18 Haziran 2014 Çarşamba

KADIN KAHRAMANLAR SELANİKLİ AYŞE HANIM


Osmanlı Devletinin son dönemleri, Balkanlar kaynar kazan. Devlette istikrar yok, siyasi ortam berbat, huzursuzluk almış başını gidiyor, orduda başıbozukluk velhasılı her yerde kaos. Balkan Savaşı böyle bir ortamda patladı. Birinci Balkan Harbi yenilgisi, Edirne ve Trakya’nın bir kısmının Bulgarlarca işgali Osmanlının kara günleriydi. İkinci Balkan Savaşı hemen peşinden geldi. Bu kez düşman püskürtüldü, Trakya düşmandan ve Edirne işgalden kurtarıldı. Balkan Savaşları süresince çok can yandı. Onca subay, onca asker şehit oldu. Şehit olanlardan biri Selanikli Ayşe Hanımın kocası binbaşı rütbesinde aslan gibi bir subaydı.

Artık eşi yoktu Ayşe Hanım’ın iki çocuğu ile baş başa kalmıştı. Karalar bağlasa da çocuklarını en iyi şekilde yetiştirecek ve vatana millete yararlı olmalarını sağlayacaktı. Ama hiç de beklediği gibi olmadı… Kendini iki çocuğu ile birlikte savaşın içinde buldu.

Selanikli Ayşe Hanım kısa boylu, esmer, sevimli ve güleç yüzlü bir kadın. Kocasının şehit edilmesi üzerine kendisini vatanın kurtarılmasına adamış iki oğlu ile birlikte Kuvayı Milliye saflarına katılmıştı. Artık milis askerdi ve devamlı erkek elbisesi giyiyordu.

Osmanlı Devleti son günlerini yaşıyordu. Çanakkale Zaferi kazanılmasına rağmen yenik sayılmış, Sevr Antlaşması sonrası İstanbul işgal edilmişti. Bununla yetinilmemiş İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan gibi düşmanlar devletler, ülkenin değişik şehirlerini işgal etmişlerdi. İzmir’in işgalini Aydın’ın işgali takip etmişti… İşler tamamen sarpa sarıyordu…

Ayşe Hanım şehit eşinin intikamını almak için çırpınıp duruyordu. Nihayet karar veriyor ve kıymetli eşyalarını satarak silah alıyordu. Artık Ayşe Hanım ile iki oğlu silahlı çetecidir. Ayşe Hanım Aydın’ın işgali üzerine çetesi ile birlikte dağa çıkar. Düşmanla savaşır durur kısa zamanda ismi duyulur. Demirci işgalinde Yunanlılara karşı cephe tutar ve müthiş direniş gösterir ama yüreğinin yarısı olan büyük oğlunu şehit verir. Artık kini ve intikam duygusu daha da büyür. Ana yüreği dayanamaz denilse de ne olursa olsun dayanacaktı; eşinin ve oğlunun intikamını alacak, ülkesinin düşman işgalinden kurtulması için mücadelesine devam edecekti. Öyle yaptı ve çetesini dağa çıkanları yanına alarak çoğalttı.

Ayşe Hanım yaman bir savaşçıdır. I. İnönü ve II. İnönü Savaşlarına katılır. Bu savaşlarda küçük oğlunu da şehit olur. Arka arkaya yapılan İnönü Savaşlarında büyük yararlık gösteren Selanikli Ayşe Hanım, orduya başvurarak çetesi ile birlikte görev istedi. Bu istek ve gösterdiği başarı üzerine kendisine Milis Üsteğmen rütbesi verilerek çetesini de Müfreze yaptılar. Selanikli Ayşe Hanım artık Müfreze kumandanıdır ve artık Süvari üniforması giymektedir.

Ayşe Hanım durup dinlenmek bilmez. Sakarya Savaşına katılır. Günlerce süren bu savaşta erkeklerle omuz omuza savaşır ve düşmanın büyük kayıplar vermesine katkı verir. Üsteğmen Selanikli Ayşe Hanım bu savaşta kasığından yaralanır, bir süre tedavi olduktan sonra tekrar müfrezesinin başına geçer ve savaşa devam eder.

Büyük Taarruza da müfrezesi ile katılan Selanikli Ayşe Hanım Mürsel Paşa’nın komutası alındaki birlikte yer alır ve kahramanca dövüşür. Büyük taarruz zaferle sonuçlanır. İzmir’e giren birlikler içinde Selanikli Milis Üsteğmen Ayşe Hanım da vardır ama yaralıdır. Zira İzmir’de girişte sol bacağı kırılmış ve hastanede yatırılarak tedavi edildi. Tedavisi yapıldıktan sonra görevi başına dönen Selanikli Milis Üsteğmen Ayşe Hanım’ın hakkında düzenlenen raporda;

“Kocasının intikamını almak için mücevherlerini satarak tüfek ve asker elbiseleri aldığı ve de hiç çekinmeden Milli Mücadeleye katıldığı, başarılı olan hizmetleri sebebiyle de terfi ettirilip binbaşı yapıldığı” yazılıdır.

İstiklal Madalyalı Milis Binbaşı Selanikli Ayşe Hanım savaş sonrasında “Altuntac” soyadını aldı. Ankara da Merkez Bankasında odacı olarak çalıştı ve 1942 yılında vefat etti.


GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK! -26-( Diğer Yerler)



Sarıyer’i dolaşmaya eski yerleşim bölgelerinden başlayacağımı planlamıştım. Nitekim bu plan dâhilinde baştanbaşa Sarıyer’i dolaştım. Gerçekten zevkle okunan hoş bir seri yazı meydana çıktı. Okuyanların gösterdiği ilgi mutluluk vericiydi. Çok güzel tepkiler aldım. Okurlar biraz da kendilerini metin içinde arar olduklarını belirttiler. Doğrudur! Bunu,” Simas’tan Sarıyer’e “ kitabımızda da yaşamıştım. Okur,  metin içinde kendini bulamazsa bir an için “neden” dese de, bizzat kendisi neden olmadığını anlamakta gecikmiyor. Bu seri yazıda da aynı şeyleri görür, hisseder oldum!

                Sarıyer’in eski yerleşim bölgeleri dışında yeni yerleşim bölgeleri de var. Bu bölgelerden bahsetmemek bana hayli burukluk verdi. Neden bunları da programa almadım düşüncelerini kendi nefsimde kurcalarken, gelen istek ve öneriler beni bir toplu yazı yazmaya itti! Sonunda karar verdim ve oldu olacak kısa ve öz olsun ama bu yerleşim bölgeleri, bu semtler de yazılmış olsun dedim.

                Tetkik edilirse görülecektir ki Reşitpaşa çok yeni bir yerleşim bölgesi değil. Kuruluşu yüzyılı aşıyor bu nedenle Reşitpaşa’ya ayrı bir sayfa açmam gerekiyordu ama düşünemedim. Dolaysıyla da pas geçmiş oldum.  Belki hatadır ama hatayı yapan insan kendisi olunca telafi etmekte ona düşer diyerek sarıldım kaleme! Bakalım neler var Reşitpaşa Mahallesi ile diğer yerlerde!

                REŞİTPAŞA                                                                                                                                                                      İsminden de anlaşılacağı gibi Mustafa Reşit Paşa yabana atılır kişi değil. Osmanlı siyaset tarihine damgasını vurmuş bir büyük devlet adamıdır. Büyük ve hatırı sayılı bir devlet adamı olur, üstelik paşa da olursa elbette ki zenginliği, malı mülkü de olacaktı. İşte bu Mustafa Reşit Paşa’nın bir de büyüklüğü vardır. Bu nedenle de kendisine Büyük Mustafa Reşit Paşa (1800-1858) denilmiştir. Bu anlı şanlı paşa devlet hizmetinde büyük başarılar göstermiş ve yükseldikçe yükselmiştir. Paşalığı bir yana dört kez Paris Büyükelçiliği, üç kez Diş İşleri Bakanlığı ve altı kez de Sadrazamlık yani Başbakanlık yapmıştır. Dedik ya önemli devlet adamlarından biridir. Yenilikçi yanlısıdır. En önemli işlerinden biri köleliği yasaklaması, Tanzimat-ı kurması ve Gülhane Hattı Hümayunu’nun ilan edilmesidir. Eeee bu kadar büyük işleri başarı ile yapan insana da elbette ki “Büyük” ismi yakışırdı.              

                İşte Reşitpaşa Mahallesi bu Reşit Paşa’nın büyük arazisi (koruluğu) üzerinde kuruldu. Böyle olunca da mahalleye Reşitpaşa Mahallesi adı verildi. Hemen unutmadan yazmalıyım. Bu mahalle daha önce Emirgan Mahallesi sınırları içindeydi. 1963      yılında yapılan bir değişiklikle Emirgan’dan ayrıldı ve Reşitpaşa olarak yeni bir mahalle yapıldı.

                Reşitpaşa Mahallesindeki ön önemli tarihi eser, oğulları tarafından Büyük Reşit Paşa adına 1860 da yaptırılan Reşit Paşa Meydan çeşmesidir. Bir diğer tarihi eser, 1927 yılında inşa edilen Mihrişah Sultan Camiidir. Bu camiden başka tarihi özellikleri olmayan altı cami daha var Reşitpaşa da! Diğer tarihi eserler 1840 yapılan Yeritz Mangantz (Surp) Ermeni Kilisesidir. Bu kilise birkaç kez büyük onarım gördü.  Kilisenin duvarında bir de duvar çeşmesi var. Bu çeşme 1854 de Misak Amira tarafından yaptırılmıştır. Her ne kadar bu mahalle de bir de yel değirmeni kalıntıları varsa da kendisi yok ya, boş verin gitsin!  Bizanslar döneminden kalma sarnıç varmış ama o da yeni gecekondu ve inşaatların yapılması ile kaybolup gitti. Ara ki bulasın!

                 Reşitpaşa’da  Müslimanlara ait mezarlıkla Rum ve Ermeni meşatlığı yan olup arkadaşlık yapar gibidirler. Mezarlıklara girildiğinde Rum ve Ermeni mezar taşlarının inceliği görülebilir. Müslüman mezarlığındaki bir tarihi çeşme ise dikkatten kaçırılmamalıdır. Enteresan bir çeşmedir.

                Reşitpaşa’da hayli Rum ve Ermeni vardı. Ama malum olaylar nedeni ile kaçıp gittiler. Önce sayıları azaldı, sonra da bütünü ile kayboldular. Reşitpaşa halkı daha çok Rize ve Amasya’dan göç edenlerden oluşur. Daha sonraları diğer yerlerden de göç alarak hayli kalabalık nüfusa ulaştı.

                Reşitpaşa’da sanayi yok. Halkı ticaret erbabı, küçük esnaf, işçi, memur ve inşaatçılardan oluşur. Mahalle sınırları içindeki en büyük işyeri İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’dır.

                Reşitpaşa’da mesire yeri yok.  Halk mesire yeri olarak Emirgan koruluğundan yararlanılmaktadır. Değirmentepe mevkiinde ise Mermerci Açık Hava Tiyatrosu bulunmaktadır.  Mahalle sınırları içindeki en önemli eğitim kurumu İstanbul Teknik Üniversitesidir (İTÜ). Burada sağlık ocağı ve iki de özel klinik bulunmaktadır. Mahallede ayrıca Tuncay Artun İMKB Doğanevler İlköğretim Okulu ve Şehit Üsteğmen Ali Büyükdiçle İlköğretim Okulu var.

                Reşitpaşa da ayrıca Altı Nokta Körler Vakfı ile Savha Vakfı adlarını taşıyan iki vakıf ve pek çok dernek var. Savha Vakfı daha önceleri Bahriye Üçok Sağlık ve Kültür Merkezi idi. Siyasiler rahat durur mu hemen ismini Savha Vakfı olarak değiştirdiler. Nedendir bilinmez, çok önemli bir isim olan Bahriye Üçok isminden rahatsızlık duydular. Oysa Bahriye Üçok (1919-1990) çok önemli bir ilahiyatçı, tarihçi ve siyaset bilimciydi. A. Ü. İlahiyat Fakültesinde Doçent olarak yıllarca ders verip öğrenci yetiştirmiş sonra da siyaset hayatına atılmıştı. Ordu Milletvekilliği yapmış, laikliği savunan bir kişi olarak tanınmıştı. Ne yazık ki bu mümtaz insan 6.10.1990 tarihinde Ankara’daki adresine gönderilen içi bombalı bir kitap paketini evinde açarken paketin patlaması sonucu hayatını kaybetti. İşe bakın be! Altı Nokta Körler Vakfı. Bahriye Üçok Sağlık ve Kültür Merkezi derken nerelere geldik. Bahsettiğimiz Savha Vakfı  Reşitpaşa Diyaliz ve Laboratuar merkezi olarak hizmet vermektedir.

Mahallede bulunan derneklerin en önemlisi Reşitpaşa Spor Kulübü’dür. Amatör yarışmalara katılan kulüp başarılı sonuçlar alarak şampiyonluklarla kucaklamak başarısını gösterdi. Ne var ki 2012 de genç teknik elemanı Hasan Hoca’yı kaybederek ağır ve acı bir yara aldı. Bir diğer önemli dernek Kumoğlu Köyü derneğidir. Bu dernek aynı zamanda Cemevi olarak da hizmet vermektedir.

Reşitpaşa mahallesinde bu güne kadar Aleksandra Kostantindo, Sait Yılmaz, Fethi Doğançay, Hasan İbiş, Ebüzeyt Kıral, Bekir Ekiz muhtar olarak görev yaptılar. Mahallenin sevilen işadamı Bekir Ekiz aday olduğu sürece muhtarlığı kimseye bırakmaz. Sevilen ve çok sayılan bir kişi.

Bildiğim kadarı ile Reşitpaşa’da 14 cadde, 63 sokak 3 site ve 1 yurt bulunmaktadır. Geçici sokak var mı bilgim olmadı.

Burası Reşitpaşa Mahallesi! Çok daha şeyler yazılabilir. Ama bu kadarla yetiniyorum. Zira yağmurlar başladı, kış bastırdı, soğuklar geldi, kar beklentisi var. Böyle bir durumda sokakları arşınlamak, caddelerde tur atmak, işyerlerinin önünde durak yapmak, tanıdık bir dost aramak kolay olmasa gerek! 









                FERAHEVLER (YAVUZ SULTAN SELİM)                  
           
  Sarıyer’in yeni mahallerinden biri olarak yıldızı parladı Ferahevlerin. Mahallenin resmi ismi  Yavuz Sultan Selim Mahallesidir bu ismi 1988 yılında Belediye Meclisi kararı ile aldı. Yavuz Sultan Selim ismi değil de Ferahevler tuttu. Belki de yöre halkı Osmanlıya özlem duymadığından Yavuz Sultan Selim ismine ilgi duymadı. Olurda olmaz da. Bu bizim hem konumuz ve hem de işimiz değil. Biz kendi işimize bakacağız.

                Efendim, Ferahevler yeni bir yerleşim bölgesidir. Yöreye yerleşim 1960 yılında gecekondu olarak başladı. Gecekondulaşma 1970 ve 1980 li yıllarda anormal boyutlara ulaşınca muhtarlık yapıldı.

                Ferahevler mahallesi,  gecekondu mahallesi ama örnek mahalle özelliğini taşır. Zira öyle binaları var ki bu binaları gören, gecekondu mahallesi olduğuna inanmaz.  Halkı Rize, Trabzon, Kastamonu, Sivas, Giresun ve Malatya’dan göç edenlerden oluşuyor. Diğer yerlerden göçenlerde var tabii… Mahalle halkının büyük çoğunluğu, işçi, küçük esnaf ve emekli…

                Mahallede gazino, sinema ve tiyatro gibi eğlence yerleri yok. Ancak ana caddesi çok ilgi çekici ve hareketlidir.  Mahallede tarihi özelliğe haiz her hangi bir eser yok. Üç cami bulunan Ferahevlerde azınlıklar olmadığı için ibadethaneleri de yok. Sadece Müslimanlara ait Mezarlık var.

                Ferahevler’de, Ferahevler İlköğretim Okulu, Yaşar Dedeman Lisesi ve Özel Yeni Yıldız Koleji  eğitim vermektedir. Ayrıca Özel Hürriyet Ayata Yüksek Öğrenim Kız Yurdu var. Erkek öğrenci yurdu Poligon’a taşındı.

                Ferahevler her geçen gün önem kazanmaktadır. Sarıyer Kaymakamlığı yıllardan beri bulunduğu merkez Sarıyer’den kaldırıldı ve Ferahevler’deki yeni binasına taşındı. Kaymakamlığın Ferahevlere taşınması, mahalleye büyük hareketlilik getirdi.

                Kaymakamlık binası içinde Aile Sağlık Merkezi, Sağlık Ocağı gibi birçok ünite var. Ana cadde üzerinde de bir de Tarabya Sağlık Merkezi bulunuyor. Dr. Mehmet Salman’ın burada görev yapması yöre halktı içi büyük bir şans doğrusu.

                Gecekondu mahallesi ama hayli büyük bir mahalle! Tespitlerime göre 5 caddesi, geçici sokaklar hariç 71 sokağı ve 9 sitesi var. Ferahevler’de Hicabi Aydın ve Turan Öztürk muhtar olarak görev yaptılar. Turan Öztürk hala görev başında. Maşallahı var “Ben yokum” dese de kendisini seçecekler gibi!

                Sarıyer’in ilçe merkezi artık Ferahevler. Sarıyer’in sadece ismi kaldı, hepsi o kadar!

DERBENT  (ÇAMLITEPE)                                             

                Derbent’te Sarıyer’in yeni bir yerleşim ve gecekondu bölgesi!  Bir ismi de Çamlıtepe’dir. Mahalle 1980’li yıllarda İstinye’den ayrılarak mahalle yapıldı.  Mahalle Derbent ismini, Belgrat ormanlarında bulunan bentler ve bent sularının buradan geçmesi nedeni ile almış.

                Derbent’in yeni ismi olan Çamlıtepe kullanılmamaktadır. Halk Derbent’i benimsemiş öyle devam etmektedir.  Derbent’te tarihi eser bulunmuyor. Mahallede tarihi eser özelliği olmayan Çamlıtepe Merkez, Ebubekir ve Aşağı Derbent Camii adlarını taşıyan üç cami var.

                Derbent’in yerleşim halkının büyük çoğunluğu Sivas, Sinop ve Elazığlılardan oluşmaktadır. Elbette ki diğer yerlerden de göç almıştır. Mahallede gecekondulaşma 1930’lu yıllarda başladı. 1970, 1980 ve 1990’lı yıllarda büyük boyutlara ulaştı.

                Mahallede eğlence merkezi ve büyük işyeri yok. Halkı işçi, memur, küçük esnaf ve serbest meslek sahibi ve emeklilerden oluşuyor. Mesire yeri olarak mahalleye adını veren,  girişteki çam ormanından yararlanılıyor.

                Derbent mahallesi yeşillikler içinde, trafik yoğunluğu ve hava kirliliğinden uzak, sakin ve huzur verici bir mahalledir. Mahallenin adını taşıyan bir de memba suyu bulunmaktadır. Mahallede Çamlıtepe ismini taşıyan bir ilköğretim okulu, 1984 yılında yeni dersliklerle büyütüldü ismi de Hatemoğlu İlköğretim Okulu oldu.

                Derbent mahallesinde Osman Top, Cihat Yüksel ve Metin Ateş muhtar olarak görev yaptılar. Metin Ateş Muhtarlık görevini devam ettirmektedir.

                Derbent sessiz, sakin ve huzur verici konumu ile tercih edilen bir mahalledir. Bu mahallenin 5 caddesi, geçici sokakları hariç 43 sokak ve 1 sitesi bulunmaktadır.

                PTT EVLERİ (KOZDERE)                                                                                                                                               PTT Evleri tarihte Büyükdere Çayırlığı olarak geçen, büyük çayırlık alan üzerine kuruldu. Bu alanda gecekondulaşma 1970’lı yıllarda başladı. Bu büyük alan parsellenmiş ve üç, beş milyona satışa çıkarılmıştı. Alandan nasip alamayanlardan biri de ben olmuştum. Ben ve birkaç arkadaşım. O sıralarda Orman Fakültesinde çalışıyorduk. Sabah ve akşam servis arabası ile buradan geçerken, satılan arsaları görüyor ve “burada ev mi olur” diyerek birbirimize söyleniyorduk.  Hiç birimiz burada mahalle olacağı inancını taşımıyor ve arsa alanlara gülüyorduk. İşe bakın ki beş on sene sonra gülünç duruma düşen biz olduk. Zira alan büyüdükçe büyüdü ve birkaç yıl içinde ayrı bir mahalle oldu. Ama ne akıllıymışız be!

                Aman kendimizle dalga geçmeyelim de zira okuyanlar bizi alaya almasın! PTT Evleri Mahallesinin ilk ismi Kozdere Mahallesidir. Neden Kozdere onu da anlamış değilim. Evet mahalle içinden dere geçiyor ama adı Çayırbaşı Deresi, daha eski adı Büyükdere, olmadı bir başka adı Bakla Deresi ! O halde Kozdere nereden çıktı onu da anlamak mümkün değil!

                1970’li yıllarda Çayırbaşı Fidanlığı ile Sultan Suyu arasındaki büyük alan parsellenince yapılaşmada başladı ve Kozdere adıyla koca bir mahalle oluştu. 1989 da bu yerleşim bölgesi PTT Evleri Mahallesi olarak tescil edildi.

                Eskiden çok büyük çayırlık alan olarak bilinen burada “Kırkağaç” ve “Yedi Kardeşler” de denilen bir anıt Çınar ağacı vardı. Ağacın boyunun 60, çevresinin de 32 metre olduğu bazı kayıtlarda belirtilmektedir. I. Haclı Seferine (1096) çıkan Godefroy de Bouillon kumandasındaki Haçlı Ordusu bu büyük alanda konaklamış ve komutan ordugâhını bu çınar ağacının altında kurmuş. Ben değişik kitaplarda yazılanları yazıyorum…  Gravürüne baktım muhteşem bir ağaç ama ağacı görmedim. Zira ağacın yazılanlara göre içi kovukmuş. Kahvehane olarak kullanılıyormuş. Kahve ocağından çıkan bir yangın sonunda ağacın yanıp kül olduğu belirtiliyor. Bir başka söylem ise ağacın Büyükdere/Çayırbaşı Fidanlığı kurulurken kesildiği şeklindedir. Ancak buna pek ihtimal vermiyorum. Çünkü o durumdaki ağaca hiç kimse kıyamaz! Eskilerden de böyle bir şey duymadım,

                PTT evleri, Bahçeköy caddesinin batı tarafından başlar yukarılara doğru çıkar. Mahallede tarihi eser olarak Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlığı binası var. Binanın 1924 de yapıldığı söylenmektedir. Bu binanın arkasında ise iki uçak hangarı var tarihi eser olarak.

                Türkiye’de ilk Sivil Hava taşımacılığı bu alandan yapıldı. Taşımacılıkta deniz uçakları kullanıldı. İtalyan Hava Ekpresi Şirketi (Aero Esprosso İtaliana) 1924 yılında bu alanı Türk Hükümetinden kiraladı ve 11 yıl çalışma imtiyazı aldı. Atina-Brindizi, İstanbul-Atina-Rodos seferleri yapıldı. Bu hava şirketi 1936 millileştirilerek geri alındı ve alan askeri maçlı olarak kullanılmaya başlandı. Uçak alanı 1950’li yılların sonuna kadar kullanıldı.

                1926 yılında Atatürk’ün emri ile kurulan Fidanlıkta PTT evleri sınırları içindedir. 1930 da yine burada 80 dönümlük bir arazi üzerine Meyve Islah Enstitüsü kuruldu. 1936 da ise Pratik Bahçıvan Yetiştirme Yurdu açıldı.

                PTT Evleri yerleşim bölgesi halkının yerlisi yok. Zira mahalle yeni bir mahalle ve ülkenin değişik yerlerinden gelen göçlerle büyüdü. Mahalle Muş, Kars, Ardahan, Iğdır, Kastamonu, Sivas ve Giresun’dan göç edenlerden oluşuyor..

                PTT Evleri mahallesinin üst kısımları mesire yeridir.  İstanbul’un en büyük mesiresi olan Sultan Suyu Mesiresi buradadır. Ancak bu büyük alan üzerinden birkaç tane büyük gazino ve çay bahçesi var.

                Mahallenin halkı işçi, memur, küçük esnaftan oluşmaktadır. Büyük işyeri yoktur. Emeklisi ise çoktur.

                Fazla gezip dolaştığımız bir yer değil bu mahalle. Ama yine de dostlarımız var. Ardahanlı Fevzi Ağa Özer), her ne kadar “Ben ağa değilim” dediyse de inanan olmadı. Zira biz şaka desek de köylüleri ağa deyip duruyorlardı. Sorduğumuzda “Aşiret kalabalık, biri ağa olacaksa o da Benim” derdi ama daha çok “Sevmedim bu ağalık işini” deyip dururdu. “Ya köye gittiğinde” diye sorduğumuzda “O zaman başka, ben istemesem de köylü söyler, köy işi başka şehir işi başka” derdi. Ama hiç beklenmedik anda yapıştı yakasına bir hastalık, altı ay gibi kısa bir zamanda aldı götürdü onu aramızdan. Oğlu Ersin babasından kalan ağalığı devam ettiriyor mu acaba?

                Bu mahalle de ağa aramaya kalksak ilk akla gelecek olan Muşlulardan Mirza Sancak olur diye düşünüyorum. Boyu, bosu, giyimi, kuşamı, saygısı ve konuşması ile ağalığın adayı olsa gerek!  Çok genç yaşta tanıdım kendisini. Sarıyer takımı futbolcusuydu.  Sessiz, sakin ve sözü dinlenen bir saygın insan!

Bu mahallede Zübeyde Hanım İlköğretim Okulu adında bir ilköğretim okulu ve bir de Mehmet Şam Ticaret Meslek Lisesi var.  Kredi Yurtlar Müdürlüğüne bağlı Bahçeköy Öğrenci Yurdu da bu mahalle sınırları içinde yer almaktadır. Sağlık Ocağı da var.

                Mahallede pek çok kaynak suyu var. Bunlar da mesire alanlarının içinde bulunmaktadır.

                PTT Evleri mahallesinde Cemal Çavdar ve Yusuf Yıldırım muhtar olarak görev yaptılar. Yusuf Yıldırım’ın muhtarlığı hala devam ediyor. Nedense muhtarlara rakip çıkıyor çıkmasına da mührü ellerinden alamıyorlar. Demek ki muhtarlar hem görev yapmasını hem de kendilerini sevdirmesini ve seçim kazanmasını biliyorlar.

                DARÜŞŞAFAKA                                                                                                                                              Sarıyer İlçesinin en yeni mahallesidir. 2003 yılı Aralık ayında yeni bir mahalle olarak Derbent (Çamlıtepe) mahallesinden ayrıldı ve yeni muhtarlık olarak tescil edildi. İyi de oldu. Yakışır çünkü. Bu kadar modern bir mahalle pek çok ilçede yok.

                Hemen belirtelim mahalle ismini, mahalle sınırları içinde olan Darüşşafaka Lisesinden aldı. Darüşşafaka Lisesi deyİp bir çırpıda geçmemek gerekir. Malum bu eğitim kurumu 30.03.1863 de Sultan Abdülaziz’in fermanı ile Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye adıyla Maliye Nazırı Yusuf Ziya Paşa, Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Tevfik Paşa, Hariciye Nazırı Sakızlı Es’ad Paşa ve Trabzonlu Ali Naki Efendi tarafından kuruldu. Okulun açılışındaki amaç; okuma imkânı olmayan çocuklara (yetimlere) eğitim ve öğretim sağlamaktı. Okul 1865 de Beyazıt’taki Valide Mektebi’nde eğitime başladı. Akabinde Aksaray’da Ebubekir Paşa  Mektebi açıldı. Modern okulların açılmaya başlanması üzerine yoksul ve yetenekli Türk ve İslam çocuklarına daha iyi eğitim verilmesi amacı ile Darüşşafat-ül İslamiye kuruldu. Bu okul Fatih Çarşamba’da 1873 de açıldı ve okulun adı Darüşşafaka olarak değiştirildi. Darüşşafaka bir hayır kurumu tarafından ilk defa açılan bir okul olma özelliğini taşır. Yardımseverlerin bağışları ile yaşayan okul 1955 de Kolej statüsüne geçti ve yabancı dilde eğitime başladı. 1972 yılında kız öğrencilere de eğitim vermeye başladı. Darüşşafaka’nın Fatih Çarşamba’daki binaları yetersiz kalınca Sarıyer ilçesinde Çamlıtepe (Derbent) de yeni ve modern kampüs inşa edildi ve 1995 de eğitim vermeye başlandı. Darüşşafaka Lisesi içinde ilköğretim okulu da bulunmaktadır. Darüşşafaka Lisesinden başka Cumhuriyet Lisesi adını taşıyan ikinci bir lise daha bulunmaktadır. Bu bilgileri verdikten sonra tekrar mahalleye döneriz.

                Darüşşafaka’daki en önemli tarihi eserler Maslak Kasırları’dır. Kasırlar 170 bin metre karelik bir alan üzerinde inşa edilmiştir. Kasırların bulunduğu alanda ilk yapılaşma Sultan II. Mahmut döneminde (1808-1839) inşa edildiği zannedilmektedir. Maslak kasırlarının bölümleri; Kasr-ı Hümayun, Mabeyn-i Hümayun, Çadır Köşkü, Paşalar Dairesi ve Limonluktur. 

                Kasr-ı Hümayun iki katlı kâgir olarak inşa edildi. Birinci katı taş, ikinci katı ise ahşaptan yapılmıştır.  Pencereleri ve süslemelerin güzelliği ile dikkat çeker. Kasr-ı Hümayun’da Sultan Abdülhamit’in bizzat yaptığı ve üzerinde A.H. arması bulunan aynalı bir kapı bulunmaktadır. Bu bina Milli Saraylara ait olup müze olarak kullanılmaktadır.

                Mabeyn’i Hümayun tek katlı, zarif ve kâgir binadır. Binada iki oda ve büyük bir salon var. Salondan çok değerli bitkilerin bulunduğu seraya geçilmektedir. Seranın kapısı üzerinde de A.H. arması bulunmaktadır. Seraya açılan kapının yanında ve somaki mermer üzerine konulmuş mavi mine üzerine işlemeli saat çok değerli tarihi bir eserdir. Çadır köşkü kafeterya hizmeti vermektedir. Paşalar Dairesi tek katlı ve kâgir olarak inşa edilmiştir. Koruma amaçlı kullanılmıştır. Limonluk olarak bilinen bina ise Cumhuriyet döneminde Birinci Ordu ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından bir süre prevantoryum olarak kullanıldı. 1981 de Müzeler Müdürlüğüne devredildi. Hemen hatırlatalım bu Maslak Kasırları içindeki büyük salonda düğün yapılmaktadır. Yeter ki istekte bulunulsun ve gerekli ödemeler yapılsın. Askeri disiplinin hâkim olduğu Kasırlar da düğün olduğu zaman evlilikler de kavi oluyor, boşanma gibi uğursuzluklar yaşanmıyormuş! Benim değil, düğünleri burada yaptıranların söyledikleri bunlar! Demek ki dualı bir yer, evliliklerin mutlulukla bitmesine vesile oluyor. Latife de olsa iyi bir söylem!

                Darüşşafaka mahallesinde bir de tarihi olduğu söylenegelen su deposu bulunmaktadır. Bu su deposu Mabeyn-i Hümayun’a bağlantılı olup, ne zaman yapıldığı hususunda bir bilgi yoktur.

                Darüşşafaka yeni bir yerleşim bölgesi olup halkı çok karışıktır. Bu modern mahalle sakinlerinin birbirlerini tanıdıkları bile söylenemez. Çünkü mahalle adeta siteler mahallesidir. Bu gibi yerlerde eski dönemlerdeki gibi komşuluk münasebetleri olmamakta, her aile kendine göre bir hayat yaşamaktadır. Mahallenin halkını daha çok zengin iş adamları, üst düzeyde bürokratlar, devlet adamları, inşaatçılar ve yüksek derecede emekli olanlar oluşturmaktadır.

                Hani demek isterim ki ilçemiz Sarıyer’dir. Sarıyer olur da gecekondu olmaz mı? Olur elbet! O halde Darüşşafaka mahallesinde de vardır ama bu gecekondular, sitelerden yıllarca önce yapıldıkları için ayrı bir koloni gibidirler ve yaşamlarını modern sitelere kapalı devam ettirmektedirler. Gecekondular Derbent deresi yatağında yer alan iki sokakta bulunuyor.

                Darüşşafaka Mahallesinde bulunan mükemmel spor kompleksi Darüşşafaka Lisesine aittir. Her bakımdan örnek bir spor alanıdır.

                Mahallenin sınırları içinde bulunan önemli sağlık kuruluşu İzzet Baysal Huzurevi’dir. Hayırsever İşadamı İzzet Baysal tarafından yapılarak halkın istifadesine sunulan bu hayır kurumu yeterli olmayınca hemen yanı başında ikinci bir bina yapılarak 2012 de hizmete açıldı. Bu huzur evi Sarıyerli gariplerin kurtarıcısı oldu adeta. Pek çok Sarıyerli bakıma muhtaç insan bu huzur evinde gün doldurdu ve sonunda göçüp gittiler. Hala huzurevinde sayılı günlerini huzur içinde devam ettiren Sarıyerli ağabeylerimiz var. Munto Mustafa (Kocamaz) doksan yaşın üzerinde maşallah tığ gibi delikanlı! İstediği gün izinli olarak dışarıya çıkabiliyor. Hanım olarak da üç beş Sarıyerli var Huzur evinde kalan. Ama bir iki yıl içinde kaybettiklerimizde var. Mesela Sarıyerlilerin ağabeyi Cahit Bakışkan ‘da bu huzurevinde on yıldan fazla kaldı ve üç dört yıl evvel esas dünyasına göçtü. Hanımı ile birlikte kalıyorlardı. Bir yıl sonra da hanımı peşinden gitti. Eşini yalnız bırakmamak için peşinden koştu. Bir süre önce ise Terzi Salih Kömedile hakkın rahmetine kavuştu. Salih Kömedile’ye bir parantez açmalıyım… Sarıyer’de sevilen bir terziydi. Şakacı, güler yüzlü ve iyi niyetli bir insandı. Kızmaz, darılmaz, kimsenin onuru ile de oynamaz bir iyi insandı. 1960 İhtilâli olduktan bir iki gün sonra Terzi Salih’i kaymakamlığa çağırıyorlar. Ürkerek gidiyor, Yassıada’ya gönderirler korkusunu taşıyor. Ama tahmin ettiğinden değişik bir iş geliyor başına. Kaymakam veriyor eline muhtarlık mührünü” Seni Sarıyer Muhtar’ı olarak görevlendirdim.  Git göreve başla” diyor.  Telaşa kapılıyor, kan ter içinde kalıyor Terzi Salih!  Ikınıyor, sıkılıyor ve sonunda “Beyim ben okuma yazma bilmem, onun için muhtarlık yapamam diyor” İnanmıyorlar kendisine “Hele git işine başla” deyip gönderiyorlar. Böylece durumu anlaşılana kadar üç-beş  ay muhtarlık yapıyor..

                Darüşşafaka Mahallesinde eğlence merkezi yok. Hatta ilçede kahvehanesi olmayan tek mahalle burasıdır. Darüşşafaka Lisesi Tesisleri içinde ise ismine uygun dinlence yerleri ve spor kompleksi bulunuyor.

                Darüşşafaka Mahallesinde dere içindeki gecekondular hariç 48 site var. Sitelerdeki blok sayısı 186, dairesi sayısı ise 3144 ‘dür.

                Bu mahallede her hangi bir ibadethane olmadığı gibi mezarlıkta bulunmuyor.

                Darüşşafaka Muhtarı gazetecilikten emekli Hüseyin Sarıucak. Sevimli, sempatik ve yardımsever kişiliği ile herkesin sevgi ve saygısını kazanmış bir insan. Yeni bir seçim olsa yine kazanacak kadar kendinden emin. İkinci bir görevi de Sarıyer İlçesi Muhtarlar Derneği Başkanlığı… Başka görevler üstlenecek kadar da becerikli bir kişi.

                Sokaklarında dolaştık Darüşşafaka’nın… Taksi durağında bekleyen birkaç taksi şoföründen başka kimseyi sohbette göremedik. Herkes kendi âleminde ve kendi halinde… Muhtarlığa gittiğimizde bulamadık muhtarı bir başka yere gitmiş görev icabı… Ne yapalım biz de soracaklarımızı telefonla sorarız olur biter dedik ve dönüp geldik Sarıyer limanına demirledik.

                CUMHURİYET                                                                                                                                                                
Cumhuriyet Mahallesi de yeni bir yerleşim bölgesidir.  Önceleri Özbir Mahallesi adı ile bilinen bir gecekondu mahallesiydi ve Kireçburnu’na bağlıydı.  Ayrı bir muhtarlık olunca Kefeliköy gibi çok eski bir yerleşim bölgesi de bu mahalleye bağlandı.

                Kefeliköy gecekondu bölgesi olduğu için yerleşik halkı yoktur. Muhalle Sivas, Erzincan, Kars ve Giresun’dan göç almıştır.

                Mahalle gecekondu bölgesi olmasına karşın hayli gelişmiştir. Mahalle sınırları içinde üç öğrenim kurumu bulunuyor. Bunlar; Fahrettin Arslan İlköğretim Okulu, Cumhuriyet İlköğretim Okulu ve Cevat Koçak Ticaret Meslek Lisesidir.  Fahrettin Aslan İlköğretim Okulu 1975 yılında Hacı Osman İlkokulu adı ile açıldı. Yeterli olmayınca Fahrettin Arslan İlkokulu adını taşıyan okul yapıldı. İki okul 1990/1991 öğretim yılında birleştirildi. Cevat Koçak Meslek Lisesi daha önceleri Çayırbaşı’nda idi, 1995 yılında Cumhuriyet Mahallesinde yapılan yeni binasına taşındı.

                Mahallede dolaşıp durduk. Çok fazla işyeri yok. Tabii ki esnaf var. Fakat çarşısı öyle çok hareketli değil.  Özel sağlık kuruluşunun ismi Enhar Tıp Merkezi.

                Ayrıca mahallede bir biri abide gibi olan iki cami var. Cumhuriyet Mahallesi Merkez Camii (1999) ve Mekke Nur Camii (2003). Mekke Nur Camiine Medineli Hacı Osman Camii de deniliyor. Medineli Osman Efendi bir büyük âlim adamdı. Ona da kısa bir paragraf açalım bakalım neler olmuş. Mustafa Kemal Atatürk 1930 yılında yatı ile boğaz turuna çıkmış. Beykoz’a inmiş. Kaymakam ve diğer resmi kişilerle, halk karşılamış kendisini. Halka sohbet ederken, müftüyü sormuş. Müftü karşılayıcılar arasında yoktu. Resmi görevliler birbirine bakıyordu telaşla. Karşılayanlar arasında olan Yalıköy Camii İmanı Medineli Hacı Osman Efendi, kasketini eline alıp Mustafa Kemal’in önüne giderek “Ben varım Paşa” diyor.  Mustafa Kemal Atatürk memnun, hoca ile konuşurken, at arabası ile meyve satan bir seyyar esnaf gelip Atatürk’e bir salkım üzüm uzatır. Atatürk üzümü alır ve Hoca Efendiye “Hocam, bu üzümü yemek sevap da suyunu içmek neden haram?” diye sorar!  Hoca Efendi vereceği yanıtı verecek ama ya başına bir iş gelirse diye düşünür, durur bir süre. Sonra da mademki din adamıyım doğruyu söylemeliyim diyerek yanıt verir: “Paşam, insanın eşi ile yatması sevap da kızı ile yatması neden haram” diyerek soruya, soru ile yanıt verir. Atatürk ciddileşir ve hemen yanındakine “Bize işte böyle din adamı lâzım. Çankaya sofrasına davetliler arasına alın” der… Bu olaydan sonra Medineli Hacı Osman Efendi Atatürk’ün Çankaya Sofrasının davetlileri arasına girer.

                Cumhuriyet Mahallede Dallas Parkı ve G2 Sokak Parkı ve Muhtarlık Parkı isimlerini taşıyan üç küçük park var.

                Cumhuriyet Mahallesinde bugüne kadar Dursun Çoban, Orhan Çoban ve Nevzat Aktan muhtar olarak görev yaptılar. Nevzat Aktan’ın muhtarlık görevi hala devam ediyor, bırakacağı da yok.

                Turumuz kısa oldu ama yararlı oldu. En azından Mekke Nur camiinde bir vakit namazsı kılmış ve cadde ve sokakları tertemiz olan mahalleyi dolaşmış olduk.

                PINAR                                                                                                                                                                               
Sarıyer’in yeni yerleşim bölgelerinden biridir.  Park yanında bulunan bir memba suyundan (Pınar) ismini aldığı söylenmektedir. İşin doğrusu 1950’li yıllarda köyden göçen bir vatandaş yapmış bir gecekondu, onu diğer birkaç hemşerisi takip etmiş ve “Nerede oturuyorsunuz” diye soranlara, memba suyunu çağrıştıran  “Pınar” deyip çıkmışlar işin içinden. O gün bugündür. Bu yerleşim bölgesine Pınar Mahallesi deniyor.

                Mahalle halkının çoğunluğunu Sivas, Kars, Ordu, Amasya, Zonguldak v e Kastamonu’dan göç edenler oluşturuyor. Mahallede büyük işyeri yok. O nedenle halk işçi, memur, küçük esnaf ve serbest meslek erbabadır.

                Bu mahallede sinema, tiyatro, gazino gibi eğlence merkezi yok. İbadethane olarak Osman Kabil ve Yeni Cami adlarını taşıyan iki Cami var.  Bir suni çim futbol sahası ve bir de Mevhibe İnönü adını taşıyan bir park var. Şunu da belirmek gerekir, İstinye’nin üst tarafı, Pınar Mahallesi ile Poligon arasına sıkışmış büyük bir alan üzerine yapılan devasa iş merkezi İstinye Park var yakın semtlere hayat veren.

                Pınar Mahallesinde önemli eğitim kurumları bulunuyor. Pınar Mahallesinde ilk, ilkokul 1972 de dört derslik olarak açıldı. Bilahare okulun ismi Mehmet Akif İlköğretim Okulu oldu. Atatürk Çıraklık Meslek Okulu da 1987 yılında Mehmet Akif İlkokulunun ahşap binasında eğitime başlamış, bina yeterli olmadığından Sarıyer Halk Eğitim Merkezi bünyesinde eğitime devam edilmiş, 1995 yılında da 100. Yıl Sanayi Sitesindeki yeni binasına taşındı.

                Pınar Mahallesindeki en önemli eğitim kurumu Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Ayazağa Işık Okullarıdır. Bu önemli eğitim kurumu, 1885 de Selanik’te kurulmuş ve eğitime başlamıştır. 1911 İstanbul’da kurulan okul Selanik’e bağlı olarak eğitim vermiştir. Balkan Savaşları nedeni ile eğitime bir süre ara verildikten sonra 1927 yılından itibaren İstanbul’da eğitim verilmeye devam edilmiştir.  Fevziye Mektepleri önceleri Kosko, daha sonra da Nişantaşı’ndaki Naciye Sultan konağında hizmet vermiştir. 1935 Atatürk’ün istek ve onayı üzerine okulun ismi Işık olarak değiştirilmiştir. Bu kuruluş 1967 yılında vakıf haline getirildi. 1986 yılında Işık Lisesi Ayazağa Kampusu açıldı. 1988/89 da ortaokul ve lise bölümleri, 1995 yılında da üniversite binası yapıldı. Kampus içinde ilköğretim okulu, lise ve aynı ismi taşıyan üniversite var.

                Pınar Mahallesinde Atlı Sipahi Ocağı, Işık Spor, Işık Evleri ve Pınar Spor isimlerini taşıyan dernekler var. Okul Aile Dernekleri, Cami dernekler var.  Atlı Spor Kulübünün tesisleri yörenin en iyi tesisleridir.

                Dolaşalım, bakalım neler görürüz, neler hissederiz düşüncesiyle yürüdük Suat’la Pınar mahallesi ana caddesinde. Bir aşına yüze, bir dosta rastlarız diye düşündük ama nafile. Pınar mahallesini baştan sona ikiye ayıran ana caddede yürüdük bir süre. Cadde hareketli ama sokaklar sessiz ve sakin. İçerlere gidildikçe tek gözlü, iki gözlü derme çatma evler çıktı karşımıza. Zaten bütün gecekondu mahalleleri böyledir, farklı değil ki. Daha önce de Pınar Mahallesine gitmiştim. Yine Suat Uysallar ile beraberdik. Muhtarlığa uğradığımızda derdimizi anlattık ve açıkça da bir kitap yazacağımızı bu nedenle semtle ilgili bazı bilgilere ihtiyacımız olduğunu söylemiştim ama sorduğuma, soracağıma bin pişman olmuştum.  Muhtar öyle bir yanıt vermişti ki, şaşırmıştım. Kısa olarak “Size bilgi falan veremem, burası gecekondu mahallesi, ya evlerimizi yıkmak için bilgi topluyorsanız?”. “Hayır!, Yok böyle bir şey! Ama yine de siz bilirsiniz! Belki de haklısınız!” diyerek ayrılmıştım muhtarlıktan. Demek ki kendi işimi kendim görecektim, işte öyle yaptım. Bilgiler genel ve kırık dökük bu da yeter anlayana!

                Pınar Mahallesinde bugüne kadar Şaban Akıncı, Erol Sezer, Muammer Kaya ve Ayhan Yılmaz(halen görevde) muhtar olarak görev yaptılar.

                POLİGON                                                                                                                                                                        
 ilçenin yeni yerleşim bölgelerinden biridir. Poligon ismini, sınırları içinde bulunun Atış Poligonundan almıştır. Atış Poligonu Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne aittir.

                Bu ıssız alana 1960 yıllarında başlayan gecekondulaşma yıllar ilerledikçe dev boyutlara varıyor ve sonuçta bağlı olduğu İstinye’den 1987 yılında ayrılarak yeni bir mahalle olarak tescil ediliyordu.

                Mahallenin kurulduğu alan İstinye’nin Taşocakları mevkii ve üst tarafıydı. Taşocaklarının dışındaki arazide ise İstinye’nin meşhur Osmanlı Çileği yetişiyordu. Gecekondulaşma ve normal yapılaşma derken İstinye’nin Osmanlı çileği de yok olup gitti. Ama üst kısımlarda İstinye Park adını taşıyan çok büyük ve hayli ilgi gören bir alış veriş merkezi var.

                Poligon haklıda diğer yerler gibi karışıktır. Sivas, Rize. Erzincan, Kars ve Tokat gibi değişik şehirlerden göç almıştır.

                Yeni yerleşim bölgelerinin en hareketli mahallelerinden biridir Poligon. ENKA Vakfı Sadi Gülçelik tesisleri, Karadenizliler Vakfı İbrahim Cevahir tesisleri buradadır. ENKA’nın Sadi Gülçelik tesislerinde yüzlerce genç sporcuya hizmet verilmektedir. ENKA Spor Kulübünden yetişen onlarca Sporcu Türk Atletizm Milli takımının formasını giyerek başarıdan başarıya koştular.

                Poligon’da semtin ismini taşıyan ilköğretim okulu 1983 yılında eğitime başladı. Okulun ismi 1985 de Kazım Karabekir İlk Öğretim Okulu olarak değiştirildi. Özel ENKA okulları eğitimini Sadi Gülçelik Tesisleri içerisinde devam ettirmektedir.  Mahalle de bir Özel Ufuk Sema Eğitimin kurumuna ait Özel Mahmut Bayram Öğrenci Yurdu var.

                Poligon mahallesinde İstanbul Tenis Kulübü (TED), ENKA Spor Kulübü, İstanbul Avcılık ve Atıcılık Kulübü, Poligon Spor Kulübü, Çamlıca Güreş İhtisas kulübü (Spor kulübü ama sporla ilgilenilmiyor, dinlenme tesisi gibi hizmetler veriliyor) gibi kulüpler faaliyet gösteriyor. Ayrıca Poligon Mahallesi Güzelleştirme ve Yaşatma Derneği ve Sevgi Hizmet Tanıtım Derneği gibi sosyal amaçlı dernekler var. Ayrıca bir de Amatörler Evi var. Yani, İstanbul Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu (İASKF) nun bulunduğu bina. Adı ise “Orhan Saka Amatörler Evi”. Orhan Saka’nın Türk futboluna büyük katkısı olduğunu bilmeyen yok. Sağ olsun diyelim, zira büyük masrafın onun tarafından yapılmış olduğunu öğrendik. Amatörler Evi’nde amatör spor kulüplerinin lisans ve tescil işlemleri ile diğer işlemler yapılmaktadır.

                Poligon mahallesinde aynı ismi taşıyan büyük ama tarihi özellikleri olmayan, Osmanlı mimari tarzında yapılmış bir de camii var. Semtte ayrıca Mini Park, Tepe Üstü Parkı ve Poligon Parkı isimlerini tanıyan üç park bulunuyor.

                Poligon sokaklarını arşınlayıp durduk. Camii pek hoşumuza gittik. Sokakları, caddeleri ve sıralanan evler hayli güzel. Gecekondu mahallesi havası yok.

                Poligon Mahallesinde 3 cadde, geçici sokaklar hariç 25 sokak ve 6 site var.

                 Mahalle muhtarlığını 1987 yılından bu yana, yani 25 yıldan beri Hasan Kiliçöz yapıyor. Hak emri vaki olmadığı sürece görevini devam ettireceğe benzer.

                FATİH SULTAN MEHMET                                                                                                                                         
  Sarıyer ilçesinin yeni yerleşim bölgelerinden biridir. Rumelihisarı’na bağlı iken Büyük Armutlu ve Küçük Armutlu olarak iki ayrı mahalle olarak biliniyordu. Ancak 1994 de Rumelihisarı’ndan ayrılıp muhtarlık haline getirilince ismi de Fatih Sultan Mehmet olarak değiştirildi. Genel olarak, halk yine Küçük Armutlu ve Büyük Armutlu’yu kullanmaya devam ediyor.

                Burada gecekondulaşma 1980’li yıllarda başladı ve hızla gelişti.  Boğaziçi’nde bahçeciliğin çokça yapıldığı bir yerdi ama bahçecilik tamamen terk edildi. Arazi bütünüyle  evle doldu. Diğer yerleşim bölgeleri gibi muntazam değil. Çünkü gecekondu yapının önlenmesi için büyük çabalar sarf edildiği dönemde zorlukla yapıldı bu evler.  İyisine-kötüsüne, uygun olup olmadığına bakılmadı.

                Mahallede tarihi özelliğe sahip her hangi bir eser yok. Halkın büyük çoğunluğu Sivas, Kars, Tokat, Amasya ve Rize’den göç etmişler. Semtte biri Küçük Armutlu Merkez Camii, diğeri İmam-ı Azam Camii isimlerini taşıyan iki cami var. Bir de MEV Dumlupınar İlköğretim Okulu adını taşıyan ilkokul bulunuyor. Bir sağlık ocağı ve bir de Özel Armutlu Kliniği bulunuyor.

                Fatih Sultan Mehmet Caddesinde tespitlerimize göre 2 cadde ve geçici sokaklar hariç 56 sokak bulunuyor.

                Fatih Sultan Mehmet mahallesinde Muammer Şimşek, Hulusi Ulucan, Nurettin Çoşkun ve Osman Karaçam (halen görevde) muhtar olarak görev yaptılar.

                KOCATAŞ                                                                                                                                                                         

Sarıyer’in en yüksek tepesi olan Kocataş dağ silsilesi üzerinde yer alan bu yerleşim bölgesi bütünü ile gecekondulardan oluşmuştur. Yapılaşma çarpık ve dağınıktır. Ne var ki Boğaziçi’ni çok iyii gören bir konumdadır. Kocataş dağ silsilesinin en yüksek tepesindeki büyük kaya nedeniyle bu mahalleye Kocataş adının verildiği söylencesi yaygınsa da coğrafi olarak zaten Mesarburnu’ndan Kılıçpınar’a ulaşan dağ silsilesinin ismi Kocataş’tır. Bu nedenle mahalle yeni bir isim almamış, yerleştiği yörenin ismini almıştır.

                Bu mahallede hiçbir tarihi eser yok. Sadece Kocataş Memba Suyunun kayalıklar arasında ve hayli derin bir zeminde bulunan su haznesi var. Haznenin yapılışı, Kocataş yalısının yapılışından (1900) sonra ve Cumhuriyetin ilk yıllarında olduğu için tarihi özelliği bulunuyor.

                Kocataş kaynak suyu, Kocataş tepesindeki kayalıklar arasından çıkar, orada bulunan haznede dinlendirildikten sonra Kocataş Yalısının bahçesi içindeki ikinci hazneye gelir. Buradan da fabrikaya giderek şişelenerek piyasaya arz edilirdi. Fakat gecekondulaşma nedeniyle suyollarının tahrip edilmesi, suyun büyük bir bölümünün gecekonducular tarafından alınması nedeniyle eskisi gibi verim alınamadığından fabrika kapatıldı. Keza Kocataş yalısı içindeki hayrat Necmeddin Molla Çeşmesine de su verilemeyince devreden çıkarıldı.

                Kocataş mahallesinde sinema, tiyatro, gazino ve piknik yeri yok. Yöreye yakın olan Kılıçpınar mesiresinden yararlanılıyor.  Mahallede Kocataş Parkı adını taşıyan bir park, mahallenin ismini taşıyan bir de cami (1983) var. Mahallede 1984 yılında eğitime başlayan bir ilköğretim okulu bulunuyor. Okulun ismi bilahare Kocataş Barbaros İlköğretim Okulu oldu.

                Sarıyer Sağlık Grup Başkanlığına bağlı Kocataş Sağlık Birimi hizmet vermeye devam ediyor.

                Mahallede Kocataş Mahallesi Güzelleştirme Derneği ve Cami Derneği olmak üzere iki dernek var.  Her yeni yerleşim bölgesi gibi Kocataş mahallesinin de yerli halkı yok. Hepsi değişik yerlerden göç eden aileler. Örneğin; Trabzon, Giresun, Kastamonu, Tokat, Sivas ve Elazığ’dan göç edenler çoğunluktadır. Mahallede 3 cadde geçici sokaklar hariç 29 sokak bulunmaktadır.

                Kocataş mahallesinde Salim Durmaz, Nuri Keçeci ve Ferda Yıldıım (halen muhtar) muhtar olarak görev yaptılar.

                KAZIM KARABEKİR PAŞA                                                                                                                                          
Büyükdere ve Çayırbaşı’nın arka, yani tepe kısmında yer aldığından Dağ Evleri Mahallesi olarak isimlendirilmişti. 1989 yılında bir kısmı Büyükdere, bir kısmı da Çayırbaşı mahallesinden ayrılarak birleştirilmiş ve yeni muhtarlık kurulmuş adı da Kazım Karabekir Paşa mahallesi yapılmıştır.

                Bu mahallede birkaç tarihi eser var. Eski Tekel Kibrit Fabrikası binası ve fabrika  arazisine bitişik üç azınlık meşatlığı var. Rum, Ermeni ve Latin meşatlıkları tarihi meşatlıklardır.  Bu meşatlıklarda tarihi mezar kitabeleri var.

                İstanbul’un en büyük çiftliklerinden biri olan Bilezikçi Çiftliği bu mahalle sınırları içine alınmıştır. Çiftlik içindeki Uyuyan Çınar, Koca Çınar ve Kardeş Çınarlar görülmeye değer anıt ağaçlardır. Ayrıca en tepe noktada olan çiftlik evi film seti olarak kullanılmaktadır. Terk edilen Tekel Kibrit Fabrikasına ait bir büyük bina da tarihi eserlerden biridir. Fakat fabrika alanı Sarıyer’e devlet hastanesi yapılmak üzere Sağlık Bakanlığına devredilmiş ya da bırakılmıştır. Bugün yarın hastane inşaatının başlayacağı duyumları alınmaktadır.

                Mahalle halkını; Sivas, Giresun, Trabzon, Rize, Samsun, Sinop,  Kastamonu ve Artvin’den gelenler oluşturmaktadır.  Halkın büyük kısmı işçi, küçük esnaf ve serbest meslek sahibidir. Mahalledeki tek büyük işyeri Bahçeköy Caddesi üzerindeki Çay Paketleme Fabrikasıdır.

                Mahalle de Dağ Evleri Kestane Suyu ve Orman Suyu olarak iki memba suyu bulunmaktadır.

                Kazım Karabekir Paşa Mahallesinde 2 Temmuz adını taşıyan bir park bulunuyor.  Bu park Sarıyer Belediyesi tarafından yenilendi.  2 Temmuz 1993 de Sivas’ta olaylar oldu. Bu olaylar “Tarihe Madımak olayları olarak geçti. Madımak Otelinde bulunan Aydınlara karşı saldırı yapıldı, otel yakıldı ve 33 aydın ihsan olmak üzere, 2 si otel görevlisi ve 2’si de gösterici olmak üzere 37 kişi katliamda can verdi. Bu günün anısına 2 Temmuz Parkı yenilendi ve Parka konulan kaideye can verenlerin isimleri yazıldı. Hemen yanına bir de Semt Evi yapıldı. 

                Kazım Karabekir Paşa Mahallesinde Dağ Evleri adını taşıyan bir okul vardı ve bu okulun ismi 1995 de Turgut Akan İlköğretim Okulu olarak değiştirildi.

                Kazım Karabekir Paşa mahallesinde, mahallenin adını taşıyan Güzelleştirme Derneği var. Muhtarlık görevini ise Hüseyin Davulcu, Hasan Özmen ve Raşit Erbaş (halen muhtar) yaptılar.  Raşit Erbaş’ın muhtarlığı kolay kolay bırakacağı beklenmemelidir. Zira görünüş öyle göstermektedir.

                Mahallede 3 cadde, geçici sokaklar hariç 33 sokak ve 2 lojman bulunmaktadır.

                                                                              +  +  +                                 

                Böylece tamamlıyoruz Sarıyer turumuzu. Kolay değil üç aya yakın sürdü turumuz. Her hafta bir yere gitmeye, bir yeri yazmaya çalıştık. Zaman zaman istediklerimizi elde edemedik… Bazen ben bunaldım, yoldaşım Suat “Devam” dedi. Bazen Suat “Yahu çekilir değil” dedi. Ben “Yarım bırakmayalım” dedim.

                Tanıdıklarımızla görüştük, yeni yüzlerle tanıştık. Anılarımızı tazeledik, yeni yeni şeyler öğrendik. Hiç de küçümsenecek bir yer ya da bölge değil Sarıyer. Konuştuğumuz herkes Sarıyer’in çok önemli bir yer olduğunu teslim ediyor ama yine de görevlerimizde ihmalimiz var demeyi de ihmal etmiyorlar.

                Sarıyer Aşiyan’dan Kısırkaya’ya doğa harikası bir yer. Doğası ve tarihi eserleri; insanlarının çeşitliliği, anane ve göreneklerinin değişkenliği ile başlı başına sosyal olarak incelenecek bir yer. O nedenle vazgeçilemeyecek bir bölge…  Sularının tadına doyum olmuyor; balığını dünyada eşi yok, tarihi eserleri harika, ormanları İstanbul’un akciğeri; bentleri ve kemerleri İstanbul’a hayat veren can damarı; anıt ağaçları görülmeye değer; köşkleri, konakları, yalı ve sahilhaneleri, denizi, plajı ve diğer yerleri…

                Bu Sarıyer’i gezip dolaştık, notlar aldık, bazı kişileri üzmeden, sıkmadan dilimize doladık ve bir yazı dizisi meydana getirdik.

                Verdiğimiz uğraş değdi mi? Değmedi mi? Aldığımız duyumlar, gelen mesajlar olumlu, işe yarar hatta denilen şu ki; Bu yazı dizisi Sarıyer’in markalaşmasına büyük katkı verecek! O halde tüm uğraşılarımız iyi sonuç vermiştir. Yani uğraştığımıza değmiştir.


                Ohhh beeee!

GÜN BOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK! (24)

KISIRKAYA
Sarıyer’i, Sarıyer’imizi anlatan bir dizi seri yazımız sona erdi. Aşiyan’dan Kısırkaya’ya kadar Sarıyer’i yazmaya çalıştım. (Yazmadığım yerler “Genç Sarıyer bölgeleri” örneğin; Poligon, Ferahevler, Derbent, Cumhuriyet mahalleleri gibi yerler. Belki ileride bu semtler de ayrı bir konu olarak işlenebilir). Yazıp yayınladığım bölümler çok ilgi çekti. Çok olumlu tepkiler geldi. Hatta çok d aha geniş yazmam gerektiğini belirtenlerin sayısı hayli fazla oldu… Bana düşen bir görevdi, bu görevi yerine getirdi. Son bir yazı ile yazı dizisini noktalıyorum. Bundan sonra yapılacak olan bu dizi yazıyı kitaplaştırmak! İşte bu hayli zor! Olay sponsor olayı… O nu da bulmak kolay olmasa gerek!

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK!
Yaz aylarını boş geçirmemeliyim diye düşündüm. İstanbul’un yazları güzel olur. Hele Boğaziçi’nin! Havası, suyu, denizi, ormanlarıyla bir cennet köşedir Sarıyer. Tarihi ile büyüler insanı! Sahil boyu sıralanan yalılar gizem doludur. Yalılardan her hangi birinin kapısı çalınsa bir başka giz, yakıcı lodos ya da titretici poyraz gibi yüzünde patlar!
Aşiyan’dan Kısırkaya’ya, İstinye koyundan Belgrat Ormanındaki bentlere, R. Hisar kalesinden R. Fener kalesine, tarihin derinliklerinde gezinir insan farkına varmadan… Bilezikçi Çiftliğinde dolaşıp dururken bin yaşın üzerinde olduğunu anlarsın ama yine genç hissedersin kendini… Yaşamaya inatla direnen Yorgun Çınar ve etrafını dört kollu canavar gibi saran Ahtapot Çınar ya da Uyuyan Çınar doyumu olmayan bir zengin yeşilliğin içine çeker insanı. Baltalimanı Hastanesi bahçesindeki ulu Manolya ağacı ile R. Kavağı’ndaki Sevda Çınar’ı yürekleri dağlar! Sahil boyu gezerken heya mola seslerini dinler, gecenin zifiri karanlığında balıkçı kayıklarının çıkardığı yakamozla, denizin menevişlendiğini görür zevkten ürperti geçirirsin!
Gecenin derin sessizliği içinde hüzünlenir, depreşir aldığın yaralar sevda yolunda, kahredersin yaşadığına, aklına gelir, tutturursun bir şiir, giderirsin yalnızlığını! Hele o mehtaplı geceler… A. Kavak, Yuşa ve Camlıca tepelerinden mehtabın yükselişi! O ne doyum olmaz bir zevk, ne doyum olmaz bir güzelliktir.
Kısırkaya sahil boyundan Tarabya’ya kadar uzanan kıyı şeridindeki plajlar… Pırıl, pırıl, tertemiz kumlar; duru ve masmavi deniz… Rüzgârlı havalarda kıyıyı hırçınlaşarak döğen dalgaları; tepelerde dalgalanan ay yıldızlı bayrağı seyretmek bile ayrı bir zevk verir.
Benim yaşam felsefem olmuş Sarıyer sevdası! Kurtulmam olası değil. Bunu da biliyorum yine de sıyıramıyorum kendimi… Uğraşım olmadığı zamanlar da hangi gün ya da hangi saat olursa olsun kendimi yer yer bozuk asfaltın üzerine atar, sessiz sakin yürür giderim. Kaldırımlar! Kaldırımlar beni Necip Fazıl’la buluşturur… Hisar tepesi Orhan Veli ile, Piyasa caddesi de Şekerci İbrahim’le!
Bir garip yolcuyum Sarıyer gemisinde, dümeninde kimse yok, nereye süreklerse akıntı orada bulurum kendimi… Gemi dümensiz, ben pusulayı şaşırmış bir sevdalı… Sokak sokak arşınlarım Sarıyer’i… Mahalleleri, köyleri dolaşırım gün boyu, arar tararım eski dostları, seyrederim tüm yenilikleri… Mezarlarına uğrar varsa giden son yolculuğa dostlar bir Fatiha okur dönerim. Rastladıklarımla ya bir kahve ya da çay bahçesinde oturur çay yudumlarız, ya da iki lokma yemek yiyerek geçen günleri anarız… Sorarım, onlar anlatır, ben not alırım. Notları almak iyi de saklamak kolay değil! Çok zaman geçmez depreşir içimdeki Sarıyerlilik, tez canlılığım koşar adım dolaşır beynimde, haykırır durur: “Ben Sarıyer’im, ben Kilyos’um, Büyükdere’yim, Tarabya’yım, Yeniköy’üm, Hisar’ım! Senin bildiklerini Sarıyerlilerini bilmesi hakkı var” diye… İşte o zaman kendime gelirim. Madem Sarıyer! Niçin Sarıyer? Neden Sarıyer? der dururum kendi kendime! Yani kısaca demek isterim ki bocalar dururum gün boyu, kartondan kayık gibi deniz üzerinde!
En iyisi aklımda olacağına, kâğıt üzerine olmalı! Neden bildiklerimi paylaşmamak? Mademki Sarıyerli diye tanıdılar, bildiler beni, bildiklerimi Sarıyerlilerle paylaşmak görevim olmalıdır düşüncesiyle yola çıkmaya karar verdim. Bu kararımı uygulama yolunu tutunca meraklıların o denli ilgisi ile karşılaştım ki anlatılması zor!
“Gün boyu Sarıyer’de Dolaşmak” ismi altında bir dizi yazı olabilir diye düşündüm ve aldığım notları değerlendirmeye aldım. Her semti ayrı ayrı yazdım, ayrı ayrı değerlendirdim ve elimizdeki bu eser, yani yeni bir SARIYER meydana çıktı.
Sarıyer bir büyük deniz ve o denizin içinde bir kayık, o kayıkta ben! Kayık alabora olana kadar Sarıyer’i yazmaya devam edeceğim.

25 Ocak 2014 Cumartesi

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK- 23 (Bahçeköy)

Yazın sıcak günlerini geride bıraktık, güneş aranır oldu.  Artık her geçen gün havalar biraz daha soğuyor. Güneş zaman zaman bulut örtüsünü yırtarak gülümsüyorsa da eskisi gibi ısıtmıyor insanı. Sonbaharın son günlerini yaşıyoruz. Havalar tam soğumadan Bahçeköy’e gitmeli, Belediye iken mahalleye dönüştürülen bu beldeyi de gezip görmeliyim. Bahçeköy’e yabancı değilim. Ortaokulda okurken Bahçeköylü arkadaşlarım vardı. Askerliğimi Erzurum’da yaparken de Bahçeköylü arkadaşlarım oldu… Denizden, yani kumculuktan koptuktan çok değil, beş altı ay sonra Bahçeköy’e kapağı attım. Artık devlet memuruydum ve D cetvelinde İ.Ü. Orman Fakültesi İktisadi İşletme Ekonomisi ve Dendrometri Kürsüsünde memurdum. Bu memuriyetim tam tamamına 23 yıl aralıksız devam etti. Askerliği saydırınca da emekli oldum ve ayrıldım Bahçeköy’den. Ama mükemmel arkadaşlar, unutamadığım dostlar edindim.
Kolay değil 23 yılı aynı işyerinde ve bu köyde geçirmek. Çok enteresan günler geçirdim. Çok insan tanıdım güler yüzlü ama arkadan çelme takan! Yine çok insan tanıdım, yüzüne karşı pat pat konuşan ama arkandan sana laf söyletmeyen! Hepsini sıra sıra kayda geçeceğim hele biraz yakından tanımaya başlayalım Bahçeköy’ü… Önce Bahçeköy’e bir gidelim bakalım..
153 No.lu cicili bicili bir belediye otobüsüne bindik Sarıyer’den… Oooo ne de kalabalık. Önce Suat bindi otobüse, nasıl da dalıyor insan, ücretsiz “Gazi Kartı”nı yanlış yere basında şoförden ikaz geldi “Beyefendi alt tarafa basınız” gülüştük! Otobüs tıka basa dolu. Ayaktayız. Gençler varsa da hepsinin kafası dışarıda. Yani istesek de yer veren olmaz. Çok gitmedik, lise önünden ve Büyükdere’den binen öğrencilerle araba tam yükünü aldı. İçerisi sıcak olunca otobüsün camlarının açılması için savaş başladı. Tahsin Özcan birkaç yıllık Bahçeköy’lü ne kadar uğraştı ise de açamadı camı, genç bir liseli imdada yetişti. Benim yanımda tıfıl bir lise öğrencisi. Tıfıl ama yanında kayboldum. Yüzünü görebilmem için çok gayret etmem gerektiği anladım. Zira delikanlının boyu en az iki metre! Sormadım acaba spor yapıyor mu? Bahçeköy’ün iç kısmına kadar gittik otobüsle… Tahsin her zaman gibi bu kez de otobüs şoförü ile kapıştı; “Daha ileri gitmen gerekiyor” diye bağırdı.  Şoför’de hayli sinirli söylene söylene 50-60 metre gidip durdu. Geçimsiz Tahsin bu durur mu? Bu kez “Çok gittin” diye sitem etti!” Hemen şoförden cevap geldi: “ Bu kadar da olmaz be! İn be kardeşim zaten 10 dakika kaybım var”. Yolculardan yardım geldi şoföre “Aldırma kaptan bu adam her zaman böyle yapar”… “Huylu huyundan vazgeçmez. Sarıyer’de de böyle yapardı” dedi Suat. Gülüştük… Son duraktı, indik. Bildiğim yoldan köye doğru yürüdüm. Yürüdükçe hayretim arttı. Yahu köy diye bir şey kalmamış. Nerede o bahçe içindeki tek katlı, iki katlı ahşap cumbalı evler. Hiç biri yok. Ne ev kalmış ve ne de bahçe! Yolun sağı solu yedi-sekiz katlı devasa binalarla dolu… Sokak aralarından ilerleyerek ana caddeye çıktık. Gideceğimiz yer Yusuf’un kahvehanesi!…. Şimdilik burada duralım, sohbete sonra devam ederiz. Önce Bahçeköy’ü bir tanıyalım bakalım!
Bahçeköy denilince Belgrat Ormanları, arberatum, bentler, su kemerleri ve mesire yerleri akla gelir. Belgrat ormanları İstanbul’un akciğeri, su kemerleri, bentler de önemi tarihi eserleridir. Mesire yerleri her yaz binlerce insanı ağırlar…  Arberatumun adı Atatürk Arberatumu! Bu arberatum dünyanın en önemli arberatumlarından biri! Aman Allah’ım yine dağıttık… Yahu sadede gelsene diyen yok! Madem kendimize geldik o zaman şöyle kısa bir gezinti yapalım Bahçeköy’ü konu alan eski yıllara!
Belgrat Ormanları ismini Ormanların içinde bulunan Belgrat köyünden almıştır. Tarih bunu böyle tanımlamasa da bu böyledir. Zira Belgrat köyü diye bir köy yoktu 1500’lü yıllara kadar. Orman içinde köy vardı ama Bizans dönemindeki ismi Petra idi.  O tarihlerde bu ormanların ismi neydi? İşte onu bilen yok! Araştırmalarımda Petra köyü ismine rastladım da ormanın ismine rastlamadım. 
Efendim Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme döneminde Kanuni Sultan Süleyman Belgrat Seferine gider (1521). Önüne hiçbir kuvvet duramaz Sultan’ın. Sefer dönüşü beraberinde getirdiği Sırp esirleri, Belgrat Ormanı içindeki Patra köyüne yerleştirir. O günden sonra da köyün adı Belgrat köyü, Ormanların adı da Belgrat Ormanları olur. Varsın olsun, kimsenin şikâyeti olmadı, bizimde olmaz!
Bilhassa bir konuyu kayda geçmeliyiz ki ileri de köyün başına gelenlerin nedenini bilelim. Efendim Sultan Süleyman Sırp Esirleri Petra köyüne yerleştirir, köyün ismi Belgrat köyü yapılır ama köylülere de daha sonra tahta çıkan Padişahlar tarafından önemli bir görev verilir. Köylülerin görevi Payitahta su veren bentlerin ve ormanların korunmasıdır. Köy halkı aldıkları görevi yıllar yılı başarı ile devam ettirdi ama bir zaman geldi ki ip koptu. Kolera salgınları İstanbul’u kasıp kavurmaya başladı. Binlerce insan hayatını kaybetti. 1894 yılında ise 2683 kişi bu ölümcül hastalığa yakalanarak son yolculuğuna çıktı… Olay vahimdi. Duruma Padişah II. Abdülhamit el koydu ve Belgrat Köylülerini suçlu buldu. Suçları Bentlere iyi bakmamaları, gerekli temizlik yapmamaları, bu nedenle bent sularının kirlenmesi ve bulaşıcı hastalık saçmalarıydı. Karar; Belgrat köyü orman içinden kaldırılacak ve başka yere nakledilecek. Emir bu! Kolay mı karşı gelmek! Derhal görevliler seferber oldu ve kısa bir süre içinde Belgrat Ormanları içindeki köy boşaltıldı ve 1894 yılında bugün ismi Bahçeköy olan yere yeni bir köy yapıldı. İsmi de Bahçeköy oldu. Daha önce Petra köyü boşaltılmamış mıydı? Bu defa da Belgrat köyü boşaltılıyor ve yeni bir köy olan Bahçeköy kuruluyordu.
Köy Bahçeköy ama köyün Belgrat olarak kuruluşundaki halkı Hıristiyan Sırp’tı. Ama zamanla asimile oldular ve Rumlaştılar… Yani köy tamamen Rum köyü oldu… İşte bu köyde tam tamamına 23 yılım geçti.  Köyü tekrar tekrar dolaşacağım ve yazmaya çalışacağım.
Bahçeköy’ü yazmak öyle kolay değil! Zira Belgrat Ormanları, su kemerleri, bentleri, mesireleri, kaynak suları, anıt ağaçları ve Atatürk Arberatumu ile çok büyük zenginliğe sahiptir.
Belgrat köyünün kalıntılarını Belgrat Ormanı içinde izledikten sonra köy hakkında kısa bir not düşmeliyim. Belgrat köyü Bahçeköy olduktan sonra 1894 de muhtarlık oldu ve 1992 yılına kadar muhtarlıkla yönetildi. 1992 de ise belde belediyesi oldu. Belediye olmadan önce köy havasını yavaş yavaş kaybetmiş kent havasına girmişti bile. Orman Fakültesi ve Orman İşletme Müdürlüğünün burada bulunması, yeni işyerlerinin açılması, nüfus artışı, köy halkının orman emvalinden yeteri kadar yararlanamaması, köyde aklı erenleri yeni arayışlara itti. Muhtar İsmet Barlas’ın insanüstü gayretleri sonucunda yapılan referandum sonucunda köy halkı belediye olmayı kabul etti ve sonuçta belde belediyesi olmasına karar verildi.  Belediye olunca semt gelişti, tamamen köy havasından uzaklaştı ama gel gör ki işler birden bire ters döndü ve 15-20 bin nüfuslu Bahçeköy Belediyesi 2008 yılında Anayasa Mahkemesi kararı ile fesh edildi ve belediye üç muhtarlığa dönüştürülerek Sarıyer’e bağlandı! İşe bakın be!
Bahçeköy’ün yerli halkı Belgrat’tan getirilen Sırplardı. Ancak zamanla asimile oldular ve  Rumlaştılar. Milli Mücadele sonrasında yapılan Lozan Konferansında alınan karar gereğince köy halkı mübadeleye tabi tutulacaklar listesine alındı. Köyün Rum halkı Yunanistan’a gönderildi, Selanik Sancağı’ndan gelen Rumelili Türklerden bir kısmı da Bahçeköy’e yerleştirildi. Böylece köyün yerli halkını Selanik göçmenleri oluşturdu. Az boz değil tam 80 Selanikli aile yerleşti Bahçeköy’e! Zamanla ailelerden bir kısmı değişik şehir ve yörelere göç ettiler. Özet olarak kurucu ailelerden kalanlar 35 – 40 aile!. Şöyle bir göz atalım bakalım hangi aileler varmış? Yazıcı (Hüsnü), Şen (Abdullah), Kasap (Rıza), Barlas (Hasan), Özbekrem (Hüseyin-Mustafa), Güzel, Karaman, Balaban, Gül (Aii), Çetin, Bileyci, Aday, Yılmazel, Uçar, Aydın, Ata, Berber, Çimen, Sevinç, Altıparmak, Kılıç, Yalaza, Demir, Karpuz, Luca, İşkodra, Zeren, Dinç, Esen, Sönmez, Tulum, Berk, Şentürk, Altay, Türkan, Şişman ve Trançe aileleri Bahçeköy’ün kurucu aileleri oldular.
Kurucu ailelerin lakapları değil, soyadları dikkate alınarak tespit yapıldı. Aslında geniş aile grupları var. Her grup zamanla kardeşlerin ayrılması ile değişik soyadları aldılar. Mesela; Aguşlar, Kalolar, Tulumlar, Barlaslar, Yazıcılar, Sönmezler, Güzeller, Gülhaneller, Kadıoğulları, Kasaplar hayli kalabalık aile gruplarıdır.
Tabii böyle kalmadı. 1950’li yıllarda köy yeniden göç almaya başladı. Önce Rize’den göç aldı sonra da Giresun, Kastamonu ve diğer yerlerden. Böylece zamanla köy karıştı ve adeta birleşmiş milletler gibi oldu! Ne ararsanız var! Yoku, yok!
Bahçeköy Sarıyer köyleri arasında örnek köylerden biriydi. Bilhassa ahşap evleri ile dikkat çekiyordu. Kafesli, cumbalı ve süslemeli evler. Fakir evleri tek düze ve sade, zenginlerin ki ise göz alıcı! Her yerde öyle değil mi? Bu örnek evlerden sadece üst kısmında Villa Barlas kaldı. Bir ay kadar önce bu köhne evin çatı kısmından çıkan yangın evin üst katını çayır çayır yaktı. Ev, viran ama yine de tek ev olarak duruyor. Varisleri ne iş yapar?
Bahçeköy’de pek çok tarihi eser var. Belgrat Ormanı içindeki Belgrat köyündeki kilise kalıntıları elbette ki önemli ama arada yerinde bulasın! Belki var ama tarihi eser olmaktan çıkmış!
Bahçeköy’deki en önemli tarihi eser, Bahçeköy Kemeridir. Bu kemer’in bir adı da Sultan I. Mahmut Kemeridir. Kemer 1731 de Mimar Sinan’a Sultan I. Mahmut tarafından yaptırılmıştır. Kemerin uzunluğu 409 metre, yüksekliği 27 metre, genişliği 3.25 metre olup 21 gözlüdür, Bu kemerden; Beyoğlu, Beşiktaş, Ortaköy, Galata, Kuruçeşme, Arnavutköy, Kasımpaşa ve Sultan’ın yani Padişahın sarayına su veriliyordu. 1731 den günümüze kadar Bahçeköy Kemeri kullanılmaktadır. Bugüne kadar önemli bir onarım görmemiştir.  Ne teknoloji değil mi?

Uzun Kemer
Bahçeköy ve Belgrat ormanlarından Kemer sayısı hayli fazla! Bir kısmı Bahçeköy sınırları içinde olan Paşa Kemeri, Bahçeköy ile Kemerburgaz arasındadır. Orman içindeki diğer kemerler; Eğri Kemer Kemerburgaz girişinde olup (bu kemere Kovuk Kemer de denilmektedir) Bizans İmparatoru Andronikos tarafından yaptırılmıştır.  Uzun Kemer Göktürk tarafındadır. Bu kemerin bir diğer adı Sultan Süleyman Kemeridir. Kurt Kemeri,  Güzelce Kemer, bu kemere Gözlüce ve Kahveci Kemeri de denilmektedir. Belgrat Ormanları içindeki en mükemmel kemer Moğlova kemeridir.  Bu kemere Mongolova, Muallak ve Mualla Kemeri de denilmekte olup Mimar Sinan tarafından yapılmış, mükemmel bir eserdir.  Kemerin uzunluğu 265 metredir. Orta kısmında dört büyük kemer vardır ve her birinin açıklığı 18.40 metredir. Nedense kemere Jüstinien kemeri de denilmektedir ama yanlıştır. Jüstinien ile ilgisi yoktur.  Kemere Jüstinien kemeri denilmesinin nedeni daha önceleri burada olan yıkılıp yok olan kemerin yerine bu kemerin yapılmış olmasıdır…

Güzelce Kemeri
Bahçeköy ve Belgrat ormanları için bentler de önem arz eder. Ayvat Bendi, Topuzlu Bent, Valide Bendi, Sultan Mahmut Bendi, Büyük Bent ve Kirazlı Bent… Bu bentlerden sadece üçü Bahçeköy sınırları içindedir. Diğerleri Belgrat Ormanları içinde bulunmaktadır. Ayvat Bendi ise Bahçeköy ile Kâğıthane sınırları içinde bulunuyor.
Valide Bendi Elma deresi üzerinde, olup Sultan III. Selim tarafından annesi Mihrişah Sultan adına 1776 da yaptırılmıştır. 225.000 m3 su kapasitesi vardır. II. Sultan Mahmut Bendi 1839 da tamamlanarak hizmete açılmış olup 217.000 m3 kapasitelidir. Topuzlu Bent eski bağlar deresi üzerindedir.  Sultan I. Mahmut tarafından 1750 de inşa edilmiş olup, 160.000 m3 kapasitelidir. Bu bende halk arasında Viran Bent de denilmektedir.
Belgrat Ormanları içindeki en büyük bent Büyük Benttir. Bu bende Belgrat Bendi, Bend-i Kebir ve Sultan III. Bendi de denilmektedir.
İyiye iyi demek zorunda olduğumuz için hemen bir parantez açarak Çayırbaşı-Bahçeköy arasına ve asfalt yola döneceğiz. Malumlarıdır ki bu yol Belgrat Köyü kurulduğundan beri vardı ama patika yoldu. Sonraları daha da genişletildi. Belgrat Ormanı içinde bent ve kemer yapılma çalışmalarının devam etmesi üzerine yol geniş tutulmuştur. Sultan II. Mahmut Valide Bendin temeline atmak üzere Sadrazam İbrahim Paşa ile birlikte saltanat arabası ile Belgrat Ormanına gitmek için bu yoldan geçerken yolun ağaçsız olduğunu görünce, yolun sağlı sollu ağaçlandırılmasını ferman buyurmuş. Kim duracak Sultanın fermanına karşı derhal ağaçlandırma yapılmış yol kenarlarına ve bugün zevkle seyrettiğimiz çınar ağaçları dikilmiş. Her biri tarihi ağaç olan bu çınarlara selam verip geçeriz ve daha uzun yıllar yaşamalarını, hem de sağlıklı yaşamalarını dileriz. Hemen hatırlatalım bir de ağaçların bakımı yapılırken yani budama işleri yapılırken kuşa çevirmeseler de ağaç ağaçlığını bilse!
Bir yerde Hıristiyan olur, Rum olur da kilise olmaz mı? Olur elbet! Bahçeköy’de de vardı kilise! Bahçeköy’ün büyük camii eskiden kiliseydi. Yapılış tarihi 1894-1900 arasında olmalı. Çünkü Köyün Belgrat ormanı içinden buraya taşındıktan sonra yapıldığı kesin. Çünkü daha önce burası iskân alanı değildi. Kilise, yapıldıktan sonra 1923 yılına kadar kullanıldı. Lozan Antlaşması ile mübadele olayı gerçekleşince Rum nüfus Yunanistan’a gönderildi, Selanik’ten de Türk nüfus bu köye iskân edildi. Kilise bir zaman boş kaldı, sonraki yıllarda depo, cami ve kısa bir süre okul olarak kullanıldı. 1977 yılında ise camiye dönüştürüldü. Belki ters gelecek okurlara ama bir süre sinema olarak da kullanıldığını hatırlar gibiyim. Yanlışsa düzeltiriz!
Selanik’ten gelen mübadiller de gelir gelmez kendi ibadethaneleri olan camii inşa ettiler. Köy meydanında ve eski muhtarlık binasının karşısında ahşaptan inşa edilen cami bilahare yıktırıldı ve yerine 1991 de yeni bir cami yapılarak ibadete açıldı. Camiler doluyor mu? Bu ayrı bir konu! Ona yanıt verecek durumda değiliz. Herkesin de camiye gidecek hali yok ya!  Dinde zorlama olmadığına göre, giden gider, gitmeyenlerde kendi bildiğince hareket eder! Ona da amenna deriz! Hatırlatmak gerekir, bir camide Kemer mahallesinde var. Bu cami Artam ailesi tarafından Nuray Artam adına yapıldı ve 1993 yılında ibadete açıldı. Allah razı olsun Artam ailesinden. Caminin de cemaati bol olsun. Hemen belirtmeliyim diğer hayırseverlerden de Allah razı olsun…
Bahçeköylüler yaşamlarını yıllar yılı orman köylüsü olarak devam ettirdi. Elbette ki bahçıvanlık, rençperlik, odunculuk yaptılar. Orman Fakültesi, Orman İşletmesi, Büyükdere Tekel Kibrit Fabrikası ve Fidanlıkta memur ve işçi olarak çalıştılar. Bu durum uzun yıllar devam etti. Sonraları değişim oldu. Zira köy büyüdü, ilçe oldu, yeni yerleşim alanları, siteler ve işyerleri ile hayli gelişim gösterdi. Halk da değişik işlere sahip oldu…
Yusuf Efendi’nin (Coşkun) kahvesinin önündeyiz. Benim için tarihi özselliği olan bir kahve, çay bahçesi! Neler geçmedi aklımdan. Merdivenin ilk basamağında durup sağa sola baktım. Bir basamak daha çıktım birkaç dostu gördüm. İki basamak daha çıktım, artık yanlarındaydım. Öteden beri Bahçeköy’e gittiğimde çocukluğumu, gençliğimi yaşarım. Daha doğrusu değişik hergelelikler yapardım yine öyle yaptım. Sessizce adımladım çay bahçesi girişini, alıp şapkamı elime, oyun oynayan Mustafa Şen’in kâğıt tutan ellerine fırlattım. Ayaklandı herkes, beklide sövüp sayacaklardı, beni görünce fırladı ayağa Mustafa Şen, atıldı boynuma kadim dostum Hüseyin Yalaza, koşup geldi Yusuf’un damadı Ahmet Özen…. Bir anda otuz-otuz beş yıl önceye gittim… Yeni bir dünya yarattım kendime, vay anasını be! İki saniye ayaküstü, ne var ne yok dedik birbirimize. “Sizinle konuşmaya geldim” dedim, bıraktı oyunu Mustafa hemen set üstündeki masaya geçtik. Aklımdan geçeni söylemek isterim, karın açlığında çay içmek nasıl olacak diye düşünürken, Mustafa “Yok öyle şey, önce yemek yiyelim sonra oturur konuşuruz” dedi. “Tamam, yeriz” dedim ve ekledim “Hele önce yemek yiyelim demeseydin, neler yazacaktım, bir düşün” dedim, gülüştük. Ahmet Özen, Sarıyerli! Bahçeköy damadı. Kahveci Yusuf’un kızı ile evlenerek damat oldu. Mustafa Coşkun kahveyi bırakınca işbaşı yaptı, kapı kârlı kapı! Devam etsin! Mustafa’da altmış beşten sonra biraz dünya görsün. Kâzım zaten hayli aktif! “Yemek sonraya kalsın” dedim ve arka arkaya soracaklarımı sordum Mustafa Şen ile Hüseyin Yalaza’ya…  Onlar konuştu, ben not aldım… Hem de anıları tazeledik. Hafızasının tıkandığı yerde Mustafa Şen, alt sete bağırarak bilgi aldı Eczacı Aydın Yerebasmaz’dan.  Aydın 30 yıl önce gelip yerleşmiş Bahçeköy’e, köy damadı ama iyi tanımış yöreyi. Hayli bilgi aldık kendisinden. Döndüm bizimkilere “İkinize birden sorayım” diyerek devam ettim “Eskiden köylerde ağalar vardı. Bahçeköy’de de vardı muhakkak. Kimlerdi bu ağalar?” Daha önce, yani üç beş gün önce Mehmet Aday ile görüşmüş söylediklerini not etmiştim.  Mustafa ile Hüseyin’in söyledikleri Mehmet Aday’ın söyledikleri ile aynen örtüştü. Ağaları şöyle sıraladılar: Agus Ağa (Mehmet Sönmez), Hüsnü Ağa (Yazıcı), Tulum Ali Ağa, Kalo İbrahim Ağa, Barlas Hasan Ağa, Kadıoğlu Ali Ağa, Muharrem Ağa (Gürhaneller). Saymaya devam et desem, şüphesiz kıyıdan köşeden yine bir iki isim sayabilirdi. Ben lafı değiştirdim ve sordum: “Şimdi ağalık olsa, kimler ağa olabilir?”. Millet uyandı, kimse kül yutmuyor, Mustafa Şen de aynı yanıtı verdi, Hüseyin Yalaza’da “Uyan Balcı uyan; şimdi herkes ağa! Ne ağa arayıp durursun!”. Aynen kabul ettik. Günümüzde arkan varsa, cebin sıcaksa en büyük ağa sensin! Mehmet Aday da “Bu zamanda ağa mı kaldı?” demiş sıyrılmıştı işin içinden sonra da talimatı vermişti: “Be adam eski işleri Mustafa Şen iyi bilir, yeni İşleri de Hüsnü yazıcı, onlarla konuş yakamdan düş!”.
Mustafa Şen’e “Kasap Mustafa” derler. Kasaplıkları ve hayvancılık babadan kalma. Kendisi bir yaman hesap adamı. Alıp götürdü başarı ile işi hayli de büyüdü. Çok meraklıydı okumaya.  II. Dünya savaşı sırasında yol varsa da araba olmadığı için okumak güçtü. Sabah erken çıkacak 8-10 kilometrelik yolu yaya yani yürüyerek Sarıyer’e gidecek, okul çıkışı yine yaya dönecek ve haydi hayvanlara… Haydi bahçeye… Bu olmaz deyip bıraktı okulu. Ama çocuklarını inatla okuttu. İki oğlu, üç kızı var. Büyüğü Abdullah üniversiteyi bitirmedi, iş hayatına atıldı. Küçük oğlu Erhan makine mühendisi, kızları maşallah hepsi iyi yerlerde! Biri doktor, biri öğretim görevlisi diğeri de öğretmen… Okuyamadı ama okuttu… Mustafa Şen denildiğinde biraz düşünmek gerek. Öyle köy ağası gibi görüntüsü varsa da ağa değil. Eli iyi, işini bilir, sevdiğini sever ama hep mesafeli durmayı da aklından çıkarmaz… Mustafa Şen’de sağ kulvar adamıdır, yürür durur. Her zaman köyde akla gelen isimlerden biri olmayı bilmiştir. Muhtarlıkta yapmıştır, belediye meclis üyeliği de… Pilav üstü ve kadayıftan oluşan yemeğini de yedik ya Mustafa’dan iyisi yok derim ve notlarıma bakmaya devam ederim.
Hüseyin Yalaza çok eski arkadaşım. Orman Fakültesinde birlikte çalıştık. Ben kürsüde o muhasebede.  Muhasebe ofisinin gülüydü, sorunları çözücüydü. Her gün birbirimizi görmeden yapamazdık. Hayat doludur. Kızmaz, kızdığında da anlıktır kızması. Güleç yüzü, şakaları ve şaka kaldırmaları ile de sevimli dostlardandır. İyi futbol oynardı, bunu da kulübe yansıttı ve yönetim kurulunda bulundu, başkanlığını yaptı Bahçeköy Spor Kulübünün. Ama “Yalaza” denildiğinde akla gelen Hüseyin’den önce ağabeyi Hasan’dır. Çok renkli adamdı. Deli dolu, güleç, kızdığında alev alev yanan gözleriyle duman attırırdı etrafında. Bir ordu ile başa çıkacak kadar metin, inatçı idi. Dargınlığı yoktu ama garip insandı. Garip göçtü bu dünyadan. Allah rahmet eylesin.
Hüznü Yazıcı bizden bir kuşak sonra gelir. Ama hayli etkin bir isim Bahçeköy için! Sarıyer’deki dükkânında buluşup görüştük. Meramımı anlattım, hemen kabul etti. “Ben bilgileri sana yazılı olarak veririm” deyince çok da sevindim. Hüsnü tam bir bilge! Aktif bir insan,  dernekçi ve siyasetçi! Sağ kulvarda yıllardan beri koşup duruyor. Yıllarca sağ partilerde siyaset yaptı, yönetimlerde bulundu, belediye meclis üyesi ve Bahçeköy Spor Kulübünde başkan ve Sarıyer Spor Kulübünde yönetici olarak görev yaptı. Sarıyer’de kurdukları Yazıcı Market hayli ses getirdi ama sonra! Ama sonra amca çocukları Hüsnü-Oktay ayrılığı gerekli oldu. Hüsnü aynı işi kardeşleri Metin ve Çetin’le birlikte devam ettiriyor. Hüsnü mübadil olduğunu unutmadı. Köyde Mübadiller Derneği’nin kurulmasına öncülük yaptı. Arşiv çalışmaları yaparak tarihe ışık tuttu. Kurduğu ekiple atalarının yurduna gezi tertip edip gittiler.
 Nedendir bilinmez yine dedikoduya dalıp gittik. Ne gereği vardı bunlara… İşine baksana be adam!   Hüsnü Yazıcı’nın verdiği bilgiler doyurucu, yeri geldikçe kullanacağım…
Mehmet Aday bir başka can dostumdur. Fakültede başlayan dostluğumuz aynı sevecenlikle ve aynı saygı ile devam edip gidiyor. Böyle de gider. Çalışkan, iş bilir, yardımsever ve telaşsız bir kişi! Saygıda kusur etmez, efendilikte tek geçilir… Hilesi, hurdası olmayan, olduğu gibi görünen bir adam gibi adam! Giyimine kuşamına diyecek yoktur. Takım elbise giyme ve kravat takma merakına hayranım. Elbiselerini birgün ütüsüz, yakasını kravatsız göremezsin. Bazen yazın kavurucu sıcağı tak dediğinde sıyrılır memur havasından kurtulur. Genç yaşta oğlu kötü hastalığa kurban gitti. Dayanılır gibi değil ama başka çare var mı? Dayanacak! Hem evlat acısına hem de benim ağır şakalarıma dayanacak, başka yolu da çaresi de yok ki!
Pek çok dostum, arkadaşım oldu Bahçeköy’de… Ama sorduğumda pek çoğunu kaybettiğimizi öğrendim. Ecel bu! Gelecekse geliyorum demiyor ki… Yaşlılara sıra sıra, gençlere ara sıra diyor ve yapışıyor insanın yakasına, bir da bakıyorsun ki öğleye yakın bir salâ veriliyor, bir arkadaşının yok olduğunu anlıyorsun. Kimleri kaybetmedik ki: Yaman delikanlı Ahmet Coşkun, komanda denilen grubun silahlı saldırında can verdi… Bu mert delikanlı öldüğü ile kaldı! Vuranları görünler, bilenler de korkudan konuşamadı! Yazık oldu, aslan gibi delikanlıydı. Ağabeyi Kazım ve kardeşi Mustafa iyiler. İbrahim Erkaptan çok erken aramızdan ayrılanlardan! Aslen Madenliydi. Evlenince Bahçeköylü oldu. Bahçeköy Spor Kulübünün de ilk başkanıydı. Orman Fakültesinin servis şoföre İbrahim Aydın da erken koptu dünyadan, iyi bir arkadaştı. Keza diğer servis şoförü, iyinin iyisi Orhan’da çok genç kaydı gitti bu dünyadan! Müftü Aga mükemmel bir insandı. İmam olmadığı zaman imamlık yapardı fahriyen! Sanki,   evliya! O kadar sevimli, o kadar cana yakın ve iyiliksever. Kendisini tanıdığımda yaşlıydı. Bir gün yaşını sordum nasılsa, doksanı devirdim demişti. O da yok, hakkında rahmetine kavuştu. Çimen kardeşler; Bahçıvan Mustafa ve kardeşi Süleyman! İkisi de can adamlardı… Mustafa çok iyi bir bahçıvan ve şakacı biriydi. Süleyman’ın futbolculuğu da vardı! Mustafa’nın oğlu Hasan Çimen’de genç yaşında göçtü dünyamızdan nur içinde yatsınlar. Fethi Barlas’ın oğlu Hasan, bir garip ölüp gitti…  Kaç kişilerdi bilmiyorum, sormadım sayısını. Her halde Topuzlu Bent kenarında yiyip içmişlerdi. Kalktıklarında elini yıkamak için suya eğildiği gibi kayıp gitmiş suyun derinliklerine, çekip çıkaramamışlar, çıkardıklarında da ölmüştü zaten!
Barlas ailesinde ölümler acılı, hem de çok acılı oluyor. Hoş ölümün tatlısı olmaz ya. Ama İsmet Barlas’ın ölümü bir başka ölüm oldu… Çocukluk arkadaşımdı, okul arkadaşımdı, partiden arkadaşımdı, fakültede birlikte çalıştık… Bir gün olsun ters düşmedik, kırmadık birbirimizi! Tam bir köy ağası havasındaydı. Köyde ağa şehirde beydi. Orman Fakültesinde Entomoloji ve Koruma Kürsüsünde teknisyendi. Her işe koşan becerikli ve iş bitirici bir insandı. Kürsü işlerinden çok dış işleri kovalar, Mehmet Aday’da kürsü işlerinde yanıp kül olurdu. Bizden önce emekli oldu. Siyasete atıldı. Uzun yıllar CHP de kaldı. Muhtar olarak köyün Belediye olması için mücadele verdi. Referandum sonucu köy Belde Belediyesi olmayı kabul etti. ANAP saflarında Belediye Başkanlığı seçimine girdi. Moral destek vermek için gittik Nihat Adatepe ile kendisine. Tanınamayacak kadar güçsüz ve zayıf gördük kendisini… Sordum “Biraz rahatsızım, uyuyamıyorum” dedi. Ayrıca bazı kişiler tarafından rahatsız edildiğini söyledi ama sorduğumuzda her zaman ki gibi yanıt verdi “Boş ver gitsin”… Seçime birkaç gün kala ölüm haberi geldi. Ortaköy’de sahil boyunda, arabasının içinde ölü bulunmuş. Elinde tabancası,  şakağından vurulmuş. Yer yerinden oynadı. ANAP Gen. Bşk. Mesut Yılmaz “Katili mutlak bulunacak” dedi ama hala bulunmuş değil! “İntihar etti” dediler ve cinayet dosyasını kapattılar ya da faili meçhule attılar. Belki de Türkiye’de bir ilk oldu. Yerine aday gösterilmedi ve vefat ederek hayattan ayrılan İsmet Barlas seçime Belediye Başkan adayı olarak iştirak ettirildi. Selam sana be arkadaşım, Allah gani gani rahmet etsin…
Kamil Kıvanç da hem çocukluk ve hem de askerlik arkadaşımdı. Birlikte Orman Fakültesinde çalıştık. İnsan bir insandı. Erken ayrıldı Bahçeköy’den ama ilişiğini kesmedi, sık sık gelip gitti. Emekli olduktan sonra tekrar geldi ama bu kez ecel yapıştı yakasına ve bir gün vefat ettiği haberi geldi…
İsmet Barlas, Kamil Kıvanç, Mustafa Şen, Abdül Gül, Hasan Altay, İbrahim Sönmez, Hüseyin Yalaza arkadaş grubu… Kaç kişi kaldı?
Orman Fakültesinin unutulmazları Amire Hanım, Burhan Pakyüzer, Mustafa Demir,  Kani Bey, Hayri Bey, Hasan Uçar, Çetin Erdem, Behire Hanım, Sebahat Özkul, Nezahat Akkoç, Engin Tuğcu, Mehmet Şenyurt, Zeycan Hanım, Sevgi Bıyıklı, Keriman Kuznek, Kazım Kutlu, Adem Akkoç, İbrahim Eren, İsmail Berk, Hamide Akkoç, Nevzat Elçin, kaloriferci Kazım, İbrahim Ersoy, Nimet Erdem, Şener Çınar, Yunus Sakarya, İzzet Durdu, Bahtinur Sarı, Alev Deniz, Aydan Karaöz, Füsun Demirkuş, Gönül Benli, Emine Yılmazel ve unutmadan belirtmeliyim bir de bizim Emine Balcı ve diğerleri… Kimi son yolculuğa çıktı, kimi yaşamak için mücadelesini devam ettiriyor.  Nevzat Elçin’e ayrı bir parantez açmam gerek! Tostoparlak, yüzü parlak, on numara ahlak sahibi bir adamdı. Sekseni devireli çok oldu maşallah sağlıklı yaşamaya devam ediyor. Kızı Jale, canım benim, babasının modeli, kooperatiften arkadaşım Metin Taşkınsoy’la evlendi ama kopmadı Bahçeköy’den. Çocukları Serdar aratmıyor babasını, her aktivitenin içinde var, son marifeti Bahçeköy kulüp başkanı, üst üste şampiyonlukları kucaklıyor.  Sedat Serçe yaman bir Elektrik teknisyeniydi. Polislikten geldiği için çok uyanık, kül yutmayan, müthiş Cumhuriyetçi bir baba yiğitti. Maşallah sekseni geçeli çok oldu ama sağlığı yerinde. Hepsine Allah uzun ömürler versin. Muhasebe ofisinin şefi Seyfi Barlas da bir başka kalender dosttu. Upuzun boyu, pos bıyıkları ile bir abide insan gibiydi. İş bilen, sakin ve telaşsız, paniğe kapılmayan iyi bir arkadaştı. Ne var ki ticarette tutunamadı! Teko Yakup Efendi’ye de bir paragraf açmak gerek. Birinci Dünya Savaşında Arabistan çöllerinde İngilizlere esir düşmüş, günlerce işkence görmüş ama sonunda Türkiye’ye dönebilmiş! Balkanlardan gelmiş. Nasılsa kapılanmış Orman Fakültesine santralci olarak! Hiç evlenmemiş, kendisini öğrencilere adamış. Bir de kendisini kollayan bulmuş Prof. Dr. Muharrem Miraboğlu… Ölene kadar Fakülte’de kaldı, fakültede çalıştı, fakültede yattı. Öğrencilerin sevgilisi, herkesin sevdiği bir adamdı. Bunca yıla rağmen Türkçeyi konuşmakta zorlanırdı. Anlat derdim esareti başlardı “Göğüslerim safi yara bit….” diye! Yıkanamamaktan, pislikten çok kaşınıyor ifade etmek istediği bu… Bir akşam hareket halindeki öğrenci servis arabasına giderken kapıda yığılıp kaldı ve son nefesini verdi. Sarıyer merkez mahallesi mezarlığında gömülü! Allah rahmet eylesin. Bir tek yakını, hısımı ve akrabası yoktu ama öldükten 15 gün sonra peş peşe yakını, akrabası diye gelen oldu! Neyi vardı ki alacaklardı? Çetin Erdem iyi dostlarımdan! Düzce’den tanırdım kendisini. Düzcespor’un yaman file bekçisiydi. Fakülte sekreteri olarak geldi ve emekliliğe kadar görev yaptı. Her konuda anlaştık, yardımını gördük. İş bilen, komple bir insandı. Eşi Nimet Hanımla baş başa kaldılar. İki çocuğu evlenince iki ara bir dere, çocuklara gidip dönüyorlar. Başka ne yapacaklar ki! Futbol hakemliği de vardı ama bu yaşta hakemlik yapılmaz ki!
Hani hayata devam edenlerin de sayısı az değil. Örneğin;  Fehmi Gülhaner, Hasan Şentürk, Talat Kahraman, Fethi Barlas yaşı seksenin üzerinde olanlar… Sağlıklılar iyi haber… Fethi Aktepe kötü hasta, evden çıkamıyormuş yazık! Allah şifalar versin. Diğer dostlar; Hüseyin Sevinç, Hüseyin Kartal, Reşat Barlas, Mustafa Coşkun, Kazım Coşkun, Abdül Gül, Ali Kılıç, İbrahim Ersoy, Hüseyin Kıvanç yaşama devamda kararlılar… Devam etsinler, kimse yok demez! Baki Yurttaş’da ayrı bir dava adamı. Baki de sol kulvarda yürümüş devamlı! Hala devam ediyor. Belediye Meclis üyeliği yapmış, kulüpte yönetici olarak görev almış bir başka dost.
Yazıcı’lar da hayli renkli. Süleyman, Mehmet, Ali, Hasan, Mustafa ve Necibe yazıcı kardeşler. Beş erkek bir kız kardeş. Necibe Mustafa Özbekrem ile evli. Çocukları Nurettin Özbekrem avukat olarak hayatını devam ettiriyor. Köyün sevilen isimlerinden! Mehmet Yazıcı ise asker arkadaşım. Erzurum’un tozlu topraklı sokaklarını arşınladık. Ordu Karargâhı cümle kapısında nöbet tutarken dalga geçerdim kendisiyle! Sağlığı yerinde, bastonu elinde yaşamını sürdürüyor ya o da yeter!
Bahçeköy’ün bir de yerel tarihçisi var Mehmet Sönmez. Merak bu işte! Düştü anıların peşine! Girip kilitli dolapların içine, bulup eskimiş, rengi solmuş fotoğrafları ve yazmış Bahçeköy tarihini. Kendi deyimi ile “biraz amatörce olmuş” ama bir ilk olduğu için bence iyi olmuş! Devamı etmiş ve Yeşilçam’ı yazmış! İyi bir araştırma! Karşılaştık başarılar diledim, devam etmesini salık verdim kendisine! Kitabını imzalaması lâzım ille de hatırlatmak mı gerek!
Bahçeköy bir yerde Yeşilçam olarak da isimlendirilir. Halk bunu biraz da böyle bilir. Nedeni çok basit, düşünmeye gerek yok. Çünkü Türk Sinemasının filmlerinin pek çoğu burada çekildi.  Sinemacılar için doğal platodur Bahçeköy.
Bahçeköy denilince akla İ.Ü.Orman Fakültesi gelir. Fakülte 1857 de Orman Mektebi Alisi olarak kuruldu. 1880 de Maden Mektebi ile birleşmiş ve Orman ve Maadin Mektebi adını almış. Mektup 1893 yılında kapatıldı dersler Halkalı Ziraat Mektebinde verilmeye başlandı. 1903 de okulun adı Halkalı Ziraat ve Orman mektebi oldu. 1910 Orman Mektebi Alisi adında yeni bir okul kuruldu. Bu okul önce Sultanahmet’te sonra da Sarıyer’deki Horozoğlu Konağı’nda (Şimdi Kültür Merkezi) faaliyet gösterdi daha sonra da Bahçeköy’e taşındı. 1919 yılında Muhtar Paşa Çiftliğine, sonra bu kez yine Sarıyer’de ama Yedi Sekiz Hasan Paşa Köşkünde öğretime devam edildi. 1922 de ise okul tekrar Bahçeköy’e ve bugünkü yerine taşındı.  Okul 1934 de Orman Fakültesi adını alarak İstanbul Üniversitesine bağlandı. Fakülte bünyesinde şimdi bir de Ormancılık Meslek Yüksek Okulu var.
Orman Fakültesinde tam tamamına 23 yılım geçti. Tatlı ve acı günlerim, anılarım oldu Fakültede. Bir kaç anımdan bahsetmek isterim. Öncelikle zor bir hocanın kürsüsünde bulundum. Prof. Dr. Fehim Fırat hocanın adı duyulduğunda irkilirmiş çalışanlar, öğrenciler. Mustafa Kemal’in kurduğu Heyeti Temsiliye de yer alan Şeyh Feyzullah Efendi’nin ya oğlu ya da damadıydı! Kesin dersem yanılırım. İstanbul Üniversitesi rektörü olarak görev yapmış bir yaman hoca. 27 Mayıs İhtilâlini takiben de Kurucu Meclis Üyeliği görevinde bulunmuş. Kürümüz Orman Hasılatı ve İktisadı Kürsüsü idi. Sonraları birkaç kez isim değiştirdi. Şeref Nuri İlkmen, Muharrem Miraboğlu profesörlerdi.  Abdülkadir Kalıpsız, Hayri Nuray Bayraktaroğlu doçentti. Sonra İlhan Gülen, Alptekin Günel, Uçkun Geray, Ertuğrul Acun, Tahsin Akalp, Ömer Saraçoğlu asistan olarak göreve başladılar ve sırasıyla doktor, doçent ve profesör oldular. Çok iyi, çok acı ve unutulmaz anılarım oldu Fakültede. Bir kaçını yazmak isterim:
            Memur alınacakmış, Nihat Adatepe götürdü beni. Fehim Beyin karısına çıktık. “Alın sınava” dedi. İlhan Gülen sınava aldı beni. Sordukları “2×17 kaç eder; 45 ten 13 çıkar…” Yaptım, “daktiloya geç” dedi. Geçtim, bir kitap açtı, “şu paragrafı yaz” dedi. Daktilonun yabancısı değildim.   Yazıyı da yazdım. İlhan Bey, Fehim Bey’in yanına gitti. Birkaç dakika sonra beni çağırdılar. Hoca “Sınavı kazandın, dilekçe ver işe başla” dedi. Ben hemen “Kaç lira aylık vereceksiniz!” dedim. Güldü, yanında iki kişi daha vardı onlarda güldü (Şeref Nuri İlkmen ve Kemal Ergin). Anladı memuriyetin ne olduğunu bilmediğimi. “Ne istersin?” dedi. “400 lira” dedim. “Git dilekçe ver işe başla” dedi. İşe başladım. Bir ay sonra maaş almaya gittim elime 226 lira verdiler. Muhasebeciye “Bu eksik” dedim. “Maaşın 300 lira kesintisi var” dedi. “Maaşım 300 değil 400 lira” dedim ve parayı kafasına çaldım, çıkıp gittim. Rahmetli Kamil, rahmetli İsmet, Nihat Adatepe ne yaptılarsa ben “Hayır” dedim. Nihayet olaya Fehim Bey müdahale etti, beni ikna ettiler. Ama ne oldu bilir misiniz? Fehim hoca bana her ay 50 lira zam verdirerek aylığımı üç ayda dört yüz liraya yükseltti.
Bir başka olay ise şu: Beni çok sevdiklerini sandığım Prof. Dr. Hayri Bayraktaroğlu Rizeli hemşerimdi. Keza Prof. Dr. Abdülkadir Kalıpsız da… Teknisyen kadrosu boştu. Bana verilmesi en uygun olanı idi. Ama birileri itiraz ediyormuş. Sonunda kürsü toplantısı oldu. Muharrem Bey odasına gitmemi ve istediği bir yazıyı bulup kendisine getirmemi söyledi. Odasına gittim, toplantı yapılan odaya açılan kapı aralıktı. Toplantıda benden bahsediliyordu. Hayri Bayraktaroğlu, benim en sevdiğim insan, nedense devamlı aleyhimde konuşuyor ve kadronun bana verilmemesi için yırtınıyordu. Bunları duydum ya hemen çıkıp gittim. Yazıyı da aramadım. Toplantı sonrası Muharrem Bey’in gülüşünden bir şeyler döndüğünü anladım. Meğer oda kapısını kendi kasten açık bırakmış, beni de durumu anlamam için oraya göndermiş! Teknisyen kadrosunu önceki toplantıda bana vereceklermiş Hayri Bey mani olmuş. Bu toplantıda yine konu edildi ve yine karşı çıkınca olay kaldı. Bir iki ay sonra kadro altı ay bana ve altı ayda Hüseyin Kıvanç’a verildi. Hangimiz teknisyen farkını aldıksa paylaştık. Bu konuşmanın olduğu günün akşamı servis arabasına giderken Hayri Bey hiçbir şey yokmuş gibi “İbrahim Can….” diye hitap ederek bir şeyler söyledi oralı olmadım, tekrar etti, dönüp bakmadım, bir daha tekrarlayınca “Ne İbrahim Canı be, bende sizi beni seven birisi biliyordum. Yanılmışım, bir daha bana iş falan sakın gönderme yapmam” dedim. “ Ne oldu, kızma” diye sorunca, hakkımda konuştuklarını dinledim, duydum, hiç sıkılmadın mı dedim” ve gittim. O olaydan sonra hep mesafeli olduk.
İlhan Gülen bir başka karakter! İnanılır gibi değil! Devamlı gülen yüzüne aldandın mı yandın! Bir gün yeni elbiselerimi (siyah lastikotin kumaştan) ilk defa giydim, saat 15.00 de Beşiktaş evlendirme dairesinde bir nikâha gidecektim. Fehim Hoca çağırdı ve “İlhan Gülen’in kömür günü bugün, onun burada benimle işi var, gidip kömürünü al” dedi. Nikâhı söyledim, kömürü eve bırakıp gidersin” dedi. İlhan Bey para ve kömür karnesini verdi, Kuruçeşme’ye gittim. Hava güzel! Sıradaki kamyona kömürler yüklenirken hava birden bire kaçık yaptı. Müthiş bir lodos rüzgârı ile toz bulutu içinde kaldık. Kamyon yüklenene kadar rezil olduk. Bu arada yağmurda yağmaz mı oluk oluk. Şoför mahalline yaşlılar oturdu, bana yer yok kamyonun üzerine çıktım. İlhan Beyin evine akşam karanlığında gittik kömürü boşaltıp eve döndüm. O elbiseyi bir daha giyemedim. Ertesi günü Fakülteye gittim. Yaptığım masrafı bir kâğıda yazıp, artan 130 kuruşun 125 kuruşunu İlhan Beyin masasının üzerine bıraktım. 5 kuruş bulamadım. İlhan Bey bir iki saat sonra çağırdı, yanına gittim. “Kömürü getirdin, sağ ol ama geri verdiğin para eksik” dedi. “Hayır değil” dedim. “Eksik” diye direndi, tekrar yanında hesap yaptım. “İşte tamam” dedim, “Ne tamamı işte beş kuruş eksik” demez mi! Kan beynime çıktı. “Yahu dedim benim yepyeni takım elbiselerim gitti, sen beş kuruşun hesabını yapıyorsun” diye bağırdım ve çıkıp gittim.  Fehim Hoca’ya durumu anlattım tabii çok üzüldü. Yıllar sonra İlhan Bey ile bir daha anormal şekilde dalaştık… Hem ne dalaşma, ceza alma pahasına en azından yedi sekiz yıl yazışmalarda, raporlarda ismini bile yazmadım!
Neyse o kadar çok anı var ki anlatmaya gerek yok, bu benim işim değil, ben gezi notlarımı yazıyorum, hepsi bu! Ama yine de bir kaç kişiye parantez açmak isterim: Prof. Dr. Muharrem Miraboğlu, Prof. Dr. Tahsin Akalp ve Prof. Dr. Uçkun Geray… Allah her anaya böyle evlatlar, her ülkeye de böyle bilim adamları nasip etsin! Fakültenin diğer kürsülerinde de elbette ki çok değerli bilim adamları var, bunu da hatırlatmak isterim. Örneğin; hepsi de profesör olan Selahattin İnal, Fikret Saatçıoğlu, Faik Tavşanoğlu, Adnan Berkel, Gafur Acatay,  Hayrettin Karaca, İsmail Eraslan, Kemal Erkin, Refik Erdem, Burhan Aytuğ, Turan İstanbullu, Orhan Uzunsoy, Hasan Çanakçıoğlu, Tahsin Tokmanoğlu,  Selçuk Bayoğlu, Faik Yaltırık, Besalet Pamay, Yener Göker, Nihat Balcı, Suat Ergenç, Adnan Berkel, Fikret Saatçıoğlu, Necdet Özyuvacı, Turgay Aykut, Melih Boydak, İbrahim Atay, Hüseyin Aksoy, İsmet Şanlı, Gökhan Eliçin, Bülent Seçkin, Ertuğrul Acun ve diğerleri…
Bahçeköy bir çırpıda geçilecek bir yer değil. Belde belediyesi iken mahalleye dönüştürülen talihsiz bir belde! Bahçeköy Merkez Mahallesi, Kemer Mahallesi ve Yenimahalle olarak üç ayrı muhtarlık yapıldı. Yani Bahçeköy doğrudan, Sarıyer’in mahallesi yapıldı. Yürek yanmaz da ne yanar? Merkez Mahalle muhtarı Muhittin Atmaca, Kemer Mahallesi muhtarı Erdoğan Kavraz, Yenimahalle muhtarı da Ahmet Özçelik… Üçü de hayrını görsünler.
1960’lı yıllara gidiyorum ve eskileri hatırlıyorum. Biri Kilyos’a, diğeri Kamer çeşmesine giden iki cadde… Arada bir küçük ve dar sokaklar. Üç kahvehane… Biri eski caminin karşısında Yazıcıların, biri köyü girişte solda set üzerinde Yusuf Coşkun’un kahvesi, diğeri de yine sağda set üzerinde ve kilise iken cami olan mabedin karşısında yol kenarında… Tam karşısında da bahçesi… Köy küçük, nüfus az, işyeri yok denecek gibi ama insanlık, arkadaşlık dört dörtlük. Kışın rahmetli Mehmet Tulum’un izbe kahvehanesinde inden ayı çıkarır gibi duman altı olurduk. Yazın ise karşıdaki sette ağaçlar ve sarmaşıkların altında keyif sürerdik. Köy meydanındaki Yazıcılara ait kahvede hiç oturmak nasip olmadı. Zaten sonra bir başka işyeri oldu. Mehmet Tulum yeri ise şimdi büyük bir market… Yusuf Coşkun’un kahvehanesi… Önünde bahçesi… Buradan Bahçeköy’e kuş bakışı bakılır. Her düşüncede adam saf ve masa tutar burada. Kimi sağcıdır, kimi solcudur, kimi köylü, kimi şehirli. Turuncudan, gök mavisine kadar her cinsten insan bulunur bu bahçede. Kan kırmızı da, yemyeşili de… Koyu karanlıktan daha karanlığı tercih edenlerde bulunur, aydınlığa şapka çıkaranlar da! Elbette ki üç büyük kulübün yerine giren Trabzon spor da konuşulur! Pişpirik de oynanır, elli bir de… Tavla da zar da atılır, konken de okey de! Velhasıl-ı kelam ne istenirse burada bulunur. Dargını, kırgını ve dahi küskünü… Çok barışığı, yüzünde kırışığı, saçlarında akı olanlarda bulunur… Memurda vardır, esnaf da! Gençlerin çoğunluğunu fakültenin öğrencileri oluşturur… İşte bu kahvehanede her öğle vakti bir saatliğine de olsa oyun oynadık, şaka yaptık, lak lak ettik vakit geçirdik…
Memur takımının en büyük zevki yemekten sonra volta atmaktı. Grup grup olurlardı. Profesörler bir grup, doçent ve doktorlar, asistanlar bir grup! Bir diğer grup da bizlerdik. Yani memurlar… Aslında hepsi memur da onlar öğretim üyesi ve görevlisi, bizler düz memur, unvanı/sanı yok! Fakülte bahçesini turlar dururdu hepsi. Biz memur takımı daha ziyade Orman İşletmesinin bahçesinde ve bent yollarını arşınlar durur, dedikodunun en hasını bu turlama sırasında yapardık. Hepsi hayal oldu, hepsi mazide kaldı. Artık o günleri yaşamak olası değil! Ne yapalım biz de yaşadığımız güne gün deriz! Bizim grubun tur başı Mehmet Aday’dı. Takımı da ben, Nezih, Mehmet Şenyurt sonraları Cihat oluştururdu. Daha önceki yıllarda İsmet Barlas, Kamil Kıvanç, Nihat Adatepe ve Dursun Ekinci ile volta atardık… Zaman zaman hanım arkadaşlarda katılırdı aramıza. Neyse her şey mazide kaldı…
Bahçeköy Orman İşletmesi, Belgrat Ormanı ve bu orman içindeki piknik yerleri ile av sahası unutulmaz. Neşet Suyu piknik yerinde yapılan kazı sırasında bir mezar taşı bulundu. Adeta bir abide, bir anıt! Mezar taşı üzerinde askeri birliğin adı ve şehit olanların isimleri yazılı. Üzerindeki tarih ise (Hicri 1287, Miladi: 1871). Bu şehitlerimizin de mekânı cennet olsun diyelim başka ne diyebiliriz ki?  Av sahasında Geyik üretim ve Pekin ördeği üretim sahaları var. 
Bizim bildiğimiz Bahçeköy, şimdi yok. Üç mahalle olmasına karşın, mahalle, kasaba, ilçe değil Anadolu’da her hangi bir şehir gibi bir yerleşim bölgesi… Sokaklarında dolaşmaya kalksak akşama kadar bitiremeyiz. Dolu dolu yaşamak istersek Bahçeköy’ü daha çok uğraş vermek gerek. Ama tepe noktadan bakarsak pek çok tespit yaparız. İsterseniz gelin şöyle bir yükseklerde dolaşarak ve dahi Hüsnü Yazıcı’nın notlarını da dikkate alarak yapalım tespitlerimizi:
Efendim! Selanik’ten getirilen köy halkı okumuş ailelerden oluşuyormuş… Hacı, hoca, hafız, molla ve rüştiye mezunu gibi! Bu nedenledir ki Türkiye’ye geldiklerinde de çocuklarını okutmaya çok önem verdiler. Örneğin; Ali Özbekrem, Hüsnü Esen, Abdullah Altıparmak, Dursun Esen, İbrahim Aksu, Celal Barlas, Av. Ahmet Sönmez, Mustafa Yazıcı, Nurettin Özbekrem, Mehmet Gül, Hüseyin Çimen, gençlerden Nadiye Sönmez (Kartal), Erhan Şen ve iki kız kardeşi üniversite bitirerek üst düzeyde görevler üstlendiler. Halen yüksek öğrenime verilen önem aynen devam ettiriliyor.
Belde Belediyesi başkanlığını ilk başkan olan Muzaffer Altınsoy üç dönem yaptı. Son başkan ise Mustafa Başaran! Belediye olur da Meclisi ve meclis üyeleri olmaz mı? Onlardan da bir demet sunalım: Hüsnü Yazıcı, Mustafa Şen, Sami Kasap, Osman Aktaş, Mehmet Güney, Yakup Çakıroğlu, Baki Yurttaş, M. A li Adıgüzel, Mehmet Yüksekten, Hüseyin Tulum, Suat Kasap, Fahrettin Erkaptan, Yılmaz Tamer, Ali Taşdemir, Yılmaz Tank, Ahmet Aktepe, Nizam Hacıosmanoğlu, Cevdet Kain, Osman Can, Şenel Demirkaya, Bekir Demirbilek ve İbrahim Man…. Hani az da değil, hepsi isteyerek, severek görev yaptılar.
Belediye Başkanlarını, Meclis üyelerini sayar da muhtarları saymazsak yakarız kendimizi: Ali Kıvanç (Aga Paşa), Mustafa Çetin, Hüseyin İpek, Osman Man, Kamil Tulum, İbrahim Gülsev, Fehmi Gürhanel, Hasan Güzel, Fethi Barlas, Süleyman Kasap, Abdül Gül, Mustafa Şen, Sadık Güney, İsmet Barlas, Salih Kavrazlı, Ali Gül… Mahalleler kurulunca yeni yeni muhtarlar görev aldı: Osman Aktaş, Ahmet Özçelik. Erdoğan Kavraz, Erdoğan Atmaca… Biliyorum eksiği vardır da fazlası yoktur… Ne yapalım, eksikleri de tamamlayan bulunur.
Bahçeköy’de önemli eğitim kurumları var. Örneğin: İ. Ü. Orman Fakültesi ve Orman Yüksek Meslek Lisesi, Bahçeköy Ferizan Kemal Demir Onaran Lisesi, Açı Okulları İlköğretim ve Lisesi ile Bahçeköy Türkan Efe İlköğretim Okulu bulunuyor.
Bahçeköy’de büyük işyeri olarak fazlaca bir şey yok: Tekin Acar Kozmetik Fabrikası ile Arken Kimya fabrikası faaliyette. Büyük market sayısı az değil, dükkân sayısı da fazla. Damak tadı olanlar için birkaç lokanta var…
Bahçeköy’de resmi daire sayısı fazla, zira Belediye olmasının etkisi olmuş. Keza dernek sayısı da az değil. En eski dernek Bahçeköy İlim ve Kültür Derneği Talebe Yurdu Derneği olmalı. Sonra Bahçeköy Spor Kulübü, Avcılık Atıcılık Derneği, Okul Aile dernekleri, Cami Dernekleri ve en son kurulan Mübadiller Derneği akla gelen derneklerden. Bu derneklerden Avcılık ve Atıcılık Derneğinin tesisleri mükemmel hayrını görsünler de yasak avlanma yapmasınlar… Keza Bahçeköy Spor kulübünün de tesisleri hayli iyi… Onlarında görevi semti iyi temsil etmek ve başarılı sporcular yetiştirmek olmalı.  Hemen iki nokta koyup devam edelim; İ.Ü. Orman Fakültesinin spor kompleksi de müthiş. Futbol sahası suni çim, kapalı spor salonu mükemmel. Gençliğin emrine verilmiş. Dekan Prof. Dr. Tahsin Akalp’ın büyük gayretleri ile meydana getirilen spor kompleksi alkışa değer!
Eskiden Bahçeköy’de Nalbant ve saraç vardı, şimdi yok. Çarşı içindeki saraca 1964 de iki kemer yaptırdım köseleden, birini hale kullanıyorum. Pahalı kemerlere beş basar argo lisanıyla. Bir de albenisi olsa para ile satın alınamaz. Zira kemer nerede ise benimle yaşıt! Şimdilik askıda!
Eskiden Bahçeköy halkı bahçıvanlık, hayvancılık ve rençperlik yapardı. Orman Fakültesi, Orman İşletmeli, Fidanlık ve Büyükdere Tekel Kibrit Fabrikası köylülerin iş alanlarıydı.
Köydeki eski köy binası şimdi Sarıyer Belediyesinin Konuk Evi. Bu isimle Kız Yurdu olarak hizmet veriyor. Düşünenler iyi düşünmüş, alkışlarız. Sağlık ocağı da var. Hayırsever Sabri Artam sadece Cami yaptırmakla kalmamış kendi ismini taşıyan bir de Sağlık ocağı var Bahçeköy’de.
Şu Hüsnü Yazıcı yok mu tarih yazacak adam. Neler de çıkarmış meydana şöyle bir göz atalım: Köyün kuruluşundan günümüze kadar olan ilkleri saptamış. Aşk olsun be! Bir kaçını kayıt edelim: İlk muhtar Aga Paşa (Ali Kıvanç), İlk kasaplar Bac,  Ali Yazıcı, Mustafa Şen, Nadir Yılmazel ve Hasan Bileyci ailesi, ilk Aygaz Bayii Mustafa Şen, İlk ayakkabıcı dükkânı açan Mehmet Sönmez, ilk lokanta açan Coşkun ailesi, ilk kunduracı Hüseyin Baygın, ilk imam Aguş Şevket Efendi (Sönmez), İlk kulüp başkanı İbrahim Erkaptan, İlk Saraç Hasan Bey, İlk berber Yunus Bey, ilk oto tamircisi Man ailesi, ilk iğneci Mustafa Özbekrem, İlk dernek Bahçeköy’ü Güzelleştirme Derneği,  İlk belediye başkanı Muzaffer Altınsoy, ilk ilkokul müdürü Fehmi Bey, İlk polisler Hasan Barlas, Ahmet Altıparmak ve İbrahim Konuk, ilk avukat Nurettin Özbekrem, İlk subay Alb. Celal Barlas, ilk Astsubay Ali Yapıcı,… Bravo Hüsnü Yazıcı’ya! Biraz daha sıksa kendini bu sayı çok daha artabilir!  Ha aman unutmayalım çok önemlidir. Genç futbolcular arasında ilk Türkiye penaltı atma birincisi Can Tüysüz de Bahçeköylüdür. Can Tüysüz Avrupa şampiyonası için Hollanda’ya gitmiş kendisi gibi penaltı birincileri ile yarışmış ve Avrupa ikincisi olmuştur. İki penaltı atışı direkte patlamasaydı Avrupa ikincisi değil birincisi olacaktı!
Enteresan değil mi? İlk halkı Rumlardan oluşan Bahçeköy’de Rum meşatlığı yok” hatta meşatlık yeri diye bir yer mevcut değil! Ayazma olduğu da işitilmedi! Nasıl Rum köyü ise?
Yerleşim ve insanlar varken, elbette ki hayır olacaktır. Kimileri okul yapacak, kimileri cami, kimileri de çeşme, tuvalet ve şadırvan yaptıracaktır.   İsim yazmadan, yani iyilik yap denize at anlayışı ile hareket eden bu insanları “Sadaka ver, kimse görmesin” deyimine uyarak isim isim yazmıyoruz, kusura bakılmaz her halde!
Bahçeköy’de örf ve adetlerin bir kısmı devam ettirilemiyor artık. Oysa çok enteresan örf ve adetler vardı. Örneğin; Uzağa gidenin arkasından su dökmek; Aman nazar değmesin diyerek tahtaya vurmak; Kötü ruhlardan, şanssızlıktan, nazardan ve gözden korunmak için kurşun döktürmek; Loğusa kadınların başına kırmızı kurdele bağlamak; ölünün arkasından Kur’an-ı Kerim ve 40’cı günü mevlit okutmak; mezarları ziyaret etmek ve nazar boncuğu takmak gibi. Dini bayramlarda, bayram namazı kılındıktan sonra toplu halde mezarlığa gidilerek ziyaret etmek! Bayram sabahı çorba, sütlü börek, kapama büryan ve evde açılan baklavadan yemek; önce küçüklerin büyükleri ziyaret etmesi, akşam da büyüklerin küçükleri ziyaret etmesi gibi..
Eski dönemlerde, Selanik’ten gelenler birbirlerine  “Aga Paşa” diye hitap ederlermiş bunu da anti parantez yazalım da kimsenin aklı karışmasın!
Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi Bahçeköy’de de düğünler üç gün ve üç gece devam eder. Gündüzleri cengi, zurna ve davul, geceleri orkestra!. Üç gün köy meydanında en usta aşçıya (Bolu’lu Zeki Usta’ya)  yemek yaptırılarak düğüne katılanlara yemek yedirilir.
Bahçeköy’de 7 cadde geçici sokaklar hariç 60 sokak, 9 site ve 4 lojman var diyoruz ve Bahçeköy gezimizi de sonlandırıyoruz. Yemeği yediğimizi belirtmeliyim, unutmadan! Yemek sonrası kısa bir sohbet, bir kare fotoğraf ve Sarıyer’e dönüş. İkindi vakti yaklaştı, bir an evvel otobüse gitmek gerekiyor. Mustafa’ya veda ederken, yok öyle basıp gitmek. “Burada sizin değil benim dediğim olur. Ben sizi göndereceğim” diyerek jestin babasını yaptı. İşte tam da bu anda büyük oğlu Aptullah geldi. Bize sadece araba ile Bahçeköy’den ayrılırken Mustafa Şen’e el sallamak kaldı. Tabii Sarıyer’e gidene kadar sohbet devam etti. Kısa ama öz konuştu Abdullah “Bir türlü okula ısınamadım. Sonunda yarım bıraktım. Baba mesleğini seçtim, serbest çalışıyorum, hayvan alıp satıyorum”… Diyecek bir şeyimiz yok! Şansın bol olsun demekten başka…
Bahçeköy’de arkadaş ve dost hayli fazla! Her birini tek tek sayıp kayda geçmenin, ayrı ayrı iş ve mekanları ile belirtmenin imkânı yok! O nedenle yazı içinde kendilerini bulamayanlar üzülmesin, zira özür dilemek bizden!
Bir önemli görevi de arkada bırakmış oldum. Ohhh be dedim. Gezi notları hiç de kolay değilmiş. Amacımı gerçekleştirmenin rahatlığı içinde derinden bir ohhh daha çektim.
Yapacağım tek şey kaldı; Sarıyer’in diğer mahallelerini yanı Ferahevler, Cumhuriyet Mahallesi, Poligon, Armutlu, Reşitpaşa gibi yerleri tek kalemde öz bir yazı ile kaleme almak. Buraları çok eski tarihleri olan yerler değiller, hepsi de yeni yerleşim bölgesi.

Yapacağım şey bir genel yazı içinde bu mahallelere dokunmak ama özellikle de metin içinde kendilerini arayanlara el sallamak! İstiyorum ki hiç kimse “beni ya da bizi neden yazmadın” demesin! Buna da imkân yok! Böyle bir şey olsa 350 bin nüfuslu tüm Sarıyer’i tek tek kaleme almak ve kayda geçmek gerekir! O nedenle herkesin hoşgörüsüne sığınmak benim kurtarıcım olacak ve öyle yapacağım.