Yine düştük
yollara! Gideceğiz, göreceğiz, eski günleri yaşayacak, notlar alarak yazacağız.
Bu kez yolumuz Garipçe Köyü olacak. Şu
Sarıyer’in deniz sahili balıkçı köylerinden biri! Karadeniz’e açılan son
kapının, yani Rumelifener’in hemen yanındaki küçük koyda kurulan köy!
Köyün adı
Garipçe! Ne demek diye araştırmak istedik ama fazla da yormadık kendimizi.
Zaten ismi üzerinde bir köy dedik. Neymiş adı Garipçe! O halde gariplikten
geliyordur ismi dedik. İlk düşüncemiz böyle idi ve asla yanılmayacağımızı
düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. Meğer köyün ismi garipliğinden değil,
yakınlığından yaratılmış! Ne tuhaf değil mi? Efendim! Yörenin en hareketli köyü
Rumelifener’i olduğundan ve Garipçe olarak isimlendirilen küçük yerleşim
bölgesi de Rumelifeneri’ne yakın olduğundan, Osmanlıcı da “yakın”, “yakında
olan” “yer ve zamana yakın”” ve “soyca yakın” anlamlarını veren “Karip” isim
olarak bu yerleşim bölgesine verilmiş ve köyün ismi Garipçe olmuş, “Karib”den
“Garipçe”’ye dönüşmüş! Varsın olsun
değiştirecek gücümüz yok ki! Ama unutmayalım ki, bu küçük yerleşim bölgesi
yıllar önce gerçekten çok garip bir yerdi.
Erkekleri balıkçı, hanımları bahçecilik yaparak günü gün ederlerdi,
başka bir çalışma alanları da yoktu! Bu nedenle de “Garip” olarak
nitelendiriliyor ve adı böylece Garipliği nedeniyle “Garipçe” ye
dönüştürülüyordu. Hangi amaçla olursa olsun, tarafımızdan ”kabuldür” der ve
olayın içine dalarız. Ama şunu da ekleriz, bu da görevimiz; büyük tarihçi
Homeros’a göre Garipçe köyünün adı antik çağda Kharybdis’dir. Hangi anlama
geliyor? Bilemedim!
Efsaneye
göre lanetlenmiş kral Phineas’ın yaşadığı bu köye antik çağda sahilinin taşlık,
kayalık olması, yüksek kayalıklarında kartal
ve akbabaların yuva yapmaları nedeni ile Gyropolis yani “Akbabalar Şehri”
denildi. Aman Allah’ım nerelere daldık,
bırakalım efsaneleri de işimize bakalım, daha iyi değil mi?
Belediye otobüsünden
iner inmez öğle ezanı okundu. “Alâ” dedik ve abdest alıp daldık cami içine.
Öğlenin sünnetini eda ettikten sonra baktık cami de topu topu beş altı kişiyiz.
Yeter de artar bile. Eda ettik bu kutsal görevi!
Çarşı içinde
dolaşıyoruz, yazın kavurucu sıcağına rağmen köy meydanı hayli kalabalık. Onbeş
yirmi özel araba sıralanmış! Yan yana iki balık lokantası. Birincisi on beş
yirmi yıllık bir maziye sahip. Bu lokantayı Kıvırcık Ali açmış, birkaç yıl
sonra ortağı Aydın ve Recep Serter ile anlaşamadığından ayrılmışlar. Boş
durmamış olacak hemen yanındaki Ahmet Efendiye ait binanın alt katını, yine
ortak olarak Kaşıbeyaz ismi ile balık lokantası yaparak işletmeye açmış. Bu iki
balık lokantası denizle iç içe… Ön masada oturanlar elini uzatsa, ayağını
sarkıtsa eli ayağı denize değer! Bu lokantanın tam arkasında 1910 yılında
yapıldığı anlaşılan Hacı’nın Suyu Çeşmesi var. Bu çeşmeye Hacı’nın Suyu Çeşmesi
denildiği gibi, çeşmeyi yaptırması nedeniyle Hacı Süleyman Efendi Çeşmesi de
denilmektedir. Bu tarihi eser çeşmeden sonra diğer çeşmelere uğrayabiliriz.
Meselâ Soğuksu Çeşmesi, yolun altında kalmış. Hemen hemen bir veya bir buçuk
metre kadar yolun altında. Su akarı kayalıklar arasından ve hayli alttan
oluyor. Suyu soğuk olduğu için “Soğuksu” adını almış. Bu çeşme birkaç kez
onarım görmüş. İrili ufaklı bir iki çeşme daha var ama onlar üften-püften tadat
etmeye değmez, geçelim. Ama Garipçe sınırları içinde olan Büyükliman Plajındaki
çeşmeye uğramadan da yapmayalım. Malum Büyükliman sadece Garipçe’nin değil,
Sarıyer ilçesinin en önemli plajıdır. Her yaz binlerce insan bu plajdan
yararlanır. Doğallığı ile dikkat çeker. Plaj da tesis olmadığı için sıkıntı
çekilirse de kumu, denizi ve havasının mükemmelliği ile vazgeçilemezlerdendir.
Bu Plajın içinde ve denizle kucak kucağa bir çeşme vardır. Çeşmeler kitabımızı
yazarken üzerinde hayli çalıştık ve önemli bulgulara ulaştık. Efendim
Osmanlılar zamanında devrin önemli Kaptan-ı Deryası Cezayirli Gazi Hasan Paşa
mükemmel bir liman görünümünde olan Büyükliman’da bir tersane yaptırtmış.
Osmanlı donanması burada inşa edilmiş onarılmış. Tersane yapılırken çeşme yapılması
unutulmamış. Bunu çeşmenin kitabesinden anlıyoruz. Kitabeyi zorla okuttuk
yanlışı doğrusu ile şöyle “Hasan Paşa Kaptan Gazi Çeşmesi, 1784).
Neyse daldık
çeşmelere gidiyoruz. Oysa Garipçe’de çok daha önemli tarihi eserler var. Hem de
çok enteresan bir o kadar da orijinal, bir benzeri var ama o da Türkiye’de ve
Garipçe’nin tam karşısındaki Poyraz Köy’de! Garipçe kalesi, Garipçe Köyün burun
başındaki kayalıklarda kayaların içi oyularak yapılmış, muhteşem bir kaledir.
Kale deniyor ama, pekalâ korgan da denilebilir. Kale denmesinin nedeni, her
halde koy tarafındaki yüksekliğin duvar örülmesi ve denize bakan taraflarda
küçük küçük burçların bulunmasından olmalıdır. Kale Sultan/Padişah III. Mustafa
(1557-1574) tarafından Macar asıllı Fransız Mimar Baron François de Tott’a
yaptırılmış! Kale değil adeta bir yer altı oteli ya da sarayı. Arenası, lobisi,
odaları, toplanma alanları ile gerçekten muhteşem. Birkaç ay evvel
Araştırmacı-Yazar Mustafa Aydemir kendi imkânları ile kaleyi temizlettirdi ise
de yine de bakımsızlıktan ve ziyaretçilerin hoyrat davranışları nedeniyle hayli
pislenmiş. Bu kalenin içinde bulunan çok
büyük bir çakılı top 1960’lı yıllarda sökülerek müzeye götürüldü ama kaidesi
yerinde. Kalenin üst kısmı büyük bir arena (alan), elimizde bulunan 1856 tarihli
bir gravüre göre kale harika görünümde. Üst kısmında eğitim alanı, bir cami,
birkaç bina, asker kışlası ve bayrak direği görülüyor. Çok yaşlılar camii hatırlıyorlar. Ama halen
camii hatırlayanlardan sağ kalan yok. Duyduk ve duyduğumuzu kayda geçtik.
Garipçe Köy’ün
bir diğer önemli tarihi eseri Garipçe Köy’e girerken sağ taraftaki tepenin üzerindeki
Gözetleme Kulesi’dir. Adı üzerine gözetleme kulesi. Boğaza girip çıkan düşman
gemilerinin gözetlendiği bir kule! Ne zaman ve hangi tarihte, kimler tarafından
yaptırılmış bilinmiyor. Buranın uzun süre köyün harman yeri olarak kullanıldığı
biliniyor.
Tarihi
eserleri saymaya başlamışken devam edelim. Köydeki en önemli tarihi eserlerden
biri şüphe yok ki Topçuoğlu Yalısıdır. Topçuoğlu ailesi bu yalıyı kimden ne
zaman aldı veya yalıyı kimler ne zaman yaptırdı bilmiyoruz. Öğrenemedik de ama
yalı başlı başına bir sanat eseri. Yapımı ile ilgili bir söylem ise kalede
görevli bir paşa tarafından 150-160 yıl önce inşa edildiğidir. Yıllardan beri
bu köye gelip gidenlerin imrenerek izlediği, hatta fırsat buldukça içini
gezdikleri bir yalı! Garipçe’ye göre çok önemli ve görkemli bir yalı. Çünkü
Garipçe çok küçük bir yerleşim bölgesi! Böyle bir yalı buranın önemini
arttırır. Yalıdan bahsetmişken, Topçuoğlu ailesinden Yusuf Topçu’dan
bahsetmemek yanlış olur. Elbette ki balıkçı bir ailenin bireyi idi. Ama iyi tahsil
görmüş kendisini balıkçılık mesleğinin dışına atmış, sosyal aktiviteleri ile de
kendisini sevdirmiş, kabul ettirmiş bir kişiydi. Müthiş Galatasaray taraftarı
ve Sarıyer sevdalısıydı. Sarıyer Spor Kulübünde yönetim kurulu üyesi olarak da
görev yapmıştı. Genç yaşta, adeta “Ben yokum” diyerek son yolculuğa çıktı ama
Garipçe Köy’de Galatasaray sevgisini de aşıladı. Yalıyı bitirirken
hatırlatmakta yarar var. Topçu ailesi yalıyı Kanburoğlu ailesine
(Saim-Naim-Mehmet Kanburoğlu) sattı. Yalı yine satılık, bakalım kim alacak?
Bu yalının
arkasındaki ev de tarihi eserlerden biri. İyi bakılıyor, alt katı kafeterya,
köye renk katıyor. Burada daha çok genç üniversiteliler geliyor. Topçuoğlu
yalının yamaç tarafından da iki yalı vardı ama şimdi yerlerinde yel esiyor,
arsa ve mağaza halindeler.Caddenin solunda denize bakan cephe de iki yalı daha
var. Ne var ki bu iki yalının diğer yalılar gibi zerafeti yok. İkişer katlı, alt
katları mağaza olan büyük ahşap binalar. Biri Çınar ailesine ait! Köy içine
girişte soldaki ilk bina… Tek katlı kısmı kısmen süslemeli, ön tarafı sade. Bu
binanın mirasçılarını saymaya kalksak sayfalar yetmez gibime geliyor. Neyse
bize düşmez der yandaki binaya geçeriz. Bu bina da Emir Reis (Çoşkun) ailesine
ait, Emir Reis öleli çok oldu. Sanki
sözleşmiş gibi Emir Reis ölünce iki katlı bina da yıkıldı gitti. Oysa bina ne
kalabalık aileyi ağırlamıştı. Uzun yıllar alt katı mağaza olarak kullanıldı.
Üst katı da kahve olarak işletildi. Pomak İbrahim Reis, delikanlılığında bu
kahveyi işleterek aileye maddi katkı sağlıyor, kaytardığında Ağabeyi Ali
Reis’in paparasını yiyordu. Bu bina per perişan adeta yer ile yeksan. Her ne
kadar yeniden inşası için bütün çalışmalar ve hazırlıklar yapılmış, izinlerin
büyük bölümü alınmışsa da “Anıtlar Kurulu”nda takıldığını öğrendik. Ama işe
Ayşe Ünlü el attığına göre, sorun yok Ayşe Hanım çok yaman bir mimar, halleder
işi, Bir de köye girişinde ve Soğuk Suyun karşısında taştan iki katlı bir bina
var. Harap ama taştan duvar kısımları iyi, sadece bakımsız. Bu bina da
Canko’ların binası. Orijinal bir Karadeniz yapısı! Kışın soğuğu, yazın sıcağı
geçirmez. Gel gör ki yıllarca önce evde on kişilik aile bir arada rahatça otururken
şimdi ev terk edilmiş. Paylaşılmaya başlansa, mirasçılara bir kantar taş bile
düşmez! Başka evler, binalar yok mu? Var tabii ki ama göze batan bunlar. Yeni
binalar dikkate alınırsa iki bina nasıl yapıldı? Onu sorgulamanın anlamı yok.
Biri; Garipçe Köy’den yetişen Operatör
Dr. Mehmet Bayraktar’ın denize nazır evi! Diğeri de limana bakan tiyatro ve
sinema oyuncusu Erdal Özyağcılar’ın batı yamaçtaki villası! Bu villa satılmış,
kim aldı bilgimiz dışında, sormadık, aslında merak da etmedik ya!
Efendim
hemen hatırlatalım Garipçe önemli bir balıkçı köyüdür. Hemen hemen halkın yüzde
doksan dokuzu balıkçıdır. Ama büyük balıkçı ama küçük balıkçı! Yani küçük ağ
balıkçısı, oltacısı! Köy bu özelliğini asırlardan beri korumaktadır. Ne var ki
köy bir arpa boyu ileri gitmemektedir. Nedeni ise yetkililerin bu köye yasak,
yani men kurallarını acımasızca uygulamalarıdır, yani köy SİT alanı içinde!
Hangisi değil ki? Köy nüfusu dört yüz elli beş yüz arasıdır dediğimizde
güldüler bize. Biraz daha az dediler. Şaşırdım. Şaşırmaya da gerek yok zira
yeni ev yapılamadığı için ailelerden yetişen gençler evlenme hazırlığı
yaptığında köyden taşınmak zorunda kalıyorlar. Böyle olunca köyün nüfusu da
artmıyor. Israrla köyü terk etmeyeler de var! O kadar da olacak!
Ellili,
altmışlı hatta yetmişli yıllara kadar ahşap teknelerle balıkçılık yapanlar
şimdi saç teknelerle aynı işi yapıyorlar. Küçük bir taka, beş çifti iki alamana
ve 30 tayfa ile iş gören balıkçı reisleri artık yok. Hatta tayfaların yattığı
mağazalar bile tarihe karıştı. Mağazaların hepsi eski balıkçı takımlarının
istiflendiği, saklandığı depo olarak kullanılıyor. Böyle olunca dünün anlı
şanlı reisleri de kaybolup gittiler. Gideceklerdi tabii, çivi çakacak
değillerdi ya dünyaya! Namlı Reislerden Ameşin Şakir (Bayrakçı) , Ameşin Mahmut
(Bayrakçı), Hacı Yusuf’un Mahmut ve Mehmet, Abbas’ın İsmail (Çınar), Habib Reis
(Hendem), Cemil Reis (Çelikkıran),Hasbi Reis’in Şakir (Bayraktar) neredeler?
Hepsi de “Mevla bizi bekler” deyip gerçek dünyalarına yolcu oldular. Eski
Reislerden Hacı Ali Reis (Bayraktar), Topcu Nazım, Hasbi Reis’in Recep Reis
(Bayraktar), Osman Serter ve Burhan Çelikkıran gibi daha birkaç kişi yaşamak
için direnmeye devam ediyor! Hele şu Ameşin Fehmi ve epey sonra Ameşin Hilmi,
Kanburoğlu Naim Reis, Muhtar Adnan Reis’in (Şengül) ölümleri yok mu unutulacak
gibi değil! Garipçe çok kayıp verdi. Kanburoğlu Saim Reis’ten sonra yakın
zamanda Kanburoğlu Kazım Reis’de hakka yolcu edildi! Kala kala Kanburoğlu
Mehmet Reis kaldı! Mehmet Reis’in gitmeye niyeti yok, benim gibi dünyaya çivi
çakacak gibi! Hatırlatmak gerek bin bir türlü patırtı atlatmasın hatta bir tarafı
felçli olmasına ve felç nedeni ile konuşamamasına rağmen, tüm olayları anında
takip eden Amir’in Ali Reis’i de unutmayalım. Cebinde akrep vardır, on çay
içer, bir çay ısmarlamamak için yalandan darılır gider! Ameş’in Yaşar Reis
balıkçılığı terk edip deniz turizmine döndü, sağlığı yerinde!
Hani mesleği
devam ettiren reisleri de yabana atamayız. Ziya Sertel, İsmail Sertel, Emir’in
Pomak İbrahim (Çoşkun), Şaban Reis (Çoşkun), Habib Reis’in Enver (Hendem),
Enver Reis’in çocukları Yavuz Reis ile Habib Reis, Dursun Şengül ve Şaban
Şengül Reisler ve ismini hatırlayamadıklarımız ya da kayıt düşmeyi ihmal
ettiğimiz daha genç reisleri de hesaba katmak gerekir. Zira bu reisler
balıkçılıkta teknolojiyi çok iyi kullanan genç beyinlerdir.
Biraz da
günümüzdeki Garipçe’den bahsedelim, bakalım neler olmuş, neler oluyor. Efendim,
Garipçe bakir bir yer. Yani tenine el değmemiş taze bir kız gibi, duvağını
çıkarmamış gelin gibi! Kayalar, taşlar… Batı tarafında Çalıburnundan başlayan
bir yükseklik R. Fener yoluna kadar gider. Tepe boydan boya çam ağaçları ve
yapraklı ağaçlarla kaplı. Tepenin yamaçları yoğun yeşil örtü ve yemiş ağaçları
ile kaplı! Büyükliman Plajının üst kısmında askeri eğitim birliği ve deniz
sahilinde, yani Büyükliman’ın hemen batısında Mavramoloz kalıntıları var.
Kalıntılar en azından iki bin yıllık. Burada araştırma yapılsa Garipçe Köy’den
büyük bir eski dönem yerleşim bölgesi meydana çıkar. İlk görünüşte bir
ibadethanesi ve bir de hamamı var gibi görünüyor. Ama bu eski yerleşim bölgesi
önünde iki adet beton bina yerleştirilmiş üç beş yıl önce! Böyle olunca alanı
da berbat etmişler! Çalıburnu’nu
denizden Garipçe’ye doğru geçerken, dalgaların öptüğü kayalıkların altında çok
derinlere ve kayalıkların içerisine doğru giden deniz mağarası var. Dalga gidip
geldikçe hoş ama zaman zaman ürkütücü bir ses çıkarır. Bu yüzden olacak buraya
“Ağlayan Kayalar” da denilir.
Çok bakir
bir yer olduğunu ısrarla söylediğimiz Garipçe, son on onbeş yılın en çok ilgi
çeken yerlerinden biri. Bilhassa tatil günleri Garipçe Köyü binlerce yerli
turisti ağırlar. Kafeteryalar dolup dolup taşar. Meydanda mini bir pazar
kurulur ve günlük kahvaltılık satılır. Tabii ki balık yemek isteyenler için de
günlük taze balıklar müşterilerine bekler. Hele yemek sonrası ev baklavası
isteyenlerin damak tadı yerindeyse, her ay bir iki kez buraya gelmeleri
kaçınılmaz olur.
Garipçe’ye
geliş kolay, ayrılış da kolay ama vasıtaya yer bulmak zor. Yeteri kadar oto
parkı yok! Meydan, ana cadde ve sokak araları tıklım tıklım oluyor. Hatta
mezarlıklara kadar uzuyor araba kuyruğu!
Garipçe
mezarlığı hayli büyük bir mezarlık! Köy halkı buradan mezar yeri almamış adeta
her aile kendisine apartman yaptırmak için arsa almış. Buradan köyden
olmayanların da mezar yeri aldığı görülüyor! Olur, neden olmasın! Geçmişi
oralıdır, oraya sevdalıdır, uzun yıllar orada ikamet etmiştir vesaire! Ama
bendeniz maalesef bir mezarlık yeri alamadım. Bana nasip olmadı. Ne kadar
istedimse, “Yok” dediler. Ne yapalım her halde ölmemi istemediler. Ben de
inadına yaşıyorum, yaşamaya devam edeceğim! Mezarlık denize nazır! Satın alınan
parseller dışında yer olmadığından, yeni mezarlık alındı ama o da tükendi.
Garipçe
deresinin üzeri kapatılarak cadde kazanıldı. Çok yağmurlu havalarda cadde sular
içinde kalsa da önemli değil! Köydeki tek cami 1941 yılında yapılmış, küçük ama
zarif bir cami, pırıl pırıl. Câmi 1974 ve 2003 yıllarında onarım gördü. Köyde
on yıl öncesine kadar ilköğretim okulu vardı. Köy nüfusunun azalması nedeniyle
kapatıldı. Öğrenciler R. Feneri ilköğretim okuluna gidiyorlar. Köyde iki dernek
var. Biri Güzelleştirme Derneği diğeri Sınırlı Sorumlu Garipçe Su Ürünleri
Kooperatifi!
Garipçe
Köy’de; Mehmet Bayraktar, Mehmet Yıldız, Cemil Çelikkıran, İbrahim Topçu,
Mahmut Çınar, Yusuf Topçu, Adnan Şengül, Recep Koçali, Hasan Hendem, İsmail Altay
muhtar olarak görev yaptılar. Son Muhtar ise halen görevini devam ettiren
Feridun Berber!
Köyde bir
cadde ve iki sokak bulunuyor.
Garipçe
Köy’ü burada tamamlıyoruz ve vakit geldi diyerek ayrılıyoruz köyden. Yolumuz
her halde Rumeli Fener Köyü olacak! Ama sıcakta hasta olmak var ya, hayli
etkiledi beni belki bir iki gün gecikme ile dolaşırız, Karadeniz Boğazının son
durak köyü olan Rumeli Fener’de deriz ve eşe dosta eyvallah diyerek yola revan
oluruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder