30 Ağustos 2011 Salı

BİN YAŞINDAKİ DOSTLAR! İbrahim BALCI

Benim dostlarım arasında bin yaşındakiler de var, kırk yaşındakiler de! Anam öldüğünde 79 yaşındaydı. “Ana seksene merdiven dayadın” dediğimde, “Yok, yok seksene daha çok var” der ve yaşlanmayı reddeder görünürdü. Neden hanımların, hanımannelerin çok büyük çoğunluğu yaşlarını küçük gösterme gayreti içine girerler. Sadece hanımlar mı? Elbette ki değil, erkekler arasında da yaşlanmayı hazmedemeyen o nedenle yaşını küçük gösterme gayreti içinde olanlar var. Böyle durumlarla karşılaştığımda güler geçerim. Başka ne yapabilirim ki?

Benim dostlarım arasında bin yaşında olanlar vardır. Hatta bin yaşın üzerinde olanlar ve sağlıklarını devam ettirenler vardır. Bunu tersten alırsan, çocuk yaşta olanlarla beraber, elli, yüz, iki yüz, üç yüz, dört yüz, beş yüz, altıyız, yedi yüz elli yaşında dostlarım vardır. Sık sık onlarla baş başa kalır, dostça konuşur dertleşiriz. Hemen her seferinde yaşın kaç diye sorar, yanıtını ben veririm: Yedi yüz elli. Tövbe tövbe, haksızlık yapmamalıyım benim en yakın dostum bin yüz elli yaşında, hala ayakta ve Sarıyer’im güzelim havasını solumaktadır.

Biz Sarıyerliler bu yaşlı dostları ne kadar tanıyoruz? Onları ziyaret ediyor muyuz? Neredeler, nerede otururlar biliyor muyuz? Gel de meraklanma? Sorma sağa sola bu yaşlıları!

Hem merakınızı gidermek isterim, hem de sizi kısa bir gezintiye götürmek isterim. Sarıyerlilerin bu güzel gezintiyi yapmaları zorunluluktur. Ben öyle kabul ediyorum. Ama yine çok iyi biliyorum ki: pek çok Sarıyerli bu gezintiyi yapmamıştır, bu yaşlıları görmüşse de tanımamıştır, onlarla dostluk kurmamış, arkadaşlık yapmamışlardır.

İsterseniz gezimize Bilezikçi Çiftliğinden başlayalım. Bilezikçi Çiftliği, Bahçeköy yolu üzerindedir. Çayırbaşı futbol sahası, eski kibrit fabrikası, çay paketleme fabrikası ve Bahçeköy caddesi üzerinde ve sol taraftaki gazino ve çay bahçelerini geçtikten sonra gelir. Önceleri şahıs malı iken birkaç kez el değiştirdi son sahibi Orman Fakültesi olup, alan araştırma alanı olarak kullanılmaktadır. Bilezikçi çiftliği ilçemizin en büyük ve önemli çiftliğidir ve 806 hektardır. Çiftliğin en yüksek noktası 236 metre ile Büyükdoğan tepesidir.

Bilezikçi Çiftliği Türk sinemacı ve televizyoncularının da vazgeçemedikleri büyük ve elverişli bir platodur. Nedense sinemacılar da, televizyoncular da benim yaşlı dostlarımı tanıyamamışlardır. Bu onlar için affedilemeyecek kadar büyük yanlışlıktır ve hatadır.

Bilezikçi çiftliği değişik ağaç türleri ile çok zengindir. Görülmeye değerdir ama ben derim ki esas görülmeye değer olan üç önemli çınar ağacıdır. Benim dostlarımın ismi şöyledir: Yorgun Çınar (Koca Çınar), Uyuyan Çınar ve Kardeş Çınarlar. Bu isimler bile size bir şeyler çağrıştırmalıdır. Yorgun Çınar (Koca Çınar) nedir? Uyuyan Çınar, Kardeş Çınarlar (İkiz Çınarlar) nedir? Neden bu isimlerle anılırlar? Gelin birlikte dolaşalım Bilezikçi çiftliğini.

Bilezikçi Çiftliğine girmek ücrete tabi değildir. Giriş kapısındaki görevlilerden izin alınabildiği gibi Orman Fakültesi Dekanlığından da izin alınabilir. Giriş kapısından içeri girer ve yüz metre kadar yürüdükten sonra sol tarafa dönülür (vasıta girebiliyor) yetmiş seksen metre gidilirse karşımıza muhteşem görünümü ile Kardeş Çınarlar çıkar. Aynı gövdeden olup, topraktan çıkışı ile birlikte ikiye ayrıldığı ve böyle büyüdüğü için bu çınara Kardeş Çınarlar ya da İkiz Çınarlar denilmektedir. İkiyiz elle-üç yüz yaşlarında olduğu düşünülmektedir. Kardeş çınarları görüp de altında durmayan ve bu muhteşem abideyi dakikalarca seyretmeyen, beş on kare fotoğrafını çekmeyen olamaz. Gövdesi, büyük ana dalları ve diğer dalları ile çok muhteşem bir manzara arz ederler.

Kardeş Çınarları seyrederken dikkat etmez isek hemen on onbeş metre aşağıdaki Yorgun Çınar göremeyiz. Benim bu yaşlı dostum hayata küsmüş gibidir. Sanki komşusu Kardeş Çınarlara darılmış, kızmıştır ya da kıskanmıştır. Zira bin yüz elli yaşın yorgunluğu altında ayakta durabilmek için direnmektedir. O nedenle komşu çınara özenerek bakmakta ve eski günlerini aramaktadır. Benim can dostum Yorgun Çınar tam tamamına bin yüz elli yaşındadır. Benden söylemesi, ben de işi bilenlerden duyup öğrendim! Yorgun Çınar’ın çevresi, göğüs hizasından 17 metredir. Yüksekliği en fazla 20 metre kadardır. Yorgun Çınar dış kabuğundan beslenmekte ve üst kısımlardan verdiği filizlerle yüksekliğini göstermektedir. Ağacın içi oyuktur. Daha doğrusu ağaç içinde 25-30 m2 kadar büyüklükte bir oda ya da büyük bir salon vardır. Salona iki yandan giriş bulunuyor. Çınarın salonu anımsatan gövde içi (karnı da denilebilir) , yakın yıllara kadar Bilezikçi Çiftliğine kış aylarında avlanmaya giden avcıları kar, yağmur, fırtına ve dondurucu soğuktan koruyan bir şevkat abidesidir.

Yorgun Çınar’ı görüp de hayranlık duymayan, ona saygı göstermeyen olamaz. Muhteşem bir tarihi anıttır. Herkesin görmesi, yakından hatta çok yakından izlemesi gerekir diye düşünüyorum. Bu abide ağacı koruma altındadır.

Bilezikçi Çiftliğinde bir diğer abide ağaç ise Uyuyan Çınar’dır. Gören herkesi kendisine hayran bırakan bu görkemli çınarın Türkiye’deki çınarlar içinde özel bir yeri vardır. Dünya üzerinde benzeri olmayan bir çınardır. O nedenle görenlerin saatlerce orada kalması, kare kare fotoğraf çekmesinin nedeni budur. Uyuyan Çınar denilmesinin nedeni dipten bir kolunun yere yatmış olması ve yerden on santim kadar bir yükseklikten elli altmış metre uzağa gitmesi ve adeta uyuyormuş gibi yere doğru uzanmasıdır. İkinci bir kolu üç beş metre gittikten sonra, önündeki göleti sanki bilerek yapılmış bir köprü gibi yükselerek aşması ve sonra yine yere doğru inerek uzayıp gitmesidir. Uyuyan Çınar’a Ahtapot Çınar, Sekiz Kolu Çınar da denilmektedir. Mustafa Aydemir’in ifadesiyle “… çınara uzaktan bakınca dinazorlar çağında meteor çarpmasıyla sırt üstü düşmüş dev bir canavara benziyor”. Çınar’ın gölete vuran aksi da ayrı bir güzellik meydana getiriyor. Yerden iki ayrı gövde olarak çıkan çınar’ın çok dallı gövdesinin çevre genişliği 8,4 metre, yüksekliği 35, izdüşümü ise 80 metre civarında olup her bir kolunun genişliği 4 metreden fazladır.

Yaşlı dostlarımı Bilezikçi Çiftliğinde bırakarak yola devam eder ve Rumelikavak meydanındaki arkadaşlarımın yanında dururum. Rumelikavak mahallesine ismini veren tarihi çınar ağaçlarının değişik yaş ve boylarda olanlarını görürüz meydanda. Kavak Hisarı olarak bilinen tarihi kalenin ana kapısının sol tarafındaki Çınar çıkar karşımıza. Görür görmez Oooo der hayret ettiğimizi belirtiriz. Yaşının saptanması olası değil. Ancak 750 yaş üzerinde olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çınar koruma altına alınmış, etrafına demir koruma yapılmış her hangi bir nedenle yıkılırsa tehlikeli olmasın diye! Ağacın içi boş, yani kovuk, üstelik koca çınar üçe ayrılmış. Ağacın gövdesi topraktan yukarıya doğru içten içe boşalmış, her parça kendi başına ayrı bir ağaçmış gibi! Bu anıt çınar ağacı da dış kabuğundan besleniyor. Çevresini ölçmedik ama 7-8 metrenin üzerine olmalıd! Ölçmeye kalksak doğruyu bulmak zor ama gerçekten ağaç bir anıt ağaç! Koruma altına alınan yaşlı çınar, bu yaşa nasıl gelmiş, bu kadar darbe gördükten sonra nasıl sürdürmüş yaşamını inanılır gibi değil. O nedenle bu görkemli ağacında seyrine doyum olmaz.

Yine Rumelikavak meydanındaki diğer çınar ağaçları da yaşları itibariyle ilgi çekici, Her biri üç yüz, dört yüz yaşı devirmiş, sağlıklı olarak yaşamlarını sürdürüyor. Rumelikavak ve çevresi Çınar ağaçları ile dolu. Adeta çınar denizi denilse yeridir. İskele Restaurant’ın bahçesindeki büyük çınar sağlığını yitirip gitti. Mezarlıkların yanındaki sıra çınarlardan başka Altınkum’daki Deni. Özel Eğitim Komutalığının piknik alanı içindeki devasa çınarlar da görülmeye değer.

Merkez Sarıyer’e adım attığımızda tarihi bir ağaç arar dururuz. Aklımıza her zaman Çınar gelecek değil ya! Esnafa, balıkçıya ya da yoldan gelip geçen her hangi bir kişiye sorsak bir tarihi ağaç var mı diye, hiç kimse deniz sahilindeki mor salkımı görün demez! Bilmezler İstanbul’daki en yaşlı mor salkım ağacının Sarıyer’de ve deniz sahilinde olduğunu. Sarıyer Ali Kethüda Camii arkasındaki lokantalardan birinin bahçesindedir bahsettiğimiz mor salkım ağacı. Bu ağacın değişik isimleri var. Örneğin; Sarıyer Sultan’ı, Mor Sultan, Çiçekli Ağaç gibi… Deniz sahilinde olmasına rağmen ağaç mükemmel büyümüş, yaşı iki yüzün hayli üzerinde olmalı. Yıllarca önce ölçenler 2004 demişlerdi! Her ne olursa olsun, deniz sahilinde ve tuzlu suyla haşir neşir olan bir mor salkım ağacının bu yaşa gelmesi gerçekten enteresandır. Ağaç dip kısmından itibaren içten içe çürümüş ve kovuk hale gelmiş. Dış kabuğundan beslenmesine rağmen mükemmel gelişme gösteriyor. On yıl kadar önce, hoyrat eller tarafından kesilip ortadan kaldırılmak istendiyse de halk izin vermedi. Ama öylesine hoyratça budandı ki bir kahvehane ve iki içkili gazinonun önüne boydan boya kaplayan bu ağacın dalları ve mükemmel yeşilliği yok edildi. Mor Salkım ağacının önce çiçeği gelir, yaz mevsiminde muhteşem güzelliğini sergileyerek çevresini çiçek denizine dönüştürür. Sonra da yeşilliğini döker gölgelik olarak. Sonbahara doğru yeniden çiçeklenir ve böylece muhteşem görüntüsü ile seyrine doyum olmaz bir anıt ağaç olarak Sarıyerlileri gölgesinde konuk eder. Hiç kimsenin aklına gelmez, bazı yıllar bu mor salkım ağacının bir ilkbahar sonu ve bir de yaz sonu iki defa çiçek açtığını!

Sarıyer’de bir diğer anıt ağaç Çırçır Suyu’ndadır. Çırçır Suyu mesire yerine giderken caddenin tam ortasında olup, koruma altındadır. Ağacın çevresi 5.50 metre ve içi kovuk, dış kabuklarından beslenen devasa bir çınar ağacı! Yaşı da dört yüzün üzerinde olup cadde üzerinde olduğu için her an yıkılma tehlikesi içinde bulunmaktadır. Yine Sarıyer’de ve karakol binasının karşısındaki sette bulunan dev Ihlamur ağacı da görülmeye değer ağaçlardandır.

Bahçeköy sınırları içindeki Belgrad ormanında değişik türde yaşlı ağaçlar vardır. Sırf bu ağaçları görmek için değil, ülkemizin en bakımlı ormanlarından biri olan ve piknik yerleri, kemerleri ve bentleri ile müthiş tarihi dokuyu bünyesinde taşıyan Belgrad Ormanını görmek elbette ki meraklıların hem özlemi ve hem de görevi olmalıdır. Zira gezi süresince Belgrad Ormanında unutulmayacak anıları yaşayacak, uzun günlerin ve boğucu sıcakların sürdüğü yaz aylarında, gökyüzünü göremeyecek, güneşi takip edemeyecek kadar koyu bir ağaçlık ve yeşillik alan içinde bulacaktır kendini. Böyle bir ortamı bulmak asla kolay değildir ama Sarıyer’de Belgrad Ormanlarında vardır.

Yaşlı dostlarım vardır Sarıyer’in değişik yerlerinde! Onları ziyaret etmek, hal ve hatırlarını sormak isterim her zaman. Fırsat geçtikçe elime yollara düşer dolaşır durur, seyrederim onları. Gülerim, güldüklerini hissederim, okşarım kabuklaşmış gövdelerini, büyük haz duyarım, onların dünyalarında yaşamaya çalışırım. Seyrine doyamadığım iki yaşlı çınar ağacı var Zekeriyaköy’de! Biri köy kahvesinin karşısında ve çeşmenin yanı başında! Bütün görkemi ile ayakta dikilmiş duruyor. Eğer caddeyi boydan boya geçen ve metrelerce öteye giden büyük dal kesilmeseydi, her halde görkemi daha da göz alıcı olurdu. Bu ağaca halk arasında “Köy ağası” denildiği söylenir. Efsanesi nedir bilinmez ama bir söylenceye göre bu ağacı köye ismini veren ve mezarı muhtarlık binası yanında olan Zekeriya isimli bir erenin diktiği söylenir. Zekeriyaköy Sarıyer’in en eski yerleşim bölgelerinden biridir. Bu köyde Hıristiyanlara rastlanmadığı da söylenegelir. Çok sağlıklı görünün bu dev çınar ağacının çevresi dipten 11 metre, göğüs hizasından 8 metredir. Yaşının ise 750 – 800 civarında olduğu söylenir. Gerçekten görülmeye değer olan bu bir çınar ağacı etrafı çevrilerek koruma altına alınmıştır.

Zekeriyaköy’de ikinci büyük çınar ağacı muhtarlık binası ile köy kahvesi arasındadır. Çok sağlıklı olan bu çınar ağacının çevresi 7,5 metre yaşı ise 400 – 450 arasındadır.

Sarıyer’in sayfiye yerlerinden Kilyos’ta da bir çınar ağacı bulunmaktadır. Kilyos kalesi içindeki bu çınarın, Kilyos kalesinin Osmanlılar tarafından alındığı 1460 yılında dikildiği ağaç üzerindeki etikette yazılıdır. Etiket dikkate alınırsa (2000 yılı itibariyle) Çınar’ın yaşı 540, boyu 28 metre, göğüs hizasından çevresi 5.40 metredir. Ağaç bakımlı ve çok sağlıklıdır. Hemen hemen hiç darbe almamıştır ve görülmeye değer bir ağaçtır.

Yenimahalle de eski Yeşilpark (Balıkçı restaurantın bahçesinde, halen kapalı) olan mahallede bulunan hayli görkemli bir çınar ağacı daha vardır. Çok sağlıklı olan bu çınarın çevresi 3.70 metre yaşı ise 200-250 civarındadır. Yenimahalle Üzengi Ağa Sokağı üzerinde özel bir mülkiyet içinde bulunan dev bir çam ağacıda görülmeye değer niteliktedir. Bu çamın yaşının 300’ün üzerinde olması muhtemeldir.

Büyükdere’de yaşlı ağaçlar bakımından zengin bir mahalledir. Büyükdere çarşı indeki Rum kilisesi bahçesinde, Sarıyer Belediyesi Başkanlık binasının girişinde sağ ve soldaki iki çınar da yaşlı çınarlardandır.

Kireçburnu İshak Ağa Camii bahçesinde de yaşlı iki çınar ağacı dikkat çeker.

Tarabya’da da hayli yaşlı çınar ağaçları bulunmaktadır. Bunlardan biri deniz kenarındaki parkın içindedir ve çevresi 9 metre civarında, yaşı da 400 ün üzerinde olup, fevkalade bakımlı ve görülmeye değer bir ağaçtır. Tarabya Karakol’a yanındaki Çınar ağacı da hayli yaşlı bir ağaçtır. Tarabya dere içinde ve Tarabya Spor Kulübünün önündeki (caddenin tam ortasında) çınar ağacı hem çok sağlıklı ve hem de devasa bir ağaçtır.

Sarıyer’in hemen her yerleşim bölgesinde bir veya birkaç tarihi ağaç bulunmaktadır. Örneğin Yeniköy limanı karşısındaki parkta bulunan Çınar ile Yeniköy çarşısı ve kilise bahçesindeki çınar ağaçları; İstinye girişinde ve sağ taraftaki Han Cafe bahçesindeki çınar; Emirgan’da meşhur Çınaraltı mevkiindeki dizi dizi çınar ağaçları; Baltalimanı Hastanesi bahçesindeki çınar, atkestanesi ve lale ağaçları Sarıyer’imizin görülmeye değer ağaçlarıdır.

Sarıyer’in görülmeye değer anıt ağaçlarını yerinde gidip görmek az bir şey mi? Yorgun Çınar, Uyuyan Çınar’ı, Mor Salkımı, Atkestanesi’ni, Lale ağaçlarını görmek aslında büyük bir ihtiyaç olmalıdır. Bunları görebilmek için Kaymakamlıkça, Belediyeci servisler konulmalı, şirketlerce turlar düzenlenmeli; tarihi ve anıt ağaçlar efsaneleriyle beraber izleyicilere anlatılmalıdır.

Markalaşması istenilen Sarıyer’in henüz anıt ağaçlarının tespit edilememiş olması büyük bir noksanlıktır. Yine aynı şekilde tarihi eserlerinin, kaynak sularının, tarihi çeşmelerinin, tarihi köşk, yalı; dalyan yerleri, korulukları tespit edilememiş olması ve envanterlerinin çıkarılamamış olması kayıptan öte çok büyük ayıptır.

Türkiye’nin en bakımlı ormanlarından birinin Sarıyer’imizde olması, yine en büyük çiftliklerinden birkaçının ilçe sınırlarımızın içinde bulunması ilçemizin markalaşması yolunda vereceği uğraşta bir şans değil midir?

Müze bakımından da şanslı sayılırız ama yeteri kadar değerlendirebilmiş değiliz. Rumelihisar Kalesi uzun yıllardan beri müze olarak kullanılıyor, binlerce ziyaretçiyi ağırlıyor. Yine Rumelihisarı’nda Duatepe mevkiinde Serpuş (Şapka) müzesi var; Emirgan’da Sapancı Müzesi, Büyükdere’de Sadberg Hanım Müzeleri var. Bu müzeler çok büyük ve önemli müzeler olmasına rağmen yine de müze eksikliği var. Örneğin; Türkiye’nin en büyük balıkçı köylerinin v e balıkçılarının bulunduğu ilçemizde neden bir balıkçılık müzesi olmasın? Türkiye’nin en bakımlı ormanının bulunduğu ilçemizde neden bir ormancılık müzesi olmasın? Elbette ki Sarıyer’in markalaşması için çok daha büyük projelere el atılması gerekmektedir. Ama ne olursa olsun bir yerden başlanmalıdır. Bu konuda yerel yönetimle birlikte sivil toplum kuruluşlarının (STK) da gayret göstermeleri gerekmektedir. Bu konuda herkesten duyarlı olmasını bekliyoruz.

Bin yaşındaki dostlarımdan bahsederken işi sarpa sardık ve anıt ağaçlardan uzaklaşıp müzeler sokağında bulduk kendimizi. Oysa konumuz müzeler değil. Sarıyer’in tarihi ağaçları ve benim yaşlı dostlarımdı.

Dolaşıp duruyor, kendimi yaşlı dostlarımın arasında buluyorum. Benim bin yaşındaki dostlarım, beni yalnız bırakmayan ve terk etmeyen yoldaşlarım. Baskılara boyun eğmeyin, yaşayın dilediğiniz gibi, hür ve kardeşçesine!

23.07.2011



İCRAAT YOK!

Olaylar peşi sıra gelmese, kalem erbapları olayları yazmasa, duruma şahit olanlarla sözlü tarih çalışması yapılmasa bir süre sonra yaşananlar unutulup gider, iz bile bırakmaz! O günleri yaşıyoruz. Sarıyer’de önce Emniyet Amirliği gitti kimsenin kılı kıpırdamadı, sonra kaymakamlık gitti oralı olan olmadı! Adliye sırra kadem basmak üzere iken ancak sivil toplum kuruluşları (STP) ve duyarlı Sarıyerlilerin bir kısmı hareketlenebildi, ağırlıklarını ortaya koymaya başladılar ki hemen Başbakan R.T. Erdoğan’dan yanıt geldi. “Sarıyer Adliyesi Çağlayan’a gidecek, işler kolaylaşacak”. Başbakan’ın bu çıkışı ile olay bitmiş sayılır.
Sarıyerliler bugüne kadar neredeydi? Hiç diyarlılık göstermediler ve sadece konuştular. Bence bizde söz var ama icraat yok ! Çünkü Sarıyerliler çok konuşur ama işe geldi mi herkes işin bir ucundan tutacak yerde sadece konuşur, işe gelince seyreder. Adliye olayında gösterilen tepki Emniyet Müdürlüğü giderken gösterilseydi çok şeyler önlenebilirdi.
Şimdi gündemde Sarıyer Spor Kulübü var! Hani ağzı laf yapan ama sadece seyretmek ve laf üretmekle kendini görevli sayanların devamlı ahkâm kestiği ama hiç de olumlu bir adım atmayanların d linden düşürmediği Sarıyer Spor kulübü!
Kulübün üyesidirler aidatlarını yatırmazlar, kulübün maçlarına gelmezler, kulübün her hangi bir etkinliğine katılmazlar ama ahkâm kesmekten de geri durmazlar. Mübarek hepsi akıl hocası! Durduk yerde kulübü şampiyon yaparlar; küme düşürürler, ele güne rezil hale getirirler, hizmet edenlere olmadık laf ederler sonra da kıs kıs gülerler! Ve bunlar Sarıyerliyim diye geçinir. Kulübe hizmeti görev kabul edenleri en ağır şekilde yererler, yere vururlar, sövmeyi kendilerinin hakkı sayarlar ama bir türlü adam olmadıklarını, olamayacaklarını, yaptıkları işin ahlaksızlık olduğunu anlamazlar, anlamak istemezler. Aslında onların yaptığı kedinin ciğere uzanamayınca murdarsın diye bağırmasıdır.
Sarıyer Spor Kulübü son beş altı yıldır büyük güçlüklerle savaşıyor. Bir dönem görev yapan ikinci bir dönem görev almıyor. Sarıyer’de eskisi gibi de rant yok! O nedenle yönetime talip olan da olmuyor. Talip olanları da kendini adam zannedenler, yani ciğere murdarsın diye bağıranlar amansızca eleştiriyor ve kaçmalarına sebep oluyorlar! Kendilerini bir türlü kulübün içinde bulamayan bazı salyaları sürekli akanların hezeyanları kulübe o kadar büyük zarar veriyor ki, onlarda bunu anlayacak ne akıl ve ne de izan var! Ama Sarıyerliliği de kimseye bırakmazlar!
4500 üyeliği Sarıyer Spor Kulübünde (bu sayının 2000 ni ölü kabul edilsin) aidatını yatıran üye sayısı sadece 150 kişi! Peki nasıl olacak büyüme? Nasıl olacak yönetim kurulu oluşturma? Nasıl olacak bir başkan adayı bulma?
“Sarıyerli olunmaz Sarıyerli doğulur Sarıyerli olmayan o.. çocuğudur” diye bağıran veya çocukları bağırtanların yarattığı çirkinliğin dışında kulübe verdikleri zararın ne denli büyük olduğunu anlayabiliyorlar mı? Akıllarına bile gelmez! Onlara “Dur” bile denmez. Yahu, böyle sözleri duyanlar yönetim kuruluna girmek ister mi? Adam neden durup dururken o. Çocuğu olsun ki?
Şimdi iki aydan beri kulübe başkan arıyoruz, yönetici arıyoruz. Görev almayan kulüp başkanına “Yönetilen olma, yöneten ol” tavsiyesinde bulunan zavallının, bir de ürkütücü muhatabı var: “Derin Sarıyer”. Derin Sarıyer’in görevi Kulübü yönlendirme, isteyeni seçtirme, isteyeni, başkan, isteyeni, yönetici yapma, yönetimin, teknik elemanların değil, kendi istediği futbolcuları transfer etme; yönetime baskı kurarak etki altına bırakmak ve kulübü yönetim dışından idare etmek! Bu “Derin Sarıyer”in iki kişiden oluştuğu savı da var! Bunlardan biri de Benim! Yani ben kulüple ilgilenmesem her şey düzelecek!!! Hemen isteklerine uydum ve ilgilenmedim kulüple! Ama baktım ki olmuyor. Çünkü Kulüp başkanı arıyor, yönetici arıyor, belediye başkanı arıyor ve hatta kulüp çalışanı arıyor neler yapılması gerektiğini soruyorlar, yapılacak acil bir işin bilgi ya da yardım istiyorlar.
A! Adamlıktan nasibini almayan, alamayan zavallı! Derin Sarıyer diye nitelendirdiğiniz kişi bu isteklere “Hayır mı “ desin? İlgilenmem mi desin? Öylemi istiyorsunuz? Çok istediniz akıl vermeye kalktınız ama Mehmet Akdağ’da görev alamayacağını bildirdi. Kime Derin Sarıyer’e! Demek ki senden akıl almamış, yani seni adam yerine koymamış! Peki, senin durumun ne? Bir aydır başkan arıyoruz, yönetici arıyoruz, üst üste toplantılar yapıyoruz takip ediyor musunuz? Bir başkan öneriniz var mı? Kaç kişiyi yönetici olmaları için ikna ettiniz?
Sarıyer Spor Kulübümüz zor günler geçiriyor. Kulübü sevenler ve yıllarca hizmet edenler seferber olmuşlar bir çıkış yolu arıyorlar, bu yolda herkesin yardımcı olması gerekiyor. Elbette ki zor günlerin arkada bırakılacağı günler de gelecek! Bu günleri de getirecek olan yine Sarıyerlilerdir, bizleriz!
Öyle zannediyorum ki bu hafta içinde özlenen ahenk yaratılacak ve kulübümüzü mutlu yarınlara taşıyacak transferlere yöneltecek ve sorunları halledecektir.

SARIYER SPOR KULÜBÜ KAOSA SÜRÜKLENMEMELİ

Sarıyer’in yıllık olağan genel kurul toplantısı 4 Temmuz 2011 de yapılacak. Çok geç bir tarih! Neden bu kadar geçe alındı anlamak mümkün değil. Konu ile ilgili fikir yürütürsek varacağımız nokta kulübün bir kaos ortamına sürüklendiğidir.
Kaos ortamını hiç kimse istemez! Hele Sarıyer gibi semt kulüplerinde kaos yıkıcı olur ve çöküşün önü alınamaz! O halde en kısa zamanda kulüp yönetimi seçilmeli ve tehlikeli ortamdan uzaklaşılmalıdır.
Bütün Sarıyerliler yekvücut olmalı kulübün kaosa sürüklenmemesi için uğraş vermelidir. Divan Kurulu, eski yöneticiler, aklı başında taraftarlar, Sarıyerli iş adamları, Sarıyer’in Sivil Toplum Kuruluşları ve taraftarlar!
Sarıyer Spor Kulübünden kimse bir beklenti içine girmesin. Çünkü Sarıyer Kulübü arpalık değil! Hiç kimseye bir menfaat sağlamaz, sağlayamaz. Zira geliri giderini karşılayamaz. Böyle olunca da yönetim de olanlar devamlı para verir. Çoluk çocuğunun nafakasını kulübe verir. Vaktinden, ailesinden verir. Sosyal yaşamından verir! Verir oğlu verir! O nedenle de kimse doğru dürüst işe sarılmak istemez. Hatta “Neden Ben” diyen olur ve kulüpten uzakta tutarlar kendisini! Aslında haklıdırlar! Çünkü kulübü için zamanını verecek, parasın, işini, çoluk çocuğunu, ailesini ve sosyal yaşamını verecek ama birkaç kötü sonuçtan sonra küfür yiyecek! Var mı böyle şay!
“Sarıyerli olmayanlar o….. çocuğudur” diye bağıranlar ile çoluk çocuğu bağırtanların ortaya çıkmaları ve kulübü yönetecek yönetici bulmaları için çaba göstermeleri gerekir! Kulüp bunları bekliyoruz… Sarıyer Spor Kulübünü Çatladıkapı kulübü zanneden ve yıllarını kulübe verenlere ahlâksızca çirkef atan, akıl fukarası beyinsizlerin meydana çıkmasını ve yönetim kurulunun oluşmasına katkı vermesini de elbette ki bekliyoruz.
İbrahim BALCI ve Eyüp ODABAŞI! Sarıyerlilerin tanıdığı iki isim. Biri altmış yıl, diğeri kırkbeş yıldan beri kulübün dertleri ile hemdert! Bunlara “Derin Sarıyer” diyen ve kulübü kötüye sürüklediklerini yazan densizin de ortaya çıkarak “Kulübü ben herkesten iyi temsil ederim, Derin Sarıyer olarak siz kimsiniz” demesini bekliyoruz. “İçimizdeki Irlandalılar” araklama sözleriyle kulübüne yıllarını veren insanları karalamaya çalışması, ne idüğü belirsiz edepsiz ve saygısız bu adamın densizliği ve ahlaksızlığından başka bir şey değil!
Ligde zor günler geçiren ama sonuçta ligde kalmayı başaran Sarıyer takımı mevcut kadrosu ile yine de fena değil. Ama bu mevsim ne yapar? Hiçbir transfer yapılamaz ise yine düşmemek için caba harcar ve belki de düşer. Kulübün talihsizliği son iki-üç yılda Mahmut Kocabal ile ekibinin beş yılda hazırladığı ve en az on yıl kulübün güvencesi olan alt yapı elemanlarını çeşitli kaprislerle kulüpten göndermeleri. Bu yıl alt yapıdan alabileceği ve direkt forma giydirebileceği elemanı yok! Bir yılda bir eleman yetiştirilip A takımda oynatılamaz. O nedenle işimiz zor. Hal böyle olunca yapılacak şey, yönetim kurulunun transfer politikasını çok iyi organize etmesidir. Çok futbolcu değil az ama takımda oynayacak adamları almak, verilen sözleri yerine getirmek ve devre arasında bir iki takviye ile güçlenmek olmalıdır.
Kulübün bütçesi ile çok şey yapılabilir, buna inanıyorum ama hiçbir konuda lükse kaçmamayı da tavsiye ediyorum. Ama öncelikle Mehmet Akdağ’ın “Ben Yokum” demesini yadırgadım, bu kadar çabuk pes etmemesi gerekir. Israrla TÜZÜK değişikliği diyordu. Taslak elinde ama “Ben yokum” diyor. Olmadı Sayın Akdağ olmadı!

SARIYER DERT YUMAĞI

Sarıyer deyip geçmemek gerek! Önce düşünmek ve sonra da karar vermek gerek! Neye karar verilecek bunu saptamak lazım öncelikle! Öyleyse kısa bir gezinti yapalım Sarıyer içinde!

15 Mayıs 1930 yılında İlçe oldu. Daha önceleri Makriköy’e (Bakırköy) bağlıydı. Sarıyer’in Rumelifener’i, Kilyos ve Yeniköy’ü çok uzun yıllar Nahiye olarak isimlerini tarihe kazıdılar. İlçe olduktan sonra tek nahiyesi Yeniköy de 1970 li yıllara kadar geldi. Sonra mahalleye dönüştü!

151 bin kilometre karelik alan üzerindedir Sarıyer. 8.100 hektarı mücavir alandır. İlçenin tek belde belediyesi de bir çırpıda üç mahalleye bölünerek yok edildi. 15 binin üzerindeki bir belde belediyesi bir çırpıda yok sayıldı siyasi çıkarlarla!

Sarıyer’in 28 mahallesi ve 8 köyü vardır. Bu köylerden; Zekeriyaköy, Uskumruköy, Demirciköy ve Kilyos binlerce nüfusu ile köy olmaktan çoktan çıktı. Her biri belde belediye olacak kadar nüfus ve oluşumlara sahip!

Birinci Levent’i takiben 4. Levent’de geçildikten sonra bir serinlik çöker insanın üzerine! Maslağa ulaşıldığında bu serinlik iyot kokusu ile birleşir ve insana ruh dinginliği hatta fiziki zindelik verir.

Sarıyer’in denizi vardır, sık ve gür ormanları, birbirinden nefis memba suları vardır. Sarıyer’in suyu, balığı, böreği ve tadına doyum olmaz muhallebisi vardır. Sarıyer’in sahil boyunda inci gibi dizilen ve her biri deniz ile iç içe olan sahilhaneleri, yalıları vardır. Sokak aralarında paşa konakları, ağa ve beylerin köşkleri vardır. Her yaz binlerce insanı ağırlayan piknik yerleri, korulukları, çay bahçeleri vardır.

Sarıyer’de her mevsim balığın her dem taze olanı vardır. Tavası ile buğulaması ile ızgarası ile ağız tadı veren enfes balıkları! Sarıyer’de deniz vasıtalarının enva-i çeşidi vardır imrenilerek seyredilecek: Takası, çektirmesi (hoş bunlar şimdi kayıplarda ya neyse), sandalı, alamanası (bu da bir tek kaldı, nazar boncuğu gibi saklanmakta) vardır. Balıkçı tekneleri vardır, hem de saçtan, on beş metreden elli metreye kadar.

Dalyanları vardır balığı Karadeniz’e çıkışta kıskıvrak yakalayan. Hem de ne yakalama? Balığın havyar dökmesine izin vermez bu meretler. Elli-altmış yıl öncesine kadar on beşin üzerindeydi sayıları kala kala Bağlaraltı’ndaki iki dalyan kaldı! Ama dalyan yerleri yerli yerinde!

Sarıyer’de plajlar vardı hem de pek çok! Kala kala bir tek kaldı o da Tarabya’da. Buradaki ekabiran güçlü olmasaydı, ağırlıklarını kantar yerine yetkililerin üzerine koymasaydı bu plajda elden çıkmıştı!

Sarıyer’in dereleri vardı. Hepsi de deniz yerine yukarı yukarı akardı? Bazılarının işine gelmedi derelerin yukarı akması… Önce Sarıyer’in coğrafi ismi Mercimek olan Sarıyer deresini kapattılar sonrada sıkılmadan merkez mahallenin lağımlarını dere ile akıttılar denize! Dereler ıslah edilecek yerde üzerleri kapatılarak yağmurlarda evlerin su altına kalmalarına meydan verildi. Nedenini araştıranlar zanneder ki itfaiyeye çalışma ortamı hazırladılar! Kavak Deresi, Garipçe Deresi, Tarabya Deresi, İstinye Deresi hep üstü kapatılan derelerden! Açık dere olarak iki dere kaldı hatırı sayılır, Biri Baltalimanı deresi ki; güya burada arıtma yapıldı!!! Ama dereden su yerine rezillik akıyor! Koku nefes kesen cinsinden! Bir diğer üstü açık dere ise Çayırbaşı deresi. Kozyatağı yerleşim bölgesi ve ilerisindeki gazinoların pis atıkları bu dereden boy göstererek denize ulaşıyor! Bu nedenle olacak ki pek rağbet görmeyen kefal balığı bu dere ağzında bolca tutuluyor!

Caddeleri, sokakları, ara sokakları, çıkmaz sokakları vardır Sarıyer’in! Ama sadece vardır! Ne yaya geçitlerinden rahat geçilir ve nede aniden oluşacak her hangi bir iş için cep yapılmıştır. Zaten yeteri kadar geniş değildir caddeler ama olsun İSPARK’a yine de para kazanması için park yapma alanı verilir. Sokakların her iki yanı çeşitli markalarda arabalarla dolu olup, buradan geçebilmek maharet ister. Düzeltilmesi yolunda ne önlem alınır ve ne de bir düşünen vardır. Piyasa caddesi ile Mesarburnu caddesi de olmasa Büyükdere ile Sarıyer’in köyden farkı kalmaz! Kim bilir belki de öyle olsun istemişlerdir. Öyle olmuştur!

Aşiyan’dan Kısırkaya’ya bir küçük devlettir Sarıyer ama sahip çıkanı yoktur. Evet Sarıyer bir küçük devlettir. Çünkü Cumhurbaşkanlığı Köşkü Sarıyer’dedir (Tarabya), devletin en büyüğü bu köşkte kalır. Bir Başbakanı vardır ki Türkiye’nin ilk hanım Başbakanıdır. Onunda mekanı Sarıyer’dedir (Yeniköy). Bütün bunlara rağmen, Sarıyer Sarıyer olalı böyle zulüm görmedi! Önce Emniyet Müdürlüğü Sarıyer’den Reşitpaşa’ya götürüldü. Sonra Kaymakamlık Ferahevler’deki yeni binaya taşındı! Uçan kuşlar yalan söylemiyorsa bu yeni Kaymakamlık binasının ne imarı ve ne de ruhsatı varmış! Önce okul olarak yapılmış, ruhsatı olmadığı için yarım kalmış, yıllar sonra da sırf Sarıyer’in Sarıköy’e dönüştürülebilmesi için bina akla gelmiş, eksikleri tamamlanarak görkemli hale getiriierek görev yerine getirilmiş! Bir vesile ile ekip olarak gittiğimiz bu görkemli binayı görerek şereflendik! Nasıl Buldunuz? Sorusuna ise düşüncelerim bakı dalmak üzere, “Harika buldum” dedim. Bu aslında memnuniyetsizliğimdi bunu belirtmek isterim!

Duyduk duymadık ama uydurmadık da! Söylenenler doğru ise Belediye başkanlığı da sırra kadem basacakmış! Yani uzun bir yola çıkacak ve Poligon tarafında konaklayacakmış! Bu da olur neden olmasın? Yeter ki plan projeleri tasdik görsün Mevla başla desin yeni belediye binaları için!

Dert fazla ama dert dinleyen yok! Duyuldu ki Sarıyer Adliyesi de Çağlayan’a gidecek! Hoppala! Böyle bir şey yoktu, yeni çıktı. Oysa Kartal, Bakırköy, Beykoz ve Sarıyer Belediyeleri yerinde kalacaktı! Demek ki bu da çok görüldü Sarıyerlilere. Sarıyerli bir sabıka kaydı alabilmek için 22 kilometrelik yolu gidip dönecek. Sadece beş dakikalık bir iş için bir gününü tüketecek!

Olur ya neden olmasın? Sarıyerli, Madenli, Büyükdereli, Çayırbaşılı, R. Kavaklı, Garipçeli, Yenimahalleli alışıktır gidip gelmelere! Önemli olan gün kaybıdır. Saatlere alıştık da gün kayıplarına alışamamıştık, bunun talimini yaptıracaklar bize!

1930 yılında Belediye oldu Sarıyer! O günden bu yana bir adım ileri götürülemedi İlçemiz. Hani gelişti diyorlar ya ona sözüm yok elbette ki gelişti ama santim santim gelişti. Her ilçe uzun atlama giderken, Sarıyer’imiz siyasilerimiz nedeni ile pire atlaması ile yarışa katıldı. Olanlar meydanda!

Av. Aziz Özgür Sarıyer’in bir dev ismiydi! Bence halen öyledir. İstanbul’un işgali sırasında Sarıyer’de Mim. Mim. teşkilatını örgütleyen bir bağımsızlık savaşçısıydı. Ulusal zaferden sonra İstanbul Vilayeti ve Belediyesi Meclisi üyesi oldu. Üstelik encümen üyesi olduğu da söylenir. O dönemlerde Sarıyer’de elektrik, su, telefon, sokak, cadde, sahil boyu, asfalt yol falan yoktu. Hatta sokaklarda, cadde kenarlarında bir tek ağaç ağaçcık yoktu! Azınlıkların ve ekabiranın oturduğu R. Hisar, Boyaciköy, Emirgan ve Tarabya kısmen bakımlı diğer yerler köyden beterdi. Av. Aziz Özgür Beyi Sarıyerli siyasiler tanımış olsalardı, yani derim ki Sarıyer’deki Av. Aziz Özgür sokak ismi neyi çağrıştırıyor sorup öğrenselerdi, Sarıyer’i bu kadar geri kalmaz fakir bırakmazlardı. Ne mi yaptı Aziz Bey; . Hisar’dan Sarıyer’e kadar sahil yolu Aziz Beyin uğraşları sonucu yaptırıldı. Elektrik, telefon, terkos suyu Aziz Bey tarafından Sarıyer’e getirildi. Sarıyer sokak ve caddeleri ilk defa Aziz Bey tarafından asfaltlandırıldı.

Av. Aziz Bey daha ne yapacaktı ki? İti, kopuğu; Padişah, İngiliz ve Yunan yanlısı işbirlikçileri, İpsiz Recep Reis çetesi ile temas kurup Belgrad ormanında çiroz gibi sallandırmasalardı, Sarıyer’den bir tek tüfek. bir sandık mermi ulusal kurtuluş savaşı için Anadolu’ya kaçırılamazdı!

Büyükdere’den Sarıyer’e doğru yürüyenler dikkatle baksınlar. Sahil boyunca ellinin üzerinde dişbudak ağacı görürler. İşte bu ağaçların dikiliş tarihleri 1923 tür ve Aziz Özgür Bey’in eseridir. Son otuz-kırk yıldan beri dikilen ağaçların hiç biri günümüze kadar gelmedi, yok olup gitti.

Son bir fırsat geçti Sarıyerlilerin eline, ama Belediyece kös dinlendi ve olumlu yanıt verilmedi. Neymiş diye sorulsa açıklar ve deriz ki: Araştırmacı-Yazar Mustafa Aydemir bilhassa sualtı araştırmaları ile büyük şöhret olmuş, eserleri bilimsel yayınlarda yer almış; dizi dizi konferansları ile çalışmalarını Türk ve dünya kamuoyu ile paylaşmış bir bilim adamıdır. Mustafa Aydemir, uzun yıllardan beri hazırlığını yaptığı Deniz Müzesi’nin Sarıyer’de açılması için tüm olanaklarını seferber etmesine karşın ilgi görmedi. Binlerce tarihi eseri müzeye devredecekti. Antik çağdan günümüze kadar denizaltı ve deniz üstü dünyamızı gözler önüne serecekti. Olmadı, yazık! Oysa Rumelifeneri, Rumelikavak, Garipçe, Yenimahalle, Sarıyer ve Büyükdere Türkiye balıkçılığının merkezidir. Balıkçılık nereden nereye geldi? Kullanılan alet edavat , ağlar vesaire… Hepsi sergilenecek, temin edilemeyenlerin maketleri yapılarak teşhir edilecekti. Bu şans henüz kaçmış değil ama umutlarını yarına bırakacak kadar duyarlı olan Mustafa Aydemir ne der?

Sarıyer’in derdi çok, derdini dinleyeni yok! Vah siyasiler vah! Vah ekabiranlar vah! Vah eli kalem tutanlar vah! Vah eşi dostu çok olanlar vah! Yahu Allah aşkına Sarıyer için ne yaparsınız! Bir araya gelseniz Sarıyer’i, ağır hasta kabul edip masaya yatırsanız da hastalığına bir çare arasanız olmaz mı? Bu kadar zor mudur Sarıyer’i konuşmak, Sarıyer’in dertlerini ilgililere ve büyük başlara anlatmak! Devlet katına başvuracak ve kendimizi savunacak kadarda mı medeni cesaretimiz yok?

İlçenin kültür merkezi Büyükdere, kabadayılarının ve ağababalarının bulunduğu yer de Sarıyer’di. Ne kültür kaldı, ne ağababalar ve ne de kabadayılar! Hepsi yalan rüzgârı gibi esip gürleyip kayboldular. Son otuz kırk yılda başka Sarıyer ve bir başka Büyükdere; bir başka Maden, Yenimahalle, Kireçburnu, Tarabya, İstinye R. Hisar meydana çıktı. Kültür yok oldu, örf ve adetler sırra kadem bastı, arada bulasın! Saygı ise arada bulasın! Herkes bir birinin kuyusunu kazmakla meşgul! Sarıyer’i ne ipleyen var ve ne de derdini dinleyen!

Ama yine de Sarıyer’in adı da tadı da başkadır be kardeşim. Sarıyer deyince akan dereler durur be dostum. Sarıyer’in suyu, balığı, muhallebisi, böreği ve dahi yetiştirdiği futbolcuları unutulmaz be yoldaşım!

Sarıyer’i biz bugünü ile değil yarınını yaşayarak seveceğiz ama yeni Sarıyer’i yaratmanın yollarını da arayacağız, buna mecburuz! Çünkü Başka Sarıyer yok!



İbrahim BALCI



İLAHİ DÜDÜK!!

Profesyonel İstanbul Ligi yeni kurulmuştu. Bu ligde Sarıyer, Eyüp, Karagümrük, Anadolu, Yedikule, Hasköy, Taksim, Galata gibi semt kulüpleri yer alıyor, yaşlı hakemler düdük çalıyordu. Bu hakemlerin içinde Sulhi Garan, Rıfat Atakanı, Mustafa Güzkaya, Muvahhit Afir, Ömer Karadağ, Hilmi Ok, Cihat Ergün, Sedat Özselçuk, Muzaffer Tuncalp, Semih Zoroğlu, Faruk Talu gibi şöhretli hakemler vardı. Ancak içlerinde biri vardı ki Türk Spor Tarihine ismini İLAHİ DÜDÜK olarak unutulmamak üzere yazdırmayı bildi. Bu hakemin ismi Necdet Turkuantoz idi.

Necdet Turkuantoz öyle pek şöhretli hakem değildi. Hakem olarak çok ilerilere de gidemedi ama her zaman aranan ve hatırlanan hakem olmayı bildi. Bu hakemin her maçında unutulmayacak olaylar meydana geldi. Bunları yaratan da hep kendisi oldu. Durumu iyi niyeti ve esprileriyle kurtarmayı bildi. Sarıyer’in bir maçında orta hakem olarak görev yapıyordu. Sarıyer takım kaptanı Baba Kenan, sahada hakemden çok daha etkiliydi. Hakem, her itirazında Baba Kenan’ın lehinde düdük çalıyordu. Ama öyle bir an oldu ki çaldığı düdük Sarıyer aleyhine oldu. Ağır ve bir karardı. Olayı çok yanlış görmüş hatalı düdük çalmıştı. Olayın uzağında olan Baba Kenan’a söz kalmadan Oktay Ungan hakeme koşarak sordu “Hocam, yanlış düdük çaldınız, olur mu?” diye bağırdı. Hakem Necdet Turkuantoz gülerek “Bu düdük ilahi düdüktür, yanlış çalmaz” sözleri ile yanıt vererek, hem futbolcuları güldürdü ve hem de, çalınan bir düdükten sonra kararların değişmeyeceğini, çalınan düdüğe saygı duyulması gerektiğini ifade etmiş oldu. Gelelim günümüze:

Bugün Sarıyer Alanyaspor ile karşılaştı ve 1-1 berabere kaldı. Elli yıl sonra Sarıyer takımı yeni bir ilahi düdükle karşılaştı. Hakem Kayseri bölgesinden Ömer Faruk Ocak! Boylu postlu, gösterişli ve giyimi kuşamı yerinde bir hakem. Ama yönetimine gelince düşünmeden deriz ki: Bu kişi hakem değil resmen katildir! Eline aldığı ilahi düdüğü ne zaman çalınacağını bile bilmiyor. Papazlar belirli saatlerde bulundukları kilisenin çanlarını çalarlar. Kaç defa çalacağını ve nasıl çalacaklarını da bilirler. Ama Sarıyer-Alanya maçının hakemi düdüğünü nerede ve nasıl çalacağını bile bilmiyor. Aciz mi aciz!

Maçtaki tek olumlu hareketi Sarıyer lehine verilen penaltı ve son adam olarak penaltıyı yapan kaleciyi oyun dışı bırakmasıydı. Kırmızı kartı gösterdikten sonra ne oldu ise oldu, düdüğünün ilahi düdük olduğunu hatırladı. Penaltı atışı yapılırken saha içindeki kronometre 43. dakikayı gösteriyor. İtiş-kakış oldu. Atış yapıldı, top kalenin koluna çarpıp direkten döndü, atışı yapan kafa Göksel ikinci hamle ile kafayla golü yaptı ama hakem oyunu bitirdim anlayışıyla golü iptal etti. Düdük İlahi Düdük ya kararın değiştirilmesi imkanı da yok. İlk yarının bitmesine normal iki dakika varken, penaltıyı temdit penaltısı kabul edip ilk yarıyı bitirdi ve golü iptal etti. Maçın da içine etti! Maçın sonuna kadar hatalı kararlarla Sarıyerli futbolcuları çileden çıkardı., yöneticilere saç baş yoldurdu, taraftarları çıldırttı. Hele 90+5 oynanırken, rakip defansın yaptığı mutlak penaltılık pozisyonu es geçmesi akıl alacak gibi değildi. Elbetteki maç sonu taraftarın tepkisi ağır oldu.

Sarıyer’e gelince... Sezonun en kötü futbolunu oynadı. İlker Hocaya hastalık gelmiş her hafta değişik bir tertip sahaya sürüyor. Futbolcuların motivasyonu sıfır. Maçı sanki keyfe kader oynuyorlar. Orta alan diye bir şey yok. Bu hattan bir tek organize atak çıkmadı. Takımın gol adamı Göksel bir defa olsun pozisyona sokulamadı. Üstüne üstlük ilk defa kendine güvenerek oynayan Sercan’ın oyundan alınması da rezilliğin daniskası...

Maçın bir diğer yanı kalece Ethem’in harcanmasıydı. Domaralize olan bu futbolcu neden bu kadar kolay harcanır. Son altı maçta 12 gol yiyen Ethem, hele Göztepe maçında yediği dört golden sonra neden dinlendirilmez? Bir sporcuya bu kadar kötülük yapılır mı? Yılmaz’ı neden aldınız, Fikret’i neden aldınız, Süleyman ne güne duruyor. Ayıptır yazıktır! Ethem, taraftarın gösterdiği yoğun tepkiye layık değildir. Bu maçta Ethem’in ne hatası oldu ki? Yediği golü hangi kaleci kurtarabilirdi?

Ben futbolcuları yine de kutluyorum. Nedeni de duyduklarım: Futbolculara dört beş aydan beri her hangi bir ödeme yapılmıyormuş! Bu futbolcuların büyük çoğunluğu evli barklı ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklar. Hal böyle olursa, o futbolculardan çok şey beklenemez. Her şeye rağmen onurları ile çıkıyorlar, takımı yalnız bırakmıyorlar ve bir şeyler yapmak için çırpınıp duruyorlar.

Takım hala tehlikeli bölgenin içinde görünüyorsa da, düşme hattında o kadar çok takım var ki Sarıyer’e sıra gelmez! Ama yine de bir galibiyet ya da iki beraberlik çok şey ifade eder. Hadi Hayırlısı.



Yazan İbrahim BALCI



18 MART ZAFERİ VE TOPHANELİ HAKKI KAPTAN

18 Mart Zaferi, Çanakkale savaşlarının can damarıdır. O güne kadar Devlet-i Muazzamanın güçlü donanması ve yüz binlerce askeri ile Çanakkale savunmasınıne kadar zorladıklarını tarih kitaplarından okuyoruz. Savaşın Osmanlı aleyhinebitecek düşünceleri ağır basarken, gerçekleşen mucizevi olaylar zaferi beraberinde getirdi

Çanakkale zaferinin kazanılmasında iki mucizevi olay vardır. Biri, yeni kurulan birliğinin başında görev bekleyen Mustafa Kemal’in zuhuru, yani savaş alanına gönderilmesi ve bir süre sonra kumandayı ele alması, diğeri de Nusrat Mayın gemisinin, elde kalan 26 mayınını belirlenen yerlere dökmesi için gemi kaptanı Tophaneli Yüzbaşı Hakkı Kaptan’ın görevlendirilmesi, bu görevi de mükemmel bir şekilde yerine getirmesidir.

Tophaneli Hakkı Kaptan, gecenin kör karanlığında, tüm ışıklarını söndürerek belirlenen menzile doğru ilerlerken şüphesiz tek düşüncesi vardı: Mayınları kazasız belasız yerlerine dökmek ve yakalanmadan geri dönmekti. Kör ve koyu karanlık, ürkütücü sessizlikte ilerleyen Nusrat mayın gemisinin sadece makinesinin çıkardığıhomurtu duyuluyordu. Askerlerin tümü dikkatli, kör karanlıkta gemi içinde gizlenmiş, kendilerini kaybettirmişlerdi. Hepsinin yüreklerinde kıpırtı, kulaklarında, emir beklentisi vardı. İstenilen yere ulaşıldığında tüm erat, Tophaneli Hakkı Kaptan’ın “Mayın Dök” emri ile işe başlamış ve gecenin kör karanlığı dağılmadan mayınlar belirlenen yerlere dökülmüş, sonra da son sürat ama sessizce merkeze dönülmüştü.

Devlet-i Muazzamanın gün açımı ile hücumu başlayacaktı. Öyle oldu. Önce gemiler boğaza doğru ilerlediler ve atış menzili içine girmeye başladılar, sonra da gemiden karaya top atışları başladı. Amaçları şahadet şerbetini içmek için varını

yoğunu ortaya koyan Türk askerlerini yok etmekti. Ama bilmedikleri vardı: Dökülen mayınlar! Savaş gemileri çarptıkça mayınlar peş peşe patladı. Olan oldu ve düşmanın yenilmez diye baktığı savaş gemileri teker teker Çanakkale Boğazının derin sularını gömüldü. Bu olayın adı: 18 Mart Zaferidir! Sonrası ise Çanakkale savaşları zaferi!

Tophaneli Hakkı Kaptan, zaferden sonra çok yaşamadı. Sadece beş on yıl ve belki biraz daha fazla, biraz daha az! Birkaç yıl önce Tophaneli Hakkı Kaptan’ın mezarı üzerinde tartışmalar yaşandı. Bir uyanık akrabası olduğunu beyanla yenilediği bir mezarı Tophaneli Hakkı Kaptan’ın mezarı olarak açıkladı ve basında yer aldı. Bir süre sonra bu iddiaya karşı çıkanlar adamın sahtekarlık yaptığını ortaya çıkardılar. Fakat gerçek mezarın nerede olduğu bulunamadı. Vel hasılı kelam bilinmezlikler devam etti. Büyük kahramanın mezarı belli değil! Zaferden sonra çok yararlı hizmetler yapan isimsiz kahramanların ortadan kayboldukları gibi Tophaneli Hakkı Kaptan’ın da mezarı bulunamadı.

Sarıyerli büyüklerimizden rahmetli Naif Aksay ağabeyimiz askerliğini bahriye askeri olarak Çanakkale’de yapıyordu. Sarıyer’de oturan Tophaneli Hakkı Kaptan’ın hanımı ile kızını tanıyordu. Uzun süre hanımına emekli maaşı bağlanamamış, Tophaneli Hakkı Kaptanın ölümü ile ilgili belgelerin tamamlanmasına yardımcı olmuş ve ailesinemaaş bağlanmış! Tophaneli Hakkı Kaptan’ın ailesi Sarıyer’de Koru Mandra Sokağında, küçük ve ahşap bir evde oturuyor zor koşullar altında yaşıyorlardı. Çok geçmeden

Tophaneli Hakkı Kaptan’ın hanımı Rahime Yaran ile kızı Feriha Yaran da vefat ettiler. Bu iki merhumenin mezarları Sarıyer Mezarlığında bulunmaktadır. Mezartaşı kitabesinde şöyle yazmaktadır:

“18 MART 1915 ÇANAKKALE ZAFERİ KAHRAMANLARINDAN NUSRET MAYIN GEMİSİ KUMANDANI MERHUM TOPHANELİ İBRAHİMOĞLU YÜZBAŞI HAKKI KAPTAN. EŞİ RAHİME YARAN D. 1871, ö. 1944 VE KIZIFERİHA YARAN D. 1910. Ö. 1946”

18 Mart Zaferi her yıl kutlanmaktadır. Acaba Tophaneli Hakkı Kaptanın mezarının nerede olduğunu bilen var mıdır? Zannetmiyorum! Ama hanımının ve kızının mezarı Sarıyer’dedir. Bunu biliyoruz. O halde Sarıyerlilerin, çok geçte olsa bu olaya sahip çıkmaları gerekmektedir. Örneğin: Konu ile ilgili SA-DER (Sarıyerliler Derneği) bir etkinlik ve anma günü tertipleyebilir. 18 Mart’ta bu mezara gidilip iki demet çiçek bırakılabilir. ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği), ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği), Siyasi Partilerin Kadınlar Kolu üyeleri, Türk Kadınlar Birliği Sarıyer Şubesi mensupları veya Kent Konseyi üyeleri Tophaneli Hakkı Kaptan’ın eşi ve kızının mezarını ziyaret ederek ulvi bir görevi yerine getirebilirler. Mezarı saptanamayan Tophaneli Hakkı Kaptan için anma yapılamazken, ona hürmeten hanımı ve kızına yapılabilir.

Kadirbilir Sarıyerlilerin bu görevi yerine getireceği inancını taşıyorum. O gün, yani 18 Mart günü saat 10.30 da Sarıyer mezarlığında olacak, Tophaneli Hakkı Kaptan’ın anısına merhumelerin mezarlarına birer çiçek koyup fatiha okuyacağım. Sarıyerliler, bilhassa hanımlar siz de var mısınız?

Yazan İbrahim BALCI

İLKER HOCANIN YANLIŞI

Sarıyer kendi saha ve seyircisi önünde Yeni Malatyaspor’a 2-1 yenildi ve YZÖ de ilk yenilgisini de almış oldu.

Aslında maçı kaybeden Sarıyer takımı değil teknik direktör İlker Yağcıoğlu’dur. Sarıyer için bu maç kolay maçtı ama İlker hoca maçı zora soktu. Zira, İlker Hoca beklenmedik şekilde değişik bir tertip sahaya sürdü. Oturmuş takımı neden bozdu anlamak mümkün değil. Sarıyer takımında orta sahanın beyni Tolga’dır. Takımda Tolga yok. Sarıyer defansının en deneyimli ve topu yere indirerek oynayan adamı Mahmut’tur, o da takımda yok! Anlamak mümkün değil. Böyle olunca Sarıyer oyuna ağırlık koyamadı. Bilhassa orta sahada tutunamadı bile! Hasan’ın çok kötü bir gününde olması, Emrah’ın hala daha kendisini oyuna beklenen şekilde adapte edememesi, Göksel’in defansif oyunda ağır kalışı takımı oyundan düşürdü. Her ne kadar Sercan, Hasan’ın yerine alınarak çift sanrafora dönülmüşse de Mert’in tanınamayacak kadar kötü oynaması, forvetin etkin olmasını önledi. Tolga’nın girişi ile orta alanda tutunmaya başlayan Sarıyer, Ethem’in hatası sonucu ilk golü yedi. Maçın son altı dakikası oynanırken Mahmut oyuna alındı. Mahmut topla ilk buluştuğunda, rakip sahaya indi ve aut çizgisine yakın yerden topu geri çıkardı, Sercan topun üzerinden atladı ve pozisyonu iyi takip eden Tolga takımının beraberliğini temin etti. Sonrası malum hiç beklenmedik ikinci rakip golü! Sağdan gelişen cılız bir akın, ayakta duramayan Sarıyer defansı, rakip futbolcuda kalan bir top ve isabetli bir şut. Bu rakibin ikinci golü, Sarıyer defansının pür telaşıhdandır!!! Bu akında topun iki Sarıyerli futbolcu arasında rakip oyuncuda kalması akıl alacak şey değildi. Ama olan oluyor ve karambolde Ethem ikinci kez avlanıyordu.

Futbolda kural şudur: Atamazsan yemeyeceksin! İlker hoca bunu bilmez değil, bilir. Yahu, ağır sahada topa basabilen, topu sürebilen, çalım atabilen ve rakip kaleye gidebilen iki adamın var. Biri Göksel., diğeri Dündar. Yahu ne akıldır sen Dündar’ı çıkarıyorsun. Dündar’ı çıkarırsın rakip sahaya nasıl gideceksin. Çıkardın da ne oldu? Mert’i ve Göksel’i kaçırdıkları gollerden sonra çıkarsaydın daha iyi olmaz mıydı? Şevket’in sürekli aksadığını göremedin mi? Emrah, Serhat hatta Sabri’nin rakip ataklarında devamlı aksadıklarını, takımın maç boyu doğru dürüst bir şut atamadığını göremedin mi?

Her neyse olan oldu. Teknik adamlar futbolcularla yatar kalkarlar; onların her şeyini herkesten iyi bilirler ve ona göre takımı sahaya sürerler. Demek ki bu defa öyle gördüler, öyle yaptılar ve yanıldılar!

Sarıyer bu yenilgiyi hak etti mi? Aslında hak etmedi ama Mert ve Göksel’in kaçırdıkları o iki gol pozisyonu var ki bunlardan yararlanamayan bir takım yenilgiyi de hak etmiş olur! Öyle de oldu!

Sadece teknik elemanlar değil, yönetici, futbolcu seyircisi herkes bilir ki, bir takımın futbolcuları şut atamıyorsa gol de atamaz. Sormak lazım Sarıyerli futbolcular neden şut atmıyorlar ya da atamıyorlar? Kimden korkuyorlar? Topa çok iyi basan Emrah Şahin neden şut atmaz, yan pas yapar durur? Çok büyük yetenek olan Dündar neden rakip kaleyi sık sık yoklamaz? Topun kırılacağından mı çekinir yoksa? Mert topla buluşur sık sık ama devamlı duvar pası yapacak adam arar durur. Böyle adam yok takımda bilmiyor mu? O zaman yapacağı fırsat buldukça şut atmak değil midir? Neden denemiyor? Tolga bileklerini iyi kullanır, duran toplara çok iyi vurur. Pozisyon bulduğunda neden şut atmaktan çekinir?

Durum böyle; orta saha adamları şut atmasın, forvet adamları şut atmasın olacak olan budur? Takımın en kısa zamanda toparlanması ve hiç olmazsa iki-üç maç daha kazanması gerekir ki, puan cetvelinde orta sıralarda yer bulsun. Takım bu günkü haliyle de bunu başaracak güçtedir.

Sarıyer seyircisi maç boyu çok iyi idi. Ama maç sonrası asla! Rakip seyirci sayısı 20-25 kişi var yok. Üzerlerine gitmenin ne anlamı var. Yenmişler ve iki slogan atmışlarsa ne olmuş ki? Sarıyerli seyircilerin bu hareketi Sarıyer kulübüne pahalıya patlayabilir, birkaç maç dış sahalarda oynatabilirler. O zaman çok kötü olabilir. Sarıyerli taraftarların çok daha dikkatli olması gerekir.



Yazan: İbrahim BALCI

8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ

“ Mart dünya kadınlar günü”dür.

Haklarıdır kadınların.

Hele Türk kadınlarının her ülkenin kadınından daha çok hakkıdır.

Türk kadının çektiği çile kadar hiçbir ülke kadını çile çekmemiştir.

Türk kadını kadar hiçbir ülkenin kadını eziyet çekmemiştir.

Türk kadını kadar kahır çeken başka ülke kadını da yoktur.

Eri için kendini mermilere siper eden başka millet kadını yoktur.

Dünyanın hiçbir ülkesinde topluca tüm erkeklerini yitiren bir köy yoktur.

Kocası ile yan yana, ulusal mücadelede silah kullanan kadın yoktur baş

ülkelerde.

Oğlu siperde iken ona mermi taşıyan bir ana başka hiçbir ülkede yoktur.

Ulusal mücadelede, cephedeki erkeğine mermi taşıyan kadın başka ülkede

yoktur.

Erine taşıdığı mermi ıslanmasın diye, bir yaşındaki çocuğunun sırtındaki

battaniyeyi merminin üzerine seren bir kadın başka ülkede bulunmaz.

Hiçbir ülkede erkeksiz bir köy bulunmaz ama ülkemizde vardır.

ERSİZKÖY isminin unutulmaması gerekir.

ERSİZKÖY Kastamonu’nun köylerinden biridir.

ERSİZKÖY’ün bütün erkekleri; yaşlı genç ulusal kurtuluş savaşına katıldı.

Savaş zaferli bitti fakat, köyün erkeklerinden hiç biri geri dönmedi!

Köyün bütün erkekleri ŞEHİT oldu.

İşte bu yüzden bu köye “ERSİZKÖY” adı verildi.,

Var mıdır0 dünyanın her hangi bir ülkesinde böyle bir olay, böyle bir köy?

Yoktur, olamaz, ne kadar aransa bulunamaz. Bu nedenledir ki:

Dünya Kadınlar Günü, herkesten çok Türk kadınlarının hakkıdır.

Ahmet Efe Türk kadını için şöyle der:

“Er olan, valide olmuş bir kadının yüreğinde yerleşen evlat sevgisinin

yüceliği karşısında secdeye düşer”.

Mustafa Kemal Atatürk der ki:

“Ey kahraman Türk kadını; sen yerde sürünmeye değil, eller üzerinde

göklere yükselmeye lâyıksın.”

ELİ ÖPÜLESİ TÜRK KADINI; 8 MART DÜNYA KADINLAR

GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN!



B ÜYÜK VURGUN!

Sarıyer, kendi saha ve seyircisi önünde, şampiyonluk mücadelesi yapan, lig dördüncüsü B. Şeker’i 2-1 mağlup ederek büyük vurgun yaptı ve ilk maçın revanjını

da aldı..

Hava zehir gibi soğuk, saha çok ağırdı. Zaman zaman ayakta durmakta zorlandı futbolcular. Ama yine de zemin üzerine sağlam basan taraf maçı alıp götürdü. Bu da

Sarıyer oldu. Bu maçtan anlaşıldı ki Sarıyer kendi sahasında hiçbir rakibine kolay teslim olmaz. Aksine kendi sahasında alacağı puanlarla daha üst sıralara çıkar, hatta ilk beş sıra

için rakiplerini zorlar.

Sarıyer maça çok iyi başladı ama sadece üç-beş dakikada devam eden bu baskı

sonuç vermedi. Sonra oyun durağanlaştı. Orta alanda fazla adam bulunduran rakip topla

daha çok oynamaya başlayınca golü bulmakta gecikmedi. 19. dakikada Emrah’ın isabetsiz pası rakip akınının gelişmesine neden oldu ve bu akın sonunda, yapılan ortaya rakip soliç mükemmel bir kafa vuruşu yaptı ve takımın öne geçirdi. Sarıyer gol yemeyi bekliyordu sanki. Oyuna ağırlığını koydu ve 33. dakikada Serkan, Dündar paslaşması sonunda topla buluşan Mert, isabetli bir vuruşla takımının beraberliğini temin etti.

İkinci yarı Sarıyer baskısı ile başladı ama 52. dakikada ikinci sarı kartla H. Aytürk oyundan ihraç edilince Sarıyer için korkulu anlar başlayacak ve yenilgi gelecek havası tribünlere hakim oldu.

Ama tamamen aksi oldu ve amalar yerini Sarıyer’in kahredici baskısına terk etti.

On kişi kalan Sarıyer, o kadar güçlü, o kadar bilinçli, o kadar arzu dolu mücadele etti ki

Seyredenler,i aşk olsun demekten kendilerini alamadılar. Aslında hatalı olan H. Aytürk’tü.

Bir dakikada iki sarı kart görmek demek teslim olmak demekti. H. Aytürk’un bunu bilmesi gerekirdi. Ama, inanmış ordusu havasını veren lacivert-beyazlılar, kaybettikleri arkadaşları

H. Aytürk’ün yerine bir de kendilerini koydular ve sahada kalan on Sarıyerli futbolcu on H. Aytürk olup yüklendi rakip kaleye! Üst üste pozisyonlar buldular. Herkes Sarıyer skoru korumak için oynayacak düşüncesinde iken sahada savaşan Sarıyerli futbolcular, defanstan ziyade hücumu düşünerek galibiyet için oynadıklarını gösterdiler ve 85. dakikada Göksel vasıtasıyla galibiyet golünü buldular. Maç bu skorla sona erdi.

Maçın kontrolünü kaçırmayan bir orta hakem ve fazla hata yapmayan iki yan hakem seyircilere iyi bir müsabaka izlettiler. Sarıyer’in bu maçtaki performansı her türlü övgüye değer. Muhteşemdiler. On kişi kalmalarına rağmen mükemmel mücadele ettiler. Rakip

defans üzerine koydukları pres ve orta sahada rakip futbolcuları hapsetme gibi zor görevleri fevkalade yaptılar ve haklı bir galibiyet aldılar.

Burada üzerinde durmak istediğim konu golden sonraki pozisyondu. Golün atılışı ile birlikte tüm futbolcuların, yedekler dahil sevinçten bir yumak olması; futbolcusu, teknik elemanı, seyircisi ile bütünleşmesi Sarıyer’in çok şeyler yapabileceğini gösteren harika bir tablo idi. Umarım bu tabloyu lig sonuna kadar gösterirler.

Sarıyerli futbolcular bu maçta iyi bir takım olduklarını gösterdiler. Yöneticileri,

teknik elemanları ve futbolcuları tebrik etmeyi görev bilirim. Takımda elbetteki bazı

eksikler vardı. Elbetteki her futbolcu fevkalade iyi değildi. Ama hiç birisi de çok kötü

değildi. Değiştirilen futbolcular kötü olduklarından değil, yorulduklarından ya da taktiksel görüşlerle değiştirildiler. Oyuna girenler de arkadaşları gibi mücadele etmekten geri kalmadılar.

Takımda üzerine durulacak futbolcuların hakkını vermek gerekir. Kaptan Serkan

bu maçta ikinci baharını yaşadı. Hatasız bir oyun oynadı, takımı sırtlayıp taşıdı. Keza

Göksel büyük deneyimi ile maçı rakip kaleye taşıyan isim oldu. Sol çizgi adamı

Dündar, Serkan’ın önünde oynadı. Çok top aldı ve rakibin sağ tarafına adeta felç etti.

Bir de elde ettiği iki önemli pozisyonu değerlendirebilseydi muhteşem olurdu! Diğer futbolcular, elbetteki onlarda görevlerini en iyi şekilde yaptılar ve aslan gibi mücadele

ederek bu önemli galibiyetin mimarları oldular.

Maç boyu susmayan taraftarlara da alkış tutmak gerekir. Zira, takımın on ikinci

adamı olarak galibiyette pay sahibi olmayı bildiler. Bir de şu “Gençliğimin ….. koydun” teranesini terk etseler ve “Gençliğimin sevdası oldun” diyebilseler, çok daha iyi olur ve alkışların tükenmezini hak ederler. İnşallah düzeltirler.


İLKLER'İMİZ

Ucuz şeylerin peşinden gitmeyi marifet sayarız. Bir işi başarmak için kendimizi zorlamaz, başkaları tarafından yapılanları da sahiplenmeye çalışırız. Yani iyi şeyleri sahiplenmeyi marifet sayarız, hakkımız olmadan. Yakın samana kadar Kaptan Custo’nun Müslüman olduğu, büyük mucit Edison’un ölmeden Müslümanlığı seçtiği söyleniyordu!

Bizden olmayanları sahiplenecek yerde, bizden olanlardan bahsetmek onları sahiplenmek daha iyi olmaz mı? Kanımca daha iyidir! Bu iyi taraftan hareket ederek bizim ilklerimizi yazacağım.

Bakalım neler olmuş:

Ülkemizde ilk uçuş denemesi İstanbul’da değil Trabzon/Of’ta olmuş ve Molla Uzun Hasan, martı kanatlarından esinlenerek yaptığı kanatlarla Of çayının bir yamacından diğer yamacına uçmayı başarmıştır. Ancak “Bu adam şeytandır” diyen medrese öğrencileri tarafından taşlanarak öldürülmüştür (V. Hürkuş).

İlk Türk havacı Berlin’de balonla 600 metre yükselen Topcu Subayı Mehmet Rüştü Bey’dir.

Osmanlı Padişahlarından saltanatı için ilk kan akıtan I. Osman olmuş ve saltanatına ortak gördüğü amcası Dündar Beyi öldürtmüştür.

Osmanlı Padişahlarından ilk yabancı kadınla evlenen Osman Gazi’dir (Tekfur Beyi’nin kızı (Horofura/Nilufer Sultan) ile evlenmiştir.

Saltanatının devamı ve güvenliği için kardeşlerinin öldürülmesini ilk kez Fatih Sultan Mehmet “Fatih Kanunnamesi” ile yasalaştırdı ve iki yaşındaki kardeşini boğdurttu.

Dünya gemicilik tarihinde başına viski yerine gülsuyu patlatılan ilk gemi, Osmanlı İmparatorluğunun Sultan Osman dretnotudur.

İstanbul futbol liginin ilk şampiyon takımı İmogene’dir (1904/05).

Türk futbol takımları arasında ilk şampiyon Kadıköy’dür (1905/06).

İlk Türk futbolcusu Selim Sırrı Tarcan ile Fuat Hüsnü Karacan,

İlk Türk FİFA hakemimiz Sulhi Garan,

İlk kadın futbol hakemimiz Lale Orta,

İlk Türk Baro Başkanı (1886) Sarıyerli olan Mehmet Reşit Efendi,

İlk Türk kadın Orman Mühendisi Binnaz Zehra Sert,.

Telsizi olan ilk Türk savaş gemisi Hamidiye,

TBMM’nin ilk Başkanı Mustafa Kemal,

İlk Kadın pilotumuz Sabiha Gökçen,

İlk Türk kadın Bakanımız Prof. Dr. Türkan Akyol,

İlk Dünya güzelimiz Keriman Halis,

İlk kadın opera sanatçımız Semiha Berksoy,

İlk kadın profesörümüz Fazıla Şevket Giz,

İlk kadın radyo spikerimiz Emel Gazimihal,

İlk kadın sendika başkanımız Dervişe Koç

Korgeneral rütbesi ile ilk Hava Kuvvetleri komutanı olan Korg. Cemal Ergin

İlk kadın subayımız Ülkü Sema Toksöz,

İlk kadın valimiz Leyla Ataman,

Atletizm dalında olimpiyatlarda madalya kazanan ilk atletimiz Üç adımcı Ruhi Sarıalp,

İlk Olimpiyat şampiyonumuz Greko Romen güreşçimiz Yaşar Erkan,

İlk kadın Avrupa Şampiyonu ve Dünya İkincisi Atletimiz Süreyya Ayhan,

İlk kadın polis memurumuz Betül Diker,

İlk kadın Hazine Genel Müdürümüz Aysel Gönül Öymen,

İlk kadın Emniyet Müdürümüz Feriha Sanerk,

İlk kadın Petrol Mühendisimiz Halide Ural Türktan

İlk kadın Başbakanımız Tansu Çiller,

İlk kadın Büyükelçimiz Filiz Dinçmen,

İlk kadın avukatımız Süreyya Ağaoğlu,

İlk kadın doktorumuz Safiye Ali,

İlk kadın diş hekimimiz Ferdane Bozdoğan Erberk’tir.

İlk kadın kaymakamımız Özlem Bozkurt Gevrek,

İlk Kadın TBMM Başkanvekili Nermin Neftçi’ dir.

İLGİLİLERE: İlklerimizi tespit etmeye ve internet ortamında ilgilileri bilgilendirmeye özen gösterelim.

YEMEZLER!

Bazı şeyleri yazmaya, anlatmaya kelimelerin gücü yetmez!

Bazı şeyleri anlamaya da akıl ermez!

Bazı izleri silmeye vakit yetmez!

Bazı şeyleri unutmaya da vicdan elvermez!



Son sekiz yılı gözler önüne getirdiğimizde bütün MEZ’ler sıraya girer!

Bütün MEZ’ler isyan eder doğruluğuna!

Konuşulanlar ile yapılanlar yan yana getirilirse tek kelime edilir:

YEMEZLER!



Seçim sonrası ilk söyleminde:

“Bize oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacağız” demişti.

Dediği ile kaldı Sayın Başbakan!

İkinci seçimi kazandığında aynı şeyleri söyledi:

“Bize oy verenleri de vermeyenleri de kucaklayacağız”

Yine söylediği ile kaldı Sayın Başbakan.



İktidar yanlıları saygın, iktidar karşıtları tu kaka vatandaş sayıldılar.

Bol keseden kömür dağıtıldı, fakir vatandaşa..

Varoşlara dizi dizi girdi kamyonlar, kamyonetler;

Kömür dağıtıldı, para dağıtıldı; kara kış için, kara gün için,

Aslında bunlar için değil; Seçimde OY almak için!



Elektriksiz köye buzdolabı verildi,

Tuvaleti bahçesinde olan evlere çamaşır makinesi hibe edildi,

Yandaş olmayanlara selam bile veren olmadı!

Onlara göre “Verdik almadı”.



Hak, hukuk, adalet ve dahi inanç dediler,

Ne hakka, ne adalete uydular ve ne de inançları doğrultusunda iş yaptılar!

Düzme ve uyduruk beyanlarla vatandaşlar kodese tıkıldı!

PKK lılardan gizli tanık yapıp, subayları hapse koydular!



Dünyanın en saygın bilim adamları içerde; neden yattığını bilmiyorlar!

Yoktan yere, çok saygın bir üniversite yaratan adam içerde!

Böbrek nakli için sıraya girenler ise iki yıldır biçare!

Orgeneralinden, astsubayına kadar ordu mensupları hapiste!



Suçları; sadece ellerindeki belgeleri yazıya dökmek olan;

Suçları; sadece fikirlerini korkusuzca yazan,

Suçları; yandaş ve yalaka olmayı kendilerine yediremeyen,

Türk basının en güçlü kalemleri içerde,

Suçlarının ne olduklarını bile bilmeden!



Parti lideri ne olursa olsun, düz adam değildir, saygınlığı vardır, ama;

Parti lideri de üzerine atılı pek çok suçla içerde!



Televizyoncular, işadamları, işçiler içerde,

Deveyi hamudu ile götürenler dışarıda!

Kardeşliği, dostluğu getireceğiz söylemleri devam ediyor ama;

Artık YEMEZLER!



Yazan İbrahim BALCI

DEVAMI GELMELİ


Sarıyer, kendi saha ve seyircisi önünde Çorumspor’u 2-0 mağlup ederek altın kadar kıymetli üç puan aldı ve şimdilik puan cetvelinde orta sıralardaki yerini sağlamlaştırdı.
Bu maçla ilgili öncelikle şunu söylemek isterim: Maçın asıl galibi Sarıyer SEYİRCİ’sidir. O ne muhteşem görüntüydü! O ne muhteşem birliktelikti, o ne ahenkti ve o ne kadar büyük destekti. Maçın başından sonuna kadar susmayan ve ÇARŞI Grubuna “Ben de varım” diye haykıran çoşkulu seyircisi vardı. Sarıyer seyircisi bu maçta her türlü tebriği hak ettiler. Onları yürekten kutlarım. Bu desteklerini devam ettirmelerini dilerim.
Sarıyer üç puanı alırken çok zorlandı. Önemli olan kötü oynarken maç kazanabilmektir. Sarıyer bunu başardı ve kötü başladığı maçı kazanmak başarısını gösterdi.
Sarıyer hiç beklenmedik şekilde kendi saha ve seyircisi önünde kötü futbol sergiledi. Öncelikle takım tertibi yanlıştı. Zira İlker hoca’da diğer teknik elemanların hastalığına tutulmuş ve son üç haftadır değişik tertipleri sahaya sürüyor. Böyle olunca da takım futbol oynamakta zorlanıyor. Her hafta değişik tertiple oynamak başka, aynı tertiple oynamak başka. Birbirine alışan futbolcuların daha çok randıman verdiği, daha kombine oynadıkları unutulmamalı.
Sarıyer ne oynadı? Buna yanıt vermek de kolay değil! Ama kim ne derse desin ilk görünüş, 4-2-4 şeklinde sahaya dizildiği ve bu durumu maç sonuna kadar koruduğudur. Her ne kadar Aytürk ile Serkan’a forvete katılacağınız gibi, defans derinliklerine kayacaksınız, orta sahayı da kabalalık tutacaksanız denilmiş olsa da bu istem gereği şekilde yerine getirilemediğinden futbol olarak ortaya bir şey konulamamıştır. Ne zamsan oyuncu değişiklikleri yapılarak eski tertibe dönüldü o zaman futbol oynamaya başlayan Sarıyer maçında mutlak hakimi oldu.
Sarıyer’in en büyük sıkıntısı gol yollarında gereği kadar etkili olamamaktır. Bu handikapı Sercan ile kapatma yolu tercih edildi ise de bu tutmadı. İleri uçta ne olursa olsun bugün için en iyisi Mert’tir. Yanına kim oynar; Yusuf mu? Sercan mı? Bu düşünülmeli. Ama ille de orta sahaya bir çözüm bulunmalı. Sarıyer orta sahada kalabalık olduğu ve topa sahip olduğu zaman çok etkili olabiliyor. Bunu gözden kaçırmamak gerekir. Bir de Göksel’i, Mert’i ve Dündar’ı kullanabilmek çok önemlidir. Mert yanına duvar pası yapacak bir adam bulamıyor, duvar pası yapamıyor. O zaman onu derinlemesine toplarla buluşturmak gerekir. Bu da yapılamıyor. Göksel’i artık arkadaşları çözmelidir. Ona istediği topları atabilmelidir. Takımın en çok koşan, en çok boğuşan, en diri ve golde en yakın adamıdır. O halde ondan en iyi şekilde yararlanmanın yolları bulunmalıdır. Kaçırdığı penaltıdan sonra taraftarın Göksel’e verdiği desteğe şapka çıkarılır. Nitekim Göksel’de şapka çıkardı ve kaçırdığı penaltıya inat attığı jenerik golle taraftarına selam gönderdi. Tecrübeli kaptan Serkan’ın gol attığı anda bulunduğu noktaya dikkat edilirse, gölün güzelliği ortaya çıkar…
Bu kadar eleştiriden sonra şunu bilhassa belirtmeyi görev bilirim: Sarıyer kötü oynasa da artık sahada savaşıyor, maçı bırakmıyor, son dakikaya kadar maça asılıyor. Bütün bunları yapan takım da elbetteki puan alır, kazanır.
Sarıyer maçlarını YZÖ de oynuyor. Burada yani kendi saha ve seyircisi önünde kaybetmemeli, kazanmalıdır. Ancak bu şekilde Sarıyer kendini kabul ettirir ve gelecek sezon için bugünden ümitlenir.
Daha iyi yarınlar lacivert-beyazlıların olsun!

Yazan İbrahim BALCI



HATA KABUL ETMEZ

Hiçbir spor hata kabul etmez! Bunu bilmeyen yoktur. Zira binlerce örnek ortaya konabilir. Bu kural boksta da, güreşte de, voleybolda da, basketbolde de, futbolda da aynıdır. Hiç mi hiç değişmez!

Ekip oyunlarında değişmeyen bir şey daha vardır. Eğer bir takım üst üste maç kazanıyorsa, önemli sakatlıklar ve ceza alımları dışında takım tertibi değişmez, aynı tertip sahaya sürülür. Kendimi bildim bileli bu kuralı teknik adamlardan duyarım, uygulamalarını görürüm. Kimleri görmedim ki Sarıyer Spor Kulübünde bu kuralı uygulayan; Halil Özyazıcı, Baba Kenan, Gazanfer Olcayto, Ayhan Erman, Minhacettin Barut, İsfendiyar Açıkgöz, Samim Emek, Ali Beratlıgil, Bülent Eken, Selahattin Torkal, Suat Mamat, Necdet Erdem, Boris Maroviç, Candan Tahran, Josip Duvançiç, Milan Ribar, Cor Van Der Hart, Ahmet Suat Özyazıcı, Nevzat Güzelırmak, Yakup Odabaşı, Ömer Kane, Mahmut Kocabal, Adnan Dinçer, Yılmaz Vural, Zafer Göncüler, Mehmet Demirtaş, Ender Konca, Yaşar Elmas, Turhan Sofuoğlu, Şenol Ustaömeroğlu, Erdem Acar, Engin Kolukır, Kamil Doygun Mehmet Şansal, Mehmet Birinci, Kenan Gönen, Mehmet Ekşi, Akif Başaran…

Halen görev başında İlker Yağcıoğlu…

Bu teknik direktörleri araştıracak olanlar görecektir ki her biri kendisini kabul ettirmiş, krampon giydikleri sürece bir yerlere kadar gelmiş olan önemli futbolculardır. Yine de antrenör ve teknik direktör olarak görev aldıklarında pek çok başarılara imza atmışlar ve böylece kendilerini kanıtlamışlardır.

Bu teknik elemanların büyük çoğunluğu Sarıyer’in başarıdan başarıya koştuğu dönemlerde görev yaptılar ve sözleşmeleri bitince ayrıldılar. Bir kısmı ise sezon ortasında veya birkaç maçtan sonra ya istifa edip gittiler ya da yönetimler tarafından gönderildiler. Gönderilmelerinin en büyük nedeni nedir diye sorulursa verilecek yanıt kısaca şudur:

“Çok sık takımla oynadığı, yani her maça değişik tertiple çıktığı için gönderildi…” Bu şu demektir: Başarılı takım tertibinde zorunlu olmadıkça değişikliğe gidilmez. Gidilirse, takım tertibi bozulur ve kötü sonuçlar sökün eder…”.

Sarıyer takımı lige Akif hoca yönetiminde kötü başladı. Değişik tertiplerle maçlara çıktı ve neticede başarısız sonuçlar üzerine gönderildi. Göreve gelen İlker Yağcıoğlu yavaş yavaş takımı toparladı, takım tertibini sağlama aldı ve başarılı sonuçlar gelmeye başladı. Arka arkaya beş galibiyet ve ikisi YZÖ de olmak üzere üç beraberlik. Yani sekiz hafta yenilmezlik! Bu sekiz haftaya bakalım, hemen hemen takım tertipleri hiç değişmemiş. Hatta oyun içinde değişen ve giren futbolcular bile aynı. Peki Bandırma maçında ne oldu: Maça değişik tertiple başladı Sarıyer! Takımın devamlı oynayan elemanlarından Mert, Tolga yedek kulübesinde. Yani takımda operasyon yapılmış. Elbetteki son haftalarda alınan beraberlikler başarısızlık kabul edildiği için değişikliğe gidildi ve takım tertibi bozuldu. Sonuç ortada 4-2 lik bir yenilgi. Tertip değiştirilmeseydi de bu sonuç alınabilirdi ama en azından bu tür konuşma yapılmaz ve yazılar yazılmazdı.

Takımda sorunlar fazla! Yöneticilerin konuşmaları ile futbolcuların değişik mekanlarda konuşmaları çok farklı. Haklıyı haksızı ayıracak halimiz yok. Bunu yöneticiler halledecek. Ama deneyimlerimize dayanarak deriz ki; yöneticiler yetkili ve söz sahibi ama futbolcular da insan ve emek sarf edenlerdir. Kulüpler üç ayak üzerindedir: Yönetici, sporcu ve taraftar! Bu ayaklardan birinin zedelenmesi, yok edilmesi, kabul görmemesi demek yıkılışın başlamış olması demektir.

Aman ha! Aman ha! Aman ha!




BERABERLİK KAYIP DEMEKTİR

Sarıyer kendi sahasındaki ikinci maçından da beraberlikle ayrıldı. İkinci yarı maçlarında üç maç üç beraberlik! Sekiz maçlık yenilgisizlik serisini beraberlikle devam ettiriyor. Ama beraberlik sevindirici değil. Aslında kendi sahasında alınan her beraberlik kayıp demektir. Zira, iki maçta kaybedilen 4 puan kazanılmış olsaydı puanı 29 olacak ve iki sıra daha üste çıkacak, ilk beş sıra için büyük şansı olacaktı! Olmadı, bu gidişle de olmayacak gibi!

Sarıyer Çankırı maçını yüzde yüz teknik direktörünün hatası ile kaybetti. Ligin en istikrarlı defanslarından birine sahip olan Sarıyer’in geri dörtlüsü oturmuş, aksamadan oynuyor. Ne gereği vardı, skoru korumak için orta sahada topa basan Dündar’ı çıkarıp stoper Mustafa Çakır’ı oyuna almanın! Hadi oyuna aldın neden Serhat’ı ota alana kaydırıyor da geri dörtlünün taşlarını oynatıyorsun. İşte olan oldu ve Mustafa oyuna girer girmez, ani gelişen bir rakip atağında Ethem ile anlaşamayınca beraberlik golü Sarıyer ağlarına takıldı. Bari Mustafa Çakır’ı oyuna alıyorsun, stoperlerin önüne al da hava toplarına hakim olmaya çalış!!! Yanlış hesap tutmadı ve Sarıyer eline kadar gelen üç puanı İlker Yağcıoğlu’nun hatası ile kaybetti.

Anlamadığım bir şey, her maçta aynı adamların oyuna alınmasının anlamı nedir? Mert’i oyundan al yerine Yusuf’u koy, bu kadar ağır sahada ne yapacak? Tolga’yı al yerine Hasan’ı koy sana ne verecek? Hiç! İlker Hoca nedense hala Emrah ile Hasan’ın yan yana oynayamayacağını anlamış değil!

Takıma gelince, çok kötü demek olası değil. Zira çok iyi mücadele ettiler. Maça sonuna kadar asıldılar. Pozisyon buldular ama beceriksizlik nedeni ile gol bulamadılar. Futbolun içinde gol kısırlığı vardır, beceriksizliği vardır. Ama avuç içine kadar gelen fırsatın kaybedilmesi mucizedir, o oldu!

Saha ağırdı. Hala kenarlarda su birikintileri var, oyunu oyun olmaktan çıkarttı çok defa! Bunda zeminin yeteri kadar oturmuş olmamasının da etkisi var şüphesiz.

Sarıyer’in en iyisi Ethem’di derken, yediği saç baş yoldurur gol hem kendisini hem Mustafa Çakır’ı hem de takımını berbat etti. Mahmut ağır sahada oyuna iştirak edemedi, Şevket oyuna çok katıldı ise de yararlı olamadı. Serhat vasatın üzerine çıkamazken, Sabri savaşçılığını devam ettirdi. Orta alanda Tolga saç baş yoldurdu. Hiçbir şey yapmadı. Aytürk ısrarla pres yaparak yararlı olmaya çalıştı, Emrah bu maçta da çok iyi işler yaptı. Sağ kanatta Göksel, gençliğini yeni baştan yaşıyor, maşallahı var. Dündar ise bekleneni vermedi. Dündar gol adamı olarak daha iyi şeyler yapmalı, bu yetenek kendisinde var, fakat gol yollarında güveni yok, bunu kazanmalı. İleri uçta Mert kayboldu.

Bu maç beraberlikle bitirildi ne olursa olsun kaybedilmedi ve bir puan kazanıldı. Ama yine de tehlikeli bölgenin biraz üzerinde takım. Takımın tehlikeli bölgeden kurtulabilmesi için iki üç maç daha kazınması lazım. Sarıyer takımı bunu da yapabilecek güçtedir. Ama!!! Tabii ki aması hayli üzücü! Zira, aklıselim herkesin hemfikir olduğu şey takımın iki üç iyi futbolcu ile takviye edilmesiydi. Yönetim kurulu, çok uğraşmış, futbolcular bulunmuş ama transferleri yapamamışlar. Bu demektir ki, yaz transferinde olduğu gibi, ara transfer ayında da yeteri kadar çalışma yapılamamış ve ortam hazırlanamamış! Kulübün futbolculara borcu varken yeni futbolcuların alınamayacağını bilmemiş olacaklar ki yönetim kurulunun söyledikleri duvara tosladı ve bir tek transfer bile yapılamadı.

Bu ayıp Sarıyer’e yeter gibi geliyor bana! Bir de kafam şuna takılıyor: “Sarıyer’in alt yapısından futbolcu yetişmiyor” deniliyor. Ne kadar ayıp ve büyük inkarcılık bu! Benim görevde olduğum iki sezonda alt yapıdan 15-16 futbolcu lacivert-beyazlı formayı giydi. Hem de çok başarılı oldular, hattı milli formayı giyenler oldu. Ama her biri bilinçli bir şekilde takımdan uzaklaştırıldılar! Son sezon Abdülbaki bir şey yapacak duruma geldi ama o da meydanda yok. Altyapıdan Sezer kadroya alındı. Abdülbaki de Sezer’de bu sezon yetiştirilip sahaya sürülmüş değil! O halde ne yapmalı?

İnkârcı olmamalı! Kulüpten şöyle veya böyle uzaklaştırılan alt yapı antrenörlerine hiç futbolcu yetiştirmediler diyerek sitem edilmemeli, hatta çirkef atılmamalıdır. Onlar becerilerini ve yüreklerini gençlere aktaran yorulmayan savaşçılardır.

Haftaya zor bir maç var. Rakip alanda oynayacak! Sarıyer rahat, rakip telaşlı ve yenmek için sinir savaşı verecek! Akıllı ve kontrollü bir futbol ortaya konulması halinde bu maçtan puan alınması zor olmaz. Haydi hayırlısı diyoruz.

SORUN ÇOK SORUMLU YOK!

Bazıları çok konuşuyor, susturulmalı! Nasıl susturulmalı? Onu da susturacak

olanlar bilir! Kim mi susturulacak, Televizyonları izleyenler, basını yakından takip

edenler bunu bilir: Sadece bir iki önemli ismi aktarmak isterim: Ulusal Kanalda

program yapan Sabahattin Önkibar mutlaka susturulmalıdır. Müthiş bir performansla Başbakan Recep Tayip Erdoğan’a yükleniyor. İşte söyledikleri: Papadrau Erzurum’da Türkiye’yi aşağılıyor, hakaret ediyor, yanında ayakta dimdik duran Başbakan ağzını açamıyor! Yunan Cumhurbaşkanı ile Güney Kıbrıs Cumhurbaşkanı bir araya geliyor, diplomatik çevreleri ayağa kaldıran ağır hakaretlerde bulunuyor Ne Cumhurbaşkanı

Abdullah Gülden ve nede Başbakan R. Tayip Erdoğan’dan ses yok! Bu kadar korkmak

olur mu? Yahu yakın tarihi okuyan bir siyasetçi “Yeni bir dünya kurulur Türkiye’de

orada yerini alır” sözlerini söyleyen İnönü’yü hatırlar da iki söz eder! Nerde?

Nihat Genç, televizyonda konuşan son iki üç yılın en popüler adamı! Ne pervası

ve ne de korkusu var! Hak bildiğini söylüyor, gürül gürül akıyor. Adeta bir şelale! Ne Cumhurbaşkanı, ne başbakan ve ne de hükümetin diğer üyeleri onu ilgilendiriyor. Tek

ilgili olduğu şey, meydana gelen olaylar ve onların muhatabı. Cumhurbaşkanı da olsa, Başbakan da olsa, vali de olsa, belediye başkanı da olsa ağzına geleni söylüyor, kinini

değil, doğru bildiklerini peşi sıra kusarak “Kendinize gelin ey sorumlular” demek istiyor.

Sözcü Gazetesinde Emin Çölgaşan, Necai Doğru, Mehmet Türker, Aytun Çıray, Mehmet Şehirli susturulacakların başında yer alıyor! Neden mi? Neden olacak! Doğruları yazıyorlar da ondan!

+ + +



Aslantepe Stadı merasimle açıldı. KOBİ Başkanı, konuşmasında kinini kustu.

Bunlar İslâmi inançı olan adamlar ya! İslâmi inanışta ölünün arkasından konuşmak

yok! Fakat TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar Stat açış konuşmasında G.Saray’ın

rahmetli başkanlarından Özhan Canaydın’a veryansın ediyor utanmadan! Futbol seyircisi duyarlıdır, durur mu hemen cevabını verir. Islıkla çalıyor, yuhalıyor ve protesto ediyor.

Başbakan R. Tayip Erdoğan, TOKİ başkanı ve zevat stadı terk ediyorlar. Adamlar futbol seyircisini susturacaklarını sandılar . “Ananı da al git” diyeceklerdi ama kendileri gittiler! Hırsını alamayan Başbakan ve yardımcıları, milletvekilleri dahil ağza alınmayacak

sözleri G.Saraylılar ve seyircileri için söylediler peşi sıra. Taraftarlar durur mu? Üç ezeli

rakip taraftarı örnek bir birliktelik sergileyerek protestolarını sokağa taşıdılar. Böylece afta tafra satanlar, üç büyük kulüp taraftarının kenetlenerek yaptığı muhteşem protesto ile cevaplarını aldılar!

+ + +



Yaz ayları Sarıyer’in şenlik ayı sayılır. Mevsim itibariyle bunaltmaz, boğaz

rüzgârı mükemmel serinlik getirir. Bu nedenle bilhassa öğleden sonraları Sarıyer

dışından gelen çok olur. Ama geldiklerine de geleceklerine bin pişman olurlar.

Kocataş önünden Sarıyer çarşısına gelinceye; R. Kavak’tan Büyükdere’ye gidene

kadar akla karayı seçerler! Trafik gelen gidenin anasını ağlatır. Şimdi kış: Kalabalık

yaz gibi değil ama trafik sorunu yine en üst düzeyde! Bir Allah’ın kulu çıkıp da ne

oluyor demiyor, diyemiyor, bir araya gelip bir eylem yapamıyor! İstemeden vermek

Allah’a mahsus. Yahu Kaymakamlıkta Sarıyer’den gitti, artık değil sesimizi duyurmak,

top atsak işittiremeyiz yetkililere! Sarıyer’in; Büyükdere’den R. Kavağa kadar kader bu mu olmalı?

Olaylar ortada: SORUN VAR SORUMLU YOK.

Yazan İbrahim BALCI

OLAYLARA GÖZ ATMAK!

Epey zamandır aktüel konulara hiç değinmedik. Halbuki öylesine dikkat çeken olaylar var ki, sorma gitsin! Örneğin diyelim bazılarını sıralayalım:

Beş altı yıl önce Sarıyer Merkez Ali Kethüda Camii beş altı ay ara ile iki defa soygunla karşılaştı ve ne kadar tarihi eser varsa götürüldü. Asırlık hatlar, iki üç adet Mekke-i Mükerreme’yi gösteren yağlı boya tablo; ipek üzerine yazılmış Esma-ül Hüsna! Tabii bu kadar değil, daha fazlası da var,. Doğrusunu bulmak için Cami defterine bakmak gerek!. Olay polise intikal ettirildi, Müftülüğe duyuruldu, soruşturma başlatıldı ama bu güne kadar beş altı yıl geçti hiçbir sonuç alınamadı. Mali polis ne kadar ilerledi onu da bilmiyoruz. Oysa Türk Mali polisi çok beceriklidir. Neleri yakalayıp gün ışığına çıkarmadı ki? Hatları, tabloları ve tarihi eserleri elinde bulunduracaklar belli kesimdir. Her halde fazla üzerine gidilemedi! Eşkal, parmak izi vesaire… Her neyse işin üzerine gidilmedi mi hiçbir şey yapılamaz! Bekliyoruz, bekleyeceğiz!

Sarıyer Sağlık Ocağı kaldırılıyor! Yaşlılar, raporlular, emekliler Eyvah diyor! Bu ne akıldır be! Yazık değil mi? Bu kadar hasta insanı sağa sola sürüklemeye! Zaten aile doktorluğu çıkarıldı, iş berbat edildi, şimdi bir de sağlık ocağı Sarıyer’den gönderiliyor! Olur mu olur?

Sarıyer Emniyet Müdürlüğü Reşitpaşa’ya çoktan gitti! Bir süre önce de Kaymakamlık Ferahevlere taşındı. Sarıyer’deki kaymakamlık binası önündeki afişte “Tarabya Ferahevler” yazıyor. Bu bir aldatmaca! Ferahevler Tarabya’ya bağlı değil, ayrı bir muhtarlık ve yerleşim birimi!

Sarıyer Belediye Başkanlığı da Pınar Mahallesine taşınıyormuş, yeni bina temeli atıldı atılacak, inşallah biter! Bittiği anda Belediye’de Büyükdere’den gidecek! Mahkemenin büyük bir bölümünün Çağlayan’a gideceği söylentisi yaygın! Ne derece doğru bilinmez! Oldu olacak adliye de gitsin.

Sarıyer Mehmet Akif Ersoy Parkı, fakir halka kapatılarak eğlence merkezi haline getirildi. Fakir halk isyanda! Çocuklarımızı sokağa çıkaramıyoruz, parka gidemiyoruz diye! Haklılar, ceplerinde para yok ki çocuklarını eğlendirebilsinler! Bu işi kim kotardı ise kotardı ama kabak Sarıyer belediyesinin başında patlıyor gibi, konuşmalar bu şekilde acımasızca devam ediyor!

Bir tartışmaya şahit oldum. Ailesi eski bir demokrat, kendisi AKP olan bir arkadaşım Rahmetli İnönü için ağzına geleni söylüyor. İddiası da “İktidara gelir gelmez ilk işi Atatürk’ün resmini paralardan kaldırmak” olduğu oldu. Tabii şaşırdım, ne desem boş! Ben doğruyu yazıyorum: Paralara Reisicumhurun resimlerinin konulmasına dair kararname 16 Mart 1926 tarih ve 3322 sayılıdır. Yani Atatürk’ün hayatta olduğu zaman, onun bilgisi dahilinde kararname çıkarılmıştır. Kararname İsmet İnönü tarafından kasten çıkarılmış değildir. Olay da kasıt yoktur. Kasıt arayanlar da ya hiçbir şey bilmiyor, öğrenmek istemiyor, ya da Atatürk’ün ismi arkasına, onu korur gibi sığınarak İsmet İnönü ve dolaysıyla CHP düşmanlığı yapmaktadır.

HADİ KOLAY GELSİN!!!



BU MAÇ KAZANILMALIYDI!

Sarıyer ikinci yarının ilk maçını özlemini çektiği YZÖ Stadında oynadı. İstanbul İl Müdürlüğünün beş yılda bitiremediği, milyonlarca liranın heba edildiği Stadı Sarıyer kulübü kendi imkanları ile üç, beş ay gibi kısa bir sürede bitirerek hizmete açtı. Sade bir açılış oldu. Kimse yuhalanmadı, ıslıklanmadı! Oysa şeref tribününde siyasiler vardı. Ama Sarıyer seyircisi centilmendi, bunu yapmadı. Yapmasına neden var mıydı? Elbetteki vardı. Bir Stadı beş yılda bitiremeyenleri yuhalamak bile az gelir aslında! Neyse konumuz bu değil! Buna neden olanlar şunu iyi bilsin, Sarıyer Stadının maçlara hazırlanması için beş yıl beklendi. Bu beş yıl içinde Sarıyer kulübü, tam 20 trilyon parayı sokağa attı. Yani ortala her yıl 4 trilyon harcamak zorunda kaldı. Kendi sahasında oynasaydı, hem daha iyi kadro kurar hem de şampiyonluğa koşar adım giderdi. Hele geçen sezon! Bu nedenle diyorum, yuhalanma nedeni vardı!
Sarıyer, ilk devre rakip sahada yendiği Körfez Belediye karşısında ilk on dakikadan sonra hakim oynamaya başladı. Baştan sona kadar üstün götürdüğü maçta gol bulamadı. Bunda rakip kalecinin başarılı futbolunun büyük katkısı olduğunu unutmayalım. Zaten maçın süper iki adamı, iki takım kalecisi, Sarıyer’den Ethem, Körfez Bel.Spor’dan Rahmi idi. Sarıyer son haftaların formda takımı olarak dikkatleri üzerinde toplamıştı. Maçın favorisi idi. Fakat ağır sahada ve yağmur altında çok iyi mücadele etmesine rağmen gol bulamadı. Takımı maçlara hazır gördüm. Baştan sona kadar mücadeleyi elden bırakmadılar, maça asıldılar ama gol bulamadılar.
Rakip takım ligin ilk yarısındaki takımdan çok farklıydı. Takım da hayli değişiklik vardı. Derli toplu ve disiplinli bir takım hüviyetinde göründü. Maçı hiç bırakmadılar fakat elde ettikleri fırsatları değerlendiremedikleri için gol bulamadılar.
Sarıyer, Körfez Belediye Spordan iki maçta dört puan aldı. Keşke her takımdan dört puan alabilse! Tabii ki mümkün değil. Her takımdan dört puan almak demek şampiyon olmak demektir. Ama şimdilik görünürde böyle bir ışık yok. Hatta ilk beş taktım arasına girmek bile çok zor ama imkânsız değil. Sarıyer seri galibiyetlerini devam ettirebilirse ancak, bu isteğini gerçekleştirebilir. Bunu da Sarıyerliler bekler! Beklemekte haklarıdır.
Sarıyer’in beraberliği küçümsenmemeli. Çeşitli nedenlerle, bilhassa mali nedenler ve idari bazı işlemler nedeniyle futbolcular antrenmana çıkmadılar, hazırlık kampı tatil edildi. Sorun aşıldıktan sonra çalışmalar başladı ama hazırlık kampına gidilmedi. Bütün bu durumların takımın moral kondisyonunu aleyhte etkileyeceği ortadadır. Evet bu büyük olaya karşı bu maçlara hazırlanıldı ve futbolcular hiçbir şey yokmuş gibi maça çıkarak erkekçe ve centilmence mücadele ettiler.
Yönetim kurulunun amacı, iyiyi yakalamak, başarıya koşmak ve kulübünü Türkiye Spor dünyasında en iyi şekilde temsil etmektir. Tabii bütün bunların içinde takımın bir üst lige yükselmesi gibi ulu amacı yatar. Böyle düşünen bir yönetim kurulu elbetteki, sorunları aşmaktan korkmaz ve doğruları bulur. Buna inandığım için Ligi en iyi yerde bitireceği inancını taşıyorum.
Gönül isterdi ki bu maçta, ara transferde takviye olarak alınan bir iki futbolcu forma giymiş olsun. Ama olmadı, başarılamadı. Alınan bir iki kişi varsa da onların mevcut kadro elemanlarından daha iyi olabileceklerini, yani takımı takviye yolunda daha çok güçlendirebileceklerini pek düşünemiyorum. İnşallah yanılırım.
Hakemler iyi idi. Seyirciler maça çok ilgi gösterdi, destek verdi, tebrikler ama bu desteği esirgemeden devam ettirmeleri gerekir.

DIŞARDALAR!

Yazan: İbrahim BALCI

Beş yıl önce çıkarılan ve 2010 yılının son ayında yürürlüğe gireceği bilinen bir yasa ile toplumun hukuk değerleri alt üst edildi. Hiç beklenmedik bir şekilde iki yüze yakın insanı domuz bağı denilen yöntemle öldüren, öldürdüklerini ikamet ettikleri evler ile kullandıkları depo ve işyerlerindeki odaların altlarına gömen Hizbullahçılar, yakalanmasına yakalandılar da davaları on yılda sonuçlanmadığı için serbest bırakıldılar.

Kırk bin vatan evladının kanına giren, onları toprağa düşüren PKK canileri de aynı şekilde bu yasadan yararlanarak salıverildiler.

Yasa yasadır, yürürlüğe girdimi uygulanır. O halde uygulanmalıdır anlayışı hakim olduğu için avukatlar yapıştılar yasaya ve müvekkillerini hapisten çıkarmak için teşebbüse geçtiler. Böylece; korku imparatorluğu yaratarak kirli paraları kazanan ve çeşitli yollardan aklayan mafya mensupları da çıkıyorlar, çıkacaklar.

Çete kurarak halkı dolandıran, öldüren, zorla senet imzalattıran, elini kolunu bağlayan, malını mülkünü elinden alan çete mensupları da aynı yoldan teker teker serbest kalıyorlar, kalacaklar!

Hatalı, hatasız, suçlu suçsuz insan öldürmeyi maharet sayanlar da içerden çıkıyorlar. Zevk için, iddia için adam öldürdüm diyenlerde çıkacak veya çıkarılacak!

Düpedüz bu bir AF ‘tır.

Askerlik görevini güney doğuda yaparken, yedikleri baskınlar sonucu deprasyona giren, hala da tedavi gören Yenimahalle’li (Sarıyer) KORKMAZ ailesinin oğlunun gazi kabul edilmesi yolunda tüm kapılar kapatılırken; çıkarılan bu tür yasalarla, kanlı katillere hürriyetleri verilmekte, muteber insanlar olarak tekrar toplumun içine gönderilmektedirler.

Uğur Mumcuların katilleri yakalanamadı/yakalanmadı.

Necip Hamlebitoğlu’nun katilleri yakalanamadı/yakalanmadı.

Kemal Türklerin katillerinden bir kısmı yakalandı/yakalanmadı.

7 Tiplinin kanlı katili, hapsedildi, salıverildi, hapsedildi yine salıverildi, değişik amaçlarla çıkarılan yasalarla cezasını tamamlamış oldu ve serbest bırakıldı.

Ogün Samast serbest!

Peki, Silivri Cezaevine gönderilenler acaba ne yaptılar?

Kaç kişi öldürdüler?

Ülkeyi kime sattılar?

Hangisi dolaylı yoldan zengin oldular?

Hangisi eylem koyarak ülkeyi, toplumu gerdi, zor durumlara düşürdü?

Star Tv ana haber bülteninde her akşam anket soruları canlı veriliyor: İlk Cumhurbaşkanının ismini 20 kişiden bir kişi ancak biliyor; İstiklâl marşının yazarını bilmiyor, bildiğini zanneden de Fatih Sultan Mehmet diyor; Türkiye’deki Yargı organlarının ismini sayamıyor; Türkiye kaç bölgedir sorusuna yanıt verebilen bir kişi çıkmıyor!

Yahu bütün bunlara rağmen bu ülkede; ne yaptığını, ne konuştuğunu bilen, bilge ve yurtsever insanları içerde tutuyoruz. Hey gidi kavanoz dipli dünya hey!

İçerde olması gerekenler DIŞARDALAR!

Dışarıda olması gerekenler de İÇERDELER!

Gel de gülme, gel de üzülme!


YENİ YIL YAZISI

Bir yılı geri bıraktık! 2010 yılı bitti, gidiyor; inşallah acıları, haksızlıkları, zam furyasını da beraberinde götürür!
Bir yılı daha geride bırakıyoruz; inşallah kısır çekişmeleri, sen-ben kavgalarını da beraberinde götürür!
Bir yılı da yolcu ediyoruz; inşallah, siyasi istikrarsızlığı, peş peşe gelen zamları, insafsızca copları, yaşlı, genç, kadın, kız demeden utanmazca sıkılan biber gazlı ortamları da beraberinde götürür!
Bir yılı daha gönderiyoruz; inşallah ülke bütünlüğü için ortaya konan vurdum duymazlığı, aldırmazlığı, kayıtsızlığı da beraberinde götürür!
Bir yıl da kayıyor hayatımızdan; inşallah siyasi arenadaki inatçılığı, ülke çıkarından çok yandaş çıkarcılığını düşünenlerin bu kötü ve bencil düşüncelerini beyinlerinin içinden söküp beraberinde götürür!
Bir yıl daha tarihe karışıyor; inşallah arazi kapamaları, koy talanını, yapacağız, edeceğiz yalanlarını da beraberinde götürür!
Bir yeni yılı daha uğurluyoruz; inşallah ayrılıkçı düşüncede olanların süfli düşüncelerini, açılım diye diye ülkeyi ateş içine atanların bu pervasızlıklarını; İmralı’dan talimat almayız diyenlerin yalanlarını; Türk askeri şehit olduğunda “Üzüldük” diyemeyen, kendi eşkiyalarına gerilla diyen zavallı ayrılıkçıların; Aşiret mensuplarını köle gibi gören ve çalıştıranları, Asrı Koncasında aşiret üyelerinin kanını emerek hayat süren, beğenmedikleri Türk halkının verdiği vergilerle emekli mebus maaşı alanların kötü emellerini de beraberinde götürür.
Bir yıl da kayboluyor aramızdan; inşallah, vatan savunması için canını feda etmekten çekinmeyen; gözünü, kolunu, bacaklarını kaybeden; sakat sandalyesinde, vurdumduymazlara, kayıtsızlara, ülke bütünlüğünü kale almayanlara “UTANMAZLAR” diye bağıramayan onurlu Mehmetçiklerin dertlerini, sorunlarını da beraberinde götürür!
Bir yol da kayıyor ömrümüzden; İnşallah yoktan yere Kürtçe semt isimlerini teneffüs ederek, tartışma ortamı yaratan, bu yolda yandaşlarını da sürükleyenlerin bu içten pazarlıklı düşüncelerini de beraberinde götürür!
Bir yıl daha hızla gidiyor; inşallah adına medya denilen ama bir kaçı hariç, hepsi yalakalık yapmaktan başka bir şey yapmayanların ve medya mensuplarının bu berbat düşüncelerini de beraberinde götürür!
Bir yıl daha gemi azıya aldı, gidiyor; inşallah hükümet edenler halkını adam yerine koyar, onlara değer verir, bu güne kadar yaptıkları tarafgirliklerini unutturur.
Bir yılı daha yok sayıyoruz ve tüm siyasileri, idaricileri, anlı şanlı işadamlarını, işkadınlarını ülkenin bütünlüğü için birliğe davet ediyorum! Yazarları-çizerleri, sanatçıları, kıvrım kıvrım kıvranan emeklileri, işsizleri, çalışanları, şerefiyle taşıdığı üniformalarını çıkarmadan içeri alınanları, emekli olduktan sonra içeri tıkılanları, evde oturup kısmet bekleyen hanımları, hanımcıkları; işsizlik nedeniyle evlenemeyen gençleri; hocaları, hacıları, namazını kılanları, kılmayanları, pazara çıkanları, çıkamayanları; sabah geldiği çayhanede/kafeteryada bir çay içip akşama kadar oturanları; eve giderken kaç ekmek alayım diye düşünenleri; doğalgaz, su, elektrik, telefon parasını ödeyemeyenleri; suçlarını bilmeden aylardan beri Silivri’de misafir edilenlere Halil İbrahim sabrı diliyorum; cemaatçilik adına Karun gibi olanları, Okyanus ötesinden fetva vererek ülkeyi cehenneme çevirenleri; tv lere çıkıp din adına atıp tutanları, dini İslam-ı kendilerine göre değerlendirerek kendilerine has din yaratanları Allah için imana davet ediyorum. Telefon denen pis aygıtla, vatandaşın harem-i ismetine girerek en mahrem görüşmelerini dinlemek gafletinde bulunanları, bu ortamı yaratanları ıslâh olmaya davet ediyorum.
Bir yılı daha geride bırakırken Şair Eşref’in bir dörtlüğü ile yazıma son veriyorum:
“Kız evlendi yüzük ister,
Kanun çıktı, tüzük ister,
Söylenecek çok söz var ama
Söylemeye büzük ister”
Bu düşüncelerle bütün dostlarımın, arkadaşlarımın, meslektaşlarımın; sporcu kardeşlerimin; internet ve ayrı bir kolu olan facebook yolu ile tanıştığımız tüm arkadaşlarımın yeni yılını kutlar, mutluluklar, esenlikler, uzun ömürler ve sorunsuz bir yeni yıl yaşamalarını dilerim.


İbrahim BALCI


KUBİLAY NASIL ŞEHİT EDİLDİ

Yazan: İbrahim BALCI
Kubilay ismini duyup da irkilmeyen, tüyleri diken diken olmayan cumhuriyetçi, hürriyetçi, bağımsızlık ve devrim yanlısı kimse yoktur. Kubilay Cumhuriyetin övüncü ve sembolüdür.
Girit’ten Türkiye’ye gelen bir ailenin çocuğu olan Kubilay, yine bir Giritli’nin pis elleri ile şehit edildi.
Genç Türkiye Cumhuriyetinin bu idealist genci okuyup öğretmen oldu ve okuma yazmadan nasibini almamış, uygarlığın ne olduğunu dahi bilmeyen genç beyinlere Cumhuriyetin faziletlerini öğretecek, onları eğiterek topluma kazandıracaktı. Bu amaçla göreve başlamış genç beyinleri yetiştiriyordu. Ama askerlik görevi gelmişti. Bu kutsal görevi yerine getirmek istemişti öncelikle. Askerlik görevini Yedek Subay olarak Menemen’deki 43. piyade birliğinde yapıyordu. Hayatından memnundu ve askerlik görevinin bitmesini bekliyordu.
Milli mücadele sonuçlanana kadar pek çok başkaldırı olmuştu. Bu başkaldırılar, güç koşullarda bastırılarak, mutlu yarınlara gelinmiş ve zafer kazanılarak Cumhuriyet kurulmuştu. Artık ilerleme, aydınlanma zamanıydı. Genç Cumhuriyet bütün organları ile uygarlığa koşacak, çok kısa sürede saygın devletlerden biri olacaktı.
Genç Cumhuriyete bağımsızlık ve uygarlık çok görülmüştü. Dış ülkelerin de teşviki ile doğuda başkaldırı olmuş ve Kürt Sait isyanı ile ülke kaosa sürüklendirilmişti. Genç cumhuriyet kolay kurulmamıştı. O nedenle ölümüne korunacak, kollanacaktı. Öyle yapıldı. İsyanı başlatanlar kısa sürede etkisiz hale getirildi ve başı çekenler olay mahallinde yargılanmış aldıkları cezalar sonucu ipe çekilerek ortadan kaldırılmışlardı. Henüz bu büyük olayın etkisi bütünü ile ortadan kalkmadan bir yenisi patlak verdi. Neydi bu? Menemen olayı; Yani Kubilay olayı!
23. 12. 1930 günü Menemen’de gericilerin isyanı başladı. Amaçları laik düzeni yıkmak, terk edilen eski düzene dönmekti! Cumhuriyetin getirdiği uygarlığı, eşitliği, laikliği hazmedemeyen şeyhler, müritler, softalar, yobazlar ve gericiler birlikte hareket ediyorlardı.
Cumhuriyet ve devrimlere karşı olanlar, çok partili hayata geçmek için kurulan Serbest Cumhuriyet Partisi çatısı altında toplandılar. Partinin toplantılarına katıldılar, yeşil bayraklar açarak, laikliğe karşı hareket ettiklerini haykırdılar. Durumu izleyen parti kurucuları üç aylık partinin kapatılmasına karar verdiler, parti kapatıldı. Parti kapatılmasına karşın gerici unsurlar bir araya gelmeye, çığ gibi büyümeye ve tehlikeli olmaya devam ettiler.
Ok yaydan çıkmıştı, Girit göçmeni Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey’in (Bilâhare ülkeden kaçtı,Hıristiyanlığı seçti ve ismini Hüsnüyadis olarak değiştirdi) tahrik ve teşvikleri ile olay başladı. Devrim karşıtı Hüsnü Bey Nakşibent tarikatı mensubu, gerici, yobaz ve çıkarcı bir kimseydi. Kendisi gibi olanları tahrik edip, ellerine yeşil bayrak vererek sokaklara saldı. Saldırganların başında Giritli Hüsnü Bey’in (Hüsnüyadis’in) kardeşinin oğlu Derviş Mehmet vardı. Camide toplandılar. Derviş Mehmet camide “Ben Mehdiyim, din elden gidiyor” diyerek cemaati dışarı çağırıp etrafına topladı. Her geçen dakika kalabalık artıyor, çoğalıyordu. Derviş Mehmet biriken kalabalığa hitap ederek “Ey Müslümanlar ne duruyorsunuz, Halife Abdülmecit sınıra geldi. Sancak-ı Şerif çıktı, gelin altında toplanalım. Şeriat isteyelim. Arkamızda yetmiş bin kişilik halife ordusu var. Şeriat bayrağı altında toplanmayacaklar öldürülecektir” diyerek, topluca hükümet konağına doğru yürüyüşe geçtiler.
Olay duyulunca alay kumandanı, genç yedek subay Kubilay ve müfrezesini olayı yatıştırmak üzere görevlendirdi. Olay yerine giden Kubilay ve müfrezesindeki askerlerin silahlarında mermi bile yoktu (manevra mermisi vardı). Kubilay, karşısına dikilen kalabalığa seslenerek: “Yaptıklarınız yanlış, hemen dağılın” ihtarında bulundu. İleri geri konuşmalar olunca, Kubilay müfrezesine havaya uyarı ateşi açtırdı. Bunu fırsat bilen Derviş Mehmet etrafındaki kalabalığa “Gördünüz mü, ben mehdiyim, görün, işte bana mermi işlemiyor” diye bağırması üzerine gerici ve yobaz kalabalık harekete geçti ve Kubilay’ı tüfek atışı ile ağır yaraladılar. Askerlere saldırdılar. Ağır yaralı Kubilay güçlükle ayağa kalkarak camiye doğru gitmeye başladı, Derviş Mehmet kendisini takip ederek, cebinden çıkardığı testereli bağ bıçağı ile Kubilay’ın başını boğazından keserek gövdesinden ayırıp yeşil bayrağın tepesine dikerek Menemen sokaklarında dolaşmaya, halkı Sancak-ı şerif altına toplamaya, laik düzeni yıkmaya çağırdı. Olaya müdahale eden mahalle bekçilerinden Şevki ile Hasan Efendileri de şehit ettiler.
Olay duyuldu, kısa bir süre sonra alay kumandanlığı olaya müdahale etti. Suçlular yakalandı, takip sırasında Derviş Mehmet vurularak öldürüldü. Menemen’de Sıkı Yönetim Mahkemesi kuruldu. Mahkeme 15.01.1931 de başladı 25.01.1931 de sonuçlandı. 105 sanık yargılandı. 37 kişi idam cezası aldı (Yaşlı olmaları nedeniyle 6 kişinin cezası 24 yıla indirildi), 20 kişi 1 yıl, 14 kişi üç yıl, 6 kişi 15 yıl, 1 kişi 12,5 yıl ceza aldı. 27 sanık beraat etti. 31 idamdan 28 ‘i Adalet komisyonu tarafından onandı, 2 kişinin cezası 2 yıla indirildi, biri hastalanarak öldü. TBMM. 2 Şubat 1931 de cezaları onayladı, 3 Şubat 1931 de idam cezaları olay mahallinde yerine getirildi.
Bu büyük ve önemli olayın, mahkeme süresi 15 Ocak 1931 – 25 Ocak 1931 tarihleri arasında sadece 11 gün oldu. Komisyon ve mecliste görüşülüp onanması ve cezaların uygulanması da dikkate alınır ve birlikte hesaplanırsa bütün süresinin 19 gün olduğu görülür.
İşte devrim budur!
Uyduruk bahanelerle, yenilikçileri, cumhuriyetçileri, devrimcileri Ergenekon veya her hangi bir isim altında cezaevlerine tıkanların biraz düşünmeleri gerekir: Eylemi gerçekleştirmiş, bir ayaklanma 19 günde sonuçlandırılırken, Silivri Cezaevinde yatanlar suçlarının ne olduğunu dahi öğrenmeden nasıl oluyor da aylardan, yıllardan beri cezaevlerinde tutuluyorlar?
23 Aralık 2010 tarihinde Devrim Şehidi Kubilay’ın şehit edilişinin 80. yılını yaşayacağız. Ülke bütünlüğü, bağımsızlığı için Kubilay gibi yüz binlerce insan canını feda eder. Atatürk Türkiye’sinde, devrimleri yozlaştırmak, ülkeyi, dolaysıyla halkı yüzlerce yıl geriye götürmek kimseye bir şey kazandırmaz. Hele siyasi iktidarlara hiç mi hiçbir şey kazandırmaz! Aksini iddia edenler ya da edecek olanlar, iş başa geldiğinde Giritli Hüsnü gibi önce dinini ve sonra da ismini Hüsnüyadis olarak değiştirerek ya ülkeden kaçıp giderler ya da EVET YA DA!

16.12.2010.