam ediyordu. Karaya çıkacak her yabancı o günkü koşullarda casustu(!) Öyle kabul ediliyordu ve yabancılara kuşku ile bakılıyordu. Böyle olduğu içindir ki yerli ve yabancı turistler gelmiyorlardı bu balıkçı semtine. Zamanla II. Dünya Savaşı ve kuşkulu günler geride kaldı. 1950 genel seçimlerinden günümüze kadar gelindi. İşte bu süreçte yepyeni bir Rumelikavak ortaya çıktı.
Rumelikavak aslında 73 baca No.lu Şehir Hatlarına ait bir yolcu gemisidir.  Almanya’da Elbing’de F. Schichan Gmblt tezgâhlarında inşa edilen 148 gros ve 64 net tonluk bir yolcu gemisi. Teknesi çelik saçtan, uzunluğu 33,1 metre, genişliği 6.6 metre, su kesimi ise 2.1 metre idi. Schichen yapımı 350 beygir gücünde tripil (3 silindirdi) buhar makinesi vardı ve uskurluydu. 1927 yılında hizmete giren bu yolcu gemisi 8 mil yol yapıyor, yaz kış 344 yolcu taşıyabiliyordu. R. Kavak isimli gemi 2.11.1984 de hizmet dışı kaldı. Hilton oteli tarafından satın alındı ve yeniden onarılıp tanzim edilerek Şehrazat adı ile yüzer lokanta yapıldı. Bu geminin ikizinin adı 72 baca No.lu Üsküdar gemisiydi ve İzmit körfezinde battı.
Rumelikavak derken nereye geldik. Yahu konumuz Rumelikavağı’nın sosyal, kültürel, ekonomik ve aktüel durumu iken neden gemiye yöneldik anlamak mümkün değil. Ama şunu da itiraf etmeliyim; Gemi ile Rumelikavağa gelmek hem kolay ve hem de eğlendiriciydi. O nedenle çok tercih ediliyordu.
Rumelikavağı’nın ismi Bizanslar döneminde Hieoron Romelias’tı. Bu ismi de Kalenin bulunduğu yerdeki Bizans mabedindin alıyordu. Neden Rumelikavak oldu? Hep sorulur, söylenir durur. İlk akla gelen Rumelikavağı’ndaki çınar ağaçlarından aldığıdır. Malum ya çınar ağaçlarına halk dilinde kavak ağacı denilir. Dev çınar ağaçları nedeni ile semte R. Kavak denildiği iddia edilmektedir. Ama unutmayalım eski Rumelikavaklılar, bu ismin Kavak İncirinden aldığını da iddia etmektedirler. Her ikisi de geçerli olabilir. Doğrudur der ve çarşı içinde kalenin önündeki Çınar ağacı önünde dururuz.
Ülkemizde, hatta dünyanın her yerinde önemli yerlerin efsaneleri vardır veya efsanelerle anılır. Çarşı içindeki kale yani diğer adı ile Kavak Hisarı 1624 yılında Sultan IV. Murat tarafından yaptırılmıştır. Kalenin cümle kapısının solunda dev bir çınar ağacı vardır.  Anıt ağaçtır ve gövde içi tamamen kovuktur, boştur, bu boşluk tabandan tepe noktasına kadar uzamaktadır. Hatta koca ağaç ortadan ikiye ayrılmıştır. Koruma altına alındığı ve dış kabuğundan beslendiği görülmektedir. Yaşını merak ediyorsanız 750-800 arasında olduğu iddia edilebilir.
Bu dev çınar ağacının da efsanesi vardır. Köy halkından bir kız, kale kapısı önünde nöbet tutan bir yeniçeriye gönül kaptırır. Kaş göz işaretleri ile ancak görüşebilirler. Ne yapar ederler bir gün yan yana gelirler, bir süre konuştuktan sonra, gece kale kapısı yanındaki Çınar ağacının altında buluşmak üzere sözleşirler. Sözleştikleri günde asker bekler ama kız gelmez, asker yorgundur ve ağacın dibine oturup bekler ama uykuya yenik düşer. Bir süre sonra kız gelir, ortada kimse yoktur, beklemeye karar verir ve o da ağacın dibine oturur ve beklerken uyuya kalır. Bir zaman sonra görüşemeden ayrılır gider âşıklar. İşte olan o zaman olur ve iki sevdalının ateşine dayanamayan ağaç içten içe yanarak bugünkü hale gelir! Nasıl iyi mi? Efsane dediğin de böyle olur işte! Basri Demirci iyi dosttur, iyi vatandaş iyi insandır. Tartıştık efsaneyi karar kıldık doğruluğuna! Amaç göle maya atmak değil yoğurt mayalamaktır, tutar!
Bir başka efsane Paşa Reis efsanesidir. Paşa Reis anadan doğma paşadır. Yani ismi Paşa’dır. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda (1940’lı yıllar)İstanbul’a gelir. Kadıköy tarafından deniz yolu ile Dolmabahçe’ye geçerken, gırgır takımı ile avlanan Paşa Reis karşılarına çıkar. Paşa Reis balık takip eder, korumalar da Paşa Reis’i kovalar. Sonun da Paşa Reis’in yanına gidilir ve yetkililer “İsmet Paşa gemide, karşıya geçiyor buradan çekilin” ikazında bulunur. Paşa Reis kızar ve “İsmet Paşa sonradan olma paşa ben ise anadan doğma paşayım. O’nun değil benim dediğim olur” diyerek yüzyılın esprisini yapar! Espri değil söylediği doğrudur da! Pek bilemem belki de büyük demokratlığı belki de o zaman tescillendi!
Rumelikavak Sarıyer’in çok önemli balıkçı köylerinden biridir. Türkiye’nin kalbi gibidir. Rumelifener, Garipçe, Yenimahalle ve Sarıyer ile birlikte önemli bir balıkçılık merkezidir. Eski dönemde sadece balıkçılıkla uğraşılırdı. 1970 li yıllarda turizme dönüldü ve yerli ve yabancılara hizmet verilmeye başlandı. 1950’li ve 1960’lı yıllarda sadece İskele Balık lokantası varken 1970’li yıllarda artış gözlendi ve günümüze gelindiğinde otuz kırk balık lokantası ile önemli bir iş merkezi oldu. Kahraman Balık lokantası öylesine bir isim yaptı ki sormayın gitsin, Onu tahtından kimse indiremez. Kutlamak gerekir yaratanı. Ayder Balık Lokantası sanki deniz üzerinde ayrı bir yayla! Muhteşem görünümü, havası ve emsalsiz güzelliği ile ilk uğranılacak mekânlardan biri. En eski balık lokantası İskele Balık Lokantası! Yakup Ağa, Dadaş Yusuf ikilisinden sonra Tekin Doygun bir başka hava kattı lokantaya ve kapalı gişe iş yaptı yıllarca. Sonra yavaş yavaş yerini başkalarına, mekânı da Arap Ali’ye devretti. Arap Ali iyi götürüyor işi Göksel’le birlikte! Telli Tabya’yı geçtikten sonra peşi sıra gelen içkili ve içkisiz gazinolar… Ne muhteşem manzaraya sahipler anlatılabilir mi?
Büyük balıkçı tekneleri olduğu gibi, küçük boyda balıkçı tekneleri de vardır. Ayrıca oltacısı ve midyecisi de! Midye deyince Türkiye’de akla Rumelikavağı gelir. Türkiye’nin her tarafına Rumelikavağı’ndan midye gönderilir. Ama midyecilerin durumu içler acısıdır. Zira Otuzbir Bayırının alt kısmında barınırlar, midyeleri burada ayıklarlar hem de en iptidai usullerle. Bir Allah’ın kulu ya da bir yetkili çıkıp da yardımcı olalım demiyor! Midyeciliği yapanlar Rumelikavağı’nın Roman vatandaşlarıdır! Diğer Romanlar gibi değiller. Çalışkanlar, günlük değil, uzun vadeli yaşarlar, giyim kuşamları ve iskân durumları da iyidir. Darısı diğerlerinin başına! Yazık çok yazık! Birkaç gün önce iki midyeci üst üste dalış yapınca vurgun yemiş! İkisi de felç olmuşlar, Allah yardımcıları olsun! Midyeci deyince de unutmadan kayıt düşelim akla Midyeci Ethem Efendi gelir. Bu mesleği sıfırdan almış, geliştirmiş ve balıkçılığın bir başka işkolu olarak faaliyete geçirmiştir. O nedenle Midyecilerin Kralı olarak isimlendirilen Ethem Karaaslan Efendiye biz de rahmet olsun der, ahret âlemine göçen diğer midyecilere orada yol göstermesini dileriz!
İlçenin en büyük balıkçı semtlerinden biri olan R.Kavağın elbette ki namlı balıkçı reisleri de olacaktır. Örneğin: Paşa Reis, Terzioğlu Tahir Reis, Gacara Ahmet Reis (Ayan), Ahmet Çınar Reis, Terzioğlu Rıza Reis, Ananın Ferhat Reis, Ananın Rıfat Reis, Haldonun Rıza Reis, Dursun Reis, Çınar Refik Reis, Cevdet Reis (Karadeniz), Delibay Mustafa Reis (Karadeniz), reislerin en yakışıklılarından biri olan Cihan Reis (Karadeniz) ve namı dört yanı tutan Rubil Hasan Reis kalburüstü reislerdendir.
Hatırlatmakta yarar var, yeni Reisler, geçmişteki reislerle kıyaslandığında işin içinden çıkılamaz. Zira eskiler direk reisi, yeni reisler cihaz reisleridir. Eskiler gözlemleme ve deneyimle balık avcılığı yaparken, genç reisler son model cihazlarla balığın peşine düşmekte ve avlanmaktadır. Öreğin; Murat Reis, bir süre önce ölen Sırrı Reis, Sefer Reis, Sedat, Vedat ve Nejat kardeş Reisler, Sezgin Reis (Karadeniz), Ruşen Reis (Karadeniz)… Reis sayısı az veya çok diyemeyiz. Ne kadar gırgır takımı, voli takımı varsa o kadar da reis vardır. Aslında her R. Kavaklı balıkçı bir reistir, bunu da kabullenmek gerekir. Benim düşüncem bu! Yanlışsa tartışılır!
Hatırlamışken tespitimizi yapalım ve yazalım. Sultan III. Selim yenilik hareketlerine başlayınca kışkırtılan yeniçeriler rahatsız oldu ve ayaklandılar. Ayaklanma Rumelikavak kalesinde başladı. Kale Çavuşu Kabakçı Mustafa’nın başı çektiği isyancılar Çayırbaşı’nda toplandı ve İstanbul’a yürüdü. Topkapı Sarayını ablukaya alıp III. Selim’i tahttan indirdiler, yerine aklı yerinde olmayan IV. Mustafa’yı tahta çıkardılar. Maceracılar yeni Padişaha istediklerini yaptırdılar. Bu arada durumu öğrenen Alemdar Mustafa Paşa hışımla İstanbul’a döndü. Saraya girdiğinde III. Selim’in cesedi ile karşılaştı. Yine de yapacağını yaptı IV. Mustafa’yı tahttan indirip II. Mahmut’u tahta çıkardı. Adamlarını Kabakçı Mustafa üzerine gönderdi ve onu da Rumelifener’deki konağında öldürttü. Ama iş bununla durulmadı. Bir süre sonra işler ters döndü bu defa Sadrazam olan Alemdar Mustafa Paşa’nın üzerine gidildi ve bu yaman Paşa savaşa savaşa ölüme gitti. İşe bak be! Dersimiz tarih değil ama yazıp duruyoruz işte!
Rumelikavak’ta hayli tarihi eser var! Tepedeki Rumelikavak kalesi 12. yy. da yapılmış ama yerinde yeller esiyor, yıkılıp gitti. Çarşı içindeki kale’nin bir adı da Kavak Hisarı 1624 de yapıldı, 1783 de kaleye ilaveler yapıldı. Şimdi kullanılmıyor!  İstanbul’un en önemli manastırlarından biri Mavramoloz Manastırı idi. Putperestlik zamanında burada tapınak vardı. Dinlerin yayılmaya başlaması ve İstanbul’a kadar gelmesi üzerine ibadethaneler de açıldı ve böylesi bir ortamda Mavramolaz’da (Karataş) büyük bir manastır yapıldı. Yüzlerce yıl burada keşişler, papazlar din adamı yetiştirdiler. Kendi ihtiyaçlarını kendileri gördüler. Çeşitli vesilelerle manastır birkaç defa yıkıldı ise de yeniden yapıldı. 1690 da Osmanlı yönetiminden izin alınmadan yeniden çok büyük bir manastır yapıldı. Ne demek izinsiz inşaat! Hemen harekete geçildi ve Sadrazam Damat Şehit Ali Paşa tarafından koca manastır yıktırılıp yerle bir edildi. Tarihi eserlerden hamamın yerinde yeller esiyor. Çarşı içindeki kalenin yanında bulunan Karakaş mescidi de büyük Sarıyer selinde denize gitti. Yusuf Ağa Camii yerli yerinde ama aslından eser kalmamış sadece kitabesi tarihi eser olarak gelip geçeni selamlar. Ruznameci İbrahim Efendi Çeşmesi önemli bir tarihi eserdi ama o kadar fazla üzerinde oynandı ki nerede ise kitabesi dışında aslı ortadan kalktı.
Yusuf Ağa Camii deyip geçmeyelim, zira üzerinde durulması gerekir. Padişah IV. Mehmet’in annesi Turhan Hatice Sultan tarafından kardeşi Yusuf Ağa adına 1682-1688) de yaptırılmıştır. Yani tarihi eser bir camidir ama sadece kitabesi tarihi eserdir. Değişik zamanlarda yapılan onarımlarla esas hüviyetini kaybetmiştir. Bu cami II. Dünya savaşı sırasında askeri birliğin karargâh binası olarak kullanıldı. Ahmet Bekaroğlu 17 yaşında bu camiye atandı. Fatih İmam-Hatip Lisesini, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi, mastırını yaptı. Yetinmedi akademik çalışmalarını devam ettirdi ve İlâhiyat Doktoru unvanını aldı. Müftü ve Vaizlik haklarını da elde etti. Buna rağmen bu küçük camide neden sıkışıp kaldı? Herkesin sorduğu bu! Bence alıştığı bu sakın yerde huzur buldu. Dr. Ahmet Bekâroğlu’nun ilahiyat dalındaki başta Bayraktar Bayraklı gibi epeyce hocaları yanında üstad-ı azam’ı yani sportif bir deyimle Maradona’sı kendi hocası da olan Yaşar Nuri Öztürk’tür (Ona da geçmiş olsun der ve devam ederiz!). Aynen kabul ederiz ve deriz ki; Sarıyer ilçesinin de;  Messi’si  Dr. Ahmet Bekaroğlu’dur. Aynı zamanda araştırmacıdır-yazardır. Ulusal ve yerel gazetelerde makaleleri yayınlanmaktadır. Türk basını ile ilk tanışması da Tonya Haber Gazetesi ile olduğundan hem bu gazeteyi ve hem de sahibi Hasan Kalyoncu’yu unutmaz. Dönem dönem Sarıyer Müftü Vekilliği ve öğretmenlik yapmış, amatör olarak sporu düzenli olarak sürdürmektedir. Sarıyer Spor Kulübü Kongre üyesi ve iyi bir Sarıyer taraftarıdır.  Bilime şüpheci yaklaşımı doğruları bulmasında en büyük etkenlerden biridir. Konuşması, sabırla dinlemesi, tok ve doğru sözlülüğü, insanlara yaklaşımı, örnek giyimi-kuşamı ve sadelikten hoşlanması, ön plana çıkmaktan kaçınması ile örnek bir din bilimcidir. Sohbetlerinde bulunmak zevk, vaazlarını dinlemek ise dünyayı yeniden tanımak gibidir. Asla ödün vermemesi ve her yaştaki insanın anlayacağı dille konuşması da ayrıca özel cemaatinin olmasına neden olmaktadır. Haklıdır deriz ve geçeriz. Biliriz yazdıklarımıza alınacak ne gerek vardı diyecek ama bende haklıya hakkını vermeden duramam ki!
Mavramoloz’daki manastırda bulunan rahibelerden biri bir Türk balıkçı delikanlıya âşık olur. Ara sıra buluşurlar. Sonunda evlenmeye karar verirler ve rahibe “Beni kaçır” der yavuklusuna. Sözleştikleri günde yola çıkarlar ve Telli Tabya mevkiine geldiklerinde rahibe heyecana dayanamaz ve ölür.  Delikanlı şaşkın, bir süre durur ağlar ve sonra da rahibeyi bulunduğu yere bir mezar kazıp defneder. Bir süre sonrada bir tutam gelin telini mezarının üzerine koyar. İşte Telli Gelin böyle oldu Telli Baba! Mezarda bir depo bekçisinin bulunduğu da söylenir, bir askerin bulunduğu da! Bence doğru olan Telli Gelin olayıdır! Yoksa neden gelin teli koysunlar ki? 1970 de askeri yönetim Telli Baba’yı Yenimahalle Muhtarlığına verdi, almadılar. Rumelikavak muhtarlığı aldı ve harika bir iş yaptı. Sağ olsunlar, Varolsunlar.
Şöyle köy içinde gezinip duralım. Kâh durak yapalım dinlenelim, kâh bir dostun çayını içelim. Pazarbaşı’ndan yürüyerek R, Kavağa gidecek olursak, önce Sahil Güvenliğin yeni yerleşim bölgesini geçeriz. Sonra terk edilmiş olan Telli Tabya’yı. Telli Tabya’nın bir ismi de Deli Tabya’dır. Milton adı da vardır ama bu isim bize ters gelir.  Tabya Fransız mimar Tavsan’a yaptırılmış ve savunma amaçlı kullanılmıştır. 1965 yılına kadar buradan Anadolu Kavağı’na kadar karşılıklı uzanan şamandıralar vardı. Sadece gemilerin geçişleri için ağız bırakılıyordu.
Aman ha atlamayalım! Altınkum Plajı başlı başına bir olaydır. Adliye Nazırı Necmeddin Molla (Kocataş) Fransa’da Manş kıyısında bir plaj görmüş, gelmiş aynını Altınkum’da yaptırmış. Bir de plaja ücretsiz yolcu taşıyan gemi tahsis etmiş. Altınkum Plajı 1927 yılında açılmış ve II. Dünya Savaşı yıllarına kadar devam etmiş.  1940’li yıllardan sonra tekrar faaliyete geçirilmiş. Halen Altınkum Plajı faaliyette. Yanında Elmas Kum plajı var. İlerisinde Karataş Plajı vardı. On Onbeş yıl çok faaldi ama faaliyetini tatil etti. Daha ileri de ise Büyükliman Halk plajı bu plaj Garipçe Köyün.
Otuzbir Bayırı, Otuzbir Suyu, Otuzbir Suyu Mesiresi! Nedir bu otuzbir be! Ulan ne günlere kaldık. Okuyanlar da bunlar şaşırmış diyecek! Birileri başka cepheden görürlerse bakın işe! Yahu bu Otuzbir olayı tarihi bir olaydır. 93 yani 1877/78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında buraya 31. Tümen yerleştirildi. O gün bugündür bu alana Otuzbir Mesiresi, Suyu ve Yokuşu denilmiştir. Başka bir maksadı yoktur, yanlış anlamaya gelmez! Bu yokuşu geçince R. Kavak limanı bütün haşmeti ile karşınıza çıkar. Küçük kayıkları, midye tekneleri, irili ve ufaklı balıkçı tekneleri ile sevimli bir liman! Otuzbir Yokuşunun altı ağaçlık. Eskiden nefis bir mesire idi, içilecek suyu ve deniz kıyısında plajı da vardı. Şimdi bu alana kayıklar çekiliyor, midyecilerin tezgâhları da burada.
Rumelikavak hırslı insanları ile gerçekten verimli bir semt. Örneğin balıkçılık ve balık lokantacılığında ne kadar ileri gitmişlerse spor da da o denli ileriye gitmiştir. Çok eski yıllardan beri R. Kavak’tan büyük futbolcular çıktı. Örneğin; Türk futbolunun büyük yıldızı Cemil Turan, Rumelikavak’lıdır. Fuat Bıçakçı,  Cudi Vergili, Bora Öztürk, Kâmil Doygun, Mehmet Demirtaş, Mehmet Sülün, Yasin Sülün, Sinan Demirci,  Tayfun Demirci, Süleyman Yalçın, Hamdi Demirtaş, Emrah Şahin Çiftçi, Yüksel Çınar, Güney Kıldıran (Voleybol), Muslim Ali Koç (Voleybol) Rumelikavak’lıdır. Hepsi bu kadar mı diye soranlara, biz de insanız unutmuş olabiliriz deriz, bu hakkımız var mı ona da okurlar “evet” derse seviniriz.
Gerek Rumelikavak Spor Kulübü’nde gerekse Sarıyer Spor Kulübü’nde yönetici olarak görev yapan Rumelikavaklılar da az değil. Örneğin Necil Kıldıran çok ciddi kulüp yöneticisiydi. Tekin Doygun, Arap Ali (Özdelice), İrfan Terzi, Varol Aydın… Necil Kıldıran, Tekin Doygun, Arap Ali Özdelice), İrfan Terzi Sarıyer Spor Kulübünde yöneticilik yaptılar. Varol Aydın ise yıllardan beri Rumelikavak Spor Kulübünün yöneticisi başkanı, aynı zamanda Rumelikavak Güzelleştirme Derneği Başkanı… Ömrü derneklere hizmet etmekle geçiyor. Bu tür insanlara ben “Aslan Yürekliler” derim!
Aynı zamanda teknik alanda da hayli başarı sağlamış R. Kavaklı vardır. Örneğin; Kâmil Doygun, Bora Öztürk, Mehmet Demirtaş, Hamdi Demirtaş, Sinan Demirci,  Mehmet Sülün, Naim Ulusoy, Günal Kurşun, Tayfun Demirci ve Süleyman Yalçın teknik direktör/antrenör olarak Türk futboluna hizmet veriyorlar.
Yönetici olur, teknik direktör/antrenör olur, futbolcu olur da gazeteci/spor yazarı olmaz mı? Elbette ki olur ve olmalıdır. Nitekim İrfan Terzi R.Kavak’ta yetişmiş önemli bir spor yazarıdır. Güneş, Günaydın, Akşam ve Fanatik gibi birçok gazetede spor yazarı olarak yazılara imza atmış, görev verildiğinde Sarıyer Spor Kulübünde sorumluluk üstlenmiş ve kulübünü en iyi şekilde temsil etmiştir. Çalışkan ve girgindir. Kuralları bilir, fırsatı değerlendirir. Bu nedenledir ki R. Kavağa gelen devlet erkânına ulaşabiliyor, forma takdim ederek ve kaşkol vererek kulübünü gündemde tutmayı biliyor. İyi tanıdığım İrfan Terzi’nin temsil yeteneği çok iyi.  Bu yeteneğini de kullanmasını da biliyor. Bunu yaparken giyinmesini, kuşanmasını ve olayın zamanlamasını çok iyi yapıyor. Rumelikavak tarihi üzerinde çalışmaları ve dostlarına yol göstermeleri de asla küçümsenemez! Yapmayın yahu! Siz de saçlarına taktınız! Ne yani belki bir bildiği var! Başı üşüyünce siz mi nezle olmuyorsunuz?
İnsan olan yerde sevda olmaz mı? Olur elbet! Dünyanın en büyük sevdalarından biri R. Kavak’ta yaşandı. İki kız kardeşe anneleri “sizi havacı subayla evlendireceğim” der durur. Bu iki kardeş hayal âlemlerinde yarattıkları hava subayına âşık olurlar. Biri o denli ileri gider ki sevdası gelene kadar kendisini eve kapatır, dünya ile güneşle, ayla, ışıkla ilişkisini keser.  İnat mı inat sevdasını bekler. İki kız kardeş 75/80 li yaşlara gelirler. Ne gelen bir subay vardır ve ne de bir başkası! Ama büyük kız beklemeye devam eder. Kız kardeşi vefat eder. Birkaç gün  sonra öldüğü anlaşılır ve defnedilir. Büyük kız ise huzurevine yerleştirilir.  Hala huzurevinde sevdasını beklemektedir. Hava Yüzbaşısı gelecek ve sevdasına kavuşacaktır! Bekleyenler sevdasını da bulur Mevlâ’sını da! Evet, böyle diyelim ve yola devam edelim.
Limanı geçince karşımıza eski askeri lojmanın arsası çıkar. Depremde zarar gördüğü için binalar yıktırıldı, alan boş.  Burada ne yapılabilir diye kimsenin aklına bir şey gelmiyor.           Sorgulama yok nedense! Sarıyer Belediyesi denizcilik müzesi açacak boş alan ya da elverişli bina arıyor. İşte müze yapılacak alan burası. Denizcilik müzesi değil, “Balıkçılık Müzesi” olmalı. Rumelikavak balıkçılarında bir müzeyi ihya edecek kadar çok malzeme olduğunu bağıra bağıra söylerim!
Bu arsanın ordudan talep edilmesi zor değil! İstenebilir, hatta başarılabilir de. Malum ya Jandarma Genel Komutanı Org. Bekir Kalyoncu Sarıyer çocuğu, herkes, hepimiz ona ulaşabilir, isteklerimizi söyleyebiliriz. Olur mu? Olur, olmaz neyse biz söyleyelim de! Bu konuda Sayın Belediye Başkanı Şükrü Genç’in harekete geçmesi gerekir gibime geliyor. Sayın Şükrü Genç alsın yanına Diş Dr. Eral Aydın ile Ayhan Çınar’ı gitsin Ankara’ya görsün paşayı bakın nasıl işi bitirirler! Hadi bu alan olmadı, yıllardan beri boş duran çarşı içindeki kale alınamaz mı? Hele bir uğraşılsın!
R. Kavak çarşısı içinde dolaşırken gözlerim dostlarımı arıyor. Pek çoğu teker teker terki dünya eylemiş. Nerde Fırıncı Kemal, Baki Sirkan, Cihan Karadeniz, okul arkadaşım Hilmi Topçu. R. Kavağa her gittiğimde kesinlikle durak yaptığım ve takıldığım yer Ahmet Ayan Reis’in yanıydı. 1950’lilerden beriydi dostluğumuz, katıksız ve karşılıksız dostluktu. Ahmet Ayan’ı da yıllar oldu kaybedeli. Keza oğlu Naci’yi de! Nerede Dursun Ali Yazıcı? Onu tanıdığımda yıl 1953’tü…Aynı partide yıllarca koşup durduk. Nerede Turgut Altıparmak, o da son yolculuğa çıktı, arada bulasın! Kala kala üç beş kişi kaldı benim kuşaktan. Cins Kemal, Fuat Bıçakçı, Nurdoğan Doygun, Müslim Ali Koç ve birkaç kişi daha… Onlara da uzun ömürler… Çok yaşasınlar, neşeli olsunlar…
Elbette ki dostlarımız ve dostluklarımız vardır. Devam ediyordur. Fuat Bıçakçı, Güney Kıldıran, İrfan Terzi, Dr. Ahmet Bekâroğlu, Nurdoğan Doygun, Arap Ali, Varol Aydın, Namık Ayan, İbrahim ve Cengiz Tabak kardeşler! Metin Üzen, Şeyh Mehmet (Topçu), Muhtar Cevdet Saral’ı unutmaya imkân var mı? Ya Emekçi Basri’ye ne demeli. Bir büyük yürektir Basri. Herkesten yana ille de emekçiden yanadır. Eş dost çok, akla gelmeyen, unutulan ya da sair şekilde gözden kaçanlardan biz de kaçacağız, sitem yemeğe niyetimiz yok. Kusur bizde çünkü!
Durmak yok işimize devam diyoruz ve kıyı köşe R.Kavağı’nda dolaşıyoruz. Gözümüze ilişte, basından duyduk Rumelikevağı Balıkçılar Kooperatifi var. Hayli faal başkanı Ahmet Aslan! Güzelleştirme Derneği var müthiş faal başkanı Varol Aydın. Bu dernekte Tuncay Hoca’yı da unutmayalım! Bravo deriz Varol’a her taşın altından çıkıyor, inatçı ve takipçiliği ile hayli başarılı.
Rumekilavak’taki iki küçük derenin, yol yapım çalışmaları sırasında üzerleri kapatıldı. Dere göremezsiniz çarşı içinde. Dereyi görmek için Namazgâha doğru yürümek gerekir. Tarihi eserlerden biridir Rumelikavak Vapur iskelesi. Ne var ki bütünü ile yıkılıp eskisine uyar şekilde yenilendi.
Balıkçılık, midyecilik, lokantacılık derken R.Kavağın simgesi olan Kavak İncir’i unutuldu. Artık yetiştirilip satılmıyor. Kıyıda köşede ve bazı bahçeler varsa da o da numuneliktir, uzanıp çalmaya değmez!
Naylon poşetler çıkalı Rumelikavağın bir diğer işkolu olan Filecilik tarihe karıştı. Artık iplikle file dokuyan yok. Aslında deniz ve çevre temizliği için naylon poşet yapımının terk edilmesi ve iplikle file dokunması geliştirilmelidir.
Çirozculuk başka bir işkoluydu. Nisan, mayıs aylarında bütün R.Kavak yamaçları adeta çiroz tarlasına dönerdi. Uskumrunun kaybolması ile birlikte Çirozculukta kayboldu gitti.
Hemen belirtelim bağ ve bahçecilik yerini çiçekçiliğe, süs ağacı ve çeşitli süs bitkisi türlerinin yetiştirilmesine terk etti. Ünal Çiçekçilik botanik bahçesi ve sera çiçekçiliğinde öncü durumundadır. Son yıllarda açılan Besim-Kaan Resim Atölyesi de semte canlılık veriyor.
Mahalle olur da mahallenin sorumlusu olmaz mı? Bu sorumlu da muhtar olduğuna göre saptayabildiklerimizi sayalım: Marazlı Ahmet Efendi, Mustafa Efendi, Mehmet Efendi, Kavas İsmail Efendi, Bakkal Hüseyin Efendi, Süleyman Ayan, Süleyman Koçali, Rıza Topçu, Hasan Altun ve Cevdet Bayraktar… Muhtarların çoğu kıyıda köşede sıkıp kaldılar. Cevdet Saral ise mükemmel bir muhtarlık binası ile semt sakinleri ile buluştu. Çok amaçlı muhtarlık binası adeta kültür merkezi!
Rumelikavak’ta 2 cadde, geçici sokak varsa hariç 16 sokak, 1 site, 1 lojman var.
Hem gezip tespitlerde bulunduk, hem de sorup soruşturduk, paket yapıp sarmaladık, bu bilgileri edinip sayfalarımıza kaydettik. Şimdi ilk işimiz sağsalım R.Kavak’tan dışarı çıkmak olacak! Bakalım yolumuz nerelere düşer? Bahtımıza, ne çıkarsa, çıksın, görev aldık tamamlayacağız. Sarıyer’i bir uçtan diğer uca gezebilmek için dostlara Allah kolaylık versin diyecek ve yolumuza devam edeceğiz.  

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK –XII (Yenimahalle)


Yenimahalle’yi Sarıyer’den sadece ismi ayırır. Antik çağda Neopolis olan semtin adı yine aynı adı taşıyor: Yenimahalle. Yani malum ya Neopolis’in karşılığı Yeni Kent ya da Yenimahalle’dir.  Amieton ve  Anilton gibi zorlama isimler varsa da kayda değer bulmuyoruz. Sadece bilgi için yazdık.
Sarıyer, Yenimahalle Caddesi bitiminde ve Deniz Apartmanında son bulur. Bu apartman Sarıyer’e dâhildir. Diğer sınır da Yürek Yakan Sokaktır.
1930’lu yıllarda benim bildiğim bu, belki biraz daha sonra ya da evvel! Sokaklara yeni isimler verilmesi için gelen isim heyeti bu sokağa girdiğinde hangi ismi verelim tartışması yaparken, içlerinden biri olan Sarıyer Muhtarı Yusuf Erdinç (benim bildiğim bu) “Yürek Yakan Sokak olsun” diye bağırınca bu isim kabul gördü. Nedeni de  Yusuf Beyin,, evinin kapısında gördüğü bir Rum kızının güzelliği karşısında adeta kendisinden geçmesi bu ismin verilmesine neden oldu. Olur ya? Neden olmasın! Güzele can mı dayanır? Muhtar Haşim Turan Tomurcuk yaşasaydı, olayı detaylı anlatırdı bize! Neyse ruhu şad olsun. Ama olay budur!
Eminönü/Köprü’den 18.10 da kalkan Şehit Hatları yolcu gemisi! Bu geminin yolcuları belli gibidir. Hep aynı vapurla dönerler, hep aynı yerlerde otururlar. Devamlı yolculardan biri gelmesin hemen araştırıp sorarlar ne oldu, hasta mı diye. Ester, Hayganuş, Silvia ve Fatma hanımlar hep yana yana otururlar, Yenimahalle’ye gelene kadar konuşur, dertleşir, günlerinin iyi geçmesini sağlarlardı. Bu dostluklar hanımlar, erkekler arasında onlarca yıl devam etti. Şimdi böyle bir şansı yok Yenimahallelilerin.  Arabaya sayısı çoğaldıkça, mertlik bozuldu, mertlik bozulunca da vapur seferleri önce azaltıldı, sonra tamamen kaldırıldı. Nostalji olarak kalması için bile vapur iskelesine tahammül edilemedi onu da yıkıp ortadan kaldırdılar. Çarşı içindeki büyük alan park yapıldı. Eski vapur iskelesinin olduğu yer rıhtım. İyi de oldu yoksa birilerinin yağmasına uğrar elden çıkabilirdi. Parkın olduğu yerde 1925’lerden 1960 ‘lı yıllara kadar halk otobüsleri park ediyordu. Sarıyer – Eminönü, Sarıyer – Taksim otobüslerinin son durağı Yenimahalle ve park ettikleri yerdi bu alandı. Halk otobüsleri kalktı ama hala özlemle söylenir durur. 1940 lı yıllara gelindiğinde 35, 40 halk otobüse çalışıyordu bu iki hatta. Şimdi sadece bir belediye otobüsü var. O da Rumeli Kavağı’nda son durak yapar.
Hadi isim yazalım da ruhlarını şad edelim otobüs sahiplerinin; Niyazi Bey, Muhittin Tercanlı, Arap Osman, Hemşinli Mehmet Bey, Kambur İsmail, Tahsin Baba, Çingene Osman, Ahmet Çayırağa, Cemal Bey, Vahe Bey, İbrahim Bey, Çırçırlı Mustafa Bey, Kıvırcık Ahmet ve İbrahim Çayan Yenimahalle’de otobüs çalıştıranlardan bir kısmıdır.
Yenimahalle aslında Rum semtidir. Türklerin yerleşimi Osmanlı döneminde ve bilhassa 19. yy. da başlamıştır. İlgililer tarafından Bizans döneminden kalan bir mezarın/mezar taşının/lâhitin aranması bunu doğrulamaktır. Görevlilerce birlikte dolaştık Yenimahalle’de, kilise bahçesini gezdik bulamadık. Ancak bildiğimizi aktardık. Böyle bir mezar taşının Rum meşatlığında olduğunu bu meşatlığında 1980’li yıllarda ortadan kaldırılarak çocuk parkı yapıldığını anlattık.
Yenimahalle’de tarih eser aranılacak olursa Kaptan Gazi Çeşmesi (1784) var çarşı içinde, hala bakımlı ve su akarı var. Pazarbaşı’ndaki Jandarma Karakol Binası (1893) (Piyade Karakolu olarak kayıtlarda geçer) var. Rum Kilisesi var 1834 de yapılmıştır. Yenimahalle’de Rum kalmadığı halde kilise açıktır.
Bazı ufak tefek şeyleri de gözden kaçırmamak gerekir.  Yenimahalle’de kilisenin olduğu yerde antik çağda denizcilerin koruyucusu Posidon’un heykeli bulunuyordu. Denizciler işlerinin iyi gitmesi, fırtınalardan, kazalardan, belalardan korunmaları için bu heykeli ziyaret edip adakta bulunuyorlardı. Şimdi böyle bir şey yok, bilinsin diye yazdık.
Yenimahalle ve daha çok Pazarbaşı Sarıyer’in sayfiye yeri sayılırdı. Kalburüstü azınlıklar burada yazlığa gelirlerdi. Birbirinden güzel yalılar,  konaklar Pazarbaşı’nda bulunuyordu. Pazarbaşı’ndaki yalıların bir kaçının önünde deniz hamamı vardı (Plaj). İlk deniz hamamı Madam Takuyi’nin yalısı önünde bulunuyordu. Hemen yanı başında da Nebioğlu Ahmet Bey’in hamamı v ardı. Bu hamam yani Ahmet Beyin deniz hamamı 1980 lı yıllara kadar kullanıldı. Yenimahalle’de halka açık deniz hamamı, (yani plaj) 5.10.1877 Vilayet-i Belediye Kanuni gereğince, halkın açıktan denize girmelerini önlemek için 1878 yazında açıldı. Bilmeyenlere duyurulur!
Yalılar peşi sıra gelir; Nebioğlu Ahmet Bey’in, Fahri Beyin. Dr. Ruknettin Beyin, Madam Takuyi’nin (Şimdi Ercan Düzgit’e ait), İstiraki Hoca’nın (Şimdi Ahmet Derviş Çetin’in), Dr. Alb. Raşit Ölez (son sahisi Topçuoğlu İbrahim Reis). Bu sıradaki son yalı da ise şöhretli kaptanlardan Hikmet kaptan ömür tüketti. Tek tek ve sıra ile saymayalım da şöyle bir gecelim.  Eski Bahriye Nazırlarından Mehmet Paşa’nın yalısı son sahibi Suzan Levi, mükemmel onarmış, hayrını görsün. Cadde üzerinde Serezlilerin Yalısı (Bu yalının son sahibi Tacirler), yanında Kemal Beyin yalısı ve ilerisinde Şahin Bey’in yalısı. Artık yerinde yok, beton yığını bir bina var. Bunun yanında da Ömer Kıran Reis’in yalısı. Bu yalıda II. Dünya Savaşı sırasında askeri birlik konuşlandırıldı. Unutmayalım Kadir Çonker’in yalısı da görkemli ve bakımlı yalılardan biridir. Yenimahalle’nin üst kısımlarına gidince Foto Süreyya’nın görkemli Köşkü hala güzel, alt tarafındaki Ziya Paşa Köşkü perişan! Çarşı içindeki görkemli mimarisi ile dikkat çeken Yalı eskiden bir Rum’undu. Sonraları Prof. Emin Erişirgil tarafından satın alındı ama bilahare birkaç kez daha el değiştirdi. Pazarbaşı’nın üst kısımlarında iki önemli köşk dikkat çeker. Biri Haydar Doğ’a ait olan Köşk, diğeri de Makaracıyan Köşküdür. Makaracıyan Köşkü  şimdi Tevfik Kavaloğlu’na aittir. Haydar Bey’in köşkü de bir başkası tarafından satın alındı. İki köşkte mükemmel bakımlı!
Hata her yerde yapılır. Tarihi bir eser de Telli Baba’nın mezarı olarak kabul edilen yerdir. 1970 askeri darbesinden sonra, Telli Baba’nın bakım ve onarımı Yenimahalle Muhtarlığına verilmek istendi. Israrla almadılar. Rumeli Kavaklılar ise “Peki” deyip teslim aldılar ve kolları sıvayıp işe koyuldular. Çok da faydasını gördüler. Yenimahalleliler yıllar sonra hata yaptıklarını anladılar ama iş işten geçti.
Yeni mahalle çarşısı gerçekten eski dönemlerde çok hareketli bir çarşıydı!  Eski dostlarla bir araya gelip tartıştık ve sayıma geçtik gördük ki: Altı gazinosu, altı bakkalı, fırını, lokantası,   meyhanesi, berberi, dişçisi, sucusu, terzisi, yorgancısı, marangozu, kasabı, tekel bayii, iki kahvehanesi, kalaycısı, sepet imalatçısı, oto tamircisi, birkaç seyyar balık satıcısı olan renkli ve hareketli bir çarşı idi. Şimdi ne var? Şöyle bir saymaya kalksak ne aradığımızı bile şaşırırız. Birkaç yıl öncesine kadar hemen hemen hiçbir şey yoktu. Üç dört yıldan beri biraz olsun canlanma başladı.
Yenimahalle’nin edebiyatta da hayli etkin bir yeri vardı eskiden. Fırıldak Bahçe Pazarbaşı’nı geçtikten sonra solda ve tepe üzerinde bulunuyordu. Güzel içimli bir suyu, küçük bir binası vardı içinde. Mükemmel bir çay bahçesi idi. İstanbul’un namlı edebiyatçıları ve müzisyenler Burada toplanır hoş vakit geçirirlerdi. Sarıyer kazasındaki kalburüstü insanların geldikleri bir yerdi.  Fırıldakbahçe’ye çok sık gelenler arasında, Halit Ziya, Mahmut Rauf, Ahmet İhsan, Mehmet Asım Us, Ahmet Rasim, Hüseyin Fırat, Lemi Atlı, Rıza Tevfik, Yahya Kemal, Kanuni Sarı Talat, Kanuni Arif Bey, Hanende Mazhar Bey, Serezli Şekip Bey, Tamburi Raşit Molla, Hafız Yusuf Efendi, Kanuni İsmail Nail Bey gibi meşhurlar vardı. Havantepe yolu üzerindeki Fıstık Suyu mesiresi daha çok garibanların rağbet ettikleri bir yerdi.
Yenimahalle Sarıyer’in önemli bir balıkçı semti! Halkın önemli bir bölümü balıkçılıkla uğraşır. Küçük balıkçısı olduğu gibi, büyük teknelerle de balıkçılık hatta açık deniz balıkçılığı yapılmaktadır. Fazla uzatmadan oltacı olarak kayda geçeceğimiz isim Erol Darcanlı olur. Geçimini oltanın ucunda arayan bir balıkçıdır. Eskiden çok daha fazla idi oltacı sayısı ama o da kalmadı. Var yine var ama onların olta ile balık avlayıp geçimini temin edenler değil, zevk için vakit tüketenlerdir, geçelim.
Yenimahalle halkının büyük bir kısmı balıkçılıkla uğraşır. Balıkçılık sahil şeridinde yer alan semtlerin en önemli iş kollarından biridir. Balıkçılık o kadar ileri boyutlara ulaştı ki kıyı balıkçılığı açık deniz balıkçılığına kaydı. Yenimahalle balıkçılıkta en ileri düzeyi yakalamış durumda. Dünün şöhretle balıkçı reislerinin bu gün oğulları ya da torunları iş başında ve son teknoloji ile yapıyor balıkçılığı! Bir kısım eski şöhretli balıkçı reisi de teknolojik gelişmeyi takip  edemedikleri için denizden ellerini ayaklarını çektikten sonra, geride kalanları devam ettiremediler mesleği ve teker teker çekildiler denizden, pek çoğu kapağı dışarı attı. Örneğin, şöhretli balıkçılardan Ameşin Şakir Reis’ten sonra Hilmi Reis devam ettirdi mesleği ama o öldükten sonra olan oldu Yaşar Reis devam ettiremedi. Şakir Bayraktar ile kardeşleri Ali ve Recep Reislerde devam ettiremediler mesleği. Ömer Kıran Reis’in, Ahmet Kıran Reis, Keklik Ali (Çınar) Reis’in takımları da balıkçılığı terk ettiler. Aramaya devam edersek birkaç kişi daha bulunabilir!
Büyük boyutlu teknelerle balıkçılık yapanlara gelince; Hacı Orhan Çınar Reis, Mamati Orhan Reis, Mamatiler,  Azizler II, Osman Çınar Reis isimli tekneleri genç kuşak reisler yönetiyor. Hacı Orhan Reis’in genç reisleri Murat, Halit ve Ali; Azizler II’nin genç reisleri Sait ve Mesut, Osman Çınar’ın Sinan, Tokerlerin (Türkmenler) Mustafa ve Mehmet, Mamatiler’in İsmail ve Cihan, Mamati Orhan Reis’i n de Hüseyin Reis! Kıyıda köşede bazı balıkçı teknesi/takımı kalmış olabilir, her birini saptamak gibi bir iddiamız yok, gördüklerimizi, bildiklerimi kayda geçiyoruz. Varsa noksanlık kusuru bakılmaya!
Eskiden Yenimahalle’de iki dalyan kurulurdu, şimdi yok! Dalyancılıkta balıkçılığın ayrı bir işkolu idi ama ortadan kalktı. İkisi de Pazarbaşı’nda kurulurdu.
Maalesef geçen yıllar Yenimahalle ile özdeş olanları da beraberinde götürdü. Artık o büyük isimler yok. Nerede Milli Mücadele‘nin yaman ismi Haydar Doğ Bey, nerede Zehra Hocanım, nerede Fahri Bey. Nerede Ziya Bey! Nerede Deli Ömer’in Mustafa Reis, Ahmet Ali Reis, Ömer Kıran Reis, İbrahim Çınar Reis, Mamati Hüseyin Reis hepsi hakkın emrine boyun eğip ayrıldılar dünyadan. Kahvenin önüne oturduğu zaman herkese ayrı bir havada hükmeden Samim Emanet’ın boşluğu doldurulamadı. Ve diğerleri; Muhtar Ali Kutu, Muhtar Tarık Çevik, diğer namını yazmak istemediğimiz Yakup Reis, Sucu Şevket Efendi, Muhtar Kemal, Kirmanoğlu Nejat, Çörçil Ahmet, Kambur Fuat ve diğerleri. Hepsi sırra kadem bastılar… Elbette ki yerlerine yenileri geldi. Gelecek işin tabiatı bu. Hatta eskileri aratmayacaklar da. Ama eskinin özlemi içinde olanlara bunu anlatmak güç. Bunu da biliyorum. Hatta Kenan Beyciğimi bile arar olduk. Zavallı Kenan, Nükhet öldükten sonra zor durumlara düşmüş, gelen haberler öyle. Kilyos’ta gün doldurduğunu duyuyoruz. Ama hala Yenimahalle’nin eski havasını yaşatanlar da var. Gazcı Selim, Kasap Bülent, Engin, Metin ve Kadir Conker kardeşler, Mehmet Emanet, Ayhan Çınar, Selçuk Kavaloğlu, Muhtar Ahmet, Beco, Topçu Nazım, Ali Emanetçi, Ahmet Ali Kaya ve diğerleri…  Gazcı Selim yani Selim Bayraktar Yenimahalle’nin en renkli simalarından biridir. Lafını esirgemez, bilgiçtir. İş bilir, tuttuğu işi koparır, fazla da iyi niyetli olunca zaman zaman sıkıntılara da düşer… Be adam sana kim dedi her işi oğluna devret. Sen öyle yaparsan, sana yabancı gelinde gelir, altındaki arabada gider… Aman ha alışkanlık haline gelir konuşma hastalığına bir gem vur ne olur ne olmaz! Bir de bazı taraflarına sahip ol benden hatırlatması! Zira hacılık zor zanaat! Üstelik iktidar baskıcı!!!
Yenimahalle’de mevcut kahve, kahvehane değil adeta siyaset meydanı. Ama illa da AKP bir başkası tu kaka! Buradaki üç beş kişi her şeye hâkim, her şeyin en iyisini ve doğrusunu onlar bilirler. Onlar hep haklıdır. Dedikodu, ıvır zıvır burada ayyuka çıkar. Ha unutmayalım bir açık meydan var; Park! Burası gerçekten harika bir yer. Eskiden otobüslerin park yaptığı yerdi. Ağaçlar altında saatlerce oturulur, sohbet edilir; işler tartışılır, balıkçılık ilk akla gelendir. Burada da dedikodu alır başını gider. Bazen öyle yüksek sesle konuşulur ki hele gece ise ben evin balkonundan konuşmaları rahatlıkla duyarım. Gerçekten siyaset meydanı gibidir Yenimahalle. Dr. Ruknettin Bey DP. nin kurucularından ve Adnan Menderes’in yakın dostlarındandı. Hakkı Kavaloğlu, Yakup Kaptan ve Babür Çevik’te Yenimahalle’den siyaset sahnesine çıkan kişiler oldular ve semtlerini İl Genel Meclisi ve Belediye Meclislerinde temsil ettiler.
Atlamadan yazalım her yıl “Yenimahalle Buraya” sloganı ile verilen yemek partisi öylesine tuttu ki sorma gitsin! Yüzlerce Yenimahalleli gelip eski günleri yad ediyorlar ve hem de karınlarını doyuruyorlar. Böyle bir günü yapmaktan amaç eski Yenimahallelilerin hiç olmazsa yılda bir kez bir araya gelerek hasret gidermeleridir. Ama son sene işin seyri değişti, henüz bir yıllık Yenimahalleli bile olmayanlar da iştirak ettiler. İyi ettiler de hiç olmazsa aldıkları köfteleri ekmek arası yapıp çantalarına koymasalar da işin zevkini ve keyfini kaçırmalar!
Bu arada yakın zamanda büyük olaylara imza atan Bayraktar ailesinden bahsetmek gerekir. Özdemir Bayraktar ile üç oğlu hepsinin de maşallahı var. Kendilerini yeni buluşlara, yeni teknolojik çalışmalara adamışlar. Özdemir’in çocukluk ve gençlik aşkıydı, uzay ve uçaklar. Bu nedenledir ki İnsansız uçak sevdasına kaptırdı kendini. Çocukları Haluk ile Selçuk da yeteri eğitimi alınca iş kotarıldı ve Türkiye’nin medarı iftiharı olan BAYRAKTAR isimli insansız uçağı (yani heron’u) piyasaya sürdüler. Elbette ki rakipleri vardı. Olmasa zaten rekabet olmazdı. Bu mücadele başarıyı beraberinde getirdi. Şimdi sadece Türk ordusu değil diğer ülkelerin orduları da kullanıyorlar. Duyum doğruysa Özdemir’in küçük oğlu Ahmet tekonoljik çalışmalara katılmaktan çok, ticari işlemler ve para işi ile ilgileniyor. Kısaca deriz ki Özdemir Bayraktar ile çocukları yıllardan beri yaptıkları çalışmalar sonucunda insansız uçak yaparak tarihe geçtiler. Böylece sadece Yenimahalle ve Sarıyer’in değil tüm ülkenin Türkiye’nin gururu oldular. İmkân tanındığında ya da imalat ettikleri bu önemli aracın satışında devletten gereken teşviki görürlerse çok daha büyük buluşmalara imza atacakları muhakkaktır. Bize düşen sadece takdir hislerimizi belirtmek olur. Özdemir’in kardeşi Ömer Bayraktar’ı da unutmayalım, hem iyi bir sporcu ve iyi bir işadamı. Talihsiz olay meydana gelmeseydi çok daha iyi olurdu ama kader! Bir de İzzet Bayraktar var o da makine mühendisi! Bir diğer Bayraktar ise Dr. Mehmet…  Son çıkan yasa ile hastaneden adeta zorla koparılanlardan. Hastaneyi terk etse de Sarıyer’e terk etmeyenlerden. Bu sıralar toplumun tam içine girdi. Geniş arkadaş grubunu bir araya toplayarak çok değişik etkinliklerle günlerini değerlendiriyorlar. Bizler de Sarıyerli bir doktorumuz olması nedeniyle öğünüyoruz.
Yenimahalle de ikinci bir mahalle oluştu: Havantepe. Son yirmi yıl içinde müthiş bir gelişme gösterdi ve tamamı gecekondu olan ama devasa binalarla dikkat çeken bir yerleşim bölgesi meydana geldi. Deniz gören tarafları daha ziyade villa tipi, diğerleri müstakil ev ya da apartman!  Dr. Mehmet Bayraktar deniz tarafta konuşlananlardan bir dost! Doktora da bu yakışır der ve Havantepe’den aşağıya ineriz. Ama şunu da hatırlatırız. Havantepe Cami önünden, yüksek gerilim hatlarına kadar giden yola kolluk kuvvetlerinin çok dikkat etmesi gerekir. Zira bu alana konuşlanıp çilingir sofrasını kuranlar, kafayı tütsüleyenler, sigarasını birkaç katlı sarıp dumanını hiç heba etmeden içine içine çekenlerin sayısı hayli fazla. Yani bir yerde ben tehlikeyim diyorlar gibi geliyor bana!
Yahu az kalsın yine atlıyorduk önemli bir olayı. Türkiye’de moda deyince akla gelen Yıldırım Mayruk’un Villası da burada. Ortağı, esi, dostu sevgilisi dedikleri Barbaros Şansal’la birlikte her mevsim için hazırladıkları kreasyonları önce villarında teşhir ediyorlar sonra da piyasaya sürüyorlar.
Yenimahalle Spor Kulübünden de iki satır bahsetmek gerekir. Zira Arif Odasbaşı7nın başkanlığındaki yönetim kurulu çok güçlü bir takım yarattılar ve II. Amatör Ligini Grup Şampiyonu olarak bitirdiler ve I. Amatör Kümeye yükseldiler. Böylece büyük bir başarıya imza attılar. Elbetteki antrenörleri Bülent Akatay’ı da anmak ve kutlamak gerekir! Kutlayalım ama bazı gerçekleri de yazalım: Turan Can Odabaşı’yı yaktı kül etti. Bütün liglerin en iyi ve 7 numarası kale arkasında ısınmaktan yanıp kül olmasına karşın bir türlü oyuna alınmadı. Galiba Bülent hocanın yakışıklılara alerjisi var. Bir yanda Turan, diğer yandan Kerem bir türlü forma giyemediler.  Sorduğumuz da onlar çok yakışıklı Büyükliman’da oynar dediler. Hadi hayırlısı! Peki Kaptan Yakup’a ne demeli? Ona laf yok! İyi be!
Birazda damdan dama atlayarak dolaşarak bazı notları da kayda geçelim:  Yenimahalle geniş ve düz arazisi olmayan bir yer ama hayli futbolcu yetiştirdi. Pazarbaşı’ndaki küçük alan ve Sarıyer’deki Hidayetinbağı futbol sahası olarak kullanıldığı sürece iyi futbolcular yetişti. Yakup Kaptan (Sarıyer-Vefa), Şener Çınar (Sarıyer-Trabzonspor-Adanaspor), Eyüp Odabaşı (Sarıyer-Fenerbahçe-Trabzonspor-Karabük), Yaşar Elmas (Sarıyer-Beşiktaş, Rizespor-Beykoz) Profesyonel Liglerde oynayan futbolcular. Ayrıca Ayhan Çınar, Mehmet Sağlam, Arif Odabaşı gibi uzun yıllar amatör liglerde oynayan futbolcular da var.Hata yaptıksa affola!
Futbolcu çıkarda teknik adam çıkmaz mı? Elbette ki çıkar. Nitekim Yakup Kaptan Sarıyer, Bandırma ve Kapalıçarşı gibi değişik kulüplerde antrenör ve teknik direktör olarak görev yaptı. Keza Yaşar Elmas bir çok kulüpte teknik direktör ve antrenör olarak görev aldı. Ayhah Çınar uzun yıllar Sarıyer Kulübü altyapısında antrenör olarak çalıştı pek çok futbolcu yetiştirdi. Mehmet Sağlam da Sarıyer ve Yeniköy gibi pek çok kulüpte antrenör olarak görev yaptı.
Yenimahallede iki ibadethane var. Biri Rum kilisesi, diğer Yenimahalle camii! Kilisenin cemaati kalmamış ama bakılıyor, cami ise faal. Ermeni kilisesi ve Museviler için sinagog yok.
Ayrıca Havantepe’de Bala Hatun adını taşıyan bir ilköğretim okulu bulunuyor. Daha önce bir Rum İlkokulu bir de Ermeni İlkokulu vardı. Azınlıklara ait iki okul kapalı, birinin binası yanıp kaybolmuş Ermenilere ait olan bina tarihi eser ve korunuyor.
Yenimahalle’de muhtar Ahmet Çınar! Kimin muhtarı diye tartışılır! Erkekler biz seçmedik istemeyiz diyor ama adam görev de!  Erkekler seçmedi ise hanımlar seçti demektir. Öğrendiğimize göre Yenimahalle’de hanımların dediği olurmuş, oldu. Ahmet Çınar’ı hanımlar muhtar seçti, aynan tasdik ederiz. Kendisi de inkâr etmediğine göre mesele yok! Daha önceki yıllarda ise tespit edebildiğimiz kadarı ile Fahri Hamiş, Hüseyin Şefik Sarıer, Cevat Yersu, Kemal Tercanlı, Ali Kudu, Cemil Sağlam, Vehbi Kalayoğlu, Bekir Çınar, Tarık Çevik ve Haşim Turan Tomurcuk muhtarlık yaptılar.
Yenimahalle’de geçici sokaklar hariç, 2 cadde, 42 sokak ve 1 site var. Yanlışım varsa, düzeltilsin.
Yenimahalle eski bir yerleşim bölgesi ama yine de küçük bir yer. Birkaç yıl evveline kadar herkes birbirini tanırdı. Derelerden çok sular aktı ve durum değişti. Şimdi birbirini tanıyanla tanımayanlar adeta eşit durumda. Yani bir-bir berabere! Bu da az bir şey değil diyoruz ve yolumuza devam ediyoruz. Ver elini Rumeli Kavak bakalım orada neler göreceğiz, nelerle karşılaşacağız.
14.08.2012

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK 11- (Sarıyer)


Sarıyer’i yazmaya geldi sıra! Demek ki oruç ayında, anormal sıcaklar altında sokakları arşınlayacak, kılı kırk yararak elde edeceğimiz bulguları aktaracağız. Yalnız olmayacağı kesin, yine Suat Uysallar ile dolaşıp duracağız sokak aralarında. Bazen biraz soluklanacak, bazen biraz, birazdan da fazla durup dedikodu yaparak eskileri anacak ve kayda geçmeye devam edeceğiz. Gel de dedikodu yapma? Hadi başlayalım bari:
Bülbül Sokağı Büyükdere’yi Sarıyer’den ayırır. Dar bir sokaktır ama iç kısımlara doğru gider durur. Eskiden içeri girişte sağdaki dalyan evi vardı. Bu evi geçtikten sonra orman içinde bulurdu kendini insanı. Yine sağa dönüldüğünde yüksek duvarlar ve duvar arkasında Ferah Sineması. Ceplerimizden metelik olmadığından bu duvarları tırmanır, Enver Bey’in bağrışlarına aldırmadan filmi seyrederdik. Ama bir gün olan oldu. Baktı ki itlerden aman yok, yapacağını yaptı. Bayram arifesi kaynattığı gibi katranı, sıcak sıcak duvarın üzerine boydan boya döktü. Bizlerde bayram gecesi yeni elbiselerle film izlemeye gidince yine duvara tırmanıp oturduk. Kalkmak istediğimiz ise zorlanıp durduk. Zira yapışıp kalmıştık katranda! Neyse olan elbiselerimize oldu, tabii biraz da azar işittik!
Bülbül Sokağı bülbülü bol olduğu için bu ismi almış olmalı. Bu ismi aldığı için de bu sokağı karşısında ve denize kurulan Dalyan’ın ismi de Bülbül Dalyanı idi. İki çok önemli reisi vardı. Yeniköy’lü Sokrati Reis ve Madenli Tahir Reis! Bular unutulmayacak iki önemli reisti! Bülbül Dalyanı Boğaziçi’nin en büyük dalyanlarından biriydi. Bilhassa Orkinos dalyanı olarak nam salmıştı. Orkinosları rıhtıma sıralarlar ve oradan balıkhaneye gönderirlerdi. Bülbül dalyanı onlarca yıl kuruldu ve 1980li yılların başında kurulmaktan vazgeçildi. Son sahibi Süleyman Hasbek’ti o da satmış olmalı!
Bülbül Sokağı Kazanovaların cirit attığı yerdi. Çoğu kez Bülbül Sokağına girdikten sonra başlardı cümbüş. Bir hevesle baş başa kalanların feryadı duyulurdu birkaç dakika sonra. Oraya gidenlerin amacı sevda olmayınca olan olurdu ve sonunda bir patırtı çıkardı. İş bitirme uğraşı verenle, dikizleme uğraşı verenlerin küfürleşmesi yankılanırdı ağaçlar arasından… Devam edelim isim vermenin ne âlemi var! Olan olmuş, giden gitmiş, kalan kalmış! Şimdi her şey hoş sada gibi!
Geri dönelim Sarıyer’e ulaşmaya çalışalım. Solda Ferah Park Sineması ve Gazinosu! Uzun Yıllar Sarıyer’e hizmet veren bir eğlence merkezi idi yaz ayları için. Enver Bey müthiş bir adamdı kızı ise daha da müthiş! Hem de güzel mi güzel. Yahu nedense çok genç olmasına rağmen hep kendinden 15-20 yaş büyüklerle haşir neşir olur, Sarıyerli gençlerin tepkisini çekerdi. Yaşı 65’e vardığında tekrar düştü Sarıyer’e! Görüştük, konuştuk. Başından geçenleri anlattı. Artık yaşlanmıştı. Sosyete terzisi olan kocası yine terziydi ama kendisi pek çok hastalığı bünyesinde taşıyordu. O eski güzelliği sadece gülücüklerinde kalmıştı.” Nasıl düştün ama! Sarıyer kürkçü dükkânı, biz yine Sarıyerli delikanlı” dediğimizde! Kısa konuştu “Yavaş vatman, inecek var”. Yani Sarıyerli benim, onlarla işim olmaz demek mi istedi ne? Suzan Hanım biri iki sene yaşadı ve göçüp gitti.
Mesarburnu caddesinde ilerliyoruz. Tartışmaya gerek var mı bilmiyorum. Mesarburnu Caddesi mi  Mezarburnu Caddesi mi?  Bizim bildiğimiz Mezarburnu değil Mesarburnu! Çünkü Sarıyer önemli bir mesire yeri.  Mesar mesire’den geldiği için bu ismi almış olmalı! Nereden alırsa alsın biz devam edelim.

Mesarburnu’nun en önemli insanı Necmeddin Molla (Kocataş). Yani Abdülhamit dönemi İstanbul Savcısı! Adalet Nazırı ve Sadrazam Kaymakamı! Abdülhamit’e yapılan suikastı soruşturmuş, bir hafta gibi kısa sürede failleri yakalatıp cezalandırdığı için şöhreti yakalamıştı. Bu şöhreti onu başarıya koşturdu. Kocataş Yalısını satın aldığında şöhretinin doruğunda idi. Bu yalıda Atatürk’ü ağırlayıp misafir etti. Burada Atatürk Sarıyerlilere şu önemli konuşmayı yaptı: “Benim için zahmet ediyorsunuz! Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek behemehal yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir”. Eğer Necmeddin Molla’nın torunu Yusuf Mardin Kocataş Yalısı Anılarım kitabını yazmasaydı bu önemli konuşmanın nerede olduğunu öğrenemeyecektik.  
Necmeddin Molla’nın aile şeçeresi hayli zengin. Damatları Ord. Prof. Dr. Ebül-ula Mardin, Muhittin Mardin, Münip Ürgüplü… Torunları da çok önemli isimler. Arif Mardin dünyanın en saygın müzikologlarından biriydi terk-i dünya eyledi, diğeri Türkiye’nin en önemli halkla ilişkiler uzmanı Betül Mardin. Hala dipçik gibi ve ayakta, ders vermeye devam ediyor. Necmeddin Molla yalısı ile ne kadar önemli ise soyadı olarak aldığı Kocataş suyu ile de o kadar önemli. Tadına doyum olmaz Kocataş suyu terk edilmedi ise de bakımsız! Bu su zamanında bulunmaz değerde bir su idi. Necmeddin molla’nın hayratı idi ve kitabesinde şöyle yazıyordu: “Böyle bir abı hayatın koşar insan sesine/Nice Malûle şifa sundu bu mermersine/Suya tarihi düşürdüm getirip bin dereden/Nuş eden Hayri dua eyleye Necmeddine”. Kocataş Yalısı Necmeddin Molla öldükten sonra bakımsızlıktan çöktü sonra da yangın geçirdi. Yakın zamanda da satıldı. Su ve gazoz fabrikaları daha önce elden çıkarılmıştı. Bu konuyu kapatırken hırsızların Kocataş yalına uğradıklarını, önce yalının cümle kapısını çaldıklarını (Bu kapı aylar sonra bulundu ama sonra yine kayıp oldu) sonra da Kocataş Suyu çeşmesinin ayna taşı ile yalağını çaldıklarını belirtmek ister ve yolumuza devam ederiz.
Sırada Balaban yalısı! Görkemli bir yalı! Eser Eseryan isimli bir Ermeni’nindi, Önce Söylemezoğlu daha sonra da Gülağa Balaban’ın eline geçti. Nice İstanbullu sosyete çalıp oynadı bu yalının yüksek tavanlı salonlarında. Yanında Kayseriliyan Yalısı. Bu yalıda çok el değiştirdi. Bu yalıya Uğursuz Yalı da denilir. Çünkü yalıyı alanlar hiç iflah etmediler. Sahibi Varlık Vergisi nedeni ile Aşkale’ye yol yapmaya gidenlerden biriydi. Yalı sık sık film seti olarak kullanılıyor. Yani para basmaya devam ediyor. Armatör Cerrahoğlu’dan sonra Petrolcu Mustafa Vanlı idi sahibi, sonra Günyüz’lere geçmiş halen kimin üzerinde kayıtlı onu da tapudakiler bilir, bizim fazla kaygımız yok! Yalılar arka arkaya gelir. Birbirine bitişik iki yalılardan birinde Lütfi-Behire Hanım Çifti otururdu. Şimdi oğlu Şükrü devam ettiriyor yalıda oturmayı. Yani Türk musikisinin büyük isme Safiye Ayla vardı ya! İşte bu evde yazları geçirir Lütfi ve Behiye Hanıma misafir kalırlar, Sarıyer’in yakışıklı pehlivanı Reşat da kendisini mehtaplı gecelerde sandalla gezdirir berrak sesini dinlerdi.
Sıradaki bina Kaptanyan Yalısı. Kaptan Bey isimli Ermeni bir vatandaş tarafından 1866 da yaptırılmış ve yalı yaptıranın ismini almış. Yalının bir ismi de Sütunlu yalı! Tepeden bakıldığında “Haçı” andırır. Demek ki yaptıran dini bütün bir Hıristiyan’mış. Yalı bilahare elden çıkmış ve Nemlizadelere geçmiş. Sonra da tekrar satılmış ve yalı sahibi Milli Eğitim Bakanlığı olunca binada Sarıyer Orta Okulu olarak hizmete başlamış. Şimdilerde Vehbi Koç Vakfı Lisesi! Ama bir süre önce bir darbe yemiş olacak ki Otelcilik ve Turizm Okulu haline getirildi. Duyduğumuz bu. Yalının çok eski bir fotoğrafı elimize geçti. Hayret ettik. Genel olarak aynı gibi ama hayli değişikliğe uğramış! Bu yalının müdavimlerinden biri eski Başbakanlardan A . Fethi Okyar’dı (1880-1943). Atatürk İstanbul’a geldiğinde A. Fethi Okyar’ı ziyaret ederdi. Bu yalıdan sonra Huzur Apartmanını geçince Remzi Bey Yalısı sıraya girer. Şu eski Sivas Milletvekili!  Hemen bitişiğinde iki kardeş bina! 59 Numarada oturanlardan biri Milis Binbaşı Hacıoğlu Hafız Mehmet Ragıp Efendi. Kuvva-yı Milliyeci! İstanbul’daki silah kaçakçılığı işlerini tamamladıktan sonra Memleketi Rize/Gündoğdu’dan getirdiği çeteci adamları ile Anadolu’ya geçerek Milli mücadeleye katılmış ve Milis Binbaşı rütbesi ve hem de İstiklal Madalyası almış bir milli kahramandı. Milli mücadeleden sonra çok yaşamamış ve 1935 de yolcu esas yoluna diyerek kapadı gözlerini. Son durağı Sarıyer Mezarlığı oldu. Mezardaki kitabesi ne denli kahraman olduğunu anlatıyor. Eski mezar yenilenmiş, ne kadar ilgilendimse mezarı kimin yaptırdığını, ziyaretine kimlerin geldiğini öğrenemedim! Hayret etmemek elde değil! Neyse herkesin gideceği son durak burası, sırasını bekleyen bekleyene! Fındıkçı Ahmet Tecimer de bu binanın sahiplerindendi. Ahmet Bey tam 70 yıl bu binadan saban 07’oo de çıktı ve 07.10 şehir hatlarına vapuruna bindi akşamda Eminönü’nden 18.10 vapura binip 19.10 da yine buraya geldi. Bu bina yanında Sencer’lerin yalısı vardı. Mükemmel Yalı baba öldükten bir süre sonra elde tutulamadı ve satıldı. Son sahibi yeşil sermaye sahiplerinden biriymiş. Yalı milyonlar masraf edilerek yenilendi. İsmini de “İstanbul kulüp” yaptılar. Meraklılar “Acaba”  dediyse de demeyen de oldu! Sakal Dursun bu, yutar mı? Hemen damlamış kapısına. Gelen son model arabaları karşılayan yakışıklı şık giyimli gençlere sormuş “Çocuklar gece kulübü kaçta kapanıyor, oyun var mı, viski veriliyor mu?” Yanıtını almış hemen. “Olur mu amca, biz cemaat toplantılarını burada yapıyoruz”.  Fettullah Gülen Cemaatine aitmiş. Güle güle kullansınlar. Cemaatlerin yığın yığın olduğu bir Sarıyer’imiz oldu: Fettullahçılar, Süleymancılar, Mahmut Efendiciler, Menzilciler daha bilmem neciler! Nerede ise her cemaat kendi dinini yaratır hale gelmiş!
Yeni yalıları tadat etmeye gerek yok deriz karşı tarafa göz atarız. 1911 yılında yapılmış Karakolhane-i Bala,  yani Karakol binası! Bu binanın kendi korundu ise de sağına soluna hayli ilaveler yapıldı. Uzun zamandan beri ordu evi! Bitişiğinde Canlı Balık Gazinosu vardı. Yerle bir edildi ve yerine bir ordu evi daha dikildi. Canlı Balık deyip de geçemeyiz. Burada müthiş anıları vardır Sarıyerlilerin. Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’a geldiğinde uğradığı yerdir Canlı Balık. Bir gün Acar motorundan çıktığında kendisine karşılayan Sarıyerliler arasından geçerken bir hanım dikkatini çeker. Yüzünde peçe vardır. O kadının önünde durur ve “Peçeni çıkar at, yakışmıyor. Aydınlık Türkiye’nin hanımları da aydınlık olsun” diyerek ilerliyor. O Kadın Dişçi Hikmet Dişmengil’in annesiydi ve peçesini çıkarıp atıyordu.
Sarıyer Vapur İskelesi tarihi bir yapı! Görev yapmaya devam ediyor. Ne var ki özelleştirme ile elden çıkarıldı. Hemen yanında Sarıyer Mehmet Akif Parkı ve parkın içinde Muhtarlık! Ömer Akyüz,  1994  den beri muhtar. İstemedikten sonra muhtarlığını çok daha uzun yıllar devam ettirir gibi! Parkın karşısında dizi dizi yalılar. İyisi var kötüsü var, tarihi olanı, tarihi konumunu kaybetmiş olanı var. Ama üzerinde durulacak olan restarosyan çalışmaları yakın zamanda biten Sözen Yalısı. Gerçekten süslemeleri ile harika. Bu yalının sahibi Sözen kardeşler. Öğretmen, siyasetçi Meliha Avni Sözen ve eski Van Valisi Ferit Sözen! Rahmetli Başbakan Menderes’in sık uğradığı bir yalıydı. Meliha Avni Hanımefendi iyi bir öğretmen ama daha önemlisi müthiş hitabeti ile kalabalıkları peşinden sürükleyen bir kadın hatipti. CHP de yıllarca görev yaptı ama bir süre suskun kaldıktan sonra saf değiştirdi ve nihayet o da tarihin derinliklerine doğru gitti.
Deniz tarafa gidelim! Koca boş alan yani Kumsal Meydanının deniz tarafı şimdi lokanta ve çay bahçeleri ile dolu. Diğer cephelerinde market, banka ve diğerleri… Yerin büyük kısmı Hukuk Vak             fı’nın, bir kısmı Oflu Hacı Hızır’ın. Alanı Hacı Hızır kullanıyor. Üst katta Göze Teras Kafeteryası var. Hayli iyi donanımlı bir yer, ilgi çekiyor. Diğer yanında Mado var. Üst katını kafeterya olarak dizayin ediyorlar. Bütün bu alanın deniz tarafı yazın Sarıyerlilerin yüzme alanı idi.  Şimdi rıhtım. Arka tarafı top oynama ve eğlenme alanı. Çok sonra çay bahçesi yapıldı. Arka köşede kahvehane vardı.
Kumsal Meydanı Sarıyer’in merkezi sayılır. O halde biz de gelin merkezin isminin nerde geldiğini anlamaya çalışalım. Çok değişik söylentiler var. Hangisinden başlayacağız? Önce buna da karar vermek gerekir diyor ve Sarıyer’in antik Çağdaki isminin Simas olduğunu görüyoruz. Simas’in İstanbul’un Avrupa yakasında bir burun olduğu bilinir. Bu burnun da Mezarburnu/Mesarburnu olduğunu anlıyoruz. Ancak Simas’ın anlamına gelince görüyoruz ki Sarıyer ismi yerli yerine iyi oturmuş. Efendim,  Simas’ın anlamı ”Kutlu-Güzel-Akarsu” veya” Kutlu/Güzel-Su- Irmağı” olduğunu Bilge Umur’un kitabından öğreniyoruz. Sarıyer’in Mesarburnu’ndan başlayarak Kocataş Tepesine kadar giden dağ silsilesinin bulunduğu alan Sarıyer’in meşhur kaynak sularının bulunduğu alandır.   İstanbul’un içme suyu en bol olan bir bölgesi olduğuna göre Sarıyer’in ismini Simas’tan aldığı bilahare Simas’ın Sarıyer’e dönüştüğü anlaşılır. Simas söylemi Antik Çağda olduğu gibi Bizanslılar döneminde de kullanılıyordu. Bizansların son dönemlerinde ve Osmanlılar döneminde ise Sarıyer’in ismi Sarıyar olarak geçiyor kayıtlara. Varsın öyle olsun diyoruz ama bir bakıyoruz ki Sarı Baba bağırıp duruyor “Beni atlamayın” diye. Malûm ya Sarı Baba Merkez Sarıyer’de ve Hamam Sokakta bulunan bir yatır. İsmi de Sarıer Baba! Genel kanı Sarıyer’in ismini Sarıer Baba’dan alındığı merkezindedir. Ama unutmayalım ünlü Gezgin Evliya Çelebi de Sarıyer’in ismini Sarıyar olarak vermektedir. Ben Sarıyer isminin Simas’tan geldiğini ifade ederek, konuyu değiştiriyorum.
Kumsal Meydanına gelirken solda Şahbaz’ın bahçesi! Bu büyük alan yıllarca Sarıyer’in bayram yeri olarak kullanıldı. Sonra elde çıktı. Son sahibi Aksoy kardeşler. Şimdi oto park! Alanın Sefir Sokak tarafına fayton arabalardı sıralanır müşteri beklerdi. Her faytoncunun elinde bir kamçı “Deh!” diye bağırdıklarında kamçıyı öyle şaklatırlardı ki benim diyen hanım hayranlıkla bakmadan edemezdi. En namlı faytoncu da Çakal Nuri’ydi. Kırbacı şaklattığında Deli Ahmet şarkı söyletir, Topal Mehmet Türkü yaktırırdı kırbacına! Diğer namlılar Deli Ahmet, Kadir Ağa, Raşit Ağa, Leylek Saim, Kör İbrahim, Paşo Mahmut… Faytonlar çok uzun yıllar Sarıyer’in yükünü taşıdı. Ama Amerikan yardımı gelince yapılan yollarla beraber otomobiller de sökün etti ve böylece faytonların pabucu dama atıldı.
Aman unutmadan yazalım. Üç meslek erbabı daha bulunurdu Kumsal Meydanında. Sahlepçiler, taksiciler ve minibüsçüler. Sahlepçiler kışın icra-i sanat eylerlerdi. En önemlileri meşhur Sarıyer Muhallebicisi Şakir Efendi ve sonra Arnavut Muharrem Efendi ile Arnavut İsmail Efendiydi.
Kumsal Meydanı da hayli değişikliğe uğradı. Bir iki dokunulmayan bina var. Biri Kumsal Arkası Sokak başındaki Orhan Beye ait bina! Vefat ettiğinden keyfini damat Cengiz sürüyor. Damat olunca başkası sahiplenemez ya! Bu binanın altında kahvehane vardı, yine var. Ön tarafında gölgelik sekiz on ağaç ve mükemmel bir çay bahçesi. Dedikodunun daniskası burada yapılırdı. Parti münakaşası, kulüp tartışması sabahlara kadar devam eder, horozlar ötmeye başlayınca eve gitme akıllara gelirdi. Eski günler şimdi aranır oldu. Malum ya televizyon denilen aygıt mertliği bozdu.  İşte Sarıyerli gençlerin toplanma merkezi burasıydı.  Kahve yine yerinde ama bahçesi yok! Olsun ne çıkar birkaç çınar ağacı ve kumsal arkası sokak var ya yeter de artar bile! Sefir sokağa girişteki Sefir Apartmanı da hayli eski! 0turan yok, işyerleri var. Daha ziyade siyasi partiler katlarını işgal etmiş. Yenimahalle Caddesinin sol başında yani Evkur’un sol yanında Namlı Börekçi vardı, sağ yanında büfe/gazete bayii… İkisi de tarihe karıştı. Zamanla yarışmak kimin haddine? Parayı bastıran bu eski binayı satın alınıp yeni devasa bir iş merkezini kurdu bile.
Evkur’un sol yanında yani Yeni Sular Caddesinde Sarıyerli Taksiler sıralanırdı. Yine de var. Ama sayıları hayli azaldı. Taksiler gıcır gıcır yeni. Pek çok iz bırakan taksici vardı Sarıyer’de. Örneğin; Karakaş Hüseyin! Aman yarabbi bir deli belâ! Tulumbacıydı! “Haydaaa” diye nara attığında sesini Büyükdere’den duyarlarmış! Nazif Yardımcılar, Çingine İsmail, Fettah Baba, Haydar Öcal, Muzaffer Yurtseven! Vehbi Koç’un şoförlüğünü yapan Muzaffer Yurtseven maşallah 96 yaşında genç bir delikanlı diyorduk ama hayli zamandır kendisini de göremiyorduk.  İlgilenince öğrendik ki o da sessizce son yolculuğuna çıkmış Allah rahmet eylesin.  Hakkı Canseven, Deli Ahmet’in Mustafa,  Kaf İsmail, Atom Zeki, Arnavut Fehmi, İslam, Ali Rıza. İslam ile Ali Rıza dışında hepsi ecel şerbetini içtiler.
Bahsetmeden geçmek haksız olur! Haydar Öcal’ın ayrı bir yeri vardır… Hayatı gırgıra alan, “Laza bin kızım olsa birini vermem” diyen ama iki kızını da Laz’a kaptıran bir yaman Sarıyerli idi. Taksicilikten sonra kamyoncu oldu, parçacı oldu ve nihayet dükkâna açarak tezgâha geçti. Muzipti, olmadık şakalar yapardı. Şahit olduğum bir olay; kendisi ile ciddi ciddi görüşüyordum “Sarıyer Spor Kulübü Tarihi” kitabım için hazırlık yapıyor,  bazı şeyler soruyordum İki kişi girdi dükkâna. Temiz giyimli, gravatlı ve ellerinde çanta var. ”Teftişe geldik defterlerinizi verin”  dediler . Haydar Öcal hiç istifini bozmadan emreder gibi konuştu. “Hemen arkanızdaki raftan uzun kutuyu veriniz, anahtar içinde” dedi. Adamlardan biri dönüp kutu alıp uzattı. Kutuyu almadı “Açın açın kutuyu anahtarı verin” dedi.  Adam ister istemez kutuyu açtı ve açtığı gibi kutunun içinden bir erkek uzvu dışarı fırlayınca adam elindeki kutuyu fırlatıp attı. Haydar istifini bozmadan, gayet ciddi bir ifade ile “Ne var? Neden korktun?” diye sorunca adamlardan diğeri, “Tamam Beyefendi defterler görülmüştür” dedi çekip gittiler.  İşte Haydar Öcal buydu.
Kumsal Meydanı anlatılır ama günlerini burada geçirenlerin anlatılması zordur. Hemen herkesin ayrı bir dünyası, ayrı bir yeteneği, ayrı bir karizması ve ayrı bir hayat anlayışı vardır.  Faytoncuları saydık yaşayan kalmamış aralarında, taksicileri yazdık sadece iki kişi kalmış ayakta! Aslında, taksici var da eskisi gibi değil. Hani şöyle 20-30 yıldır aynı durakta çalışanı yok. Hepsi gelip geçici! En eskileri Erol ile Ayhan!
Minibüsçülere ayrı bir paragraf açmak gerekir. Zira ilk kez Sarıyer hattında görüldü bu taşımacılık. 1960 yılının yazında bir iki vasıta ile işe girişildi. Büyük uğraşlar sonucu hat izni alındı. Altmış yıl devam etti. Metro açılınca da Sarıyer-Taksim hattı iptal edildi. Kocakafa Adnan, Deve Ali, Reşit, Arnavut Fehmi, Dayı Mahmut, Ayı Nedim, Oflu Naci; sonraları Aycan, Hamdi, Kasap Bülent ve diğerleri minibüsçüler olarak gidip geldiler Sarıyer-Taksim arasında. Pek çoğu aramızdan ayrıldı. Hepsine Allah rahmet etsin derken, minibüs duraklarının da Kumsal meydanından kaldırıldığını, sadece Baltaliman hattının yan sokak başında kaldığını hatırlatmalıyım.
Kumsal Meydanı ve çevresinin renkli insanları olduğu gibi renkli mekânları da vardı. Örneğin; Salih Efendi’nin kahvehanesi, Kepçe Necdet’in Lokali! Kepçe Necdet yaman bir Sarıyerli. On yıla yakın askerlik yapmış ama doyamadan terhis olanlardan.  Herkese inanır, kahvehanesinde çalışan garsonlara güvenmezdi. Bir gün erkenden birlikte maça gittik. Akşam’a yakın döndük. Kahvenin içine girer gitmez ocağa gitti ve ocakçı ve garson olarak tek çalışan Adıgüzel’e göstermeden bir avuc çay markasını kullanılmış çay markası kutusuna attı. Sonra bana dönüp “Bugün beş altı saat yoktuk, beni bu kadar çarpmıştır” dedi.  Gel de düşünme, gel de gülme! Karşı köşede Burhan Baştimar’ın dükkânı! Sahip değiştirdi ama aynı işi yapıyor sayılır. Çaprazında Namlı Börekçi! Yenimahalle Caddesi üzerinde Terzi Cemal, Ayhan Erman, Yağcı Haydar Öçal ve Sarıyer Muhallebicisi Şakir Efendi’nin  dükkânı!  Daha ileride Arnavut Bakkal!  Karşı tarafında Şekerci İbrahim ve Fırıncı Hasan Efendi, Kurukahveci Şeref! Bu dükkânlar Sarıyer’in nabzının attığı yerlerdi. Elbette ki deniz sahilinde ve diğer sokaklarda da vardı böyle merkezler. Her birine ulaşmak çok zor, kapsam dışına kalır pek çoğu.
Şekerci İbrahim’e ayrı bir paragraf açmak gerekir. Hayatın zehrini içmiş ve kendinden geçmiş bir gayri menkul gibiydi. Ne yalnızlığı sever ve ne de kalabalıktan vazgeçerdi. Kalabalığı görünce coşar, yalnızlıkla baş başa kaldığında mehtabı meze yapıp rakıyı su gibi içerdi. Sonra  ne mi olur?  Elbette ki kendinden geçerdi. Halk şairi idi. Veluttu, hazır cevaptı. Bir gün Dayı Mahmut siyah beyaz renkli köpeği ile karşı kaldırımdan geçerken söyleniyordu:  “Şekerci İbrahim’in gözleri yaşlı/Aman Allah’ım bu kedi Beşiktaşlı”.  Her karşılaştığında Muhtar Şeref Torun’a takılır dalgasını geçerdi “Ulan Şeref Torun/ Nerdedir senin zorun/Ötmez olsun/Arkandaki borun”. Bir gün Berber Recep’te tıraş olurken sular kesildi. Berber Recep yüzünü yıkayamayınca İbrahim hemen hicvi patlattı: “Ey namussuz musluk, ettin bana orospuluk”. Manav Halil’den bir karpuz alır. Halil’e “Aman ha iyi bir şey olsun” der. “İyi” derler karpuzu eline verirler. Dükkâna gidip karpuzu keser. Rezalet! Karpuz  kabak mı kabak; ne renk ve ne de tat. Karpuzu kaptığı gibi Manav Halil’in dükkânına koşar ve fırlatıp yere atarak “Karpuzların oldu dillerde pelesenk/Bunu mu verecektin bana pezevenk” diye bağırır.  Şekerci İbrahim’i yazmaya devam edemeyiz, ziya konu ile ayrı bir çalışmamız var.
Kumsal sahili bilhassa II. Dünya Savaşında önem kazandı. Çocukluk zamanımızda yüzdüğümüz bu sahillerde 1943/1944 yıllarında Alman askeri cesetlerine rastlandı sık sık. Cesetler buradan alınıp götürüldü ve gözden uzaklaştırıldı. Yıllar sonra bu cesetlerin Tarabya’daki Alman Büyükelçiliği Yazlık binasının bahçesinde gömüldüklerini öğrendik ve gidip gördük. Fotoğrafladık, toprakları bol olsun diyelim ve devam edelim.
Sarıyer’in Yenimahalle Caddesi taaa Yenimahalleye kadar sağlı sollu akasya, dışbudak ve çınar ağaçları ile doluydu. Bu durum caddeye ayrı bir güzellik veriyordu. Şimdi cadde yaşını başını almış sıska bir ihtiyar gibi, çelimsiz ve sevimsiz!
Yeni Yol Caddesi şimdi Şehit Mithat Caddesi oldu. Sarıyerli delikanlı Astğ. Mithat Yılmaz, Güney Doğuda vatani görevini yaparken PKK tarafından şehit edildi. Sarıyer Belediyesi de bu genç kardeşimizin adını bu caddeye vererek ismini ölümsüzleştirdi. İyi de etti. Merkez Sarıyer’in can damarı bu caddedir. Eskiden cadde olan Dereboyu Caddesi ile ışıklarda kesişiyor ve tek cadde olarak mezarlıklara kadar gidiyor. Dereboyu Caddesi tabii ki bu birleşmeden darbe yedi ve adı Dereboyu Sokağı oldu. Şehit Mithat Caddesi en işlek cadde! Sağı solu işyeri ile dolu. Hemen her ay bir iki işyeri, işler çok iyi gittiği için (!) iflas bayrağını çekiyor ve %50, %70 ucuzluk yaparak piyasadan çekiliyor! Ama işi iyi olanlar da var. Unutulmasın, geçimini kiraya bağlayanlar gerçekten iş yapacaklardan yüksek kira ödemesini istiyorlar.  İş yapmak isteyen bir iştahla kiralıyor bir iki ay sonra “yandı gülüm keten helvam” diye feryat ediyor.  Hatırlatmayı yararlı görüyorum; bazı işyerleri oturmuş durumda, yılların deneyimi ile başarılı, bir de gırtlağa dayalı işyerleri var onlar da geçiniyor, taksitle satış yapanlar da ehhh! Acaba bu caddeye Bankalar Caddesi mi desek? Hemen hemen her bankanın bir şubesi bu cadde üzerinde! Fazla işyeri yok, fazla iş yok ama her bankanın bir şubesi var Sarıyer’de bu işin içinde bir bit yeniği yok mu?
Sarıyer çarşısı içinde biraz dolaşalım bakalım neler oluyor. Atatürk’ Heykelinin olduğu alana yeni isim verildi ve ismi Atatürk Meydan’ı oldu. Oldu ama ne oldu? Yıllar önce konular ve aslına uygun olmayan bir Atatürk heykeli koydular. Yıllardır değiştirilemiyor. Yahu bir heykel yaptıramayacak kadar fakir mi Belediye? Halk duyarsız, yetkililer sağır, kimse ırgalamaz ne kadar bağırırsan bağır deriz ve yolumuza devam ederiz.  Hemen belirtelim, incik boncuk satanlar bu alana biraz incelikte getirdi.  Ortaköy’e benzerlik arz ediyor gibi ama çok daha eksiği var. İstanbul B.Ş. Belediye izin verirse belki ufak tefek ilavelerle çok daha cazip hale gelir! Anlamadığımız bu alanın cemaatler tarafından nasıl kullanıldığıdır. Üsküdar Belediyesi’nin Sarıyer’de ne işi var? Park Büyük Şehir Belediyesi’nindir de Sarıyer Belediyesini engelle iş yaptırma ama Üsküdar Belediyesine, cemaatlere peşkeş çek! İyi be!  Ohh ne alâ!
Bu mevkide “Benim unutmayın” diye bağıran en önemli müessese Sarıyer Muhallebicisi! O kadar büyük şöhreti vardı ki anlatmakla tanımlanamaz. Ne oldu? Önce Şakir Bey, sonra da Resai dünyadan göçünce, 1928 yılında kurulan müessese genç kuşağın ani kararı ile adeta berbat edildi. Koskoca Sarıyer Muhallebicisi bir hafta da kiralandı ve koca bina Burger King müessesesine dönüştü. Bu Meşhur Sarıyer Muhallebici imajına sert bir tokattan başka ne olabilir. Her ne kadar yandaki binaya Muhallebi ve börek sıkıştırıyorlarsa da eski havası yok ki? Dondurma tamamen terk edildi. Maddi durum tabii ki tartışılmaz işimizde değil ama atçılık yapan Yusuf Göçmen’in sahip olduğu at 2012 Gazi Koşusunu kazanında Sarıyer’e bir ilk getirdikleri için yine de alkış aldılar.
Sarıyer eskiden Balık, börek, muhallebi ile anılıyordu. İki yıldır slogan değişti. “Balık, börek ve bal” oldu. Ne var ki bazıları bu sloganı “Balık, börek, bal ve K1” olarak söylüyor ne demekse! Demek ki unutulmak hiç de iyi değilmiş!
Sarıyer Deresinin üstü 1967 yılında kapatılmaya başlandı. Her dükkânın, her evin önünde bir ağaç vardı. Önce onlar kesilip ortadan kaldırıldı, sonra da derenin üzeri kapatıldı. 1970 yılına gelindiğinde,  dere mezarlıklara kadar kapatılmış oldu. Uzun bir süre böyle kaldı ama birkaç yıl önce derenin geri kalan bölüme de kapatıldı. Bu kapanma ile neler oldu bir bakalım: Sarıyer’in deresinin akışı, Aralık Suyu önündeki ışıklardan değiştirildi ve kumsal tarafına verildi. Bu yanlış. Zira yağmurlar Sarıyer birkaç kez talan etti. Sonra akılları başlarına geldi ve kapatılan derenin bir bölümü açıldı. Derenin yeni akış yolunun değiştirilmesi Mehmet Akif Ersoy parkından verilmesi yanlıştı ve yanlış plan tutmadı,  düzeltilme yoluna da gidilmedi. Deniz seviyesini beş altı metre aşağıdan aldılar. Oysa Sarıyer’in deniz seviyesi top sahasına kadar elli santim bile değil! Hal böyle olunca dere suyu akış yapmadı ve yığılma oldu. Çünkü deniz suyu taaaa mezarlıklara kadar geldi akışı önledi. Sorun üzerine sorun!
Gelin biraz da deniz sahilinde tur atalım. Bakalım neler oluyor. Atatürk heykelinin hemen yanından ilerliyoruz. Balık lokantaları. Asla eski havasında değiller. Millette para yeteri kadar olmayınca dışarıda yemek yiyecek insan sayısı da hayli az oluyor. Dalphin Balık ilk sıradaki lokanta sonraki Kaptan Restaurant! Bu restaurant daha çok eşi dostu ağırlıyor. Her ne kadar ağır müşterileri de varsa da eş dost olanlar daimi! Yanında Aquarius Restaurant var. Biraz daha dışa dönük! Avantajı turist kafilelerine hizmet etmesi! Emine Kav’ın yeri kafeterya havasında! Ancak balık yemeği ağırlıklı! Günlük müşterileri hep belirli insanlar. Kav kafeteryası denildiğinde ayrı bir kültür olduğu ortaya çıkar. Bunu da iyi algılamak gerekir. Yoksa yanılır insan. Burada ve arka kısımdaki iki üç masa feylesofların, dâhilerin, dehaların, teorisyenlerin, profesörlerin, halk okulundan yetişenlerin, boka çomak sokanların, dünyayı yeniden kuranların, günlük yaşamları günün koşullarına göre kuranların yeridir. Tartışma, atışma, bağrışma var, kırılma, darılma, alınganlık etmek yok! Emine Hanım işi iyi götürüyor. Hem titiz ve hem de hoş görülü. Tartışmalara yaklaşımı, katılımı ile de çok başarılı. Kav’ın bitişiğinde Cevat Hoca’nın yeri! Balık madrabazı idi meslek değiştirdi. Hocalığı kingboks öğretici olmasından geliyor. Bir hocadır lafı aldı başını gidiyor… Kendisi de gidiyor. En çok üç dört masalık yeri vardı. Masa sayısı arttıkça arttı. Nerede ise cami önünü tamamen kaplayacaktı, birileri çıkıp “Dur” demiş olacak ki şimdilik durdu. Ama ilerleyebilir, gün iş bilenlerin günüdür. Cami önü, emeklilerin, emekli balıkçı reislerinin, boşta gezenlerin ve o gün için işi olmayanların durak yaptıkları bir yerdir. Buranın da sahipleri vardır. Bunlar konuşur, bağırarak konuşur, sessizce konuşur; hiddetli, şiddetli konuşur ama konuşur. Araya girenler olursa da en çok bağıran her zaman kazanır! Hava budur! Burada da dostluk ağır basar, hiç kimse karşısındakine bu kadar malı mülkü edinirken ne kadar vergi verdir diye sormaz! Hoş sorsalar da yanıt gelmez ya! Sadece köşeyi dön denir o kadar. Hep böyle değil midir? Ben buradaki bir tartışmada, bir arkadaşın verdiği fetvadan İsmet Paşa’nın asker kaçağı olduğunu öğrendim. Adam hem İsmet Paşa diyor hem de asker kaçağı olduğunu söylüyor.  Söyler,  neden söylemesin? Dinleyen olduktan sonra, dilinde kemiği olmayınca söyler durur! Bu işe uzun bir yuuuuuuuhhhhhh çeker yolumuza devam ederiz.
Balıkçılar çarşısı Sarıyer’in merkezi olarak kabul edilirdi. Tarumar edildi. Ne balık satıcısı kaldı, ne de balıkçılar çarşısı. Taşiskele Parkı yeni yapılırken güzel bir balıkçılar çarşısı yapıldı ama uzun ömürlü olmadı belediye tarafından yıktırıldı. Bu ara kulübün kafeteryası da güme gitti. Oysa yıkım emri yoktu. Akıl edilip içerden bir duvar çekilseydi veya ilgililer tarafından ikaz edilseydi kurtarılırdı. Ne oldu bir yıl öyle kaldı, sonra yeni bir kafeterya yapıldı. İtirazlar, ihbarlar gırla gitti. Tanıdık, tanımadık, eş ve dost birçok kişinin ihbar mektubu! Olacak iş mi? Oluyor işte. Ama iş kotarıldı. Herkesin bir adamı olabiliyor!
Sarıyer Spor Kulübü kafeteryası iftihar edilecek bir yer. Denizle iç içe! Çayın demi ve denizin iyot kokusu yeterli oluyor gençleşmeye! Burası bir yerde toplanma merkezi gibidir. Sarıyer dışından hatta yurt dışında gelen müşterileri vardır. Genelde Sarıyer dışından gelenler, ya da Sarıyer’in üst kısımlarından gelenler denize nazır yerlere konarlar. Sarıyerli hanımefendiler ya ilk girişte ilk bölümde otururlar ya de dış kısımda. Yabancı ile yerli halkın birbirine nasıl kaynaştığını görmek burada mümkündür. Hem öylesine bir kaynaşmak ki hayret etmemek elde değil! Kulüp adına Eyüp Odabaşı işletiyor burayı. Büyük paralar masraf ederek yeniledi kafeteryayı. Kışın bile sevimli bir yer haline getirildi. Böyle bir eseri yarattığı için Eyüp Odabaşı’yı, kardeşi Arif’i ve dahi yakışıklı müdürü Semih’i kutlamak gerekir. Buradan kolay çıkmak olmaz deriz. Zira bir iki masa var ki bu masaların etrafına oturanlar hep aynı saatte damlarlar kafeteryaya… Atış serbesttir. Herkes istediği konuşur, bok atar, atraksiyon yapar, kızar-kızdırır, hatta birkaç saatliğine, ya da bir iki günlüğüne darılır ama sonra yine barışır! Çünkü kotarılan olay incir çekirdeğini doldurmaz cinsindendir. Benim bütün günüm burada geçer. Bizi adam yerine koyup da her hangi bir şey için danışmaya, konuşmaya gelenleri burada ağırlar, burada kendilerini bilgilendiririm. Patronu ile müdürü ile garsonu ile kahrımı çekerler… Ama illâki Başkan Tahsin Salihoğlu, lider bokçu Şükrü Denizeri, kardeşim diye şemsiyesi altına aldığı Arif Odabaşı, Saha Komiseri İhsan, Aycan Cep, ekibi tamamlayan Suat ve Hakkı Hoca,arada bir uğrayan Eyüp odabaşı, her gelişinde yeni sloganlarla harikalar yaratan Sakallı Dursun, gırgırın-şamatanın usta ismi Mehmet Salih Aslan,  Arif ile at başı yarışan Mikro Mustafa  (Torlak) kafeteryanın unutulmazları… Diğer masalar da yabana atılmaz ama neyse bir iki daha tadat edelim: Gazcı Selim, Karga İbrahim, Kamil, Hüseyin Balaban, Hoca Basri Çamçakal, İzzet Atkoşturan ve bir diğer grup; Dr. Mehmet Bayraktar, Tayfun Girit, Kenan Kethüda, Eyüp Şengün, Burhan Salcı,  ve diğerleri… Bu ekiplerde süper isimler, unutulmaz senaryolarıyla Şükrü Deniz Denizeri, Tahsin Salihoğlu Gazcı Selim! Hemen hatırlatmalıyım bu işte yerel olarak en ilerde Tahsin Salihoğlu ile Gazcı Selim ama uluslar arası alanda ise Şükrü Denizeri, Eyüp Odabaşı at başı yarışıyor, Canko Erdoğan’da onlara yetişmeye çalışıyor. Bize de seyretmek düşüyor!!!
Buradan arka tarafa geçelim. Yeni açılan Find Table Cafe Recep Yıldız ile eniştesinin oğlu İsmal Deniz’in. Maaile çalışıyorlar. Hayli masraf ettiler, iyi tesis kurdular inşallah kazanır da rahatlarlar. Sarıyer’in böyle bir tesise ihtiyacı vardı. Yerine getirdiler ama bir isim koydular ki rezalet. Yahu nereden çıktı Find Table Cafe! Nargile İçenler Meclisi deseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Neyse! Bitişiğinde Nuri Baba Balık lokantası, o da iyi! Yanında Puplic kafeterya. Oturdu, gençlerin rağbet ettiği bir yer oldu. Onun yanında yeni bir tesis: Cafe Saraylı! Kumsal Meydanı’nda Hacı Hızır’ın yerindeydi. Para ağır gelince “Çık” denildi, o da isteği yerine getirdi çıktı ve yeni bir yer açtı. Kayıkçı Ahmet’in çocuklarının işlettiği yerin altı yedi metre karesi tapulu diğeri vakfın yeriydi, önce tapulu yeri aldı sonra da vakfın yerini kiraladı ve kafeteryayı açtı. Tutar mı? Tartışmaya bile gerek yok, çünkü işin ehli bir insan Saraylı İsmail. Hele şu ramazanı bir atlatalım, gider çayımızı yudumlar, hal hatır sorarız.
Saray Arkasına fazla dalmaya gerek yok. Çünkü fazla bir değişiklik yok. Tek önemli değişiklik Sarayın üç bölümünün de teker teker aynı kişi tarafından satın alınmış olması!
Urcan Balık Lokantası’nın ana binası da artık yok. Kardeşlerin kıyasiye mücadelesi sonunda elden çıktı.  Sonunda bina müthiş bir şekilde yenilendi ve Mc Donalds ‘ın şubesi açıldı. Hayırlı olsun.  İstanbullular artık Taş Taskele parkına balık almak için gelmeyecek…  Sarıyer’in namlı madrabazları artık balık satışı için mezada giremeyecek. Girse ne çıkar ki? Yok ki böyle bir imkân ve böyle bir mekân! Belediye Başkanı Şükrü Genç hiç olmaz ise kışlık dört beş tezgâhlık bir yer yaptı ise de tezgâh sahipleri tezgâhları hoyrat kullanınca, gereken temizliğe ve çevrenin derli toplu olmasına riayet etmeyinc e tezgâhları kaldırmak zorunda kaldı. Belki de iyi etti. Çünkü bazen iyilikten maraz doğuyor. Yaranmak ve beğenilmek zor! Bakalım bu yaz sonu ne yapacak? Tezgâhları yine koyacak mı?
Sarıyer’in küçük limanı daha ziyade barınağı çok eski ve önemli bir tarihi eserdi. 1999 da tarihi eser olup olmadığına bakılmadan yerle bir edildi ve liman biraz büyütüldü. Peki ne oldu? Büyük balıkçı teknelerine Palamar bağlama yeri yapıldı sanki. Tüm balıkçı tekneleri orada, nefes almak adeta izne tabi!
Sarıyer’in önemli tarihi eseri Ali Kethüda Camii! Her ne kadar Sultan II. Mustafa döneminde yapıldığı söyleniyorsa da denk gelmiyor. Sultan III. Mustafa Dönemine denk geliyor. Kim yaptırmış olursa olsun 400 yıllık tarihi bir cami. Çok ışıklı, bakımlı, sevimli ve göze hoş gelen bir camii idi. Hacı Ömer vefat ettikten sonra bakım yapılamadı. Çünkü para yatıracak hayırsever çıkmadı. 1999 da gelen bir zelzele sonrasında minare 20-25 derece, gövde 25-30 derece yana yattı. Nihayet üzerine gidildi, onarım izni çıktı, çalışılıyor. Cami karşısında bir duvar çeşmesi. İsmi Mesut Ağa çeşmesi ama halk dilinde Abbas’ın çeşmesi olarak biliniyor. Çeşmeyi 1639 da Mesut Ağa yaptırmış ve kitabesini de yazdırmış. Fırıncı Abbas 1947 yılında çeşmeyi onarınca ve kitabeyi de hazne kısmına almış ve yerine yeni kitaba yazdırınca çeşmenin ismi de “Abbas’ın Çeşmesi” olmuş. Bu çeşmenin bir başka ismi de “Üç Lüleli Çeşme”dir. Suyu devamlı üç ayrı lüleden akardı. Üç lüleden yanlardaki iki lüle duruyor ama su akışı yok. Orta lüleyi kaldırdılar musluk taktılar. Musluktan su akışı var. Yenimahalle Caddesi üzerinde Sarıyer’in tarihi hamamı! Hamam 1600’lı yıllarda yapılmış, vakfedilmiş sonra da nasıl oldu ise Hamamcıoğlu ailesinin eline geçmiş. İşletmecisi Mustafa Korkmaz. Hamamın önünde büyük çınar ağacı, hamamın duvarlarına zarar verince kesme yoluna gidildi. Hayli uğraş verildikten sonra kesildi. Önceki tespitlerimiz bu çınar ağacının yaşının 200-250 civarında olduğu şeklindeydi. Ne var ki, Mustafa Korkmaz’ın oğlu Hasan’ın bana gösterdiği bir Sarıyer fotoğrafında bu ağacın bulunmadığını gördük. Fotoğrafta hamam, çarşı ve cami görünüyor ama ağaç yok! Fotoğrafçılık Türkiye’ye 1852 de geldi. O dönemde fotoğraf çekilmiş olsa bile ağacın yaşı tespitlerimize uymuyor. Oysa fotoğrafın çekiliş tarihinin 1910-1915 tarihleri arasında olduğu kanısı güçlü. Hayret değil mi? Ne kadar da anormal gövde yapmış ağaç.
Sarıyer’in simgesi tarihi Karaköy-Sarıyer börekçisi de iflas bayrağını çekti. Hasan Efendi’nin küçük oğlu Hüseyin para saymasını unutmuş olduğundan anormal borca girmiş ve bir günde müessese elden çıkmak üzere iken kendisine yeni yeni ortaklar aramış ama borçlar ortakların cebinde patlamış. Koca müessese elden çıktı, ortaklar perişan, Hüseyin meydanda yok! Meşhur börekçiyi eski çalışanları satın almış az bucuk toparlanmış, çalışıyor… Ayrıca iki Ekmek fırını! Biri devamlı sahip değiştiriyor. Abbas’ın fırınına üst üste yeni sahipler geldi. Yine de Sarıyer fırınları iyi ekmek çıkarıyor. Bir yeni değişiklik ise pastaneler. Sarıyer’de sayısını bilemediğimiz kadar pastane açılışı yapıldı. En yenisi Dilek Pastaneleri Sarıyer Şubesi! Torpilli olmalı ki önüne İstanbul B.Ş.B. tarafından Cep ve geniş tretuvar yapıldı. İleride solda Göze Pastanesi. Şehit Mithat Caddesi üzerinde Paşa Fırını, Şuşoğlu ve Pamuk Pastaneleri. Hava öldürücü sıcak olmasa da sokak aralarına dalsak, belki de bir iki pastane daha bulabiliriz.

                              
Şehit Mithat Caddesinde dolaşırken Ömer Bölekler’i anmadan geçmek yanlış olur. Rahmetli babası Yaşar ile annesi Sevim arkadaşım. Ömer ise Sarıyer sevdalısı! Çok zengin bir Sarıyerli fotoğrafları arşivi var. Keşke kitap haline getirse de doyasıya yararlanabilsek! İkinci özelliği ise işi icabi bütün dünyayı deniz yolu ile dolaşması. Sarıyer’in Evliya Çelebi’si desek yeridir.
Sarıyer yeni bir cami kazandı. Adı “Sarıyer Yeni Merkez Camii” (2010) Temeli 2003 de atıldı. Az buçuk kabası yapıldı, minaresi çıktı ve birkaç yıl kaldıktan sonra Şükrü Genç Belediye Başkanı olunca el attı ve beş altı ay içinde Cami tamamlanarak hizmete açıldı. Modern, sevimli ve kullanışlı bir cami! Allah yardımcı olanlara, maddi ve manevi yardımda bulunanlara yardım etsin. Caminin önü park! Eskiden burası dar bir sokaktı. Bir iki dükkân ve Kalyoncuların nalbur deposu vardı. Şimdi büyük bir park! Daha çok işçi, emekli ve inşaatçıların oturduğu bir Park olduğu için Şabinkarahisarlılar Parkı da deniliyor bu parka! Dilin kemiği yok, herkes bir şeyler söyler. Onlar söyler, duyarsak biz de yazarız, işimiz bu! Park ilk firesini verdi. Parkı temizleyen ekipte yer alanlardan biri olan Belediye Çalışanı temizlik yaparken kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
Sarıyer Yeni Merkez Camiinden bahsederken bir parantez açmayı yararlı görürüm. Caminin karşısında Sarı Baba türbesi var. Türbenin üstünde Eski cami lojmanı. Tabii aile oturuyor. En iyisi bu türbeyi buradan kaldırarak Yeni camiin önündeki müsait alana koymak! Yanına ikinci bir mezar yeri hazırlayıp Şekerci İbrahim’in kemiklerini de büyük mezarlıktan alıp bu mezara defnetmek yerinde olur. Malum İbrahim sağırdı, kulağında pille çalışan bir alet vardı. Biri Sarı Baba, biri Pilli Baba olur! Belli olmaz ne zaman hak emri gelir bilinmez? Bir boş mezar yeri daha hazır bekletilirse iyi olur! Zira ölmemiz halinde ki bekleyenlerin sayısı hayli fazla, bizde oraya gömülürüz. O zaman üç çeker Sarıyerliler: Sarı Baba, Pilli Baba, Balcı Baba diye… Türbe penceresinden para atılır, kapısına, penceresinin korkuluklarına havlu, mendil bağlanır; kapısı önünde öteberi satılır ve iyi de gelir sağlanır! Birileri de geçinip gider. Neyse latifeyi tadında bırakalım. İşimiz Sarıyer’de dolaşmak! Tura başlamadan yeni camiin yetkili din görevlilerinden de bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Açılıştan bir süre sonra Necati Akpınar Hoca imam olarak görevlendirildi. Çok deneyimli ve çelebi bir insan! Kazancı Yokuşundaki Camide Yahya Efendi Dergâhında ve Hacı Osman Camiinde görev yapmış. Uzun bir sürede Almanya’da din görevlisi olarak bulunmuş. Emekli olunca etrafı boşalmış ve bu iş yani emeklilik benim işim değil diyerek yine imamlık görevine dönmüş. D aha uzun yıllar devam etmesi isteğimizdir. Diğer görevli yani camiin kadrolu imamı Yaşar Çırak. Erzurum İspirli. Kırıkkale’den gelmiş. İyi hazırlamış kendisini. Halim selim, söz dinleyen ve sözü dinlenir bir din adamı. Öğrenmek ve öğretmek gibi iyi meziyetlere sahip! Girdiği sınavları kazanarak hazır hale geldi ve bir süre sonra Avrupa’ya din görevlisi olarak gitmek için yelken açabilir.  Eski Camiden de bahsetmek yerinde olur tabii. Bu Cami Ali Kethüda Camii olarak bilinir. İstanbul’un sayılı ışıklı camilerinden biridir. Ama yeteri kadar onarım görmediği için bakıma muhtaç. Yapılan çalışmalar gösteriyor ki birkaç ay sonra cami ibadete kapatılabilir ve onarıma başlanır. Camiin sorumlu imamı Mahmut Kuzudişli!  Müezzini ise İbrahim Egil.
Sarıyer İsmail Akgün Devlet Hastanesi yerli yerinde! İyi kötü hizmet veriyor. Ne var ki eski verimliliği yok gibi bir havası var! Doktorlarla ilgili son çıkan yasa nedeni ile uzman doktorlar arasında boşalma olmuş! Dr. Mehmet Salman emekli olduktan sonra Sarıyerlilerin yükünü Dr. Mehmet Bayraktar omuzlamış ama o da yasa nedeni ile emekliliğini isteyince zorluklar başladı. Duyum yerinde ise yeni hastane Kibrit Fabrikasının bulunduğu alanda yapılacakmış. Bu da iyi! Sarıyer Belediye Başkanlığı iyi bir iş yaptı ve bir anlaşma ile köşedeki küçük ama dört katlı binayı hastaneye verdi. Çok iyi hizmet veriliyor burada.  Hastanenin karşında kokoreççi var. Yanında dar bir koridor ileriye açılıyor. Burada trafo var. Aslında burada büyük bir alan bulunuyordu. Çok önceleri burası yazlık sineme olarak  da kullanıldı. Aslında köylerden gelen köylülerin at ve at arabalarını park ettikleri bir alandı. Sahibi de Belediye ya da hazine! Ama ne var ki etraftaki binaların sahipleri, pasta yer gibi koca alanı parça parça yiyip bitirdiler. Bir el atılsa olaya koca arsa çıkar ortaya! Yahu unutmadan kayda geçelim, ne olur ne olmaz! Hastanenin önündeki banklar, kendilerini adeta boşluğa terk etmiş bir kısım kişiler tarafından işgal edilmiş. Bütün günlerini burada oturarak lak lakla geçiriyorlar. Yahu bırakın buraları sıra bekleyen hastalara, sizin ne işiniz olur burada! Çekin gidin! Kahvehane var, çay bahçesi var, parklar var, var oğlu var. Ne zevk alıyorsunuz burada oturup akşamı yapmaktan? Hele eski Sarıyerlilerin burayı tercih etmesi tuhaf!
Dereboyu sokağına geçersek karşımıza Atalay Eczanesi çıkar. Örnek bir eczaneydi! Hangi ilacı ararsan bulmanız imkânı vardı. Ama AKP nin ilaç politikası nedeni ile her eczane gibi üst üste darbe yiyince ilaç bulundurma imkânı da kalmadı. Zira hastalara “Yok” dememek için bulundurduğu ilaçlardan o kadar zarar etti ki toparlanabilmek için iki binasını satmak zorunda kaldı. Diğer eczaneler de farklı değil. Atalay Kaban Sarıyer’in eşrafından, öyle kabul edilir, öyledir de!  Bağırsa, çağırsa, kızsa, küsse de “Yok”, “Hayır” diyemez kolay kolay! Çünkü güç koşullar altında bugünlere geldiğini bilir, ona göre hareket eder. Eczanenin arka kısmında özel oturma ve çalışma bürosu var. Eskiden yolgeçen hanı gibiydi. Giren çıkan belli değildi. Bunun da çok zararını görüyordu. Şimdi yine var, ama daha derli toplu, çok daha intizamlı ve disiplinli! Kendime çeki düzen verdim diyor, doğrudur diyoruz. İşte bu büro da Sarıyer’deki partilerin mücadelesi tartışmaları yapılır. Seçimler, adaylıklar, başarılar, başarısızlıklar burada tartışılır, burada yönlendirilir ve buradan icazet alınırdı. Şimdilik biraz pasif görünüyor, ama ileride yine eski konumuna gelebilir. Bekle-gör!
Hani Sarıyer Market’te iyi gidiyor.  İş disiplini iyi uygulanınca iyi şeyler meydana çıkıyor. Maşallah Sarıyer Market’i n yönetimini İhsan Korkmaz babası İsmet’ten devraldıktan sonra müthiş atılım yaptı ve yeni açtığı marketlerle, market sayını hayli fazlalaştırdı. İhsan Korkmaz’ın ofisinin iki önemli konuğu var. Biri Osman Yıldız diğeri Ceyhan Avcı! Burada da kural her yerde olduğu gibi Ceyhan’ın her istediğinin yerine getirilmesi! Mal gelişinde hele kahvaltılık alınıyorsa Ceyhan’ın payı unutulmaz. Eğer promosyon bir seyahat varsa, gidecek ilk isim yine Ceyhan Avcıdır. Dizkapağında bademcik olunca ameliyat edilmesi zorunlu oldu ve bu da yine promosyonla yapıldı. Şimdi iyi, keyfi yerinde!
Sarıyer Market’in yanında Yazıcı Market! Küçük ama sevimli, tertemiz bir yer. Babadan esnaf Hüsnü yazıcı! Sütten ağzı yandığı için açılmamayı hatta büyümemeyi prensip edinmiş. Kanaatkâr, riske girmektense az ama öz kazanmak evladır diyenlerden. Maaile çalışıyorlar. İyi de ediyorlar. Sosyal yanı çok! Hiç üşenmedi aile şeceresini çıkarabilmek için Selanik’e bile gitti. İstediğini de yaptı ve 300-350 yıllık bir şecere çıkarmayı başardı. Hemen her gün bir kez uğradığım hal hatır sorduğum, dertleştiğim bir yer!
Osman Yıldız’ın yeri Yalçınkaya Sokak’ta. Malum Osman sigortacı! Her işi sağlam tutar, noksan iş yapmaz, titizdir ama öyle bir kazık yedi ki bu hatayı nasıl yaptığını hala anlamış değil! Yıllarca ödediğini zannettiği vergileri on onbeş kat fazlası ile yeniden ödeyerek devlet bütçesine katkı sağladı. Ama yıllardan beri yanında olan kadim dostunu da kaybetti. Zira kazık atan bu dostuydu! Osman’ın sabah kahvaltıları kaçırılmaz. Pek davet yoktur, bilenler ve duyanlar gelir, ama garibanlarda unutulmaz. Muammer, Erol, Namık ve Ümit gibi! Zira onların ayrı özellikleri vardır. Osman da geçimin kolayını buldu. Mehmet’in yerinde yeni açtıkları mescitte imamlık yaparak teravih namazı kıldırarak, cerre çıkmış imamlar gibi parsayı topluyor. Ne yapalım Kolay gelsin deriz ve yolumuza devam ederiz. Oğlunun da tiyatro da hızla ilerlediğini, iyi eserler verdiğini de biliyoruz. Hayırlısı deriz.
Bu cadde üzerinde Pide-Ban müessesesi var. Kaptanoğlu kardeşler icra-i faaliyet ediyorlar. Alt katta Karadeniz pidesi yapılırken, üst katta yine Karadeniz ağırlıklı yemekler veriliyor. Lokantaya girişte müdür masasının yanındaki masa Hayati’ye ait. Bu masada oturanlar yer-içer gider. Bir kuruş ödemezler.  Bu masayı Hayati Kaptanoğlu misafirleri için kullanır. Deyim yerindeyse Hayati Ağa’dır. Yani lider konumundadır ama tüm işleri çeviren kardeşi Haşim’dir. Haşim takımın antrenörü ve ruhudur. Her tür organize ona aittir, bir dediği iki olmaz. Hesap-kitap adamıdır. Onun da hastalığı Giresun ve Görele fotoğraflarını biriktirmek! Antika biriktirmek de bir başka meraklarıdır Kaptanoğlu kardeşlerin. İsteyen Çayırbaş’ndakiİ Pide Ban’a gider görür!
Dereboyu Sokak ileride Şehit Mithat Caddesi ile birleşir. Buradan devam edelim. Bu cadde üzerinde hazin olan olay Sarıyer’in ilk marketlerinden olan Yazıcı Market’in bir süre yıldız yıldız parlaması ve sonrada birden bire ticaret hayatından silinip gitmesidir. İyi ki Hüsnü Yazıcı ortaklıktan ayrılmış yoksa o da perişan olacaktı. Oktay Yazıcı, marketçiliği iyi bilen bir iş adamı idi. Nasıl oldu da batıp iflasa gitti kimse anlamış değil. Hele ailenin tüm mal varlığının elden çıkması, tefecilere gitmesi akıl alacak gibi değil ama her halde bunu Oktay Yazıcı ancak doğru yanıtlayabilir. Olan ailesine oldu. Ayrıldılar, durum berbat! Yazık diyoruz ve devam ediyoruz dolaşmaya! Soruyoruz haklı olarak: Patronluktan taksi şoförlüğüne düşmek var mı? Neden olmasın akılsız başın cezasını ayak çeker!
Karşı tarafta Canlılar Pasajı! Alt kat işyerleri, üst katlar konut. Binanın ağababası Av. Fikret Canlı’ydı. Sarıyerlilerin ağabey, canlı tarihi ve Sarıyer S.K.nün kurucusu Fikret Bey yaşlanmayı ve hatta ölümü hiç aklına getirmeyen “Neden ölecekmişim” diyen bir insandı. Ama bana da “Ölürsem lütfen ilgilen mezarımı falan ayarla” demişti. Sarıyer Mezarlığında kendisine yer bulamadık. Devreye Salih Acarel Paşa girdi ve Uskumruköy Şehitlik mezarlığında bir yer bulundu kendisine. Yaptırdığı mezarlığını sağlığında! Mezarlığı aldıktan sonra çok fazla yaşamadı. 90 ncı yaş günü pastasını kestikten sadece bir iki saat sonra odasına gidip yattı ve bir daha kalkmadı! Allah’ın işi ne diyelim. Onu da kalabalık bir cemaatle son yolculuğuna uğurladık. Allah rahmet eylesin. Fikret Bey’de şanssızdı. Oğlu Murat duygusuz çıktı. Babasına ısrarla torununu göstermeyerek ıstırap çektirdi. Ya malı mülkü? Orayı karıştırmamak gerek, zira ölüm hak miras helal anlayışı ile hareket etmeyi bildi. Neyse bütün bunlar aile içi şeyler.
Canlılar Pasajını geçelim ve Akademi Kırtasiye önünde durup içeri girelim. Akademi Kırtasiye’yi kuran Sami Çerci… İş hayatına iyi girdi, başarılı oldu. Ama bir yerde ihmalkâr bir diğer yerde fazla atak olunca aile içinde bir süre kara kedi girdiyse de fazla devam etmedi. Ama yaşamı da uzun olmadı. O affetmeyen hastalık yakasına yapıştı ve altı ay gibi kısa bir sürede ahret âlemine götürdü kendisini. Dükkânı kırk yıllık esnaf, çok deneyimli tezgâhtar gibi hanımı Kadriye Çerçi mükemmel yürüttü. Yanında çalışanı Songül ile mükemmel ikili olarak ve çok başarılı oldular. Kadriye Hanım, “Yeter artık, yoruldum” deyince yılların dükkânını devrederek ticaret hayatından çekildi. Artık kendi hayatını yaşayacak. İki çocuğu var ikisi de kendilerini kurtarmış durumdalar. Biri sineme ve tiyatro sanatçısı. Bu sıradan devam edersek ilerlemeye peş peşe dükkânları arkada bırakırız. Erimli Kırtasiye çoktan kapattı dükkânı. Giyim kuşama döndü. İyi götürüyorlar. Onu da geçtiğimizde Pamuk Pastanesinin yeni binasına taşındığını görürüz!  Mükemmel bir bina, mükemmel bir dizayn, nefis çeşitler. İş güzel, ciro da güzel olmalı. Özlem’e mi sormalı acaba? Tövbe, tövbe! Yahu onun bunun kazancından bize ne be! İş olsun, torba dolsun işte! Karşı tarafta Sarıyer Belediyesi Kültür Sarayı! Altta nikâh salonu! Her gün on onbeş kişinin nikâhı kıyılıyor burada. Kim bilir belki de çoğu gencin başı burada belaya giriyor? Öyle ya Başbakan en üç olsun der, Belediye Başkanı Şükrü Genç Atatürkçü çocuklar isteriz der de, yeni evlilerin başı belâya girmez de ne olur? Binanın üst katları çalışma odaları, toplantı salonu ve küçük de olsa bir tiyatro salonu… Bu salonda bir iki panelde konuşmacı olarak katılmak nasip oldu. Sarıyer Spor Kulübünü, Sarıyer’i, Sarıyer’de Edebiyat ve Edebiyatçıları tanıtma konusu bana düştü. Bunu da yerine getirdim. Her halde iyi geçti ki hayli etkilenen olduğunu gördük! Neyse biz yine çarı içine dönelim ne varsa orada var.
Şehit Mithat Caddesinde Stüdyo Cafer! Yani Foto Cafer her zaman ilgi alanımız oldu. Gerek Cafer, gerekse eşi Emine Hanım Sarıyerliler için can dost.  Çalışma arkadaşları Nazım, Büyük Emre, Küçük Emre ve Lale Hanım! Hepsi de sevimli ve cana yakın insanlar. İşyerine girdiğinizde kendinizi evinizde hissediyorsunuz. Şaka , şamata gırla. Ama iş de o denli ciddi ve temiz. Yeni gelen her hangi bir kimsenin bir haftada yoldan çıkmaması demek o adamın mangal yürekli olması demektir. Nazım ile B. Emre’nin benzetmelerine, sıcak-soğuk meze gibi esprilerine can dayanmaz. Biz alıştık rahatız! Benim görevim dükkâna girince öpmek ve el öptürmek! Hadi hayırlısı diyoruz yola devam ediyoruz. Ama şunu da belirtmek isterim. Her gün Foto Cafer’e uğrayıp imza atmakla yani ispatı vücut etmekle görevliyim. Yoksa tanımazlar bizi!  İleri de Türk Hava Kurumu! Bina kurumun, yeni yönetim toplantı yerini bir üst kata taşıdığı için artık eskisi gibi sık gitmiyorum. Çünkü merdiven meselesi… Malûm ya damar rahatsızlığımız var, sten takılı, dikkat etmemiz gerekir. Ama olabilecek işlerimizi yine Alev Hanım geciktirmeden yapıyor. Kurum eskisi gibi değil, iyi işliyor. İsmail Yılmaz’ın sultasından kurtulduktan sonra, Yusuf Şen ve Refik Kesek’in birkaç yılı bulan çalışmalarından sonra yeni bir yönetime kavuştu! Başarılar diliyoruz ve devam ediyoruz. Büyükdere dondurmacısının Sarıyer Şubesi. Küçücük bir dükkân ama nefis dondurması için meraklılar kuyruk oluşturuyor. Bu demektir ki damak tadını bilenler var! Devam ederiz yolumuz. Köşe başında Mudurnu Tavuk! Yıllar önceydi arka kısımda oturup tavuk yiyelim dedik “Olmaz” dediler. Israr ettik “Peki” dediler. Suat ile beraberdik. Siz misiniz yiyen. Bizi gören geldi. Yer yok millet ayakta yemeğe başladı. Nihayet akılları başlarına geldi ve hemen arka tarafı küçük de olsa salon haline getirdiler. İş mi? Sorma maşallahı var hayli iyi! Allah daha çok versin diyor dışarı çıkıyoruz. Köşe başında İş Bankası! Sevdiğimiz delikanlılardan biri var orada Kıvanç Ekinci. Güler yüzü ile işimizi kolaylaştırıyor, bizi de bankaya bağımlı hale getiriyor. Hemen çıkıyoruz.   Az ileride kuyumcu İsmet Köseoğlu, oğlu Oğuzhan ile birlikte hizmet veriyorlar. İşleri iyi, sevdiklerinden seviliyorlar. Yardımseverliklerine de diyecek yok. Sağ olsunlar diyoruz.  Birkaç kuyumcu daha! Karşı, kaldırıma atladığımızda eskilerden kalan fazla bir şeyler yok. Her şey yenilendi. Hatta birkaç yıl hamsi tava satan Özcan Baba bile ayrıldı buradan!  Arka sokaklarda işimiz yok, pek uğramayacağız ama Kaymakamlık binasının da Sarıyer’den alındığını, Ferahevler’e götürüldüğünü kaydetmek isteriz. Şimdi koca binada ve alt katında iki memur, üç doktor görev yapıyor. Kaymakamlık Sarıyer’den, Adliye Büyükdere’den gitti. İnşaatı biter bitmez Belediye de Poligon’daki yeni binasına, Kültür merkezindeki Nikâh Dairesi de Derbent’e gidecek. İşte o zaman Büyükdere, Büyükköy, Sarıyer’de Sarıköy’e dönüşecek.
Tarih yazmıyoruz, sosyal bir araştırmada değil yaptığımız. Amacımız Sarıyer içinde bir tur atmak ve anılarımızı gördüklerimizle birlikte tazelemek. O nedenle “Simas’tan Sarıyer’e” isimli kitabımızda olduğu gibi dalmıyoruz her sokağa, her eve;  her kaldırım taşına birkaç kez basmıyor, tek tek merdivenleri saymıyor, akla geleni yazıyoruz. Orta çeşme caddesine daldığımızda binalar yine eski binalar ama işyeri sahipleri değişti. Güvenal- 1 Kasap yerli yerinde, Güvenal- 2 bu kez karşı tarafta. Bu cadde üzerinde tek değişmeyen İz-El Elektrik! İzzet Atkoşturan yıllarca önce açtı dükkânı devam ettiriyor. Kimseye de keyif bağışladığı yok. Dükkânı eski DYP dergâhı gibi bir şey. Belirli insanların uğrak yeri: İbrahim Akkemik, Gazcı Selim, Basri Hoca, Hüseyin Balaban, Kamil, tesisatçı Sait, Kuru Sami ve daha birkaç kişi! Burası dergâhtır demiştik ya, burada da ayrı bir dünya vardır.  İşle şakayı bir arada yürütebilmekte bir hünerdir! Bunu da İzzet çok iyi yapıyor. Yeni Camiye yardımda noksanı yok, fazlası var sağ olsun. İbrahim Akkemik devamlı kendisine iş çıkarmaktan geri kalmazken, Gazcı Selim’de ikide bir takılır “Parasız iş olsun da ne olursa olsun İbrahim gider” derken kahkahalarla gülerek ilavede eder “Aaaa siz Basri Hoca’yı tanımazsınız. O’nun kadar Atatürk’ü seven yoktur”… Atatürk’ü sevmeyen nankördür dediğim de kahkaha koptu. Demek ki cahil kalmışız. Selim’in dediği Atatürk, kâğıt paralarmış meğer. Yani Hoca’nın parayı çok sevdiğini söylüyormuş. Selim bu söyler. İz-El’de hemen her gün en az bir kez uğramadan edemeyiz, alışkanlık ve çay içmek var. Şimdi ramazan pas geçiyoruz.  Ortaçeşme Caddesi adeta Şebinkarahisar çarşısı gibi! Mağazalar, dükkânlar ve işyerleri sahipleri Şebinkarahisarlı, Suşehirli! Bu sırada camcı da çok ama işi iyi götüren Camcı Ali’nin çocukları… İşleri iyi, malzemeleri iyi bir de verme adetleri olsa daha iyi olacak! Akılları fikirleri hep almakta! Bir de Allah rızası var, işte bunu bilmiyorlar! Yılların Sarıyerlisi Şekerci İbrahim vefat ettikten sonra oğlu Akif evden dışarı pek çıktığı yok. Görsem de tanıyacağımı zannetmiyorum, zira en az yirmi yıldır görmedim, belki de daha fazla!  Adnan Özcan bu binanın üst katında oturuyor ondan öğrendim evden çıkmadığını. Adnan sendika genel kurulunda kazık yiyip seçimi kaybettikten sonra ev çocuğu oldu. Hanımının dizi dibinden ayrılmıyor! Selçuk’un onarım görmesi gereken utları olmasa belki de evden dışarı çıkmayacak! Çukurçeşme yerli yerinde suyu yok. Sami Canel bir gayretle berbat olan mermerlerini yeniletti. Nostalji olsun kâfi dedi. Oysa Sami ile biz nostalji olacak yaşa geldik farkında değil. Ama gerçekten derim ki, o yaşa rağmen müthiş hareketli ve işe meraklı.  Çeşmenin karşısında Numan Uzun’ların evi… Babaları Ali Reis, kardeşleri İhsan, Burhan, Anaları velhasılı kelam sağ kalanları sadece kızlardan ikisi. Nezahat ve Nebahat ablalar. Onlar da Sarıyer’de değiller. Ev ise satıldı, yenilendi. Az ileride Naile Sağlam Kızılay Dispanseri. Çok uzun yıllardan beri hizmet veriyor. Müştemilat binası bir harika! Birde yenilenebilse örnek bina olur. Arkalara doğru uzandığımızda fazla bir değişiklik yok. Hidayetinbağı çok önce kamulaştırıldı park yapıldı.  Ağaçlar hayli büyüdü, nerede ise eski hüviyetine kavuşacak. Karşı da Osman Kaptan’ın bahçesi! Bahçe çoktan gitti, otopark yapıldı çalışıyor. Derme çatma! Yahu izin verilse de katlı otopark yapılsa ve Sarıyer’in sorunları çözülse olmaz mı? Bu zihniyetle olmaz!
Burayı geçtikten sonra mezarlıklara ulaşırız. Eğriye eğri, doğruya doğru! AKP iktidarının en iyi yaptıkları iki şeyden biri cenaze işlerindeki rahatlık ve mezarlıkların düzenlenmesi, bakımı! Tebrik etmekten başka bir şey elimizden gelmez. Oy vermek gibi bir hataya düşmeyiz her halde!  Birinci mezarlık yeni mezarlık! 1960’lı yıllarda yapıldı. Hani biz çok akıllıyız ya! Bugün alırız, yarın alırız derken atı alan Üsküdar’ı geçti ve biz yayan kaldık. Mezar yeri bile alamadık. Bu mezarlığın iki ziyaretçisi var. Biri günde en az iki kez uğrar! Tahsin Salihoğlu, elinden gelse hanımı ile birlikte ölüp gömülmek isterdi. Ama istemekle olmuyor ki. Sabah, öğle ve akşam! Yolu üzerinde olduğu için mezarlığa uğrar Yasin okur, Fatiha okur “Amin” der.  Her dem taze olan çiçekleri sular, okşar, mezarı temizler.   Çalışanlar dört gözle bekler gelmesini. Mutlak bir şeyler getirmiştir, yiyip içecekler.  Yedirip, içirecek sonra dalgasını geçecek. Her gün birkaç kişiyi hastaneye gönderir, birkaç kişiyi öldürür! Birde Komiser İhsan var. O da hanımını iki yıl önce toprağa verdi. O da haftanın üç beş günü mezarlığa uğrayanlardan. Mezarlıkları geçerken yeni bir duyum aldığımızı da belirtelim. Misafir Mezarlığı olarak bilinen okul tarafından ki mezarlığın kaldırılacağı söylentisi var! Ne derece doğru zaman gösterecek. Kaldırırlar çünkü açılan Tünel için yeterli yol yok!  Bizim mezarlık burada Ağabeyim ve Annem var!
Sarıyer deresinin üzerinin kapatıldığını yazmıştık. Kapatılma olayı Hünkâr Suyu dönemecine kadardı. Ne zaman Tünel açılması olayı için çalışmalar başlandı, dere de Çırçır’ın ilerisine kadar kapatıldı. Koca koca cadde ve yollar yapıldı. Tünel’in resmi açılışı yapılmamasına rağmen trafiğe açıldı. Arap saçı gibi olan, insanı kahrettiren Sarıyer çarşı içi trafiği de büyük ölçüde rahatladı. Tabii eksiği var, tamamlanması gerekir! O nu da yaparlar, bekleyen görür!  Tünel açıldı ama Sarıyer esnafının da canı hayli yandı. Zira eski işler tarihe karıştı!
Sokaklara dalıp çıkmakla bazı kişi ve olayları hatırlarız. Hastanenin yanından Dursun Fakih Sokağa  daldığımız da eski Sarıyer’i yaşar gibi oluruz. Dar sokak, birbirine bitişik binalar, cumbalar, ahşap doğramalı evler vesaire! Her ne kadar kaçak-kucak bazı binalar gözle kaş arasında yerle bir edilip yerlerine beton yığını binalar yapıldı ise de yine de tarihi dokusunu koruyor bu sokak. Dursun Fakih Sokakta ticari olarak nasibini aldı ve evlerin giriş katları ticarethaneye dönüştürüldü. Bunu ilk başlatan Bakkal Rıfat Efendi idi (Altaş). Ekmekçi Rıfat Efendi de derlerdi kendisine. Bakkalı halka kredi veren banka gibiydi. Çünkü veresiye defteri hayli şişkindi. Doğruluk abidesi olarak yaşamını tamamladı. Rıfat Efendi’den sonra aynı sokakta bu kez geçmişin Artist Haydar’ın   (Karaer) dükkân açtığını unutmayalım. Hacı Müezzin Mehmet Raci Efendi’nin varislerinden aldığı evin giriş katını antikacı dükkânı olarak kullandı, kullanıyor yıllarca. Yaşı doksanı geçti. Maşallah zıpkın gibi! Oğlu Caner her sabah Show TV de haberleri sunarken, kendisi evin kapısı önünde oturup eski günlerini hatırlamakla meşgul. Yüzden fazla filmde figüran olarak rol almış, polis olarak en babayiğit kanun adamlığına soyunmuştur. Artist Haydar uzun ömürler diliyoruz ve ilerliyoruz.  Sonra Mazlum Uysal ve Yüancü Eşref Saruhan’ dükkân açtılar, öyle de devam etti. Hakkı Paşa Konağı iyi değil, beni onarın diye bağırıyor ama nafile kim yatırım yapacak!  Melih ve Semih kardeşler bekâr olarak burada ömür tüketmekteler. Melih ağır hastalıktan iyi yırttı. Ona da sağlık ve uzun ömürler. Bu konağın karşısında Kocamazların konağı! Uzun bir süre önce ikiye bölünmüş, yani iki kardeşe paylaştırılmış. Sonra da satılmış ikisi de!  Herkes bir tarafa savrulunca Mustafa Kocamaz da soluğu İzzet Baysal Huzurevinde aldı.
Sarıyer’in Arap Mahallesine gitmiyoruz. Yok böyle bir mahalle çünkü! 5 Ekim 1923 teki büyük Sarıyer yangınında bu mahalle kül oldu. Neden Arap Mahallesi diye sual edilecek olursa deriz ki: Afrika’dan çeşitli nedenlerle Türkiye’ye kaçırılarak getirilmiş Arapların/Zencilerin  yoğun bulundukları yerlerdir. E yüp’te, Aksaraş’d, Beşiktaş ve Üsküdar’da da vardı Arap Mahalleleri. Sarıyer’de hala d aha Arap Mahallesi sakinlerinin kalıntıları var. Her birine asari antika, yani tarihi eser dersek de olur. Sarıyer Arap Mahallesi sakinleri büyük yangından sonra dağıldı. Pek çoğu değişik yerlere gittiler. Kalanlar 3040 aile kadardı. 1960’lı yıllara kadar 10-15 ailede kaldılar. Günümüzde sadece üç beş aile var. Örnek verecek olursak. Selim Yağız ve Samim Yağız, kız kardeşleri Selin var. Arap Hayrullah’ın çocukları olarak yaşamlarını Sarıyer’de sürdürüyorlar. Arap Ebe’nin, yani Hikmet Ebenin çocuğu Postacı Arap Fikret öldü ise de hanımı, kızı, oğlu Sarıyer’deler. Her biri Sarıyer’in tarihi eser kalıntıları olarak kabul edilebilir.
Başlamışken bazı kişileri tadat etmeye Sarıyer’in genç Profesörü Prof. Dr. Mithat Baydur’dan da bahsetmek isteriz. Sarıyer çocuğu Mithat Baydur, dedesinden gelen okumuşluğu devam ettiriyor. Atatürk’ün ünlü maarif Vekili (Bakan) Dr. Reşit Galip Bey, dedesidir Mithat Baydur’un. O dedesinin şöhreti ile değil, kendi başarısı ile öğünmek ister şüphesiz.
Dernekler toplumun dinamiğidir. Bunu kabul ederiz zira aksini ispat edecek gücümüz yok. Olsa ne yazar ki! Sarıyer’de en önemli dernek Sarıyer Spor Kulübü’dür. Her türlü siyasi görüşün dışınadır. Görev alanlar hizmet için geliyor, siyasilerden de yararlanma yollarını arıyorlar. Bundan tabii bir şey olmaz. Ama yine de ağza alınmayacak şekilde, yaptıkları hizmete destek verenlere çatanlar var. Ne yapalım böyle şeyler de oluyor, olacak da! Sarıyer S. K. Sarıyer’in ismini İstanbul’da, Türkiye’de değil Yurtdışında bile duyuran bir büyük dernektir. O nedenle her Sarıyerlinin sahiplenmesi gerekir.
Asla hafife alınmaması gerekir Sarıyer Spor Kulübü zira 25 çalışanı, 30 profesyonel futbolcusu, 10 teknik elemanı ve ayrıca 150 den fazla amatör futbolcusu ile bir büyük işletmedir. Üç büyük binası, iki halı sahası ve antrenman yaptığı kendisinin de olmasa (Sarıyer Belediyesine ait) iki çim antrenman sahası ile örnek bir kulüptür.  Her teknik eleman Sarıyer’de görev almak ister, profesyonel çok futbolcunun gıpta ettiği bir kulüptür. Sarıyer S. K. bünyesinden 30’ dan fazla antrenör ve teknik direktör  çıkmıştır. Sezon başı görev alan kim olursa olsun, kendilerine sıranın gelmesini bekleyen teknik elemanlar vardır ve hepside apikoda beklerler.
Diğer dernekleri sayarken Sarıyerliler Derneğini yani SA-DER’i öne alırız. 1992 de kuruldu, o günden bu yana başarılı bir şekilde çalışmalarını devam ettiriyor. Sarıyer kazası içindeki dernekler arasında taşınmaza sahip olan tek dernek olmanın gururunu yaşıyor. Üç beş dalda faaliyetleri var. Zaman zaman aksamalar oluyorsa da o kadar kusur kadı kızında da olur diyoruz. Başkanı 15 yıldan beri Hayati Kaptanoğlu. Gerçekten çok emeği var. Takdir etmek lâzım! Destek verenlere de tebrikler deriz ve devam ederiz.
SA-DER ile aynı binada Sarıyer Atatürkçü Düşünce Derneği var. Başkanı Fahrettin Serdaroğlu. Bizde üyeyiz. Çağırdıklarında gideriz toplantılara, bir şey gerekirse yaparız. Fahrettin Hoca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiye sahip! Onun da başı Tahsin Salihoğlu ile dertte. Zira küçük yönetim odasından biraz büyük yere taşınamadığı için anlaşamıyorlar. Tahsin Bey masrafın bir kısmını ben karşılarım diyor, Fahrettin Hoca ye sen ölürsen biz ne yaparız, nasıl karşılarız diyor ve konu kapanıyor.  Sarıyerli Sporcular Derneği. Merkezi Yenimahalle Caddesi üzerinde! Fazla bir faaliyeti yok, sadece bir araya geliniyor. Sarıyerli Taraftarlar Derneği çok iyi niyetle kuruldu, gazete bile çıkardı ama sonuçta kişilerin egolarına ve hırslarına mağlup edildi ve gerçek havasından uzaklaştı. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Sarıyer Şubesi Zekeriyaköy’de. Mensupları çok faal kimseler, çoğu hanım. Hele başkanları Gül Hanım, mükemmel bir hanım ve çalışkan. Sarıyer Taşiskelesi Balıkçıları Derneği çok iyi niyetle kuruldu, zar zor yaşamaya devam ediyor ama her halde bu sıralar yaşamı sona erer. Çünkü genel kurulu bile toplayamıyor. Zaten son dört beş yıldır Arif Odabaşı tarafından tek başına yönetiliyor. Eskiden çok faal olan Sarıyer Avcılık ve Atıcılık Kulübünün şimdi yerini bilen yok! Sarıyer Ali Kethüda Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği, Sarıyer Yeni Merkez Camii Derneği ve hemşeri dernekleri ile birlikte pek çok dernek var Sarıyer merkezde. En hareketli derneklerden biri de Sarıplatform Derneği. Hayli etkinlikleri var.  Dernekleri de bir kenara bırakır, biraz eskiye anılara ve unutulmaz olaylara dönelim. Bakalım neler olmuş?
Sevdalar vardır çeşit çeşit! Her sevda bir büyük hastalıktır, acıyı, elemi beraberinde getirir. Sevdanın mutlulukla sona ermesi, ölü bedenin diriltilmesi kadar zor bir şeydir. Günümüzde Hz. İsa yok ki körü görür yapsın. O mucizeyi göstersin! O halde sevda beraberinde ölümü getiren vazgeçilemeyen esarettir. Yakalanan yanar. Aynı Güllüpeştemallı Esat gibi. Yani bir diğer lakabıyla Gülle Esat gibi!
Gülle Esat ile Mualla Sevda ateşine yakalandıklarında en güzel çağlarındaydılar. Sarıyer’de uçan kuş bile gıpta ile ikiliyi izliyordu. Bu kadar inandırıcı ve bu kadar masum bir sevdanın sonunun neye varacağını da merak etmiyor değillerdi. Birkaç yıl devam etti sevdaları. Sonra askerlik durumu çıktı ortaya. Gülle Esat bir an evvel askere gitmeyi ve gelince de sevdası ile evlenmeyi kafasına koymuştu. Görüştüler anlaştılar ve askere gitti Esat. Bir zaman sonra Sarıyer’de Canlı Balıkta bir düğün. Mualla’nın ailesi de düğüne davetli! Mualla gitme yanlısı değildi düğüne ama ailece gidilince o da gitti. İlerleyen saatler her şeyi değiştirdi. Bir yakışıklının dansa davetine olur vermesi her şeyi batırdı, berbat etti. Bir iki üç derken, geç saatlere kadar dans etti Mualla yakışıklı subayla. Güzel sözler ve referanslara karşı koyamaz oldu. Bir ürperti girdi içine! Demek ki aşk buymuş diye düşündü ve Esat’ı aklına getirmeden bu subay ile arkadaşlığını devam ettirdi. Artık aklında Esat yoktu, yeni bir sevdaya yelken açmıştı. Esat terhis olup geldiğinde her şeyi öğrendi, inanmak istemedi. Israrla Mualla ile görüşmek istedi. Nihayet “Peki” dedi Mualla bir araya geldiler. Esat durumun ne olduğunu öğrenmek istedi. Mualla ters yanıtlar verdi, evlenmelerinin söz konusu olamayacağını bir başkasını sevdiğini söyledi. Esat’ın ısrarlarının yararı olmadı ve böylece bu sevda sonlandı. Evet! Sonlandı ama sonu nasıl oldu? Esat birkaç gün sarhoş gibi gezdi, sonra sevda denizinde kaybolduğunu, denizin derinliklerinde aklının yittiğini hissetti. Artık hisleri kaybolmuştu, biç bir şey görmüyor, duymuyor, hissetmiyordu. Tek şeye odaklanmıştı; yaşam niye? Yaşamak kimin için? Bir gün evden amaçsız bir şekilde çıktı. Yalınayaktı, üzerinde kısa kollu bir mintan, bir de pantolon vardı. Hızla yürüdü evin önünden sonra kurşun hızı ile koşmaya başladı. Yarış atı yetişemezdi Esat’ı. Hem koşuyor hem de “Ben ölüyorum, ben yandım” diye bağırıyordu. Bu hızla sokak aralarından geçti. Tanıyanlar bir anlam veremedi. Ter saçlarının dibinden fışkırıyor ayaklarından sızarak toprağı ıslatıyor. Bu hızla dereyi geçti. Çarşı içindeki son köprüyü geçtikten sonra deniz kıyısına doğru koştu. Kızaklar ve çekekler arasından mani atlar gibi geçti ve “Ben ölüyorum, ben öldüm, ben yandım” diye bağırarak denizin soğuk sularına bıraktı kendini. Aslında çok iyi yüzerdi. Ama denize atlamış bir daha görünmez olmuştu.  Sanki ısrarla denizden çıkmak istemiyordu! Sabahçı kahvesinden tanıyanlar koştu ve denize atlayıp çıkardılar Esat’ı. Esat tanınmayacak gibiydi. Çok su yutmuştu… Ama nefes alıyordu, hemen hastaneye kaldırdılar. Esat adeta kurtulmak için değil, ölmek için mücadele ediyordu. Sonuçta ancak bir iki gün yaşatılabildi ve Sarıyer’in yakışıklı delikanlısı Sevdasına yenik düşerek ruhunu teslim etti. Mualla da Sarıyer’i terke etti.
Sarıyer’e sevda denizi denmesinin bir nedeni de bu tür olaylar olmasıdır. Daha önce de böyle bir olay olmuştu. Sarıyer’in çarşı içinde ve bugünkü Güvenal -1 Kasabın bulunduğu binada oturan Basmacı ailesinin kızı Rahile 12 ya da 13 yaşlarında idi. Okuldaki öğretmenine sevdalandı. Öğretmeni temiz duyguları ile her öğrenci gibi Rahile ile de ilgileniyordu. Ama Rahile bunu başka anladı ve öğretmenine sevdalandı. İki-üç yıl devam etti. Karşılık göremedi. Annesi babası kızlarını hasta sanıp doktorlara götürdüler çare bulamadılar. Rahile için günler sayılıydı. Odasın kapanıyor saatlerce kalıyor, yemek bile yemiyordu. Nihayet bir gün en yeni elbiselerini giydi, makyajını tamamladı, aynanın karşısına geçip seyretti kendisini doyasıya ve sonra da evdekilere görünmeden çıktı. Çarşı içinden Taşiskeleye doğru yürüdü. Balık satıcıları, Sarıyerli esnaf Rahile’yi gördüler ama bir anlam veremediler bir genç kızın erkeklerin yoğun olduğu Taşiskele’ye gelmesine!  Rahile’nin gözleri kimseyi görmüyordu. Yürüdü, yürüdü, yürüdü! Görenlerin şaşkın bakışları arasında Taşiskele’in en uç noktasına kadar gitti. Biraz soluklandı. Sağa sola baktı ve ilk kez giydiği yeni ayakkabılarını çıkarıp bir kenara koyduktan sonra kendini denizin soğuk sularına bıraktı. İntihar etmiş, sevda ateşi ile birlikte yok olup gitmişti.  Bütün Sarıyer çalkalandı ve nihayet odasındaki an defteri her şeyi açıkladı: “Öğretmenime sevdalandım ama söyleyemedim. O da anlayamadı. Madem sevda ölümle biter, istedim öyle olsun”.
İşte Sarıyer ‘de tur atarken bütün bunları da yaşamak zorunda kalıyor insan. Ne yapalım mademki gezip dolaşarak Sarıyer’i yazacağım, bu tür olayları da kayda geçmekten geri kalmayacağım.
Her gün uğradığımız yer Taşiskele’dir. Küçük liman biraz büyütüldü. Artık etrafta kızak ve çekek yok. Dolaysıyla küçük sandal ve kayık yok. Olanlar da kayık değil büyük tekne. Bir bölümü de gezi tekneleri. Büyüğü var, küçüğü var. Bu teknelere Arif Odabaşı kumanda ediyor, malumda dernek başkanı. Ama 2012 de dernek faaliyetleri askıya alınmış durumda, bu nedenle sözü de geçmiyor gibi! Gezi tekneleri hemen her gün, tabii ki müşterisi olduğunda Büyükliman plajına adam taşıyorlar. Hiç masraf yapılmadan gelir getiren bir yer. Her ne kadar sahibi varsa da sahiplerin etkileri yok. Zira askeriye burada hâkim. Taşiskele işgal altında. Zira büyük balıkçı tekneleri, her biri 35-40 metre ya da daha büyük. Limanın mendireğini işgal etmişler. Dört-beş tekne yan yana geldiğinden başka, ikinci sırada yapılıyor böylece işgal tamamlanıyor. Sarıyer’in liman tarafı, kumsal tarafı boğazı yeteri kadar göremediği gibi rüzgârdan da yararlanamıyor. Yenimahalle tarafından ise Sarıyer vapur iskelesi, Büyükdere, Kireçburnu, Tarabya ve Yeniköy taraflarına görme imkânları olmuyor. Zira tekneler perde örmüş oluyorlar. Durumdan herkes şikâyetçi ama sahipleri eş dost olunca şikâyetler kendi aralarında kalıyor. Fazla bir şey söylemeye gerek yok. Balıkçılar için düşünce her yer onlarındır.
Balıkçılık ve balıkçı Reisleri! Artık eski reisler meydanda yok. Hepsi çekilip gittiler bu dünyadan. Alamana kayıklarının direklerine çıkarak sabaha kadar deniz-domuz demeden balık arayan, gördüğünde mola eden reisler yok!  Genç reisler var. Onlar balık görmezler, gerek görmezler görmeye. Olar için teknoloji yeterlidir. Her balıkçı takımında iki üç çeşit radar var. Radar balığı gösterir, reislere balığa mola etme düşer…  Tek tek reisleri saymaya gerek yok. Genç reislerin hepsi de işini bilen reisler. Balıkçılıkta teknoloji o kadar ileri düzeyde ki yakaladıkları balıkların tüm gelirini teknoloji için yatırsalar yine de yetmez! Yine de bir iki takım saymak gerekirse; Habib Reis (Yavuz ve Habib Reis), Coşkun Kardeşler (Pomak İbrahim ve Şaban Reis)),  Denizer(İsmail Kurşun), Hacı Orhan Çınar (Murat ve Haldun Reis), Nursu (Muhsin ve Ahmet Reisler), Osman Çınar (Sinan ve Kenan Reisler),  Torlak Reis- 2 (Migro Mustafa ve Cemal Reis), Torlak Kaptan (Yunus Reis), Torlaklar- 2 (Ömer, İlyas, İbrahim Reis), Hacı Ahmet Reis (Bülent ve Maksut Reis),  Avcı Kardeşler (Ömer ve Metin Reisler) ve diğerleri…
Sarıyer’de küçük balıkçılıkta var. Uzatmayla giderler, volicilik yaparlar, trolla avlanırlar, olta ile geçimlerini temin etmeye çalışırlar. Saymaya kalksak yeni bir kitap yazmak gerekir. Ama çok meşhur bir oltacıdan bahsetmek isterim. İnceiş Ahmet (Demircan)oltacılıkta ismi Sarıyer’in dışına çıkmış adeta efsane haline gelmiş bir yaman oltacıdır. “Denizde balık olsun, Ahmet onu bulur alır” derler. Kendisinden bu kadar emin bir oltacı az bulunur. Balık nerede kendini gösterirse İnceiş Ahmet oradadır. Balığı tespit ettiğinde aylarca başından ayrılmaz. O nedenle evinden çok kayığında yatmıştır. Böyle olmasaydı bütün İstanbul oltacıları ona “Efsane Oltacı” der miydi?  Yenimahalleli Erol Darcan da iyi oltacılardandır. Kendisinden emin bir oltacıdır. Ekmeğini iğnenin ucu ile kazandığı için, hemen her gün balık peşinde koşar. Denizde çaparisine, oltasına ne takılırsa onu alır ve geçimini temin eder. Başka yok mu elbette ki var. Hele palamut mevsiminde oltacıların sayısı çok daha fazla olur. Çünkü en kolay oltacılık, palamut çaparisi ile yapılan oltacılıktır.
Balıklar da nazlandı mı ne? Sarıyer kıyılarında yengeç bile yok. Orkinos Sarıyer dalyanlarının en çok yakalanan balığı idi o da kayıplarda! Neden acaba? Neden olacak balık neslinin tükenmesi için çevre kirliliği, deniz kirliliği, yanlış avlanma, yasak dinlememe, trol çekme gibi ne kadar yanlışlık varsa hepsi peşi sıra yapılıyor da ondan! Bunu da geçelim, uzmanı değiliz ki! Ama şunu da belirtelim: Anlı şanlı reisler der ki: her gün binlerce kişi olta avcılığı yapıyor. Bir kişi bir kilo balık tutsa, on bin kişi on bin kilo balık tutar ki bu da büyük kayıptır. Balığın tükenmesine yol açar! El insaf deriz, kendilerine yonttuğunu belirterek başka konuya geçeriz.
Her yerin dedikodu kumkumaları vardır. Sarıyer’de yani merkez Sarıyer’de de bolca bulunur. İşleri güçleri geleni-gideni, eşi-dostu, cananı-canı, yarı-yaranı çekiştirmektir. Hele konu siyasetçe hangi siyasi yelpazede yer alıyorsa en başarılı o dur. O siyasi partinin karşısında olan vatan hainidir. Enteresan olan her yerde olduğu gibi bir masa etrafına toplananların parti münakaşaları daima AKP aleyhinde olur. Verip veriştirirler, demediklerini komazlar ama sandığa gittiklerinde kazanan yine AKP olur. Nasıl oldu diye sorulduğunda muhataplar pişkin pişkin güler ya da susar hiç oralı olmaz!
Sarıyer’de nerde ise eski Sarıyerli kalmadı desek yeridir. Zaman zaman cenazeleri geliyor. Bir tane tanıdık yok gelen yakınları arasında. Soruyoruz öyle öğreniyoruz eski Sarıyerli olduklarını. Zamanında terk etmişler Sarıyer’i, öldüklerinde getiriyorlar ve aile kabristanında toprağa veriliyor. Sarıyer’i son terk edenlerden biri de Arnavut Ziya (Erimli). Kızlarının hasretine dayanamamış ki Eyüp’e transfer etti.  Aydan aya geliyor, ev kirasını alıyor yine Eyüp’e gidiyor. Yaşı da 88 yani dalya demeye çok kalmadı, sağlığı sıhhati yerinde.  Agamaca Mustafa (Saka) Maşallah o da 89 ya da 90. Dipçik gibi! Sağlıklı ve yaşama savaşında iddialı. Her zaman ki güler yüzü ile hatır sorar verir selâmını gider. Kayıplardan biri de Deli Sait (Canel). İki hanım eskitti. İkisi de meme kanserinden gitti son yolculuğa! İşe bakın ki ikisi de aynı memeden hasta oldular, aynı şekilde gittiler. O da Deli Sait’in şanssızlığı. Deli Sait de rahatsızlığını yenemedi… Yürümeye gücü olmayınca huzurevine yatırıldı. Orada günlerini tüketeceğe benziyor. Gidip ziyaret ediyoruz aklı başında, tanıyor, konuşuyor, şakalaşıyor ama yürüyemiyor. Ne yapalım yapacağımız fazla bir şey yok!  Bir duble rakı içse kendine gelecek ama!!!  Geliyoruz bir diğer Sarıyerliye Munto  ya da Fofo Mustafa (Kocamaz). Daha önce biraz bahsettik, o da huzur evinde! Hanımlardan da var huzur evinde gün sayan! Allah ne huzurevlerini eksik etsin ve ne de insanlarımızı bu evlere muhtaç etsin. “Amin”  deriz ve devam ederiz ama Poyrazlı İsmail Dayı’yı da unutmayız. Yaş 96 hala aklına kumanda ediyor, sağlığı, sıhhati yerinde.
Sarıyerli pek çok hanım patron var. Kadriye işini tasfiye etti gitti. Hülya Cömert, onca ağır darbe yemesine karşın şirketini kurtarmayı bildi. Yine işinde iddialı ve devam ettiriyor. Arkadaşımız Kanlı Adnan’ın kızı. Mükemmel tahsil etti. Üniversite bitirdi, evlendi ama iyi gitmedi ayrıldı, İşini kurdu, toparlandı çok iyi duruma geldi. İkinci evliliği Sarıyerli Adnan’la yaptı! Hay Allah kahretsin keşke yapmasaydı bu evliliği! Adam koca değil, düpedüz dolandırıcı çıktı ve el altından yaptığı atraksiyonlarla hanımını çok güç durumlara düşürdü. Milyarlarca borç bırakarak ortadan kayboldu, hala meydanda yok! Matematikçi olan Hülya Hanım, bozulmadan, güçlükleri yenerek, pek çok mal varlığını kaybetmesine rağmen hem borçlarını ödedi ve hem de şirketini kurtardı. Kızı Birsin üniversite okuyor, inşallah bahtı açık olur. Emine Kav da iyi götürüyor işi. Bir dizi yeniliklerle başarıya koşuyor.
Devam edelim yürümeye, bakalım kimlerle nelerle karşılaşırız. Aklımıza basın geldi, yani yerel basın. İlk dergiyi biz dört arkadaş 1953 de “Öz Sarıyer” adı ile çıkarmıştık. Sonra yıllarca suskun kalındıktan sonra Sarıyer Spor Dergisi, onu takiben Sarıyerli Taraftarlar Derneği’nin Beyaz Martı Dergisi çıktı. Daha sonraları ise aylık Sentez Gazetesi yayın hayatına başladı. Hayli tuttu. Bilahare Sarıyer Haber, Sarıyer, Sarıyer Manşet, Sarıyer Posta yayın hayatına girdi. Yerel basın dışında dergi olarak da birkaç dergi çıktı ama devam etmedi…  Yerel basın diyerek küçümsememek lazım. Zira hayli etkin oluyorlar. İşi, olayı, haberi kovalıyor, gündeme ulusal basına da konu oluyor, bilgi veriyor. Yerel basında hayli etkin kalemler var. Bunlardan birkaçı Sarı Basın kartı sahibi: İrfan Terzi, Tuncay Dağlı ve Ümit Sanlav. Diğer yazarların önemli bir kısmının akademik unvanları da var. Allah sayılarını artırsın.
Tadı olmayan bir olayı anı olarak aktararak Sarıyer’den çıkalım. Efendim bir gün Kulüp kafeteryasında bir gurup arkadaşım “Simas’tan Sarıyer’e” isimli kitabım üzerinde konuşurken yanlarına gittim. Oturmadım, ayakta dinlemeye koyuldum. Yandaki masada beş altı Sarıyerli Hanım var.  Kafeterya’nın devamlı müşterilerinden! Onlarda hararetli hararetli konuşuyorlar. Masa başında olan bir hanım (Y) bana dönerek “İbrahim Bey, İbrahim Bey” diye seslendi.  Onlara doğru döndüm, devam etti konuşmaya “İyi bir kitap yazmışsın ama Sarıyer’in İ…. lerini yazmamışsın. Onları da yaz!” Tabii şaşırdım, yüzüm kızardı ama yanıt vermeliydim. Anladım kadınların hepsi de kafayı çekmiş sarhoşlar.  Cevap verdim “Tanımıyorum ki, kimi nasıl yazayım?” . Kafası kıyak ya oda yanıt verdi “Ben hepsini biliyorum, hele sen yazmaya başla ben sana anlatırım” kurtulmam lâzımdı, hemen uzaklaştım. Bu hanım her halde utanmış olacak ki aradan sekiz on sene geçti bir daha Kafeterya ya gelmedi. Demek ki bazı erkeklerden canı fazla yanmış!
Alınmaya, kızmaya, darılmaya hakkımız yok. Zira mademki yazarız, yazıyoruz. Araştırmacı diyorlar, araştırıp doğruları bulmaya ve kamuoyu ile paylaşmaya çalışıyoruz o zaman her şeyi normal karşılayacağız. Ne yapalım, herkesin meşrebi de peşrevi de ayrıdır.
Sarıyer değişti, hem de çok değişti. Çok değil on beş yirmi yıl önce evden dişarı çıktığımda deniz sahiline gelene kadar en az on kişi ile selamlaşıyor, merhabalaşıyor ve hatır soruyorduk. Şimdi ise iki üç tanıdığa rastladığımızda memnun oluyoruz. Sarıyer değişik yörelerden müthiş göç aldı. Hem yaşam, hem kalite değişti. Nerede ise herkes birbirinden rahatsız ve herkes tedirgin! Yine de ayrı bir havası vardır Sarıyer’in, hastalık ve ölüm kalım halleri olduğunda; mutlu bir gününde konu komşu yalnız bırakmaz, sana eşlik ederler, dert ortağı olurlar. Bu özellikleri iledir ki hala Sarıyer’de eski havayı solumak mümkün oluyor.
Ne olursa olsun Sarıyer, Sarıyerlilerin değilse de Sarıyer dışından gelenlerin gözünde bir cennet bahçesidir. Çok değil bir hafta evvel, Kafeteryada toplu olarak oturuyorduk. Kelli felli bir adam kafeteryaya geldi! Hem yürüyor ve hem de telefonla konuşuyor “Aman Yarabbi nereye geldim. İlk defa Sarıyer’e geldim cennetle karşılaştım. Deniz sahili harika, liman, sandallar, tekneler, masmavi bir deniz, boğazın karşısı yemyeşil, rüzgâr püfür püfür esiyor. Yahu ne duruyorsunuz Sarıyer’e gelin…” İşte böyle bir yerde yaşıyoruz. Sarıyerliler olarak bir değerini bilmiyorsak da yabancılar biliyor ya!
Sarıyer’i eksiği ile fazlası ile yazmaya çalıştım. İyi kötü bir şeyler meydana geldi. Sırada diğer semtler var. Onları da yazmaya devam edeceğim. Bakalım bu ayaklar nerelere kadar sürükleyecek bizi.