13 Kasım 2012 Salı

PİYASADA VOLTA ATMAK!


Büyükdere, Yenimahalle ve Maden mahallesinde yaşayanların en çok ilgi gösterdikleri şey yaz başından yaz sonuna kadar Piyasa Caddesinde volta atmaktı. Bilhassa akşam yemeğinden sonra çok kez ailece çıkılırdı piyasaya. Bazı zamanlar arkadaş grubu aynı yolu takip ederdi. Ama sevdalılar, nişanlılar ve yeni evliler bu fırsatı hiç kaçırmazlardı. Piyasa olayı 1980’lı  yıllara kadar devam etti. Halen devam ediyor ama eski neşesi yok!
Piyasa Caddesi Büyükdere’deki İspanya Sefareti önünden başlar, Bülbül Sokağına kadar gelir. Buradan aynı işe Mesarburnu Caddesi sanki göreviymiş gibi devralır. Bülbül Sokağından Sarıyer Vapur iskelesine kadar uzar gider piyasa.
Cumhuriyetin ilk yıllarında başlar piyasa yapmak. Daha önceki yıllarda bu sahil boyu sadece bir at arabası geçecek kadar dar bir yol ve üstelik bozuktu. Milli Mücadele sonrasında işler değişti. Zira Sarıyerli Av. Aziz Özgür Bey, Milli Mücadeleye M.M. Grubu (Müdafaa-i Milliye) içinde katıldı. Müthiş işler başardı ve zafer sonrası yapılan seçim sonucunda İstanbul Belediye Meclisine seçildi. Bildiğimiz kadarı ile daimi encümen üyesi de oldu. İşte bu görevi sırasında Sarıyer ilçesine çok önemli hizmetler yaptı. Mesela, su, elektrik onun zamanında Sarıyer’e getirildi bu konuda müthiş mücadele ve uğraş vermiş ve başarmış. Büyükdere-Sarıyer arası sahil yolunun yapılmasını temin etmiş. İşte Piyasa Caddesi denilen yer Aziz Özgür Beyin yaptırdığı yoldur. Piyasa Caddesini yaptırmakla kalmamış aralıklarla rıhtıma dişbudak ağaçları diktirmiş. Bu ağaçların büyük bir kısmı hala ayakta! Hala gelip gençleri selamlar. Sevdalılara, âşıklara, kaçamak yapanlara gölgelik olmaya devam eder.
Çok zaman sonra Piyasa Caddesi birkaç kez onarımdan geçti. Son onarımı Çayırbaşı Beyaz Park arası rıhtım çalışması yapılırken oldu ve hayli değişikliğe uğradı. Zamanla bakım ve onarımı ısrarla devam ettirildi ve Orduevine kadar geldi.
Son onarım ve yapımdan sonra itiraf etmek gerekir ki rıhtım güzel oldu. Zemin ise harika, kaymak gibi!  Kışın buzlanması dışında her şey mükemmel!
Şöyle bir hava alalım, en iyisi piyasa caddesini turlayalım dedim Suat Uysallar’a. “Tamam”  deyince düştük yollara.  Kumsal, Vapur iskelesi ve ordu evini geçtikten sonra biraz soluklandık. Baktık etrafımıza, Sarıyer Vehbi Kaç Vakfı Lisesi, eski Gezi Sineması ve sahil boyunda büyük birkaç ağaç ve sonra küçük bir kaç ağaç ve kesilen ağaçların boş kalan dikim yerleri… “Şimdi tespit edelim, dönerken yazar kayda geçeriz dedim Suat’a”. “Tamam” dedi. Yavaş yavaş ilerliyoruz… Koskoca Mesarburnu Caddesini arkada bıraktık,  aşina bir yüze rastlamadık. Hayret değil mi? Yirmi yıl öncesine kadar piyasa yapanlar en azından on onbeş tanıdığa rastlarlardı. Kocataş ve Ferah Parkı geçtikten sonra Fahrettin Serdaroğlu’na rastladım. Arkadaşı ile Belediye’nin bir etkinliğinden geliyorlar. Selam sabah ve lafladık biraz… Kesilen ağaçların diplerini gösterdim. “Çürük”! Çürük olmadığını, yaş tespiti için gerekli olan halkaların özünden dışa doğru fevkalade sayıldığını söyledim. Dallardan kuruma olmuş, yada bilinçsizce Belediye tarafından kesilmiş…. “Yoooo bizim belediye karışmaz” itirazı geldi. Büyükşehir Belediyesi karışıyormuş. Doğrudur ama yapılan yanlıştır ikazında bulundum. Yapılacak olanları anlattım… Ayrıldık!
Yürümeye devam ettik. Sadberg Hanım Müzesi önünden geriye döndük. Varış noktamız müze önündeki Fenerdi! Rıhtım üzerindeki ağaçları sayarak ilerleyeceğiz. Ben sağlam ya da yarı arızalı ağaçları sayacağım irili-ufaklı, Suat da kesilmiş ağaçları. Sarıyer’e kadar 65 ağaç saydık. Genç ağaç sayısı 25 kadar var. 10’u küçük. Büyüklerin bir kaçı hayli yaşlı! Yani 1923 de dikildiği varsayılırsa 90 yaş veya bu yaşa yakın.. Bir kısmı belki biraz daha yaşlı! Büyük ağaçlar bakımlı değil. Her ne kadar zamanında onarım yapıldı ise de yeteri özen gösterilmediğinden yok olmaya mahkûm. Kuruyorlar…  İlgililer neden kuruduklarını araştırmıyor bile… Yahu neden kurumasın. Ağaçların kökleri denizle kucaklaşmış. Deniz suyu ile besleniyor. Ağaç dipleri havuz haline getirilmişse de hayli dar ve küçük tutulduğundan yeteri kadar yağmur suyu almadığından çürümeye mahkûm. Eeeee sulayan da olmadığından çürümesi, kuruması mukadder. Buna bir de hayvan severlerin gezdirdikleri evcil hayvanlarla, sokakta başıboş gezen hayvanların (köpek kedi) çişleri eklenince, asitle baş edemeyen ağaçlar kurumayacakta ne olacak? Buna bir de gece geç vakit içkili iki ayaklı hayvanların çişlerinin eklendiği düşünülürse ağaçların dayanacak gücü kalır mı?
Büyük Şehir Belediye Başkanlığının derhal duruma müdahale etmesi gerekiyor. Ellerinde yeterli Orman mühendisi ya da ziraatçı yok mu? Orman ve ziraat teknisyeni olsa bile sorunu hallederler… En azından ağaç dipleri biraz açılsa, hafta da bir gün diplerine su verilse ağaçlar tahrip olmaktan kurtulur.
Yahu neden Sarıyer Belediyesi duruma müdahale etmez? Ekibi yok mu? Benim bildiğim Park Bahçeler Müdürlüğü var, gerekli elamanı var. Bu işle görevlendirsin, çalışmaya başlasınlar. Büyük Şehir Belediyesi müdahale edecekse varsın etsin. Biraz münakaşa, biraz tartışma olur, olayı yoldan gelip geçenler görür, yerel ve ulusal basına yansır o zaman kim haklı kim haksız vatandaş da görür! Benim bildiğim Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç bunu yapmasına yapar da bir bildiği olmalı! Belki denge politikası, belki her şeyi iyilikle halletme isteği! Adliyeyi Büyükdere’den, Kaymakamlığı Sarıyer’den kaldıranlar Sarıyer ve Büyükdere için iyi rüya görür mü? Hiç zannetmiyorum. Ağaç diplerine kazmayı vurun, gelenler gelsin! Her neyse boyumuzdan büyük işlere girdik galiba. Buna düpedüz siyaset denir! Varsın o kadar da olsun be!
Cafe Liseliler önünde biraz durdum. Suat ilerledi… Not aldı m “Cafe Liseliler” i defterime. Hiç de memnun olmadım. Türkiye’nin başına, yani yozlaşmasına ne gelmişse, Türkçenin terk  edilmesinden gelmiş ama bunu bizim liseliler ve Liseliler derneğini yönetenler maalesef anlamamış! Dilini ve kültürünü yok ettikten sonra bir ülkeyi batırmak çok kolay., Bunu ABD ve AB ülkeleri çok iyi biliyor. Bizim, gözleri paradan başka hiçbir şey görmeyen işadamlarımız da buna çanak tutuyor, teşvik ediyor. Saftorik esnafımızda aynı yolu takip ediyorlar. Artık ne berberimiz kaldı, ne lokantamız ve ne de bakkalımız. Biri Kuaför, biri restaurant, biri de mini/hiper/süper market olmuş! Herkes hayrını görsün ne diyelim.
Beyaz Park, yani Cafe Liselilerin karşısındaki yalıları geçiyoruz. Deniz tarafımızda nokta! Eski polis noktası. Sosyalizmin ürküttüğü, komünizmin şafak attırdığı zamanlarda bu noktada polis bulunuyordu. Görevi Rusların Yazlık binasına yapılacak saldırıyı önlemekti. Bu noktanın yanı başında bir de eski püskü giyinen bir yaşlı tartıcı vardı. Nice yıllar sonra MİT’in adamı olduğu haberi çıktı. Rus Sefareti yazlık binası perişan! Ha çöktüm, çökeceğim der gibi. Oymalar, işlemeler döküldü, dökülüyor. Görkemini bir tek cümle kapısının önündeki çakıl taşından işlemeler koruyor. Bu yazlık binanın Sarıyer tarafındaki müştemilat binası birkaç yıl önce onarıldı, orada ikamet ediyorlar. Kıyıda deniz hamamı var. Yazın kullanılıyor, iyi de yapılıyor. Dikkatimizi çeken bir şey de Rus Sefaretinin yazlık binasının bahçesindeki ulu ıhlamur ağaçlarının garipliği oldu. Yahu bu ağaçlar ne hale getirildi. Hangi hoyrat el bu ağaçları bu kadar kötü şekilde budadı. Ağaç değil, sanki birer takoz! Ayıp yahu, ayıp! İnsan yapar ama biraz uygun şekilde yapar.  Demek ki koca yaz mevsimi bu ıhlamurların kokusundan gelip geçenler mahrum kaldı. Yuhhh olsun bunları budayanlara!
İlerlemeye devam ediyoruz. Ben durup durup sağa sola bakıyorum. Gelip geçenler belki de içlerinden “Ne salak adam, iki adım gidiyor duruyor, bir adım gidiyor, geri dönüyor, bakıp bakıp bir şeyler yazıyor” diyordur. Olsun desinler. Ben işime bakarım. Yusuf Ziya Öniş’in yalısı önündeyim. Mermerler ailesi tarafından satın alınmış, bir iki yıl öncesine kadar hali iyi durumda idi. Şimdi ki durumu iyi değil, adeta terk edilmiş gibi havası var. Ağaçlar bile bakımsız, budanmamış, çiçeklerin perişan… Yanında Arşimet dershanesi var. Eskiden burada Türkiye’nin en önemli kaçakçılarından Bekir Çelenk oturuyordu. Alt katı ona aitti. Orta katta ise Sarıyer S. K. nün Başkanı ünlü işadamı Erdal Aksoy kalıyordu. Rıdvan Dilmen’in transferini gerçekleştirdiği zaman evin önü panayır gibi insan kaynıyordu. Hemen yanı başıda Vehbi Koç’un hanımı Sadberk Hanıma doğum günü hediyesi olarak aldığı yalı. Yalı hayli iyi durumda ve bakımlı! Yalı güzelde arka tarafındaki korkuluğu çok daha güzel! İçerisinde ne ararsan var. Bir de nefis içme suyu!  Başrollerini Beren Saat ile Kıvanç Tatlıluğ’un oynadığı Aşk-ı Memnu filmi bu yalıda çekildi.  Yanı başında Dalyancı Sabih Bey’in oturduğu yalı. Ama terk edilmiş. Sahibi kim belli değil. Bellidir de ben bilmiyorum. Ev boş ve harap! Etrafı sarmaşıkla sarılmış, yemyeşil. Bir kaç metre ilerde ama karşısında Bülbül Dalyan’ı yeri. Şimdi dalyan kurulmuyor ama dalyan sahibine ait deniz evinin taban kısmı hala duruyor. Yüksekliği az yapay bir ada gibi. Üzerinde üç adet fiberglas tekne yüzükoyun yatmış güneşleniyor. Güneşlensinler bakalım! Biz yararlanamadıktan sonra! Dalyan direklerinin muhafaza edildiği çıkıntılar hala rıhtım kenarında duruyor. Dalyan olmadığı için dalyan direği de yok o nedenle kullanılmıyor. Ama küçük bir merdiven yapmışlar, gezi kayıkları kullanıyor. Karşı tarafta Ferah sineması ve gazinosu vardı. Epey zamandır yerlerinde yeller esiyor. Sonraları bu iki yer balık lokantası yapıldı ise de tutmadı ve neticede satılarak elden çıkarıldı. Bu büyük alanı alan hiçbir şey yapmamış. Koca alanın ön kısmını Sarıyer Belediyesi reklam yeri olarak kullanıyor.  Rıhtımdaki tekneleri de pas geçmeyelim. Büyükdere’den Sarıyer Orduevine kadar rıhtıma dizi dizi gezi teknesi ve balıkçı teknesi bağlı. En önemlisi de Köksal Tur’a ait gezi teknesi, Köksal Kaptan gerçekten çok titiz ve hayli çalışkan. Çiçek gibi bakıyor teknesine, tekne ve hizmeti göz kamaştırıyor. Daha ileri de Civelek 2 ve diğerleri… Hepsi de Piyasa Caddesinin güzelliği…
Yahu yine sola geçelim! Solda Gazoz Fabrikası… Fabrika uzun süre çalıştı, sonra suya döndü yine çalıştı ama sonunda kiralandı. En son kiralayan her halde bir Arap’tı. O da başaramadı ve kapandı. Fabrika Necmettin Molla’nın (Kocataş) eseriydi. Yanı başında Kocataş Menba Suyu! Belki de Boğaziçi’nin, içimi en güzel olan suyu idi. Yıllarca bu sudan nasiplendi yöre halkı ve dışarıdan gelenler. Ama zamanla bu su da yalı gibi tarihe karıştı. Çeşmenin önce suyunu kestiler, sonra tarihi eser olması nedeniyle yalağını çaldılar daha sonra da kitabesini. Allah kahretsin! Ne isterler çeşmeden, yalaktan ve kitabeden. Kitabesinde şöyle yazıyordu: “Böyle bir ab-ı hayatın koşar insan sesine/Nice malule şifa sundu bu mermer sine/Suya tarihi düşürdüm getirip bin dereden/Nuş eden Hayri dua eyleye Necmeddi’e”. Bu güzel şiiri aruz vezni ile yazan, Necmeddin Molla’nın torunu Şair Yusuf Mardin’in bir de “Kocataş Yalısı Anılarım” isimli kitabı var.. Aman unutmadan devam edelim Kocataş Yalısı fakirin fakiri bir zata satılmış! Yalı viran, perişan, belli bir kısmı bile kalmamış yazık. Alan kişi her halde iyi bir şey yapacak dört gözle bekliyoruz. Yalının önü boydan boya Sarıyer Belediyesi tarafından reklam panosu olarak kullanılıyor ve böylece pislik de kapatılmış oluyor. İyi bir şey!
Sarıyer Vehbi Koç Vakfı Lisesi darbe yedi. Anadolu Lisesi olması beklenirken, Sarıyer Turizm ve Meslek Lisesi yapılıverdi. Hiçbir Allah’ın kulu karşı çıkmadı, itiraz edilmedi. Nerde Okul aile birliği? Nerde Lisenin Mezunları Derneği? Hiç birinden ses çıkmayınca olan oldu. Böyle olunca eski ortaokul, yani öğretmen evi olarak kullanılan tarihi yalı da okulun uygulama binası olacak! Uyar diyoruz ve ilerlemeye devam ediyoruz Okul bahçesi ve bir içerlek apartmandan sonra gelen Yalı Berk Dershanesi oldu. Maşallahı var, hayli öğrenciye hitap ediyor. Yanındaki yalı boş ve viran, sahibi Prof. Dr. İbrahim Bakır (soyadını yanlışsa özür…)! Petek sürücü kursu sahibi! Yanındaki bina da eskiden Tecimer ailesi otururdu. Şimdi kızları Dilek Hanım oturuyor beyi ile beraber. Ağabey’i Candaş Beşiktaş’a kapağı atmış!
Sarıyer’in ilk modern Sineması sıradaki yalı idi. Sencer ailesi yalıyı satınca, yeni sahibi müthiş masrafla yalıyı yeni baştan yarattı. Ama fazla kullanamadı satışa çıktı ve el değiştirdi. Yeniden bazı önemli onarımlar yapıldı ve kapısına “İstanbul Kulüp” yazılıverdi. Bu yazıyı okuyanlar yeni bir kumarhane ya da gece kulübü açıldığını sandılar. Ama yılanı deliğinden çıkarmayı bilen Sakal Dursun tılsımı çözdü. Bir hızla kapağı oraya attı ve kapıda nöbetçi gibi duran iki tığ gibi yakışıklı delikanlıya sormuş “Çocuklar Gece Kulübü kaçta açıyor, kaçta kapanıyor, hangi içkiler veriliyor…” sözü bitmeden yanıt verdi çocuklar. “Olur mu abi? Burası gece kulübü değil cemaat evi. Burada Fettullah Hoca’nın talebeleri eğitim veriyor gençlere”. Öp babanın elini. İşte ülke böyle feth ediliyor. Siyasiler uyuyor. Sarıyerliler uyumuyor mu? Uyumasa ne yapacak? Hiç! Burada fazla durmaya gerek yok, ilerliyoruz yeni binanın altında iki iş yeri. Birinin adı Rhino Cafe diğerinin City İstanbul Perde…. Ne iştir be! Ulan Sarıyerli ne bilir Rhino nedir diye! Hadi İstanbul Perde’yi anladık “City” si nerden çıktı? İstanbul şehir değil mi? Siz halkı hepten salak mı sandınız yoksa aptal mı? Yanı başında yine açılan Petrol Ofisi, karşısında ordu evi, bitişinde tekrar bir ordu evi daha ve vapur iskelesi… İskele yanında Mehmet Akif Ersoy Parkı! Parkın kapısında “Gökkuşağı Eğlence Merkezi” yazıyor. Oysa bu merkez kaldırıldı ama yazı hala yerinde. Ne yapalım yazıyı kaldıracak halimiz yok ya, duracaksa dursun! Parkın karşısında yalılar ve en görkemlisi Sözen yalısı, bütünü ile yeniden yapıldı.  Kumsal’a yani Hacı Ömer Meydanına kadar gidiyor yalılar dizi dizi. Karşısında Sarıyer İDO vapur iskelesi ve biz de burada noktamızı koyuyoruz yazımıza…
            Şöyle Sarıyer-Büyükdere arasına kısa bir tur attık Suat Uysallar ile beraber.  Gördüklerimizi yazmaya çalıştım, iyi kötü bir şeyler ortaya çıktı ise, eskinin özlemi içinde olanlar okur, rahatlayan olursa bizde mutlu oluruz, keyifleniriz o günleri yaşadığımız ve   yaşattığımız için!
                                                                       

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK- 22 (Zekeriyaköy)


Hafta sonları geziyorduk köyleri, bu kez hafta başı düştük yollara. Pazartesi sabahı bir telefonla kendime geldim. Sarıyer’in renkli isimlerinden Yorgancı Mustafa Üçer’in eniştesi vefat etmiş. Cenazesi Zekeriyaköy Mezarlığına defnedilecekmiş, cemaat için iki vasıta ricasında bulundu. Sarıyer Belediyesine telefon ederek olur aldık. Cenaze namazı Sarıyer Ali Kethüda Camiinden öğle namazından sonra kılınacak ve mevta Zekeriyaköy mezarlığına defnedilecekti. Hem komşumuz, hem arkadaşımız ve hem de cami yoldaşımızın acılı gününde yanında olmamız gerekiyordu. Gidecektik. Madem Zekeriyaköy’e gideceğiz o zaman şu köy söyleşisini yapmak akla yakındır deyip Suat’la anlaştık ve öyle yaptık.
Zekeriyaköy mezarlığı çok güzel bu mezarlıkta ruhi bir rahatlık var. Her ne kadar önünden yol geçiyorsa da pek önemli değil. Üç cephesinde yeni yeni siteler. Mezarlık içi yaşlı ama dinç ağaçlarla dolu! Meşe, kestane, kayın, gürgen. Şöyle bir göz attım eski mezar taşlarına Sarıyer’in en eski Türk köyü olduğuna kanaat getirdim. Mezar taşları da hayli yaşlı! Böyle olunca tarihi de hayli eski olacak elbette. Ama önce köy ismi nereden gelmektedir önce ona bakalım.
Niçin Ahmet, Mehmet, Hasan Hüseyin köyü değil de Zekeriyaköy? Elbette bir hikmeti vardır dedik ve sorup soruşturduk. Efendim köy içinde bir yatır var. İsmi Zekeriya. Bu yatırın adına izafeten köye Zekeriyaköy denilmiş. Demek ki köy, köy haline gelmeden önce bu zat vefat edip buraya gömülmüş, daha sonra köy kurulunca bu zatın ismi köye verilmiş! Olsun ne yapalım! Değiştirecek halimiz yok ya! Bunu böyle belirttikten sonra şunu da hatırlatalım Zekeriyaköy ilk önce Yerliköy Çiftliği denilen mevkii de kurulmuş, şimdiki yerine yıllar sonra getirilmiş!
Zekeriyaköy’deki en eski tarihi eser köy Camiidir. Çelebi Müfti lâkabı ile maruf Şeyhülislam Hocazade Mehmet Efendi tarafından yaptırılmış. Cami defalarca bakım ve onarım gördüğü için eski camiden eser kalmamıştır. Sadece yeri aynı yer. Camii yaptıran Şeyhülislam Hocazade Mehmet Efendi’nin ölüm tarihi 1615 olduğuna göre, cami belki ölümüne yakın bir tarihte belki de epey önce yapılmış olabilir. Şeyhülislam Hocazade Mehmet Efendi caminin bakım ve onarımını olduğu gibi imam, müezzin ve kayyumunu da düşünmüş giderlerin karşılanması için Sarıyer’de bir hamam inşa ederek vakfetmiş. Vakfiyesinde de hamamın geliri ile camiin ihtiyaçlarının karşılanacağı yazılıdır ama kim ipler kim dinler. Hamam çok uzun süreli kiraya verildiğinden Hamamcıoğlu ailesine geçmiş, hala aynı aile tarafından kullanılmakta ama Zekeriyaköy camiine bir kuruş dahi verilmemektedir. Zekeriköy sınırları içinde bulunan Kiptaş Sitesi içinde de bir cami var ama tarihi bir özelliği yok.
Köyde tarihi çeşmeler var. Köy içindeki ulu çınar ağacının hemen yanındaki çeşme Sultan IV. Mehmet’in (Avcı Mehmet) Hanımı ve Sultan III. Ahmet’in annesi Emetullah Valide Sultan tarafından 1745 de yapılmış. Fakat bakım ve onarımlar neticesinde bütün özelliğini kaybetti. Son onamını 1994 yılında yapıldı. Çeşmenin eski kitabesi muhtarlıkta koruma altındadır.
Soğuksu Çeşmesi de önemli tarihi eserlerdendi ama suyu köy içindeki çeşmeye verilince özelliğini kaybetti ve kaderine terk edildi. Bu çeşmenin 1793 de Ziştovi Ayşe Hanım tarafından yaptırıldığını kitabesinden anlıyoruz.
Yapacağımız ilk iş köyün yaşlılarından Faik Topçu ‘yu bulmak! Herkesin sevgilisi, ettiği küfürlerle insanı değil mandayı bile güldüren şu meşhur Kara Faik’i bulmak! Kahvehaneye baktık, tanıdıklara gözükmeden kolaçan ettik, yok. Evine gittik. Bir iki bağırdık, odasında ayağa kalkıp pencereyi açtı. Mutluluk akıyordu yüzünden. “Gelin be, gelin içeri be!” diyerek buyur etti bizi. “Yalnız mısın?” diye sordum “Evet” dedi. Aralık kapıdan içeri süzüldük, sarıldık hasretle birbirimize, yenge göründü. “Yahu hani yalnızdın? Bak yenge buradaymış” dedim. Güldü ve “Yahu ikimiz kaldık, çocuklar sağda solda, yalnızız işte” dedi. Yakından tekrar gördük, o eski Kara Faik yok. Hayli çökmüş. Bastonsuz gezemiyor, aynı zamanda yanında da en azından bir kişi olması gerekiyormuş. Eskileri konuştuk durduk. Sait Ağabeyimi, Nevin yengeyi sordu, öldüklerini söylemiştim unutmuş. “Ölen kalan var mı?” diye sordu “Av. Fikret Canlı’yı, Kel Yakup’u, Haluk Yarar’ı ve Aycan’ı söyledik. “Yapma be!” diyerek içini çekti. Oysa ölümleri duymuştu ama unutmuş olacak! Olur ya insanlık hali. Yaşını merak edenlere hatırlatırım 1925 doğumlu yani tam tamamına 87 yaşında. Allah daha uzun ömür versin. Verir verir uzun ömür verir, çünkü Kara Faik’in ölmeye hiç niyeti yok, gözlerinin içine bakarak bunu izledim, anladım.
Anlattım meramımı Kara Faik’e. “Sor ulan soracağını a teres” dedi. Hala eskisi gibi ağzına geleni söylüyor. Hani bir söz vardır ilk kez ondan duymuş kayda geçmiştim. Kızdığında peşrev yapar gibi elini salladıktan sonra “Bokla trampa yap, yarı yarıya yine zarar” diyerek kızdıklarını aşağılardı. Cimri olanları hiç sevmezdi, onlar içinde şöyle derdi: “Boğazından sıkarsın kıcından bir dirhem bok çıkmaz”. Fakirin zenginleri diline doladığı zamanlarda yine kızar ve fakir için “Hergele tavuk olmuş kendisini darı ambarında zannediyor” diyerek kahkaha ile gülerdi. Yalan konuşanları sevmez onlar içinde “Kabaktan terazi olursa boktan olur dirhemi” derdi. Yani demek isterim ki; Kara Faik’i anlatmaya kalksak kitap yazmak gerekir! Yahu unuttuk her şeyi, Kara Faik’i yazıp duruyoruz, biraz da kendi işimize bakalım.
Zekeriyaköy yerli halkı Kırım’dan gelen Kırımlı Türklerden oluşmuş. 93 Harbi (Osmanlı Rus Savaşı) nedeniyle de Doğu Karadeniz ve Balkanlardan gelenlerde olmuş. Köy 1950’li yıllara kadar 50-60 hanelik bir köydü. Köyde bahçecilik, hayvancılık yapılıyordu. Bilhassa Zekeriköy sütü çok meşhurdu. Sarıyerlilerin vazgeçemediği süt Zekeriyaköy sütü idi. Bir numara süt hangisi diye sorulduğundan herkes Zekeriyaköy sütü dermiş! Doğrudur der tasdik ederiz.
Zekeriyaköy’de yıllar yılı büyüklerin saygınlıkları oranında dostluklar pekişip gelişti. Can davası, kan davası olmadan, olsa da devam ettirilmediğinden iyi güzel geçinip gittiler. Sarıyer’e yakın olması nedeniyle köyün gelişmesi, kalkınması daha kolay oldu.
Zekeriyaköy’de de sözü dinlenen ve hala daha isimleri dilden dile gezen insanlar vardı. Bunlara Ağa deyip çıkarlar işin içinden. Her biri yüksek tepe gibiydiler. Yanlarına kolay varılmaz ama ihtiyaç duyulduğunda kollarını açarak köylüleri kucaklar ve iyi olmaları için ellerinden geleni yaparlardı. Abdi Ağa deyince akan sular dururmuş. Adı hala saygınlıkla anılıyor. Hacı Sadık Ağa bir diğer saygın insan. O dönemlerde hacca gitmek öyle her baba yiğidin harcı değildi. Gittiğine ve sağlıkla döndüğüne göre saygınlığı da elbette ki olacaktı. Öyle de oldu. Şakir Ağa (Bingöl) da güçlü ağalardan sözüne güvenilen ağalardan biriydi. Öyle olmasaydı aile bireyleri köy muhtarlığını yıllar yılı devam ettirebilirler miydi? Aman Allah’ım İsmail Bingöl muhtar, Nihat Bingöl muhtar ve nihayet Mustafa Bingöl muhtar. Üstelik Mustafa tam 5 dönem yani 25 yıl bu işi üstlenmiş bir kişi.  Dayallar da muhtarlıktan yana nasip alanlardan. Dayallardan da Mustafa Ağa, Şerafettin Dayal ve Ahmet Dayal muhtar olarak hizmette kusur etmediler. Aman, unutmayalım ağaları saymaya devam edelim Ali Ağa (Koyuncu), Halil Ağa, Mustafa Ağa (Dayal) her biri ağırlıkları,  efendilikleri ve saygınlıkları ile isimleri bugüne sarkan ağalar. Ben de bir eklenti yapayım. Sorduklarımdan bir olumlu yanıt alamadım. Ağalar arasında bir de Ethem Ağa olacak. Belki çok eski olduğu için akla gelmedi, olabilir. Kimdir bu Ethem Ağa ona bakalım. Milli Mücadele başlarken Ankara’da bulunan Mustafa Kemal, Rumelifener mıntıkasında Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin kurulmasını ister (1336-1920). Mustafa Kemal tarafından kurucu olarak altı kişi göreve tayin edilir. Bunlardan biri Zekeriyaköy’den Muhtar-ı Evvel Ethem Ağa’dır. Demek isterim ki Ethem Ağa bir dönem evvelki muhtar idi ve aynı zamanda kendisini milli mücadeleye adayan bir kahramandı.
Zekeriyaköy’de o dönemlerde bir de Kadir Ağa olduğunu öğreniyoruz. Bu kadir Ağa da çok yaman. Kitaplar öyle yazıyor. Zira Zekeriyaköy’de sözü geçen, Sarıyer’in sayılı insanlarıyla da sağlam bağları olan bir ağa. Milli mücadele sırasında Sarıyer köylerinde haraç kesen Rum çetelerin temizlenmesi sırasında elinden geleni yapmış.  Çeteci İpsiz Recep Reis Rumlara karşı verdiği mücadele nedeni ile İngiliz tarafından gece gündüz aranırken, kurtuluşu Zekeriyaköy’e gitmek ve Kadir Ağa’ ya sığınmakta bulmuş. Çete Reisi İpsiz Recep ile çeteci arkadaşlarını Kadir Ağa misafir etmiş, sabah erken saatte köyden çıkıp gitmelerine yardımcı olmuş. Gel de böyle bir Ağayı anmadan geç! Olur mu? Olmaz, biz de nur içinde yatsın diyoruz.
Kara Faik’e sorduk “Halen ağa var mı? Ağalık kaldı mı” kısa ve kesin yanıt verdi; “Bırak be insanlık bitmiş, nerde? Kim ağa olacak!”. Devam ettik sormaya “Şimdi, ağa kim olsun diye sorsalar köylüler ne der? Yani Kara Faik ya bir başkası için olur derler mi?” “Balcı sen işi gücü bıraktın boktan gıda çıkarmaya bakıyorsun, bu halk tavuk mu be?” Kara Faik bu sözüne itiraz olur mu? Durduk!
Kara Faik 87 yaşında, Ortanca Faruk (Polis Faruk Dayal) 89 yaşında, Muazzez Hanım köyün en yaşlısı 91 yaşında… Çalıcı Ahmet de yaşlı ama tam yaşını öğrenemedik, 85’ in üzerinde olduğunu söylediler. Eeee o da az değil! Pas geçmeyelim zira azar işitmek mukadderdir. Zekeriyaköy’den Sarıyer’e gelin giden Melek Hanım (Okan) 1921 doğumlu yani o da 91 yaşında, Sarıyer’de yaşamını devam ettiriyor. Akıl sağlığı ve keyfi yerinde. Muazzez ve Melek Hanımlar aynı yaşta ama şimdi ayrı yerlerde. Hepsine birden uzun ömürler dileriz, elimizden başka bir şey gelmez! Çalıcı Ahmet’e bir parantez açmak isterim. 20’li yaşlardaydım kendisini tanıdığımda. Ben CHP da Ocak Gençlik kolu Başkanı o da Zekeriyaköy delegesiydi. Yaman partiliydi. Hemen her genel kurulda konuşur, en ağır eleştiriyi yapar, son sözleri ise “Kırmadım ya sizi. Yine sizi seçeceğiz ama bu sefer iyi çalışın” olurdu. Eski hızını kaybetti ise de yine de her gün bahçesine gidip geldiğini öğrendim. O da çok yaşasın.
“Yaz ulan, köyün düzenini particilik bozdu. Eskiden yoktu dargınlık falan, ne zaman particilik çıktı, köy bölük pörçük oldu” dedi Kara Faik. Ben de “Emrin olur” dedim ve söylediklerini aynen yazdım. Ama Kara Faik bu, bir zaman olmuş canı yanmış askeriyeden. Sadece onun değil pek çok köylünün canı yandı! Efendim Rusya saldırırsa, İstanbul mahf olur düşünceleri ağır basınca köylülerin yüzlerce dönüm arazisine sudan ucuz fiyata el konup füze rampaları kurdular. Yıllar yılı ne Ruslar geldi, ne de Bulgaristan ve Yunanistan saldırdı! Nihayet “Kaldırılsın rampalar” denildi ve çekip gitti askeriye… Eee araziler ne olacak? Hiç ne olacak TOKİ denilen kuruluşa verilecek, ev yapacak, villa yapacak fakire yapıyorum deyip zengine satacak! Ne oldu ise köylüye oldu. Sudan ucuza malını aldılar ve giderken de para ile de olsa sahiplerine iade etmediler!
Zekeriyaköy köy olarak aynı. Köy içinde fazla bir değişiklik yok. Olsa da ufak tefek şeyler. Birkaç yeni apartman, birkaç dükkân ve iş yeri! Ama Zekeriyaköy’i baştanbaşa dolaşalım diyen olursa o zaman özel vasıtası ile yola çıkacak. Çünkü artık Zekeriyaköy’ün köy içini değil, köy dışını hesaba katmak gerekir.  O zaman köyün ismi şöyle olmadır derim: Zekeriyakent.
Köy 1970 yılından sonra büyümeye başladı. Büyüme köy içinde değil köy dışında inşa edilen siteler nedeniyle oldu. Bilhassa 1980 yılından bu yana site yapımları birbirini kovalıyor. Arsa fiyatları nerede ise altın değerinde! Hal böyle iken köydeki yeni binalara talep çok fazla! Bir birinden güzel, bir birinden alımlı ve birbirinden nefis binalar göz boyar. Kesesine güvenen villa aldı, cebine güvenen siteler içinde işyeri açtı. Sitelerde Türkiye’nin en büyük zenginleri, devlet adamları, parlamenterler, emekli askerler, üst dereceli bürokratlar, işadamları, sanatçılar, sanatkârlar, sporcular, ticaret, erbabı gibi değişik kişiler ikamet ediyor. Siteler içinde, bilhassa Garanti Koza sitesi başlı başına bir şehir. Her türlü etkinlik yapılabilecek tesise sahip. Çok değişik alışveriş yerleri, iş merkezleri ve ofisler var. Bankaları, hastanesi, kliniği ve diğerleri…
Mustafa Bingöl eski muhtar, yani beş dönem muhtarlık yapmış, köy hakkında çok şeyler bilen bir aydın kişi. Yanında köyün en eskilerinden, geçmişi Kırım Türklerine dayanan Mithat Arıoğlu bir saati aşkın konuştuk, dertleştik, sohbeti koyulaştırdık ve bilgiler aldık.  Efendim Zekeriyaköy sınırları içinde 70’şe yakın site var. Örneğin; Garanti Koza, Acarlar, Simpaş, Kiptaş, Emlâk Konutları, Yeni Uyum, Eski Uyum siteleri, Gürgensu, Pelikan, Arıköy (Zekeriyaköy’deki) siteleri, Basın Sitesi, Göl Evleri, Medya Kent, Park Evleri, Koç Üniversitesi Batı Kampusü, Çinka, Ortanca Konakları, Flora Evleri, Doğu Evleri ve diğer sitelerle başlı başına bir büyük kent havasındadır Zekeriyaköy! Garanti Koza sitesi içinde 5 banka olduğu düşünülürse buranın ne denli hareketli olduğu anlaşılır.
Bu kadar site olduktan sonra elbette ki köyün nüfusu da ona göre artacaktır. 1970 li yıllarda 250-300 olan köy nüfusu günümüzde 18 bin den fazla. Yani başlı başına ilçe olabilecek bir köy!
Bahçecilikte hayli isimli olan Zekeriyaköy’den Evliya Çelebi meşhur seyahatnamesinde Sarıyer olarak bahseder ve şöyle der: “7000 bağı vardır, cümle dağları bağlarla tezyin olunmuştur. Lal renkli sulu kirazları meşhurdur. Hisar kirazı adı ile meşhur olan Gülnar bu Sarıyer’de yetişir ki, her birinden yüzer damla su çıkar methine söz yetmez…”  Aslında bu ifadenin içinde kirazları ile ünlü Zekeriyaköy vardır. Köyün adı Kirazlı Köy’de olabilirdi ve daha çok tutardı! Neden tutmasın ki;  Zekeriyaköy’ de sultani, dalbastı ve dragaani (siyah, yazılı ve sarı) gibi değişik türlerde kirazlar fevkalade güzel ve bolca yetişiyordu. Hemen kayıt düşelim! Hatırlatalım ki kirazı ve karayemişi ile meşhur Kirazlı Bahçe’de iki çeşme var. İkisinin de su akarı var. Memba suyudur, suların çok kıt olduğu yıllarda Sarıyer’den gelip su alanların sayımı yapılsa bir ordu kurulur. Kirazlı Bahçe Suyunun çeşmeye getiriliş tarihi 1927’ dir.
Kirazdan açılmışken, Kirazlı Bahçe’den bahsetmemek yanlış olur. Kirazlı Bahçeye gittiğimizde sadece bir hanım gördük damacanasına su doldururken. İçeri girdik bahçede kimse yok, lokanta kısmına girdik yine kimse yok. Aşağılardan sesler geldi ise de “Ercan, Ercan” diye bağırmamıza yanıt veren olmayınca geri döndük ve yine köy içine kapağı attık. Fevzi Bingöl’ü Balaban Hüseyin’in devrettiği lokantada bulduk. Atıştırıyordu. Buyur etti, durduk, Suat’la birbirimize baktık. “Sağ ol” dedik. Nedeni biraz evvel kahve içmemizdi. Aç karnına kahve içilir mi? İçilmez! O halde biz toktuk “Evet” demedik, cezalandırdık kendimizi. Aslında yakasına yapışacağımız Hüseyin Balaban’dı, onda karar kılmıştık ama göründüğü gibi kaçması da bir oldu. Olur ya bayram üstü cebi neşeli olmayabilir.
Atlamayalım yazmaya devam edelim. Kirazlı Bahçe’nin kurucusu Mustafa Dayaloğlu’dur. Hani daha önce yazdık ya “Mustafa Ağa (Dayal) aslında kavi bir Kuva-yı Milliyecidir. Adı tefrikalara kitaplara konu edilmiş, İpsiz Recep Reis çetesinde saf tutarak köyleri kasıp kavuran Rum çetelerine meydanı dar edenlerdedir.  O nedenle de ağalığı hak edenlerden biri olmuştur. Kirazlı Bahçe’yi işletmeye açtığını, suyu 1927 de bahçe içine çeşme yaparak aldığını biliyoruz. Oğlu Şerafettin devam ettirdi çay bahçesi ve piknik alanını, torunu yani Şerafettin Efendi’nin oğlu Ercan daha da geliştirerek, bugünkü hale getirdi.
Ortanca Bahçeyi de unutmamalıyız. Emekli polis memuru olan Faruk Dayal, yaşı doksana  dayanmasına karşın hala bahçesinde çalışıp duruyor. Yetiştirdiği ortancaları ile evin kapısı önündeki dev açelyayı görüp de içinden “Benim olmalı” demeyen yoktur. Bahçesindeki memba suyunun da lezzetine şapka çıkarılır şapka… Yıllarca Adnan Kurt’la beraber su aldık buradan. İçtikçe dua etik Faruk Dayal’ın geçmişine…  Oğlu yaman bir makine mühendisi, emekli olunca bakalım kendisini bahçeye verebilecek mi?
Zekeriyaköy’de eskiden hayli fazla olan hayvancılık artık en aza indi. Sadece üç kişi hayvancılık yapıyor. İlhan, Fevzi ve Rafet Efendiler hayvancılığı devam ettirerek köye köy havasını veriyorlar. İyi de ediyorlar yoksa köy köylükten çıkacak. Rahmetli Süreyya Tezel de tavukçuluk yapıyordu. Köy yumurtasının en nefisini sunuyordu meraklılara! Süreyya aslında bahçecilik ve sütçülük yapıyordu. Süt satışını Sarıyer dışına taşımış ve Şişli’yi kendine mesken tutmuştu. İşini çok ileri götürmüş ve hatırı sayılı bir sütçü olarak şöhreti yakalamıştı. Ama bir de bahçeciliği vardı ki sormayın gitsin. Köy içindeki bahçesinde çeşit çeşit zerzevat yetiştiriyor ve satıyordu. Her şeyi ile mükemmeldi ama yaşlılığında bıraktı işini… Şimdi gördüğüm kadarı ile sadece çok az bir yerine dikim yapılmış o da her halde aile ihtiyacı için! Kara Faik’ten alamadığımız sorunun yanıtını Fevzi Bingöl’den almak istedim o da bana üstüne basa basa,”Zekeriyaköy hakkında ne soracaksan Kara Faik’e sorun, o her şeyi dobra dobra söyler ve herkesten de iyi bilir” diyerek bir hakkı teslim etti. Yaşlılık ve bizim de hatırlatmamız yanılmasına neden olabilir! Yapacak fazla bir şey yok.
Zekeriyaköy’de muhtar olarak tespit ettiğimiz isimler ise: Ethem Ağa, İsmail Efendi (Bingöl), Mustafa Efendi (Dayal), Şerafettin Dayal, Hasan Özgen, Celal Balaban, Ahmet Dayal, Nihat Bingöl, Mustafa Bingöl ve Semra Özkaya! Köyün son muhtarı Semra Özkaya Hanım olarak verdiği mücadeleyi kazanarak köye muhtar oldu. Bakalım kaç dönüm devam ettirecek muhtarlığını…
Zekeriyaköy içinde tur attığımızda gördüklerimizi,  bildiklerimizi ve saptamalarımızı teker teker not ettim. Onları da kayda geçmek gerektiğini bildiğim için yazmaya devam ediyorum.
Zekeriyaköy kaynak suyu bakımından hayli zengin. Soğuksu, Molla Suyu, askeriyenin sınırları içindeki Gürgensuyu ve Olukdere suyu nefis memba sularıdır.
Köy halkından en az 20-25 aile köyü tamamen terk etti. Köyden gidenler olduğu gibi, emekli olup da tekrar köye dönenler de var. Zira ne demişler illaki vatan… Köyünü benimsemiş insan çeşitli nedenlerle uzaklaşsa da yine gözü gönlü köyünde oluyor ve fırsat bulduğunda köyüne geri dönüyor. Aklı köyde olup da köye dönemeyen bir kişi varsa o da İlhan Tezcan hocadır. Köy Enstitülerinden yetişen eskimeyen bir değerdir. Uzun yıllar öğretmen olarak görev yapan İlhan Hoca Sarıyer İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı. Bu görevi sırasında Sarıyer Kaymakamlığına vekâlet etti ve bu görevini takiben de emekli oldu.  Ama köye dönemedi. Hele hanımını kaybettikten sonra Sarıyer’den de uzaklaşmak zorunda kaldı. Nasıl? Diye sorduğumuzda aklım hala buralarda demeyi de ihmal etmiyor. Ekliyor peşinden “Köy ve Sarıyer unutulmuyor. Bu hava hiçbir yerde yok, bu dostluk, bu arkadaşlık her yerde bulunmaz”. İlhan hocaya aynen katılıyorum.
Zekeriyaköy damadını da yazmak isterim. İkinci evliliğini Zekeriyaköy’den yapan Mehmet Salih Büyükdurmuş damat olmanın zevkini yaşadı yıllar boyu. Kan bağı yoksa da yine de bir hısımlık bağımız var, çok yakınımızdır. 1946 da yılında ağır hastalık geçirdiğimde Koru tepesinden beni Yenimahalle girişindeki sokak başında bekleyen Cankurtaran’a sedye ile taşıyanların içinde olan çocuk arkadaşlarımdan biri de Mehmet Salih’ti. O nedenle onu unutmam, pas geçmem. İyi de bir Sarıyerlidir. 16-17 yaşlarında Sarıyer A takımında forma giymiş, sonra da deniz astsubay okuluna girmesi nedeni ile sahalardan uzaklaştı. Şimdi gençliğini yeni baştan yaşamaya gayret ediyor. Mehmet Salih de çift dikiş yapanlardan biridir.
Zekeriyaköy’de bir zamanlar bir hayli pehlivan da yetişti. Kara Hüseyin çok yaman bir başaltı güreşçisi olarak yıllar yılı Kırkpınar’da kıspet giydi. Zekeriyaköy damadı olan Hasan pehlivan da başpehlivan olarak yıllarca çayır çayır dolaştı, Kırkpınar’da elense bağladı.
Zekeriyaköy’de anıt ağaç kabul edilebilecek iki çınar ağacı var. Biri köy içindeki çeşmenin yanındaki büyük çınar, diğeri muhtarlık binasının yanındaki çınardır. Çeşmenin yanındaki çınar ağacının çevresi 11 metre olup yaklaşık olarak 700-750 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir. Diğerinin çevresi 7,5 metre dir ve 350-400 yaşlarında olduğu kabul edilmektedir.
Zekeriyaköy’de Rum, Ermeni ve Musevilere ait her hangi bir ibadethane kalıntısı yok. Buradan bakıldığında köyün tamamen Türklerden oluştuğu ve saf Türk köylü olduğu anlaşılmaktadır.
Zekeriyaköy’de bir hayli dernek var. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Zekeriyaköy Şubesi (ÇYDD), Zekeriyaköy Rotary Derneği, Zekeriyaköy Rotaract Derneği, İstanbul Su ve Doğa Sporları Kulübü, Zekeriyaköy Spor Kulübü ve okul aile birliği dernekleri faaliyet göstermektedir. Ayrıca Göçmen Çiftliği ve Göçmen Ranch (Binicilik) Tesisleri vardır. Zekeriyaköy Spor Kulübü iki yıl içinde mükemmel tesislere kavuştu. Aynı şekilde şahsın malı yani Göçmen Ailesine ait olup aile tarafından yönetilen Göçmen tesisleri de mükemmeldir. Sarıyer Spor Kulübü profesyonel takımının antrenmanlarını yaptığı normal ebattaki çim sahası da Zekeriyaköy’deki Jandarma Komutanlığının alt kısmında bulunmaktadır. Sahanın bulunduğu alan toplam 220 dönümdür kadardır. Buranın kulübe tahsis edileceği yıllardan beri söylenir durur. Hatta seçim malzemesi yapılır. Yusuf Tülün proje çizdirmiş alanın kulübe vereceğini ilan etmiş ama başaramamıştı. Keza Sedat Özsoy Belediye Başkanı oldu aynı sözleri söyledi o da başaramadı alanın kulübe verilmesini. Ne var ki yine de olumlu bir adım attı ve futbol sahası inşaatını başlattı, hatta yarıladı. Yusuf Tulün ikinci kez seçilmesinde sahayı tamamladı. Sarıyer antrenmanlarını burada yapmakta ve bazı özel müsabakaları bu sahada oynamaktadır. Yeni seçim dönemi geldi ve Bel. Bşk. Adayı Şükrü Genç bu alanı Sarıyer Spor Kulübüne vereceğini üstüne basa basa belirtti ama seçildikten bir süre sonra buranın kulübe verilmesine imkân yok diyerek tepkileri üzerinde topladı. Kolay değil söz vermek! Eleştiri de gelir tepki de gelir. Hadi 220 dönümlük alanı veremediniz bari futbol sahanın bulunduğu 15-20 dönümlük alanı kulübe tahsis edin. Bu da olmayacak galiba, bekliyoruz göreceğiz. Bir türlü şu politikaya aklımız ermiyor!
Zekeriyaköy’den Sarıyer Spor Kulübü altyapısında futbola başlayan ve yaş gruplarını teker teker geçerek profesyonel takımda oynayan İbrahim Kutluğ iyi bir futbolcu olmasına karşın hatalı transfer yapması nedeni ile futbol sahalarından çok genç yaşlarda uzaklaştı.
Zekeriköy Sarıyer’e bir ilk yaşattı. Zekeriköy Göçmen Binicilik Tesislerinde yetişen Matador Yaşar isimli at 2012 Gazi Koşusunu kazanarak çok büyük bir başarıya imza attı. Atın jokeyi Halis Karataş  sahibi ise Göçmen ailesinden genç iş adamı Ahmet (Yusuf) Göçmen’di.
Zekeriyaköy’de yapılan yeni Zekeriyaköy İlköğretim Okulu mükemmel, inşallah böyle devam eder. Ayrıca Kilyos Caddesi üzerinde İngilizce eğitim veren British School okulu var. Acarlar Sitesi içindeki Özel Acarlar Ana Okulu ile Özel Acarlar İlköğretim Okulu ve Özel Acarlar Lisesi isim değiştirerek bu defa Doğa Okulları oldular. Zekeriyaköy’de ilkokul 1925 yılında açıldı, okul 1955 yılında yeniden yapıldı, 1975 ve 1987 yıllarında büyük onarım gördü. Bu okul terk edildi ve yeni okulda eğitim verilmeye başlandı.
Zekeriyaköy’de Amerikan Hastanesi, bir klinik ve bir de hayvan hastanesi var. Ayrıca 6-7 adet de veteriner kliniği bulunmaktadır. Ayrıca siteler içinde 4 taksi durağı var.
Köyde resmi kuruluş olarak PTT, Sağlık Ocağı ve Belediye Hizmet Binası (İletişim Noktası), Jandarma Komutanlığı bulunmaktadır.
Zekeriyaköy’de Garanti Koza sitesi içinde hayli büyük ve önemli işyerleri var. Yeni yerleşim bölgelerinde bu gibi tesislerin bulunması elbette ki gerekli! Ama önemli olan köyün durumu! Köyün içinde; 2 lokanta, 2 eczane, bir kahvehane ve çay bahçesi, bir balıkçı, bir market, bir bakkal bulunmaktadır.
Zekeriyaköy’de 1 cadde ve 7 sokak bulunmaktadır. Siteler dikkate alınırsa cadde ve sokak sayılarının yüzlerle hesaplanacağı muhakkaktır.
Eksiği, fazlası; yanlışı, doğrusu ile Zekeriyaköy çalışmamızı da tamamladık. Umarım dikkatlerden kaçmayacak ve gerekli tepkiler verilecektir. Hiç kimse neden yeni yerleşim bölgelerinden bahsetmiyorsunuz diye bir şey sormasın. Bu iş için henüz kendimizi yeterli görmüyoruz. Çünkü o kadar geniş bir alan üzerinde o kadar çok yapı ve işyeri var ki sormayın gitsin. Bu işe girişebilmem için bir ekiple çalışmam gerekir ki, iki ihtiyarın da böyle bir ekip kurması düşünülemez. O halde yapılacak şey, eksiklerin ilgili veya muhataplarca, ya da okurlar tarafından saptanarak tarafımıza bildirilmesi olacaktır. Bize bildirilirse noksanların giderileceği muhakkaktır.
İyi kötü, yalan yanlış birkaç saatimizi Zekeriyaköy’de geçirdik. İlk gördüğümüz Mithat Arıoğlu idi son gördüğümüz de Eczacı Kenan oldu. Otobüs durağına giderken “Balcı Abiii” sesiyle sağımıza solumuza baktık. Kapıdan dışarı çıkıp el sallamasaydı göremezdik. Dönüp baktık Sarıyer’deki eczanesini kapayıp Zekeriyaköy’de eczane açan eski basketbolcu Kenan… “Gel abı bir çay içelim” deyince reddetmedik ve daldık bahçeye… Bahçe yandaki lokantanın bahçesi, çay servisi de var. İçtik çaylarımızı ve beş on dakika hem dinledik ve hem de dinlendik. Eczacı Kenan da yanık! Zira hemen sağlık ocağının yanına bir eczane daha açılmış. Bir köy iki eczane kaldırır mı? Zor! Kısmetine, inşallah güç durumda kalmaz. Zira sporcu adam azimli, inatçı ve inançlı olur ama biraz da alıngan olur, haksızlığa pek gelmezler. Eczacı Kenan’a sabırlar diliyoruz ve minibüse atladığımız gibi Sarıyer’e dönüyoruz. Bundan sonra yolumuz, son durağımız olacak olan Bahçeköy olacak. Artık bayramdan sonra bu işe bakacağız haydi hayırlısı diyerek!
29.10.2012


GÜNBOYU SAR YER’DE DOLAŞMAK- 21 (Uskumruköy)


Yolumuz Uskumruköy, bu kez tartışma yok! Suat’in değil, benim istediğim olacak! Maçsa maça birlikte gittik. Cuma günü (19.10.2012) Sarıyer Belediye Spor Bayan Voleybol takımının Bahçeköy Orman Fakültesi kapalı spor salonunda İlbank Bayan voleybol takımı ile maçı vardı. İhmal edilmez zira kümesinde şampiyon olarak deplasmanlı I. Voleybol Ligine yükselen takımın ilk maçıydı, müthiş bir mücadele veren Sarıyer Belediye Bayan voleybolcuları maçı 3-1 kazanarak lige çok iyi bir başlangıç yaptı. Maçı Belediye Başkanı Şükrü Genç, başkan yardımcıları, meclis üyeleri, sponsor olarak destek veren Windows İst. yetkilileri, Sarıyer Spor Kulübü eski ve yeni yöneticileri ve taraftar topluluğu izledi. Büyük paralar verildiği iddiası ile günlerce yerel ve ulusal basını işgal eden Brezilyalı Ortiz müthiş oyunu ile maçı takımına kazandıran isimlerden ilki oldu. Takımın diğer elemanları da başarılı oldular. Tebrik eder sonra da kendi işimize bakarız. Ceren’e ise ayrı bir sayfa açarız. Zira 19 yaşında müthiş bir yetenek, ilerde neler yapmaz ki!
Efendim öğle saatlerine yakın yola çıkacak, yine her zaman yaptığımız gibi köy kahvesine gidecek, eşi dostu bulup konuşacak ve bilgi alacağız. Sonra da öğle namazını kılacak, ısmarlayan olursa öğle yemeğini yiyeceğiz. Ismarlayan olmaz ise kendi işimizi kendimiz göreceğiz. Yemek sonrası yine halkla temas ve bilgi alımına devam edeceğiz.
Uskumruköy, Sarıyer ilçesinin arazi olarak en büyük köyüdür, öncelikle bunu belirtmeliyiz.  Köyün ismi nereden gelmektedir? Öyle ya efsanelerin dilden düşmediği dünyamızda köyle ilgili bir efsane olmalıdır. Yaptığımız araştırmalarda köyün isminin efsanelere dayandığını Sarıyer-Aşiyandan Kısırkaya’ya isimli kitabımızda yazmıştık. Oradan aktaralım bakalım neymiş:
Efsaneye göre bir ermiş kişi buradan geçerken atı kösteklemiş ve yere düşmüş, hemen yardıma koşanlar adamı yerden kaldırmışlar, kedisini ile çok ilgilenmişler. Ermiş kişi buranın adı ne diye sormuş “Kumru” demişler. Ermiş kişi “O halde buranın ismi Uskumruköy olsun” yani akıllı köy olsun demiş ve köyün ismi öyle kalmış! Diğer bir efsaneye göre köyün ismi “Us” tan ileri gelmektedir. “Us” akıl olduğuna göre akıllı insanların köyü anlamına gelen Uskumru Köy denilmiş. Bence ikisi de uyar, çünkü ikisi de aynı kapıya çıkar.
Uskumruköylü, Sarıyerli, Kefeliköylü ve Karagümrüklü olmakla övünen Em. Korg. Salih Acarel’in anlattıklarına göre “Sulan III. Murat döneminde köyde gezen ve gençlerle konuşan sadrazam, onları çok sağlıklı ve zeki görmüş, bu nedenle gençlerin bulunduğu köyün adı Kumru yani Uskumru Köy olsun” demiş… Hangi efsane aslına uygun bunu da okurlar karar versin diyoruz ve 1867 ye gidiyoruz. 1867 yılında bölgede çalışan Alman haritacılar köye “Skomberejoi” adını vermişlerse de denizle ilgili bu isim tutmamış...
Bu bilgileri verdikten sonra yola çıkabiliriz. Otobüsteyiz, konuşa dertleşe gidiyoruz. Zekeriyaköy sapağına geldiğimizde yolun kapalı olduğunu gördük. Devam…  Uskumruköy sapağından dönüyoruz ver elini Zekeriyaköy villaları..  Villaların arasından gidiyor ve üst yoldan dönerek aynı sapağa geliyoruz, artık üç beş dakika sonra köye ulaşabiliriz. Uskumruköy’e varmadan Yaşar Elmas’ı arayıp yolda olduğumuzu, yarım saat sonra orada olacağımızı söyledim. “Muhtar Halil Beyle beraberiz, tesiste bekliyoruz, gelin” dedi. Bence sürpriz yaptı. Zira muhtarı köy kahvesinde görürüz diye düşünmüştüm. Demek ki her düşünce gerçekleşmiyor!
İneceğiz, butona bastım, araba durdu, indik. Köy ortasındayız, şöyle bir bakındık, gördük spor kompleksini, köy camiinin arkasında devasa bir tesis. Yürüdük, şöyle üç beş dakika tesise girecek yolu bulamadık, geri döndük bu kez ters taraftan ilerledik. Meğer ilk gittiğim yoldan devam etsek doğrudan kapıya ulaşacakmışız. Demek telaşımız yersizmiş! Devam ediyoruz girintili çıkıntılı dar patika yoldan. Dereyi geçiyoruz müthiş bir koku. Köy ve çevresindeki villaların lağımları dereye akıyor. Adeta facia bir koku, nefes kesiyor! Islahı gerek diyerek devam ettik yürümeye…  Daldık arsanın içine, yokuş çıkmaya başladık, kaderde yokuş çıkmakta varmış! Böyle düşünürken Yaşar Elmas’ın sesi geldi. Sese yöneldik ve tesise ulaştık. Kapıda karşıladı bizi Yaşar Elmas ile Muhtar Halil Özkaya… Tesise girdik. Ooooh be tertemiz bir sosyal tesis. Yemyeşil bahçesini imrenerek geçtik. Dinlenme yeri ya da lokali/kafeterya çok derli toplu, duvarlarında Uskumruköy Spor Kulübünü kuranların ve sporcuların fotoğraflarını görüyoruz.  Em. Korg. Salih Acarel’e ayrı sayfa açmışlar. Bir duvar ona tahsis edilmiş ve iki yakışıklı resmini koymuşlar. İyi de etmişler, hatırlayanı hatırlarlar.
Muhtar Halil Özkaya, Yaşar Elmas ve Suat Uysallar dört kişi bir masayı paylaştık. Kısa bir sohbetten sonra meramımı anlattım. Muhtar Halil Özkaya’nın hazır olduğunu gördüm. Yani kısaca ne soracaksam yanıtını duraksamadan verecek kadar bilgiç olduğunu tespit ettim. Çok da hoşuma gitti, demek ki zevkli bir söyleşi yapacağız. Bir saatte yakın tesiste kalıp söyleşi yapıp gerekli notları aldıktan sonra köye döndük. Muhtar Halil Bey muhtarlığı açtı içeri buyur etti bizi. Büyük bir muhtarlık binası! Anlatımına göre bu binayı yaptırmak suretiyle muhtarlığı kahve köşelerinden kurtarmış. Halil Bey’in yaptırdığı proje Özel İdare tarafından kabul edilince verilen para ile binayı bitirerek 2005 yılında bina hizmete açılmasını sağlamış. Çok da iyi etmiş! Demek ki o güne kadar akıl eden olmamış! İlçe içinde böyle bir muhtarlık binası olduğunu zannetmiyorum.  Mübarek muhtarlık değil hükümet binası! Alt kat büyük çay bahçesi, kahvehanesi ve kütüphanesi ile harika! Üst katta muhtarlık odası, sekreterya ve 100 kişilik toplantı ve nikâh salonu. On gün önce son nikâhı kıymış! Allah mesut ve bahtiyar eylesin aynı yastığa baş koyanları. Binanın arkadan giriş katında Sarıyer Belediyesi İletişim Noktası var! Muhtarlık odasında yarım saatten fazla oturduk, sohbete devam ettik. Aldığımız bilgileri aktarmadan bildiklerimizi yazalım.
Uskumruköy’ün en önemli tarihi eseri Ovidius Kulesi’dir. Kule benzeri olmayan ilginç bir kuledir. Kesme taştan ve kare biçiminde yapılmıştır. Anlatılanlar dikkate alınırsa varılan sonuç kulede geceleri meşaleler yakılıyor ve boğazı geçmek isteyen gemilerin kayalara çarpmaması için yol gösterici oluyordu. Efsaneye göre, adı kaleye verilen Ovidius 50 yaşındayken, M.S. 8. yy. da İmparator Augustus tarafından Roma’dan kovuldu. Nedeni Ovidius’un açık saçık şiirler yazması ve toplumu rahatsız etmesiydi. Bu nedenle İmparator tarafından sürgün edildi. Ovidius gemi ile Tuna yakınlarındaki Tomi’ye giderken Uskumruköy Kulesini görmüş, kuleye de bu nedenle Ovidius Kulesi denilmiş. Biz okuduğumuzu, duyduğumuzu yazıyoruz. Yalan doğru her neyse günah biz de değil, yazanda, efsaneyi uyduranda
Köy içindeki caminin 17. yy. da yapıldığı sanılmaktadır. Camiin bazı kısımları onarımı sırasında tarihi özelliklerini kaybetmiştir. Camiin arka tarafından Bizanslılar zamanında kalma bir hamam vardı. Yok, oldu gitti, harabelerini görmek mümkün. Köyde kilise mevkii denilen bir yer var. Bu demektir ki köyün yerli halkı Rum’du. Ya da öyle kabul edilebilir.
Uskumruköy’de tarihi çeşmeler dikkat çeker. Bunlardan Osman Ağa çeşmesi (1781) yıkılıp gitmiş, Necip Ağa Çeşmesi (1909) harap halde. Bu çeşme “Beni onarın, bana yazık” diye adeta bağırıyor, suyunun olmaması da ayrıca üzüntü verici. Köy içindeki İmam Hasan Efendi Çeşmesi (1870) onarıldı ama tarihi özelliğini de kaybetti. Sadece kitabesi korunmuş, tarihini de oradan tespit ettik. Bir çeşmede Uskumruköy İlköğretim Okulu yanında var. Tarihi bir özelliği yok. Yeni çeşme, bol suyu vardı. Su akarının olduğu alanda villalar yapılınca su kayboldu, çeşme de kendi haline terk edildi. Yazık, okulun öğrencileri çok yararlanıyordu.
Uskumruköy alan olarak Sarıyer ilçesinin en büyük köyüdür demiştik. Muhtar Halil Bey doğruladı bizi. Muhtar’a göre “Belgrad Ormanı, Bahçeköy, Kilyos, Demirciköy ve Gümüşdere’den sınır alan Uskumruköy 1 milyon, 800 yüz bin metre karelik alanı ile İlçenin en büyük köyüdür. Denizle bağlantısı eskiden vardı, şimdi yoktur. Mevcut alan dava sonucu Gümüşdere’ye geçti.
Köyde kilise yeri mevkii olduğunu öğreniyoruz. Köylüler tarafından kilise kalıntılarının olduğu söylenegeliyorsa demektir ki Uskumruköy’de eskiden Rumlar ya da Ermeniler vardı. Zamanla karıştılar ve sonra da kaybolup gittiler. Uskumruköy bilhassa 93 harbi (Osmanlı-Rus Harbi) sırasında büyük göç aldı. Doğu Karadeniz ve Balkanlardan gelen göçlerle köy halkı oluştu.
Uskumruköy’de eski dönemlerde bahçecilik, odunculuk ve hayvancılık yapılıyordu. Artık odunculuk yapılmıyor, hayvancılık çok az yapılırken, bazı aileler bahçecilikte direniyor. Günümüzde köy halkı ticaret, taşımacılık (minibüs) yapıyor, villalarda güvenlikçi olarak çalışıyorlar.
Köyü köy yapan unutulmayacak isimler var, Bunlara ağa denir! Ağalığı da adamlıkları ile almışlar. Her biri kantara vurulsa yüz okkadan fazla gelir diyorlar. Muhtar-ı Evvel Ethem Ağa, Hasan Ağa, Behçet Ağa ve Kadir Ağa… Yıllar yılı ağa olarak ağırlıklarını hissettirdiler. Bir dedikleri iki olmadı. Köyde düzeni kuran adam oldular, düzensizlikleri ortadan kaldırdılar. İnsanın olduğu yerde ağalık da olur, olur ama şimdi yok.  Muhtar Halil Bey’e sorduk “Köyde ağa var mı?” diye “Artık ağalık kayboldu. İşi iyi olan, parası olan ağadır” diyerek, ağalığın bu köyde de son bulduğunu belitti. Yaşar Elmas ise “Abi güçlü olanlar zaten ağadır, başka ağa aramaya ne gerek var, olsa kim dinler. Eski saygı nerde…” yanıtını verdi. Doğrudur diyoruz, günümüzde ağalık yok. İş sahibi olmak yeter de artar bile! Yine de ağa aramaya kalksak aklımıza gelen iki kişiyi unutmamak gerekir; Merhumlardan Muhtar Hayrettin ile kardeşi Kocaağa’yı (Hüseyin). Ağalık, Kırkpınar Ağalığı gibi satışa çıksa, bu ikiliye rakip çıkan olmazdı!
Uskumruköy hayli hareketli bir köy. Öteden beri hareketliliğini devam ettiriyor. Artık sabahın köründe, at arabalarının üstünde yola çıkmıyor bahçecilik yapanlar. Kışlık saman ihtiyacı için araba araba saman almıyorlar Sarıyer’den… At arabası yerini kamyonete terk etti.
Köyün şöhretleri bugüne kadar gelen değerleri de vardır. Milli Mücadelenin yeni başladığı bir dönemde Ankara’dan Atatürk’ün emri gelir: Rumelifener Mıntıkası Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulacak. Atatürk’ün tensibi ve emri doğrultusunda Uskumruköy eşrafından Gürcü Hüseyin Efendi bu Cemiyet’in idare heyeti üyesi olmuştur. Bu öyle hafife alınacak bir görev değildir. Zira görevi veren Mustafa Kemal Paşa’dır ve Haliç’ten dolaylı şekilde kaçırılan silah ve cephanelerin Anadolu’ya nakli bu kişilerin çalışmaları ile olmuştur. Bu heyette R. Fenerinden Yusuf Agâh Efendi ile Hacı Yakup Efendi, Kilyos’tan Kâhyaoğlu Mehmet Efendi, Demirciköy’den Mektepli Mehmet Efendi ve Zekeriyaköy’den Muhtar-ı Evvel Ethem Ağa (Yani bir önceki muhtar)  da bulunuyordu. Her biri ulvi görev yaptılar ve göçüp gittiler. Allah gani gani rahmet eylesin, nur içinde yatsınlar.
Köyde iz bırakanları sayarken Em. Korg. Salih Acarel’i unutmaya imkân yok. Her ne kadar kızdığında “Ben Oralı değilim” dese de Uskumruköy’ün suyunu içmiş, toprağını koklamış ve sonra da apolet takmaya koşmuştur. Okulları başarı ile geçtikten sonra subay olarak orduya katılmıştır. 27 Mayıs İhtilâlini genç bir subay olarak yaşadıktan sonra, kurmay subay olarak başarı merdivenlerini koşar adım çıkmış ve korgeneral rütbesi ile askerliğe veda etmiştir. Aktiftir, sosyaldir ve içtendir. Kızgınlığı, dargınlığı anlıktır. Gönül komasını da gönül almasını da bilir. “Akide Şekeri Harekati”  kitabı ile askerlik anılarını okurlara sundu. Sağlıklı ve neşeli! Kendisi için çok önemli olan “Kılıcı” muhtarlıkta sergileniyor. Uzun ömürler diliyoruz ve bir başka şahsa geçiyoruz. Aman unutmayalım Paşamızın ismi unutulmamak üzere köyü boyan boya geçen caddeye verilmiş. Salih Paşa Caddesinin bittiği noktada Salih Paşa Otobüs durağı var… Uskumruköylüler kadirbilir insanlardır, iyi düşünmüşler.
Köy alanı çok büyük ama o zamanlar nüfus olarak köy küçüktü. Köy küçük ama İlçesini yönetecek bir Belediye Başkanı çıkardı bünyesinden. Değişik partilerde siyaset yapan Kadir Ağanın torunu, Nalbur Hüseyin Beyin oğlu Sedat Özsoy Anavatan saflarında siyaset yaparken, önce Belediye Meclis üyesi sonra da Sarıyer Belediye Başkanı oldu. Doğruyol Partisi,  Anavatan Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi gibi değişik partilerde görev aldı. Bir yerde sabit kalmadı. Bakalım bu dönem hangi cepheyi tutar. Bunu da zaman gösterecek. Sedat Özsoy seven ve sevilen bir insan!  Gönül adamı, mütevazı! Madencilikle uğraşıyor. Köyde yaptırdığı malikânede ikamet ediyor. Hani bu evde de oturulur doğrusu! Sormadım bahçesinde havuzu var mı diye!
Yaşar Elmas’ı unutmayalım. Her ne kadar kendisine Rumelifener’i ele doladığımızda yer verdimse de burada da değinmem gerekiyor. Çünkü işi burada, anası da bu köylü! O halde tekrar yazılmaya hakkı var. Yaşar spor tesisini burada kurmuş, burada gençlere hizmet veriyor. Sarıyer, Beşiktaş, Rize gibi değişik kulüplerde futbol oynadı ve Ümit Milli takım formasını giyerek ülkesini uluslar arası alanda temsil etti. Aynı zamanda Sarıyer dâhil pek çok kulüpte teknik direktör olarak görev yaptı. Şimdi bildiklerini Uskumruköy’lü gençlere öğretiyor.
Celal Mete Rizeli! Belki de gezmek için geldiği Uskumruköy’ü beğenmiş olacak ki arsa alıp villa yaptı kendisine. Yaman bir armatör. İşini profesyonellere devretmiş olacak ki günlerinin çoğunu köyde geçiriyor. Kendini hayır işlerine vermiş. Ne yapıyorsa Allah Rızası için yapıyor ve köyde çok seviliyor! İki kez konuşmuşluğumuz oldu, bir kez de köyden Sarıyer’e götürdü bizi arabasıyla, o zaman teşekkür ettik, şimdi de iyiliklerinin devam etmesini diliyoruz.
Uskumruköy köy ama buna siteler köyü demek daha doğru. Zira köy sınırları içinde 55 adet site var. Örneğin; Arıköy, Ormanada, Vip Konutları, Güller Vadisi, Bizim Vadi, Yeşil Vadi, Yeşil Oba Konakları, Belkıs Evleri, Nurol Sitesi, Çamlık Evleri, Büket Evleri, Martı Sitesi, Aka Park Evleri, Şimşek Villaları, Biberoğlu Villaları, Panaroma, Bayır Evleri, Karşıyaka Evleri, Sunset Park Evleri ve diğer siteler…
Uskumruköy’e mezarlıklar köyü de denilebilir. Öyle ya köy sınırları içinde pek çok mezarlık var. Ağlamış Baba, Şehitlik, Kule Mezarlığı, Babaağaçlar Mezarlığı ve Büyük Kilyos Mezarlığı köy sınırları içinde. Kule ve Babaağaç mezarlıklarında gömü yapılmıyor. Büyük Kilyos Mezarlığı, adı üstünde çok büyük bir mezarlık. Ölçmedik ve sormadık ama belki de İstanbul’un en büyük mezarlığı, hatta Türkiye’nin de en büyük mezarlığı olabilir. Mübarek mezarlık değil, Birleşmiş Milletler topluluğu… Öyle ya Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyor gibi bir şey! Bu mezarlıkta; Batiniler, Mecusiler, Yehova Şahitleri, Museviler’e de yer var. Kimsesizler de unutulmamış, onlara da yer ayrılmış! İyi edilmiş, kimsesizler zaten hayat boyu yalnız kalmışlar, bari cesetleri ortada kalmasın. Bu mezarlığı, bütün baskılara rağmen yapan, tamamlayan ve halka açan Nurettin Sözen’i alnından öpmek gerek! Zira burası da yapılmasaydı, ölüleri ayaküstü gömmek için yasa çıkarılabilirdi. Ama şunu da belirtmek gerekir: Mezarlıklar Müdürlüğü de mezarlıklara iyi bakıyor. Her şey profesyonelce… Eksiği yok mu var elbette: Bu mezarlıkta bir cami, bir cem evi, bir kilise ve bir sinagog yapılması gerekir. Maden bu kadar çeşitli din ve mezhep var, saydıklarımızın da olması gerekir.  Çünkü büyük ihtiyaç! Muhtar Halil Bey bu işi takip ederse başarır! Aman unutmadan hatırlatalım Bu Ağlamış Baba ve Büyük Kilyos Mezarlığı, Uskumruköy sınırları içindedir ve ortada haksız tasarruf vardır. Bu iki mezarlığın yakasına Kilyos ismi yapışmış ve öyle söylenegelmiştir.
Uskumruköy’ü bir çırpıda geçemeyiz. Sağdan, soldan, tepeden de bakmalıyız ne var ne yok diye… Muhtarlıkta resimlere baktık ve köyde muhtarlık yapanları gözlemledik. Muhtar’ı Evvel Ethem Ağayı saymaya gerek yok… Muhtarlık salonunda isimlerini okuduklarımız: Kadir Özsoy, Hayrettin Öcalan, Mehmet Gündoğan, Ahmet Bican Engin, Mehmet Soydan ve Halil Özkaya… Halil Özkaya’ya bir parantez açmak gerek. Halil Bey memur olarak gelmiş, köye yerleşmiş ve emekli olduktan sonra muhtar olmuş. Halk kendisini o kadar benimsemiş ki bir daha bırakmamışlar ve üçüncü kez arka arkaya seçmişler. Bir daha seçilebilir misin? diye sorduğumda ben görevi bırakmadıktan sonra sorun yok diyerek köylü dostlarına ne kadar inandığını gösterdi. Aslında inancı verdiği hizmetlerin takdir edildiğini görmesinden kaynaklanıyor. Bunu takdir ettiği içindir ki, soruma bıyık altı gülerek cevap veriyordu. Ben de aynı kanıyı taşıyorum. Zira köyü ilgilendiren her konuyu ince eleyip sık dokuyarak çözüyor, başaramadıklarını ama haklı olduklarına inandıklarını yasal yollardan hallederek takdir alıyor. Bir bravo da biz diyoruz. Duymuştuk, sorduk! Sıkılarak anıt verdi. Muhtar’ın oğlu Yusuf Özkaya çok iyi eğitim almış ve istekli olan kişi ve kurumlara liderlik eğitimi veriyor. Her köyün ve semtin böyle yetişkin gençlere ihtiyacı var… Sarıyer’de eğitim verse de katılabilsek! Liderlik tarafımız ve iddiamız yok ama en azından bilgi sahibi olabiliriz ya! O yeter.
Biraz da kısa notlarla devam edelim. Zira dönüş vaktimiz yaklaşıyor. Köyde bir sağlık ocağı var. Yardımseverlerden Celal Mete babası adına yaptırmış. İki doktoru (Biri uzman), iki hemşiresi var. Alâ!  Hastanelerde uzman doktor bulunamazken, köyün sağlık ocağında bulunması harika!
Köy sınırları içinde büyük marketler var: Sarıyer Market, CaurfourSA, BİM ve ŞOK (2 adet). Ayrıca köy içinde 4 nalbur, 2 berber, 2 bakkal, bir eczane, 2 manav, 2 lokanta, biri köfteci olmak üzere birkaç tane seyyar satıcı var. Fazlası da olabilir, çoğu göz çıkarmaz!
Uskumruköy’de Spor Kulübü da var. Em. Korg. Salih Acarel’in Fahri Başkan ve kurucu olduğu kulübün kurucuları: Muhtar Halil Özkaya (Bşk), Sedat Özsoy, Celal Mete, Yaşar Gürgensuyu, Yaşar Elmas ve Salih Er. Kulübün kuruluşu 2000 de resmileştirilmiş, 2010/2011 sezonunda lig maçlarına katılmıştır. Kulüp tarafından pek çok gence futbol eğitimi veriliyor. Köy sınırları içinde ayrıca Fule Binicilik Spor Kulübü var. Burada yarış atları eğitiliyor ve binicilik öğretiliyor. Ayrıca İşadamı Cengiz Bayır’ın da yarış atları ve atları için eğitim ve antrenman alanı var. Köy gençlerinde futbol tutkusu fazla! Sarıyer’in kendi alanındaki maçlarına köyden hayli giden oluyor.
Köy sınırları içinde pek çok piknik yeri, çay bahçesi ve kır lokantası var: Salim Baba, Atış, Bolu, Salih 1, Huzur, Doğ, Bolu 2, Yeşilova, Salih 2 ve Munzur gibi…
Uskumruköy deyip geçmeyelim. Evliya Çelebi’nin uğradığı ve “Çayırları cennetten bir köşeyi andırır” dediği bir köydür burası.  Köyde üç adet değirmen vardı. Köy içinde mazotla çalışan un değirmeni, Kilyos Deresi üzerinde su değirmeni ve Ağlamış Baba tepesinde de yel değirmeni vardı. Her biri tarihe karıştı. Üç ayrı değirmen üç ayrı medeniyetin köyde iz bıraktığını anlatır aslında! Pek iddialı değilizdir ama anladığımız bu!
Köyde eğitim kurumu olarak; Uskumruköy İlköğretim Okulu, Arıköy Sitesi içinde Anafartalar İlköğretim Okulu, yine köy içinde hayırseverlerden Ali Alkanat tarafından yaptırılan ve 2003/2004 yılında eğitim-öğretim yılında hizmete açılan Uskumru Köy Ali Alkanat Anadolu Lisesi var. Ayrıca Muhtar Halil Özkaya’nın modern bir ilköğretim yaptırabilmek için yoğun çabası ve projeleri arasında bir de cami yapılması var..
Köy bir de şehit verdi: Tevfik İnan! Vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak için girdiği çatışmada şehit edildi. Muhtar ve köylüler unutulmaması için adını bir sokağa verdiler. Sokağın adı: “Şehit Tevfik İnan Sokağı”. Kimin aklına gelmişse bu olumlu icraat Allah ondan razı olsun.
Siteler köyü olan Uskumruköy büyüdükçe büyüyor. Sitelerde ikamet edenler arasında her meslekten insan var. Öğretim üyesi, eski asker, idareci, maliyeci, doktor, tüccar, işadamı, inşaatçı, eczacı, armatör, film ve ses sanatkârı ve saire… Yani köy isterse bir hükümet kurabilir!!!
Köy halkından Sarıyer ve Sarıyer dışına da hayli göç olmuş zamanında! Bir kısmı yerini yurdunu satıp gitmiş, bir kısmı iş ve aş peşine düşerek gitmiş! Bu gidişlere rağmen nüfus azalması olmamış, aksine çoğalmış. 1997 de nüfus resmi kayıtlarda 1.412 iken şimdi 5 binin üzerinde. Bu sayı yazın gelenlerle birlikte 8-10 bin arasında değişiyor.
Köyde 2 cadde ve 22 sokak bulunuyor. Ayrıca 55 sitenin içinde de sayısız cadde ve sokak var.
İşimiz bitti gideceğiz. Bırakır mı Muhtar Halil Bey. Bırakmaz, o bıraksa Yaşar Elmas bırakmaz. Sulu yemek ya da köfte piyaz! Köfte piyazı tercih ettik, ısmarladılar. Muhtarlığın arkasındaki seyyar köfteciye postu serdik. Hava rüzgârlı ve soğuk… Hem sohbet ettik ve hem de yemeklerimizi yedik. Eyvallah derken, muhtar mani oldu ve “Kahve içeceğiz” diyerek muhtarlık binasının kütüphanesine götürdü bizi. Ohhh be orta kahvelerimizi de bir güzel içtik. Teşekkür ettik ve “Durağa gitmeliyiz” dediğimizde, muhtar “Sizin arabanız yok ben götüreceğim sizi” deyince inanın, çaktırmadık ama dünyalar bizim oldu! Yahu yemeği ye, kahveyi iç haydi eyvallah derken özel araba imdadına yetişsin. Var mı böyle bir şans! Varmış demek. Bir iki fotoğraf çektikten sonra yola revan olduk. Konuşa konuşa Sarıyer’e kadar getirdi bize Muhtar Halil Özkaya. Tekrar görüşmek üzere vedalaştık!
Suat bir konuş be! Üç saattir Uskumruköy’deyiz, laflayıp duruyoruz, bir kez olsun tek söz etmedi. Bana bok atacak, bana saracak yerde, benim aklıma gelmeyenleri sorsana! Ne gezer, dinlesin; suyunu, çayını içsin, yemeği yesin sonra da dalgasını geçsin iyi be!
Kalabalık arasında ilerliyoruz. Şehit Mithat Caddesinde Şener Peynircilik önünde Hasan’a rastladım. Selamlaştık.” Yahu işe bak be! Uskumruköy’de idik, senden bahsettik karşımıza çıktın” dedim. Sarıldı boynuma Kocağa’nın oğlu Hasan Gürgensuyu. Can delikanlıdır, seven, sevilen bir kişidir. Epey zamandır görmemiştim. Hal hatır sordu, lafladık birkaç dakika sonra herkes yoluna…
İşte böyle! Bir büyük günü daha geride bıraktık. İyi ki gitmişiz. Anıları tazeledik, köyün ne  denli büyüdüğünü, mükemmel spor tesislerini yerine gördük ve bir köyü sayfalara döktük… İyi de oldu. Gelecek hafta yolumuz öyle zannediyorum ki Zekeriyaköy olacak! Hele o güne kadar bekleyelim de bakalım gün neler gösterir diyoruz.


GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK- 20 (Kısırkaya)


Dolaşmaya nereden başlarız diye bir süre dalaştık durduk Suat Uysallarla. Sonunda karar verdik Kısırkaya olsun diye. Hareket saatimiz gelmeden Suat Uysallar’ın protestosunu yedim. “Ben gelemem, maça gideceğim, Yenimahalle’nin maçı var. Kendi işini kendin gör!” Yapacak bir şey yok, herkes kendi yoluna. Ben de kendi yoluma! Öğleye yakın düştüm yola! Amacım bir iki saat kadar köy kahvesinde oturmak ve köylülerle laflaşmak, köyün havasını solumak.  Sonra da öğle namazını köy camiinde eda ettikten sonra dostlarla biraz daha sohbet edip Sarıyer’e dönmek! Köy kahvesinde tanıdık ya da aşina birkaç yüze rastlarsak bilmediğimiz şeyleri de sorar öğreniriz. Niyet bu, kısmetimize ne çıkarsa!
Her zaman Kısırkaya denince aklıma Tahlisiyeci Sezai gelir. Yıllardır görmüyorum kendisini. Bir zamanlar hastalandığını, sonraları da vefat ettiğini duymuştum. Bir de on onbeş yıl önce Kısırkaya’ya göç eden Doğan Munis var.  Nadir kırtasiye dükkânını işletiyordu. Aile içinde belki bir geçimsizlik, pek bilmiyorum, Sarıyer’den Kısırkaya köyüne göç etmesine neden oldu. Neyse gideceğiz ve soracağız. Doğruyu bu şekilde öğreneceğiz. Eskiden Kumsal dediğimiz, Hacı Ömer Meydanından bindim otobüse! Yolumuz Kısırkaya, hava müthiş sıcak, içimden mırıldandım bas gaza kaptan, yılankavi asfalt döşeli yolları bir an evvel geçip arkada bırakalım.
Kısırkaya köyü bildiğim kadarı ile Sarıyer’in en küçük köyü idi. Ama son yirmi otuz yıldan beri hayli aşama gösterdi ve yapılan yeni yazlık binalarla nüfusu arttı ve Garipçe’yi geçerek sonunculuktan kurtuldu.
Kısırkaya köyü ne zaman ve kimler tarafından kuruldu bilen yok! Yaptığımız araştırmalarda ben de doyurucu bir bilgiye sahip olamadım. Hatta çağın en önemli araştırma aracı olan Hazreti google bile baktım, nafile hiçbir şey yok! Olan bilgiler hem doyurucu değil, hem de yalan yanlış. Birkaç fotoğraf, birde sokakları gösteren harita! Aman atlamayalım bir sayfada da Kısırkaya’nın Sarıyer ilçesinde olduğu yazılı, bulunduğu enlem ve boylamları ile birlikte! Sanki aradığımız buydu?
Saat 11.30 da Kısırkaya’ya ulaştım. Sakin bir köy! Şöyle bir arandım. Meydanda kimse yok, Sarıyer Belediyesi İletişim Noktasından sesler geliyor, anlaşılan burası köy kahvesi görevini yapıyor. Ben doğu tarafa gittim. Orada 1970’li yıllarda yapılan ve bir kısmı heyelanla yıkılan yazlıkları gördüm. Yazık olmuş! Hayli ev hasar görmüş ve yıkılmış. Döndüm İletişim Noktasına girdim. Sağ tarafta muhtarlık odası, iki adım ilerde büyükçe bir oturma yeri, solda açık hava kısmı da var. Kıvanç duydum doğrusu, Sarıyer Belediyesi her köye İletişim Noktaları kurarak ulaşmış! Tebrik eder geçeriz.  Gidip üstü tente ile kapalı kısımda oturdum. Bir çay söyledim. Hemen geldi. Doğan’ı sordum “Buluruz” dediler. Çağırdılar geldi. Sarıldık birbirimize, çayları tazeledik. Gelişimizin nedenini anlattım çok memnu oldular. Hemen atıldı Doğan “Şu Arap Mahallesini gazetede okudum ama sonu gelmedi”. “Haklısın” dedim ve kıyısından köşesinden anlattım. Masamıza Şefik Atar geldi. Üç kişi olduk. İyi ki Şefik gelmiş, mübarek bilgi hazinesi, google desek de olur. Ne sorduksa yanıt verdi. Aldığımız bilgilere göre: Köyün ismi Rumca ya da Latince Tanipiya! Yenimahalle anlamını veriyormuş. Aradım Bilge Umar’ın “Türkiye’deki Tarihsel Adlar” kitabında böyle bir kayıt bulamadım. Ne var ki duydum ve duyduğumu da kayda geçiyorum. İlerde konu üzerinde çalışacak olanlar belki doğrusunu bulabilirler.
Köyün yerli halkı Türk mü, Rum mu ya da başkaları mı bilinmiyor. Bilinen köyün yerli halkının büyük çoğunluğunun 1877 Rus Savaşı yani (93 Harbi) nedeni ile Doğu Karadeniz ve bilhassa Hopa tarafından gelen göçmenlerden oluştuğudur. Büyük ihtimal Balkanlardan gelen göçmenlerden de köye yerleşen olmuştur. Şefik Atar’ın ifadesine göre köyün yerli halkını; Ahıskalı, Karamanlı, Trabzonlu, Rizeli ve Hopalı göçmenler oluşturuyor. Birkaç ailede Rumeli tarafından gelmiş. Geldiler, yerleştiler, yer yurt sahibi oldular. Biz de hepsine birden “Hoş geldiniz” deriz olur biter.
Şunu da kayda geçelim, eskiden Kısırkaya yerleşim bölgesi Mandıra Mevkii idi. Denize uzaklığından olacak sahile yakın olan bugünkü yere taşınmış. Mandıra da terk edilmemiş, burada hayvancılık yapılıyor. Tabii Mandıra mevkii büyük bir arazi hayvancılıkla beraber bahçecilikte yapılıyor.
Yerleşim bölgelerinden biri kale mevkii idi. Kale mevkii Kısırkaya’nın doğusunda ve Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Akademisinin yazlık lojmanlarının deniz tarafında bulunuyordu. Kale meydanda yok yıkılıp gitmiş, hatta kalıntılarını bulmak bile hayli zor.
Köyde, köyün tarihini belirleyecek tarihi eser yok gibi bir şey. Tek cami var. Önceleri ne kadar aradımsa inşa ve ibadete açılış tarihini bulamamıştım. Demek ki dalga geçmiş gereği kadar iyi araştırma yapamamışım. Öğle namazı için camiye gittiğimde yolda karşıladı beni bir vatandaş. Birlikte Camiye girdik. İmam Efendiymiş meğer! Köyün cami imam Kerim Bayram! Lojman kapısı önündeki özel arabasının plakası 53 le başladığına göre Rizeli olmalı. Sormadım, çünkü belli! Camide imam efendi ve benden başka kimse yok. İş başa düştü müezzinlik yaptım. Bir kişi de olsa heyecan verici bir şey, zor geldi bana. Camii tetkik ettim. Çerçevelere, tablolara baktım ve Cami Berat’ını gördüm; Beratta caminin kimliği yazılı. Cami alanı 200 m2, namaz kılınan alan 100 m2 ve kapasitesi de 100 kişilik. Yapılış tarihi 1874 ibadete açılış tarihi de 1874.  Alt kat yani bodrum katta yeni ilaveler yapılıyor, onarım devam ediyor. Cemaati yok ama hayli masrafı var!  Ohhh be nihayet köyle ilgili bir belge bulduk. Az değil, tarihi eser kabul edelim zira berata göre 138 yıllık bir camii.  Bu cami yerinde eskiden ev varmış, yangınla kül olmuş! Cami yapıldı, belki de hayırlı oldu!
Tarihi eser sayılırsa eğer, köy başında bulunan ve Topbaşı Mevkii olarak isimlendirilen yerde terk edilmiş bir korgan var. Korganın II. Dünya Savaşı sırasında yapılmış olduğu ve savaş sonrası terk edilmiş olduğu bilinmektedir.
Bilinmeyen bir şey de köye neden Kısırkaya denildiğidir. Bu konu üzerine bugüne kadar hiç kimse akıl edip durmadı ve bir açıklama getirmedi. Çok düşündüm ben de bulamadım. Ancak eskiler sürekli şöyle söylerdi: “Köy bu kadar, ne kısar ne uzar”. Yani demek istiyorlardı ki Kısırkaya küçük bir köy asla gelişmez. İsmi gibi kısır kalmaya devam edecek. Ne var ki 1965-70 ‘li yıllardan sonra köyün yavaş yavaş kısırlıktan kurtulduğunu ve büyümeye başladığını gördük. Bilhassa İstanbulluların plaja ilgi göstermesi ve şehir içinden çok sahillerde yazları geçirmeyi tercih etmesi köyde yeni binaların daha doğrusu yazlıkların yapılmasına neden oldu. Köy hayli büyüdü, onlarca büyük bina ve onlarca kıyı şeridinde yazlık evler var. Bu binalar yazın tamamı ile doluyor, dolaysıyla nüfusta artıyor. Kışı ise köy yine yalnızlığına bürünüyor.
Kısırkaya, Sarıyer’in sahil şeridinde yer alan bir köydür.  Köy kumsalın hemen üst kısmında, kısmen kayalık olan bir yükselti yani tepe üzerinde kurulmuştur. Tepe üzerinden doğuya doğru gidildiğinde heyelan bölgesine girilir. Nitekim birkaç yazlık bina heyelan sonucu denize doğru kaydı ve evler oturulamaz hale geldi. 1970’li yıllarda rahmetli Baba Kenan sonra da rahmetli Selim ok yan yana iki yazlık bina yaptılar. Daha sonra da Mustafa Kara izledi onları ve binayı oturttu sakat zemin üzerine. Baba Kenan binanın temelini oturtabilmek için akla karayı seçti. Temel kuruluyor, iki ay sonra aşağıya kayıyor. Tekrar yapılıyor, tekrar kayıyor. Ama Baba Kenan inatçı durur mu toprak heyelanla kayarken, o temeli sağlamlaştırma savaşı veriyor. Diğer kişiler de yeni evler inşa etmeye devam ediyor. Nihayet toprak, inat karşısına tahammül edemedi ve evler bitirildi. Sahipleri birkaç yaz geçirdiler evlerinde ama bir süre sonra evler yine denize doğru akmaya başladı. Heyelanı ne istinat duvarı tutabildi ve ne de temel. Böyle olunca da evler terk edildi. Evlerin durumu tehlike arz ediyordu. Can kaybı olmaması için 10 yazlık ev belediye ekiplerince yıkıldı. Ev sahiplerinin masrafları da boşa gitti. TOKİ ya da resmi bir başka kuruluş yıkılan yere yeni bina yapılmasına izin vermiyor. Binası yıkılanlara bir daire verecek ama köyde bir dairesi olana “Yok” diyor. İşte haksızlık burada!
Köyde iki çeşme var. Birisi köy meydanında bulunuyor. Bu çeşmeler basit çeşmeler ve her hangi tarihi bir özellikleri yok. Meydan çeşmesi 2001 yılında yapıldı, Köyde çeşme yokmuş. Bir yüzbaşı kolları sıvamış ve köy içindeki oluktan akan suyu basit çeşme haline getirerek iyi bir hizmet yapmış, Allah razı olsun deriz.  Bu çeşme 2001 de köylüler tarafından meydan çeşmesi haline getirildi. Diğer çeşme köy çeşmesidir. Camiye giderken sağda bulunuyor. Basit bir çeşme iken 2000 yılında onarılmış. Kitabesinde “Mürvet Hanım ve Kudsiye Hanım anısına 2000 yılında onarıldı” yazısı yer almaktadır. Göl gör ki bu çeşmenin saçağı üzerine yakın zamanda bir depo yapıldı. Yandan kapılı büyücek bir depo, hem de çeşmenin çatısı ebadı kadar. Hiç de iyi görüntü vermiyor. Köylülerin ve zevk sahiplerinin dikkatine sunulur!
Kısırkaya yaz ayları sayfiye yeri konumuna geliyor. Her gün yüzlerce kişi geliyor ve plajda boy gösteriyor, denizin tadını çıkarıyor. Ne var ki plajın hayli eksiği var. Neden yapılmıyor, neden yapmıyorlar? Acaba izin mi alamıyorlar. Plajda hanımlara ait bir tuvalet yok. Bu olacak iş mi? İstanbul’un Karadeniz sahil şeridinde yer alan bölümlerde yaz kısa olur. Taş çatlasa üç ay ya vardır ya yoktur. Sonra bahçecilik, havancılık ve balıkçılık öne çıkar. Mandıra bölgesi bahçecilik ve hayvancılık için çok uygun. Balıkçılık için ise denizin uygunluğuna itiraz edilemez ama balıkçılıkla uğraşanların feryadı var. Küçük de olsa bir barınakları, bir limanları yok. Oysa siyasiler barınak yapılacak diye söz vermişlerdi, yapmadılar. Barınak ya da liman olmayınca rüzgârlı dolaysıyla dalgalı havalarda perişan oluyor tekne sahipleri. Balıkçılar teknelerini ırgat ve yardımlaşma ile kumsala çekiyorlar. Kısırkaya’da oltacılık ve küçük ağ balıkçılığı yapılmaktadır. Bu bile yeterli onlar için ama illaki bir liman. Şefik Atar’ın ifadesine göre;” İlgililer, siyasiler her gelişlerinde liman yapılacak sözü verirler sonra oyları alıp gittikten sonra bir daha uğramazlar” bu görüşüne aynen katılıyorum.
Köyü gerçek konumundan uzaklaştıranlar madenciler olmuş. Almışlar ruhsatı dalmışlar dozerlerle, kepçelerle toprağın içine! Toprağı alt üst etmişler. Kil almışlar satmışlar, kömür çıkarmışlar satmışlar. Zengin olmuşlar, köşe dönmüşler. Hiç kimsenin gözü yok kazançlarında, köylünün de yok bizim de yok ama gerçek olan bir şey var: Maden çıkarılan yerlerin doldurulması gerekirken oralı olmamışlar. Üstelik yeşil örtüsünü kaldırdıkları yerlere de ağaç dikmeleri gerekir dikmemişler, anlaşılan masraftan kaçınmışlar. Adamlar Kısırkaya köyü kıyı haritasını değiştirdi de “Dur” diyen olmadı. Oldu ise de takibi yapılmadı.
Köyün renkli adamlarından biri 1970 li yılların başında köye seyyar araba ile gelip köfte, balık satan İsmail Dayı (Hutoğlu) sonraları işi büyülttü ve lokanta sahibi oldu. İsmail Dayı Kısırkaya’ya kapağı attıktan sonra Sarıyer’e pek inmez oldu. 1950-1960 yılları arasında Sarıyer’de birlikte kumculuk yaparak nafakamızı çıkarırdık. Yani aşinalığımız çok eskiye dayanıyor. İsmail Dayı şimdi yok iki sene önce 101 yaşında hakkın rahmetine kavuşmuş. Son görüştüğümüzde “Nasılsın” diye sordum “Zorum var, kulaklarım istediğim gibi duymuyor” demişti. İlahi İsmail Dayı, o kadar arıza yirmi yaşındaki delikanlılarda bile var demiştim de gülüşmüştük. Allah rahmet eylesin.
Köyün ileri gelenlerini sordum kimler diye! Şöyle bir düşündüler. Ben devam ettim “Köyün ağaları kimlerdi?” Yanıt gecikmedi: Hikmet Ağa (Atar), Kâzım Ağa (Özkurt), İsmail Ağa (Yılmaz), Tahsin Ağa (Yıldız) ve Yahya Ağa (Topçu). Daha eskileri bilmemize imkân yok dedi Şefik Atar ile Doğan Munis. Yan masalardakilerde tasdiklediler. “Yeni ağalar kim ola” diye sorunca beklediğim yanıtı verdiler. “Şimdi ağa mağa yok, parası olan ağadır”. Haklılar para her kapıyı açan anahtar oldu. Saygınlık insanda değil parada!
“Köyde iz bırakan kimse olmadı mı” diye sorduğumda ilginç bir yanıt aldım. Hamit’in Mustafa yaman adammış. Yamanlığı İpsiz Recep Reis’in çetesinde yer alanlardan biri olmasından ileri geliyormuş! İpsiz Recep Reis’in çetesi ile birlikte Trakya’da Rum çetecilere karşı omuz omuza mücadele vermişler. İyi de yapmışlar. Namı yürüsün!
Görüşmemizin sonuna geldik. Şöyle yukardan bakarak kısa notlarla bilgiler verelim:
Efendim köyün nüfusu, seçmen sayısı 400 olduğuna göre oy kullanmayanlarla beraber en azından 750 ye ulaşmış. Yani Sarıyer köyleri arasında sonunculuktan kurtulmuş, yerini Garipçe’ye bırakmış.
Köy yolları gerçekten iyi! Bütün yollar asfalt, yerlerde çer çöp yok, tertemiz. Üstelik hem belediye otobüsü var, hem de minibüs.
Köy mezarlığı iki şehidi misafir ediyor. PKK’nın şehit ettiği iki Kısırkaya’lı genç yatıyor bu mezarlıkta. Esas yurtları cennet olsun kendilerine!
Kilyos’dan Sarıyer’e göçenlerde olmuş. Sarıyer köylülerinin eskiden her Sarıyer’e inişlerinde uğradıkları Kahveci Ahmet Efendi (Tekin) geniş ailesi ile çok sayılan bir kişiydi. Ahmet Efendi tüm aile efradını olarak Sarıyer’e göçtü ama kız vererek Zekeriyaköy’deki Balabanlar’a kız vererek hısım/akraba olmayı da unutmadılar. Keza Kahveci Recep Efendi (Erkan), Süleyman Efendi (İçkaya) Sarıyer’e göçenlerden. Başka yerlere de göçenler var tabii ama ona çetele tutmamışlar.  Kısırkayalı ve Ahıska Türklerinden olan Pamuk Hanım, Kumköy (Kilyos) Kale kumandanı ile evlenerek günümüze kadar ulaşan nesil yarattılar. Yani demek isterim ki 200 yıllık bir Kısırkaya’lı. Öyle ya Pamuk Hanım’ın torunlarının torun çocuğu olan hanım Sarıyer’in futbol tarihine adını yazdıran Mesut Seçen’in annesi! Bu geniş ailede Büyükdere’ye göçenlerden!  Bu ailenin bireyleri hep evlenerek köyden göçmüşler ama hısım akrabaları var. Eski muhtar Kâzım Atar sadece biri! Aile geniş, bir kolu da Zekeriyköy’de, Balabanlarla akraba! Akrabaları saysak sayfalar yetmez o nedenle kısa kesiyoruz ama Şefik Atar’ın verdiği bilgi de böylece doğrulanmış oluyor. Köyde Ahıska Türkleri hayli fazla!
Köyde bilindiği kadarı ile Tahsin Ağa (Yıldız), Kâzım Ağa (Özkurt), Sedat Atar, Necmi Özkurt ve Erol Kocaer muhtarlık yaptılar. Erol Kocaer’in maşallahı var 1980 den beri devam ettiriyormuş muhtarlığını. Maşallah diyerek tebrik ederiz ve devam ederiz.
Köyde üç dükkân vardı. Biri kapandı, kiralayacak adam bekleniyor. Biri İletişim noktasının alt kısmında diğeri de karşısında. Bu Doğan Munis’in! Doğan çoluk çocuğu ile birlikte köyde huzur buldu, çok önemli işi olmadıkça Sarıyer’e bile inmiyor. Olgun, yıldızı herkesle barışık, çok iyi bir Sarıyerli olan Doğan bence de en iyisini yapıyor… Aile içinde dırdır, ses kirliliği, hava kirliliği diye bir şey bildiği yok. İyot kokusu ile haşır neşir. İyot kokusu nefis bir şey! Bol bol içine çeksin. Yaşlılığını unutur!
Kısırkaya ilkokulu 4-5 sene önce kapandı. Öğrenciler şimdi Gümüşdere İlköğretim okuluna gidiyorlar. Çocuklara Allah kolaylık versin, analara, babalara da sabır!
Cumartesi günü turumuzu Kısırkaya’da tamamladık. Gelecek hafta bir başka köye yelken açacağım. Bakalım yolumuz nereye düşer. Büyük olasılıkla Uskumruköy diye düşünüyorum ama onu da zaman gösterecek. Arzum yağmurlar başlamadan turu tamamlamak Sarıyer’i Kısırkaya’dan Aşiyan’a kadar doyasıya kucaklamak. Tabi Allah nasip ederse! Otobüs’ün gelmesi ile ayaklandım. Şoför köy kahvesine girerken ben dışarı çıktım. Uyanık minibüsçü otobüs gelir gelmez kontak açınca kapağı minibüse attım, ver elini Sarıyer…

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK- 19 (Gümüşdere)



Kışı kış yaptığı gibi yazı da yaz yaptı doğrusu. Dolaştıkça adeta sarpa sarıyoruz. Yorgunluk, bitkinlik, ter ve gölgelik bir yere kapağı atmak! Sanki günlere kıran girdi? Canının kıymetini bil, hele şu yazın kahredici sıcaklığı geçsin, serin havalar gelsin o zaman düşersin yollara! Ama ne gezer şartlanmışız, düştüğümüz yolu sonlandıracağız diye. Sarıyer kazan biz kepçe misali Suat Uysallar’la beraber dolaşıp duruyoruz Sarıyer köylerinde. Bu kez yolumuz Gümüşdere! Yani eski ismi ile Domuzdere!
Önce belirtmeliyim ki ilk uğradığım kişi eski Muhtar Galip Ozan oldu. Galip Ozan’ı Sarıyer’deki ofisinde bulup uzun uzun görüştüm ve istediğim bilgileri aldım, onları sırası ile aktaracağım.
Domuzdere Bizanslılar döneminde bu ismi taşıyordu. Osmanlılar döneminde de aynı isimle devam etti. Milli mücadele sonrasında köyün ismi Gümüşdere olarak değiştirildi. Bu köyün halkının tamamı Rum’du. Türkler daha ziyade yakın köylerde vardı.
İstanbul işgali yıllarında Domuzdere’nin ismi sık sık gündemde kaldı. Domuzdere denildiği zaman korku dağları bekler oldu. Bunun nedeni bu büyük Rum köyünün işgalcilerden yana tavır almalarıydı. Tavır almakla kalsalar iyi, bir de çete oluşturmuşlardı otuz beş kırk kişilik. Başlarında da meşhur Papaz Kostantin vardı. Kostantin kendi başına buyruk hareket ediyor ve Türklerin yoğun olduğu köyleri basıyor, haraç alıyor, vurup kırıyordu. Zaman zaman bununla yetinmiyor ve Rumların yoğun olduğu sahil şeridi mahallelere iniyordu. İşgalciler yani İngilizler ile Yunanlılar, Sarıyer köylerinin susturulmasını, güçlerinin kırılmasını istiyorlardı. Sırf bu nedenle Girit’ten Kaptan Andon isimli azılı bir çete reisini getirmiştlerdi. Bu çete reisi Papaz Kostantin’le işbirliği yaparak Türk köylerine baskın yapıyor yağmalıyor, köylüleri vurup kırıyordu. 
Hay Allah! Nasılda kaptırdık kendimizi tarihin derinliklerine! Kaptırmayalım da ne yapalım? Gümüşdere çarşı içine girmeden soldaki eski taş bina köyün tek tarihi eseri olan kilisedir. Bu binayı görünce aklımıza İstanbul’un işgal yılları geldi. Neyse biz yine tarihin derinliklerinde biraz dolaşalım.  Papaz Kostantin Çetesi hayli vurgun yaptıktan sonra eğlenmek için başlarında Papaz Kostantin olmak üzere Yenimahalle’ye inmişlerdi. Deniz sahilinde Kamelya gazinosunda saatlerce yiyip içmişler, eğleniyorlardı. Bir anda aşka gelen Papaz Kostantin Efendi ani bir işaretle kapıda asılı duran Türk bayrağını yerinden indirtip yere seriyor üzerinde tepinmeye başlıyor, papazı diğerleri takip ederek Türklere hakaret ediyorlardı. Gürültü üzerine yandaki Osmanlı Gazinosunda oturan ve sefere çıkmak için motor bekleyen üç reis, silahları ellerinde yandaki gazinoya gidiyorlar, bir iki mermi yaktıktan sonra yerdeki bayrağı kaldırttığı gibi başta papaz olmak üzere bayrağın üzerinde tepinenlere öptürtüp selâmlatıyor sonra da çekip gidiyorlardı… Yahu bütün bunları anlatmaya gerek var mıydı? Yoktu ama madem yazdık bari sonucunu da yazalım: Papaz Efendi ile çetesi bir süre sonra İpsiz Recep Reis çetesi tarafından ortadan kaldırıldı.
Belediye otobüsü ile köye girerken gözlerim ister istemez sağ taraftaki üç katlı binaya ve hemen karşısındaki bahçeye, bahçedeki incir ağaçlarına kaydı. Hey gidi yalan dünya hey! Alev alev yanan gözleri ve heyecan kasırgası yaratan yüreği ile bir can yoldaş olan Yıldırım Berber’i görememenin hüznünü yaşadım. Minibüsü ile yıllarca Sarıyer S. K. de futbolcuları, voleybolcuları, basketbolcuları, hentbolcuları antrenmanlara, maçlara taşıdı. Artık yeter bu kadar dediğinde bahçeciliğe döndü ama o kadar. Bir gün bir haber aldık vefat etmiş! Çok yakın bir dostu kaybetmenin açısını hissediyoruz Suat’la birlikte. Sadece Yıldırım’ı mı kaybettik? Sarıyer de ilk döviz bürosu açıldığında tanıdım İsmail’i. Ne kadar iyi insandı, ne kadar iyi dosttu. Yoku yoktu! Unutulmaması belki de ondandır. İsmail’de ani bir ölümle genç yaşta ayrıldı aramızdan.
Gümüşdere’nin yerli halkı Rum’du. Mübadelede (1923/24) Domuzdere Rumları Yunanistan’a giderken, Selanik’in Fuçtan kazasındaki Türklerden 100 hane Türkiye’ye getirilerek Domuzdere’ye yerleştirildi ve köyün adın da Gümüşdere yapıldı.
Gümüşdere’de tarihi eser olarak sadece kilise var.  Kilise önceleri ilkokul ve sonraları da depo olarak kullanıldı. Halen boş duruyor. Neden boş tutuluyor? Köy müzesi yapılamaz mı? Yani eski dönem tarım aletlerinin teşhiri burada yapılamaz mı? Rumların döneminde üç de değirmen vardı şimdi kalıntıları bile kalmamış. Köye girişte solda ve dağ dibindeki çeşme de tarihi bir çeşme ama tarihi özelliği kalmamış. Buz gibi suyu çok boldu ama üst kısımlarda hafriyat yapılınca hem su eksildi ve hem de tadında değişiklik oldu.
İki arkadaş indik belediye otobüsünden, ilk durağımız park olacak. Yani Köy kahvehanesinin karşısındaki park! Sağa sola bakınarak yürüdük. İki tarafta da seyyar balıkçı, palamutlarını satmak için bağırıyorlar. Sağa sola bakınarak parka girdim. Pek çoğu aşina geldi bize ama yerinden fırlayan bir kişi oldu ve masasına davet etti.”Oooo Selamünaleyküm” deyip uzattık ellerimizi tokalaştık. Birkaç aydan beri görmemiştim kendisini. Şu bizim sevimli ağabeyimiz değirmenci Abdurrahman’ın oğlu Ali Kunduracı’dı bizi karşılayan. Dükkânları Av. Aziz Özgür sokaktaydı. Uzun yıllar halka hizmet ettiler. Abdurrahman Efendi rahatsızlanınca işi oğlu Ali’ye bıraktı. Ali’de zamanla işini tasfiye etti ve köye döndü. Çaylarımızı söyledi keyifli içtik. Köyden, köylüden, işlerden, eskilerden-yenilerden bahsettik.
Yahu tesadüfün bu kadarı olur. Bir ara üç dört kişilik bir grup bize doğru geldi. Birini gözüm ısırır gibi oldu. Masamıza buyur etti Ali. Oturdular.” Biri İbrahim abi nasılsın iyi misin? Beni tanımadın değil mi?” Dedi. “Gözüm ısırıyor ama gözlüklerin, sakalın demeğe kalmadan, “Ben İbrahim Erkaptan’ın oğlu Fahrettin’im” dedi. “Tamam, tamam tanıdım, baban arkadaşımdı” dedim. Babasının kendisini bana getirdiğini Sarıyer kulübü genç takımda futbol oynaması için yardımcı olmamı istediğini anlattı. O günün küçüğü, o günleri atlatmış, başarı ile geçtiği gibi iki de çocuk büyütmüş bir erkek, biri kız. Biri üniversite bitirmiş mastır yapmış, diğeri de üniversiteyi bitirmek üzere… Ne denirse onu dedim, yani tebrik ettim. Halen Bahçeköy’de oturuyorlarmış. Çay içip, erken ayrıldılar. Biz devam ettik konuşmaya. Bu konuşmanın sonuçlarını da metin içerisinde anlatacağım tabii.
Selanik göçmenlerinden oluşan köy halkının büyük çoğunluğunu; Berberler, Ozanlar, Çiviler, Özkanlar, Karacalar, Akgüller, Çuğlar, Gümüşler, Adaylar, Günaylar, Bahçıvanlar ve Kunduracılar oluşturur… Halen de böyledir. Her ne kadar geçen süre içinde köy hayli göç aldı ise de bu özelliğini yine korumaktadır.
Köyün çok hatırlı büyükleri vardı. İmam Hüseyin Efendi (Ozan), Ali Ağa (Çiftçi), Hüseyin Kahya, Mustafa Ağa (Berber), Hüseyin Ağa (Kara), İbrahim Ağa (Berber) gibi… Sorduk, hem de ısrarla sorduk aldığımız yanıt ”Günümüzde ağalık yok” oldu! Doğrudur diyoruz ve başka konulara geçiyoruz. Ama ağalık olsa ve kantara vurulsa hiç şüphe yok diyorlar Mehmet Recep Ozan ile Ali Bahçıvan yarışır!
Gümüşdere denildiğinde akla İmam Hüseyin Efendi gelir. Mübadele ile geldiklerinde gelenlerin içinde tek okumuşu ve Türkçe bileni o idi. Hüseyin Efendi köye yerleştikten bir süre sonra imam olarak atandı. Uzun yıllar bu görevi devam ettirdi. Maşallah İmam Efendi boş durmamış ha bire evlat sahibi olmuştu. Mehmet Recep Efendi, Ahmet, İbrahim, Remzi, Oğuz, Galip, Arife, Ali İhsan, Şakir (Şükür) olmak üzere dokuz çocuk sahibi olmuş. Hem imam ve hem de muhtar olarak görev yapan Hüseyin Efendi’yi oğlu Ahmet ile Galip muhtar olarak takip ettiler. Dile kolay Galip dört dönem yani yirmi yıl muhtarlık yaptı (1973-1999 arası ama bir dönem arada boşluk oldu). Daha da yapabilirdi ama yanlış bir hesapla bu şansı kaybetti. Polis okulu öğrencilerini seçmen olarak kaydedince iş koptu, öğrenciler toplu halde rakibine oy verince seçimi kaybetti ve bir daha muhtar olamadı. Muhtar olamadı ama başkan oldu ya! Sarıyer Ziraat Odası Başkanı oldu ve bu görevi ikinci kez üstlendi, devam ettiriyor.
Köy halkı Türkçe bilmiyordu, bilen sadece Rüştiye’den mezun İmam Hüseyin Efendi idi. Adeta Türkçe öğrenilmesi için seferberlik başlatmıştı. Bu arada 1926 da ilkokulda açıldı. Çocuklar okula gitmeye başladılar. Hilmi Bey, Nuri Bey, Ahmet Bey (Armağan), Muzaffer Güçlüler ve Süreyya Ozon Hanım müthiş bir savaş vererek çocukların ve yaşlıların Türkçe öğrenmelerini sağlamaya çalıştılar. 
Süreyya Ozan, İmam Hüseyin Efendi’nin oğlu Ahmet’in hanımıydı. Yıllarca kendinden önceki öğretmenlerin savaşını devam ettirdi. Öylesine mücadele verdi ki verdiği mücadele kitaplara konu oldu. Gazeteci Nail Güreli’nin yazdığı “Evde Kalmış Kızlar” kitabının içindeki “Peçeli Köy” başlıklı yazısından Süreyya Ozan öğretmenden “Çalıkuşu” olarak bahsediyor. İşin tuhafı İmam Hüseyin Efendi’nin Köyün ilk muhtarı olduğunu ve kırk yıl muhtarlık yaptığını yine Nail Güreli’nin yazısından öğreniyoruz. Sadece İmam Efendi ile kalsa. Bu aileden Ahmet de epey bir zaman muhtarlık yaptı, Galip de 20 yıl aynı görevi üstlendi. Bu ailenin bireyleri maşallah muhtar doğdular nerede ise muhtar olarak öleceklerdi. Ama yedirmediler!
Yahu gelin Süreyya Hanım’dan biraz bahsedelim. Kim bu hanım demeyin, başlı başına bir karar insanı, bir yaman devrimci ve cumhuriyetçi. Süreyya Ozan, İmam Hüseyin Efendi’nin ikinci oğlu Bakkal ve Muhtar Ahmet’in Hanımı! Mübarek tam yerine gelin gelmiş. Köy Gümüşdere, halkı mübadiller (Selanik’ten gelenler), kadınların ve kızların tamamı çarşaflı. Okula günah diye kız öğrenci kolay kolay gönderilmiyor. İşte böylesi bir ortamda köyün ilkokulunda öğretmenliğe başladı. Köyde Türkçe konuşan yok varsa da birkaç ailenin erkekleri.  İşte Süreyya Hanım bu şartlarda öğretmen olarak çalışmaya başladı. Köye gelen ve Süreyya Hanım ile görüşen yazar Nail Güreli Süreyya Öğretmenin “Çalıkuşu” olduğunu yazıyor. Süreyya Hanım “Ben doğduğum gün Atatürk ölmüş” diyor. Sonra da iç çekerek köydeki durumu anlatıyor.
            Gümüşdere’nin 1960 yılına kadar ki durumu şöyledir: Türkçe konuşulmaz, kadınlar tarlada ırgat gibi çalışır; kara çarşaf ve peçeyle örtünür….  “Bu dinsel inanca herhangi bir biçimde bağlanabilecek bir –örtünme-’ de değil, çünkü kadınların ayakları çıplak, ortada…”. Süreyya Hanım kara çarşafın terk edilmesi için ailesi ile birlikte yoğun çaba harcıyor ama yavaş yavaş ilerliyor, çok zor anlatabiliyor derdini. Nihayet başından geçen bir olayı da anlatıyor: “Daha bu sabah üç tane genç kız geldi bana. Dert yandılar. Ellerinde gazete vardı. Kara çarşafla mücadele edileceğini, peçenin çarşafın kaldırılacağını okumuşlar, sevinmişler. Ah, Hoca’nım dediler, n’olur bir de bizim köye gelseler, şu çarşafı bir kaldırsalar… Bir kurtulsak şundan…  Özellikle genç kızlar hiç istemiyor peçeye girmeyi. Ama aileleri zorluyor… Şöyle birkaç kişi önayak olup atsa peçeyi, bizim ailelerimiz de razı olur. Ama herkes birbirinden bekliyor ilk hareketi”. Süreyya Hanım o günü ne kadar yalın bir dille anlatmış. O günleri yaşadığım için bilirim. Kız çocukları ilkokulu bitirir bitirmez peçeye sokulur ve ırgat olarak tarlaya gönderilir. Çalışacak kendi hakkını alacaktır. Gümüşdere’de’ erkek kadın, çoluk çocuk tarlada çalışır ve çalıştığının karşılığını alır. Aile büyüğü herkesin hak ettiği parayı kendisine verir. Bu kızlar için daha çok geçerlidir. Kızlar kazandığı para ile yarınını garanti altına alacağını bilir. Kızlara bu şekilde para verilmesinin nedeni çeyizi ile diğer masraflarını bizzat kendilerinin karşılamalarıdır.
            Bir yaman adamdı muhtar ve imam Hüseyin Efendi. Madem Türkiye’deyiz Türkçe konuşmalıyız derdi. Konuşmayanlara ceza kestiği olurdu. Karşı gelen olmazdı, olamazdı, o bir otoriterdi.  Aynı zamanda çarşaf ve peçenin kalkmasını da isterdi ama uygulayamazdı. Koca Hüseyin Efendi bile toplum baskısını yenemedi! Hemen kaydetmeliyim köy halkından yaşı kırkın üzerinde olanların yüzde doksanı ana lisanları olan Makadonca’yı biliyor ama konuşmuyorlar. Gençler ise ana lisanlarını bilmiyor.
            Köyde iş olmadığı zamanlarda, dini ve milli bayramlarda köy hanımları ve bilhassa kızları milli giysileri içinde dolaşırlardı. Renk renk giysiler giyer, çeyrek altınlar, beşibiyerdeler, küpeler ve bilezikler takarlardı. İmam Hüseyin Efendi diyor ki “Sarıyer’de köyden kızlara rastlıyorum; peçeleri kalkık, karşıdan beni görüyorlar hemen peçeler iniyor. Kendi köylülerine karşı hep yüzlerini örterler… Öte yandan hep ayakları çıplaktır. Bunun dinle ilgisi yok…”. Nail Güreli ne kadar da güzel anlatmış Gümüşdere’li hanımları.. Artık çarşaf giyen yok. Bir kaç kişi bahçeye giderken giyiyor, hepsi o kadar! Peçe ise tamamen terk edilmiş.
İmam Hüseyin Efendi’nin ailesinden bahsetmişken köyün en yaşlısı Mehmet Recep Ozan‘dan da bahsedelim. İmam Hüseyin Efendi’nin en büyük oğludur.22 yıl Kısırkaya ‘da 6 yıl Gümüşdere’de imamı olarak görev yaptı. Halen köyün en yaşlısı ve saygın insanı olarak yaşamını devam ettirmektedir. Camide öğle namazından çıkarken görüştük kendisiyle, öptük  elini, nurlu yüzü ve gülen gözleri ile süzdü bizi, çay içmeye buyur etti. Mübarek adam 1922 doğumlu yani tam tamamına 90 yaşında. Türkiye’ye mübadele ile geldiklerinde iki yaşındaymış. Selanik’te yaşadığı iki yılı bırakalım da Türkiye’de yaşadığı kadar yaşamasını Allah’tan dileyelim, Allah kabul ederse dünyanın en yaşlı insanı olarak gözlerini kapar!
Öğle namazı için camiye girerken karşılaştık Ekrem Berber ile! Her zaman ki gibi görünce bizi, sanki on sekiz yaşında bir delikanlı gibi yüzü kızardı, heyecanlandı. Sarıldık birbirimize. Ne yapalım demeğe vakit kalmadan gelin yemek yiyelim dedi. Yok dememize imkân var mı? Zaten böyle davet bekliyorduk. Hemen lokantaya gittik. Masa dört kişilik bir eksiğimiz var! Salata köfte derken dördüncü kişi de geldi. Tamamen tesadüf. Bu gelen de İsmail Geçim! Sarıyer’in eski futbolcularından biri. Belirtmek isterim Ekrem Berber futbol antrenörüdür. Yıllarca Sarıyer Spor Kulübü alt yapısında antrenörlük yaptı. Pek çok futbolcunun yetişmesine katkı verdi. Gümüşdere Spor kulübünün kurulmasına yardımcı oldu. Aynı zamanda antrenörlüğünü yaptı. İsmail Geçim’de Ekrem’in öğrencilerinden… Güle-konuşa sohbet ederek yedik yemeği. Ekrem “Tatlı var….” Dediği anda İsmail “eyvallah” deyip ayrıldı masadan çekip gitti. Meğer hesabı ödemiş, biz de tatlıyı yiyememiş olduk. İsmail Geçim işini hayli geliştirmiş ve İstanbul’un sayılı emlâkçılarından biri olmuş… Ne kadar iyi!  Yemek sonrası tekrar Park kahvehanesine gittik. İçtik çaylarımızı ve sorduk soracaklarımızı. Yeteri bilgiyi alınca kalkalım dedik, bu arada epey zamandır görmediğim Topal Hasan’ı sordum. Diğer kahvedeymiş gidip onu da gördük. Nerede ise 10-15 yıldır görmemiştim. Hayli çökmüş, çok yaşlandım diyor, sordum 82 yaşındayım dedi. Hesabını yaptım 81 yaşını bitirmiş seksen ikiden birkaç ay almış! Söyledim gülüştük… Dünya ne kadar küçük, eskileri andık…
Gümüşdere köyü İstanbul’un en büyük ziraat merkeziydi. Köyde yetiştirilen zerzevat, hem de her çeşidi, sabah çok erken saatlerde İstanbul’a gönderilerek değerlendirilirdi. Tabii ki her sabah Sarıyer’den R. Hisara kadar Gümüşderelilerin at arabaları ile sebze meyve sattıklarını da hatırlar ve hatırlatırız. At arabalarının yerini şimdi kamyonetler aldı. Sarıyer’in, Büyükdere’nin, Çayırbaşı’nın pazarlarında Gümüşdereli köylüleri kendi mamullerini satarken görmek mümkün! Sarıyer’in pazartesi pazarı sırf Sarıyer köylülerine tahsis edilmiş. Yerli ürün almak için erken yola çıkmak gerekiyor, yoksa nanay!
Gümüşdere’de yine bahçecilik yapılmaktadır. Yaz-kış bahçeciliği mesken edindiler köylüler. Yazın normal bahçe çalışması, yılın on iki ayı ise seracılık. Her türlü zerzevat yetiştirilerek halka sunulur. Zaman zaman kaçamak da yapılmıyor değil. Halden getirilen zerzevatın yerli olarak halka kakalandığını da unutmamak gerekir.
1960 daha doğrusu 1970 sonrası köy dışında iş tutanlarda oldu. Halkın bir kısmı taşımacılığa yöneldi.  Bilhassa minibüsçülük köyün ikinci işi oldu. Pek çok kişi minibüsle taşımacılık yapıyor. Abartmadan diyebiliriz ki: köy insanına ait 50 adet kadar hatlı minibüs ve 10 dan fazla da taksi var.
Rumların zamanında köy üzüm bağları ve şarapları ile çok önemli bir yer iken, mübadillerin gelmesi ile ziraatın fevkalade yapıldığı bir yer oldu. Bu konumunu devam ettirirken, 30-40 yıldan bu yana plajı ile de ilgi çekmektedir. Gümüşdere plajı bol kumu ve temiz suyu ile aranılan bir plajdır. Her yaz yüzlerce çadır kurularak deniz sahil boyu adeta çadırdan kent haline gelir.  Plajın otoparkı, kafeteryası, büfesi, restaurantı var. Plaj Gümüşdere köyü muhtarlığı tarafından işletilmektedir.
Köylülerin önemli bir derdi var. Efendim Adile Mermerci Polis Meslek Lisesi eski konumundan uzaklaşmış! Ne dir? Diye sorduk. Anlattılar. Artık Türk polis adaylarına hizmet vermiyormuş. Bu okulda Libya’dan getirilen 800 Libyalı gence eğitim veriliyormuş. Anlatılanlara göre polislikle de ilgili değilmiş, sanki Libya’ya militan yetiştiriliyormuş. Ne geceleri var ne gündüzleri. Köy halkını rahatsız ediyorlarmış. Geçenlerde köylü gençlerle büyük bir kavga olmuş… Libyalılar neye güveniyor da bu kadar rahat hareket ediyorlar, akıl kârı değil diyorlar. Köy halkı çok tedirgin! Biz sadece dinliyoruz, el koyacak düzeltecek halimiz ve yetkimiz yok ki müdahale edelim. Devlet bizim devletimiz bir bildiği vardır diyoruz ve geçiyoruz. Ama şunu da belirtelim: Aldığımız duyuma göre uygun bulunmayan 70 Libyalı geri gönderilmiş. O da kendi bilecekleri bir iş. Bizi ilgilendirmez.
Köy İlkokulu hem bakımsız ve hem de yeterli değilmiş! Nüfus artıyor ama okula yeni ilave her hangi bir şey yapılmıyor. Köyün tek camisi var ve yetersiz, küçük diyorlar. Ama öğle namazını bir bucuk saf olarak kıldık. Buna göre cami yeterli. Aslında yeni cami (1966) ama zamanında küçük yapılmış. Belki Cuma ve bayram namazlarında yetmez. O kadar da olur!
Gözlerim Ali Özkan’ı arada ama nafile. Sarıyer’de oturuyor ara sıra geliyormuş! Ali Özkan iyi bir arkadaş, her zaman gülen yüzü ve sakinliği ile dikkat çeker. Genç yaşta minibüs aldı ve taşımacılığı kendisine meslek edindi. Köyden bağını koparmadı, zaman zaman uğruyor. Kolay mı Sarıyer damadı olacaksın, sonra da Sarıyer’i terk edip köyü gideceksin!
Gümüşdere’de hayli dolaştık, pek çok kişiyle de dertleşip söyleştik. Az çok bilgilerimizi aktardık. Biraz da kısa pasajlar halinde anlatıma devam edelim. Bakalım daha neler var ve neler olmuş...
Gümüşderelilerin unutamadığı olay muhtarlık seçimidir. Köyden dört aday çıkınca Sivaslı Abdullah Gündoğdu Muhtarlığı, Adile Mermerci Polis Meslek Lisesi öğrencilerinin oyları ile kazandı. Halen görevde, demek ki iyi strateji uygulamış. Bu güne kadar tespit edilen köy muhtarları: İmam Hüseyin Efendi, Memiş Çivi. İbrahim Berber, Mehmet Sami Akgül, Ali Bahçıvan, Mustafa Değirmenci, Ahmet Ozan, Galip Ozan, Mustafa Akgül, Cevat Mutlu ve Abdullah Gündoğdu.
Gümüşdere iki mahalleden meydana geliyor; Orta Mahalle ve Yukarı mahalle. Köyde ayrıca üç lojman var. Köyün üst kısmında bir de Ramkent adlı site var. Hayati-Haşim Kaptanoğlu ailelerine ait üç villa ise hayli üst kısımda ama ikamet eden yok.
Köy sınırları içinde Boğaziçi Üniversitesine ait sosyal tesis, derslikler var. Ayrıca Mimar Sinan Üniversitesine ait plaj bulunuyor. Köyde imar izni yok o nedenle bina olarak fazla gelişmiş değil. Köyde 5 dükkân, 4 kahvehane, 3 berber, 1 kasap, 1 park, 1 ota yıkama var.. Köyde şehir suyu, elektrik ve doğalgaz var… Ayrıca Sarıyer Belediyesine ait İletişim Noktası.
Köyün bir de spor kulübü var. Gümüşdere Spor Kulübü. 1990 yılında: İsmail Berbar, Ali Özkan, Ali İhsan Ozan, Kamil Karaca, E krem Berber, Hasan Berber ve Erol Berber tarafından kurulmuş. Kurucular arasında Berber ailesinden dört kişi olunca “Berberler kulübü oldu” diyenler olmuş! Derler, kınamamak gerekir, zira espri her yerde espridir. Bazen espri olduğu geç anlaşılır.
Ayrıca köyde Atlı Tur, At Sevenler Yardımlaşma Derneği ve Tulya Kurtulan Binicilik Akademisi adlı bir kulüp ve tesisler var. Ama köyün en önemli ve etkin kuruluşu Gümüşdere Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’dir (1972). Yıllardan beri faaliyetini devam ettirmektedir.
Köy içindeki çeşme yenilenmiş ve meydan çeşmesi haline getirilmiş, Yenileyen Pastacı Erol Uzunatağan Çeşme 1964 yapılmış, Erol Uzunatağan tarafından 2006 da onarılarak  hayrat edilmiş. Kısa bir süre sonra da Erol Uzunatağan terki dünya eylemiş, Allah rahmet etsin.
Gümüşdere arazi olarak değilse de yerli nüfus olarak Sarıyer Köylerinin en büyüğü! Konuştuklarımız bunu özellikle vurguluyorlar. Diğer köylerin, örneğin Uskumruköy, Zekeriyköy, Bahçeköy gibi bölgelerin imar izni olmaları köylerinin büyümelerine neden olmuş bunu da söylemekten geri kalmıyorlar. Ama köylülerin istediği kendilerinin rahatlıkla ikametleri için ev yapabilmelerine izin verilmesi. Yoksa sitelere vermeye niyetleri olmadığını ısrarla söylüyorlar. Nedeni de biz çiftçiyiz, çiftçi olarak kalacağız diyorlar.
Benim görevim gördüklerimi, bana anlatanları olduğu gibi aktarmak, öyle yaptım!
İşimiz bitti, Sarıyer’e döneceğiz. Cadde kenarındaki kahvehanenin saçağı altındaki masalardan birine iliştik ve sohbete burada devam ettik. Ya otobüs gelecek ya da minibüs. Hangisi gelirse işimize yarar. Kısırkaya yönünden gelen minibüs gözüktü, ayaklandık ve ayrıldık sevgili Ekrem Berber’den. Gümüşdere’yi arkada bırakırken gelecek hafta hangi köye yelken açacağımızı düşünüyorum. Bakalım gelen günler ne gösterecek.
07.10.2012