13 Kasım 2012 Salı

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK- 19 (Gümüşdere)



Kışı kış yaptığı gibi yazı da yaz yaptı doğrusu. Dolaştıkça adeta sarpa sarıyoruz. Yorgunluk, bitkinlik, ter ve gölgelik bir yere kapağı atmak! Sanki günlere kıran girdi? Canının kıymetini bil, hele şu yazın kahredici sıcaklığı geçsin, serin havalar gelsin o zaman düşersin yollara! Ama ne gezer şartlanmışız, düştüğümüz yolu sonlandıracağız diye. Sarıyer kazan biz kepçe misali Suat Uysallar’la beraber dolaşıp duruyoruz Sarıyer köylerinde. Bu kez yolumuz Gümüşdere! Yani eski ismi ile Domuzdere!
Önce belirtmeliyim ki ilk uğradığım kişi eski Muhtar Galip Ozan oldu. Galip Ozan’ı Sarıyer’deki ofisinde bulup uzun uzun görüştüm ve istediğim bilgileri aldım, onları sırası ile aktaracağım.
Domuzdere Bizanslılar döneminde bu ismi taşıyordu. Osmanlılar döneminde de aynı isimle devam etti. Milli mücadele sonrasında köyün ismi Gümüşdere olarak değiştirildi. Bu köyün halkının tamamı Rum’du. Türkler daha ziyade yakın köylerde vardı.
İstanbul işgali yıllarında Domuzdere’nin ismi sık sık gündemde kaldı. Domuzdere denildiği zaman korku dağları bekler oldu. Bunun nedeni bu büyük Rum köyünün işgalcilerden yana tavır almalarıydı. Tavır almakla kalsalar iyi, bir de çete oluşturmuşlardı otuz beş kırk kişilik. Başlarında da meşhur Papaz Kostantin vardı. Kostantin kendi başına buyruk hareket ediyor ve Türklerin yoğun olduğu köyleri basıyor, haraç alıyor, vurup kırıyordu. Zaman zaman bununla yetinmiyor ve Rumların yoğun olduğu sahil şeridi mahallelere iniyordu. İşgalciler yani İngilizler ile Yunanlılar, Sarıyer köylerinin susturulmasını, güçlerinin kırılmasını istiyorlardı. Sırf bu nedenle Girit’ten Kaptan Andon isimli azılı bir çete reisini getirmiştlerdi. Bu çete reisi Papaz Kostantin’le işbirliği yaparak Türk köylerine baskın yapıyor yağmalıyor, köylüleri vurup kırıyordu. 
Hay Allah! Nasılda kaptırdık kendimizi tarihin derinliklerine! Kaptırmayalım da ne yapalım? Gümüşdere çarşı içine girmeden soldaki eski taş bina köyün tek tarihi eseri olan kilisedir. Bu binayı görünce aklımıza İstanbul’un işgal yılları geldi. Neyse biz yine tarihin derinliklerinde biraz dolaşalım.  Papaz Kostantin Çetesi hayli vurgun yaptıktan sonra eğlenmek için başlarında Papaz Kostantin olmak üzere Yenimahalle’ye inmişlerdi. Deniz sahilinde Kamelya gazinosunda saatlerce yiyip içmişler, eğleniyorlardı. Bir anda aşka gelen Papaz Kostantin Efendi ani bir işaretle kapıda asılı duran Türk bayrağını yerinden indirtip yere seriyor üzerinde tepinmeye başlıyor, papazı diğerleri takip ederek Türklere hakaret ediyorlardı. Gürültü üzerine yandaki Osmanlı Gazinosunda oturan ve sefere çıkmak için motor bekleyen üç reis, silahları ellerinde yandaki gazinoya gidiyorlar, bir iki mermi yaktıktan sonra yerdeki bayrağı kaldırttığı gibi başta papaz olmak üzere bayrağın üzerinde tepinenlere öptürtüp selâmlatıyor sonra da çekip gidiyorlardı… Yahu bütün bunları anlatmaya gerek var mıydı? Yoktu ama madem yazdık bari sonucunu da yazalım: Papaz Efendi ile çetesi bir süre sonra İpsiz Recep Reis çetesi tarafından ortadan kaldırıldı.
Belediye otobüsü ile köye girerken gözlerim ister istemez sağ taraftaki üç katlı binaya ve hemen karşısındaki bahçeye, bahçedeki incir ağaçlarına kaydı. Hey gidi yalan dünya hey! Alev alev yanan gözleri ve heyecan kasırgası yaratan yüreği ile bir can yoldaş olan Yıldırım Berber’i görememenin hüznünü yaşadım. Minibüsü ile yıllarca Sarıyer S. K. de futbolcuları, voleybolcuları, basketbolcuları, hentbolcuları antrenmanlara, maçlara taşıdı. Artık yeter bu kadar dediğinde bahçeciliğe döndü ama o kadar. Bir gün bir haber aldık vefat etmiş! Çok yakın bir dostu kaybetmenin açısını hissediyoruz Suat’la birlikte. Sadece Yıldırım’ı mı kaybettik? Sarıyer de ilk döviz bürosu açıldığında tanıdım İsmail’i. Ne kadar iyi insandı, ne kadar iyi dosttu. Yoku yoktu! Unutulmaması belki de ondandır. İsmail’de ani bir ölümle genç yaşta ayrıldı aramızdan.
Gümüşdere’nin yerli halkı Rum’du. Mübadelede (1923/24) Domuzdere Rumları Yunanistan’a giderken, Selanik’in Fuçtan kazasındaki Türklerden 100 hane Türkiye’ye getirilerek Domuzdere’ye yerleştirildi ve köyün adın da Gümüşdere yapıldı.
Gümüşdere’de tarihi eser olarak sadece kilise var.  Kilise önceleri ilkokul ve sonraları da depo olarak kullanıldı. Halen boş duruyor. Neden boş tutuluyor? Köy müzesi yapılamaz mı? Yani eski dönem tarım aletlerinin teşhiri burada yapılamaz mı? Rumların döneminde üç de değirmen vardı şimdi kalıntıları bile kalmamış. Köye girişte solda ve dağ dibindeki çeşme de tarihi bir çeşme ama tarihi özelliği kalmamış. Buz gibi suyu çok boldu ama üst kısımlarda hafriyat yapılınca hem su eksildi ve hem de tadında değişiklik oldu.
İki arkadaş indik belediye otobüsünden, ilk durağımız park olacak. Yani Köy kahvehanesinin karşısındaki park! Sağa sola bakınarak yürüdük. İki tarafta da seyyar balıkçı, palamutlarını satmak için bağırıyorlar. Sağa sola bakınarak parka girdim. Pek çoğu aşina geldi bize ama yerinden fırlayan bir kişi oldu ve masasına davet etti.”Oooo Selamünaleyküm” deyip uzattık ellerimizi tokalaştık. Birkaç aydan beri görmemiştim kendisini. Şu bizim sevimli ağabeyimiz değirmenci Abdurrahman’ın oğlu Ali Kunduracı’dı bizi karşılayan. Dükkânları Av. Aziz Özgür sokaktaydı. Uzun yıllar halka hizmet ettiler. Abdurrahman Efendi rahatsızlanınca işi oğlu Ali’ye bıraktı. Ali’de zamanla işini tasfiye etti ve köye döndü. Çaylarımızı söyledi keyifli içtik. Köyden, köylüden, işlerden, eskilerden-yenilerden bahsettik.
Yahu tesadüfün bu kadarı olur. Bir ara üç dört kişilik bir grup bize doğru geldi. Birini gözüm ısırır gibi oldu. Masamıza buyur etti Ali. Oturdular.” Biri İbrahim abi nasılsın iyi misin? Beni tanımadın değil mi?” Dedi. “Gözüm ısırıyor ama gözlüklerin, sakalın demeğe kalmadan, “Ben İbrahim Erkaptan’ın oğlu Fahrettin’im” dedi. “Tamam, tamam tanıdım, baban arkadaşımdı” dedim. Babasının kendisini bana getirdiğini Sarıyer kulübü genç takımda futbol oynaması için yardımcı olmamı istediğini anlattı. O günün küçüğü, o günleri atlatmış, başarı ile geçtiği gibi iki de çocuk büyütmüş bir erkek, biri kız. Biri üniversite bitirmiş mastır yapmış, diğeri de üniversiteyi bitirmek üzere… Ne denirse onu dedim, yani tebrik ettim. Halen Bahçeköy’de oturuyorlarmış. Çay içip, erken ayrıldılar. Biz devam ettik konuşmaya. Bu konuşmanın sonuçlarını da metin içerisinde anlatacağım tabii.
Selanik göçmenlerinden oluşan köy halkının büyük çoğunluğunu; Berberler, Ozanlar, Çiviler, Özkanlar, Karacalar, Akgüller, Çuğlar, Gümüşler, Adaylar, Günaylar, Bahçıvanlar ve Kunduracılar oluşturur… Halen de böyledir. Her ne kadar geçen süre içinde köy hayli göç aldı ise de bu özelliğini yine korumaktadır.
Köyün çok hatırlı büyükleri vardı. İmam Hüseyin Efendi (Ozan), Ali Ağa (Çiftçi), Hüseyin Kahya, Mustafa Ağa (Berber), Hüseyin Ağa (Kara), İbrahim Ağa (Berber) gibi… Sorduk, hem de ısrarla sorduk aldığımız yanıt ”Günümüzde ağalık yok” oldu! Doğrudur diyoruz ve başka konulara geçiyoruz. Ama ağalık olsa ve kantara vurulsa hiç şüphe yok diyorlar Mehmet Recep Ozan ile Ali Bahçıvan yarışır!
Gümüşdere denildiğinde akla İmam Hüseyin Efendi gelir. Mübadele ile geldiklerinde gelenlerin içinde tek okumuşu ve Türkçe bileni o idi. Hüseyin Efendi köye yerleştikten bir süre sonra imam olarak atandı. Uzun yıllar bu görevi devam ettirdi. Maşallah İmam Efendi boş durmamış ha bire evlat sahibi olmuştu. Mehmet Recep Efendi, Ahmet, İbrahim, Remzi, Oğuz, Galip, Arife, Ali İhsan, Şakir (Şükür) olmak üzere dokuz çocuk sahibi olmuş. Hem imam ve hem de muhtar olarak görev yapan Hüseyin Efendi’yi oğlu Ahmet ile Galip muhtar olarak takip ettiler. Dile kolay Galip dört dönem yani yirmi yıl muhtarlık yaptı (1973-1999 arası ama bir dönem arada boşluk oldu). Daha da yapabilirdi ama yanlış bir hesapla bu şansı kaybetti. Polis okulu öğrencilerini seçmen olarak kaydedince iş koptu, öğrenciler toplu halde rakibine oy verince seçimi kaybetti ve bir daha muhtar olamadı. Muhtar olamadı ama başkan oldu ya! Sarıyer Ziraat Odası Başkanı oldu ve bu görevi ikinci kez üstlendi, devam ettiriyor.
Köy halkı Türkçe bilmiyordu, bilen sadece Rüştiye’den mezun İmam Hüseyin Efendi idi. Adeta Türkçe öğrenilmesi için seferberlik başlatmıştı. Bu arada 1926 da ilkokulda açıldı. Çocuklar okula gitmeye başladılar. Hilmi Bey, Nuri Bey, Ahmet Bey (Armağan), Muzaffer Güçlüler ve Süreyya Ozon Hanım müthiş bir savaş vererek çocukların ve yaşlıların Türkçe öğrenmelerini sağlamaya çalıştılar. 
Süreyya Ozan, İmam Hüseyin Efendi’nin oğlu Ahmet’in hanımıydı. Yıllarca kendinden önceki öğretmenlerin savaşını devam ettirdi. Öylesine mücadele verdi ki verdiği mücadele kitaplara konu oldu. Gazeteci Nail Güreli’nin yazdığı “Evde Kalmış Kızlar” kitabının içindeki “Peçeli Köy” başlıklı yazısından Süreyya Ozan öğretmenden “Çalıkuşu” olarak bahsediyor. İşin tuhafı İmam Hüseyin Efendi’nin Köyün ilk muhtarı olduğunu ve kırk yıl muhtarlık yaptığını yine Nail Güreli’nin yazısından öğreniyoruz. Sadece İmam Efendi ile kalsa. Bu aileden Ahmet de epey bir zaman muhtarlık yaptı, Galip de 20 yıl aynı görevi üstlendi. Bu ailenin bireyleri maşallah muhtar doğdular nerede ise muhtar olarak öleceklerdi. Ama yedirmediler!
Yahu gelin Süreyya Hanım’dan biraz bahsedelim. Kim bu hanım demeyin, başlı başına bir karar insanı, bir yaman devrimci ve cumhuriyetçi. Süreyya Ozan, İmam Hüseyin Efendi’nin ikinci oğlu Bakkal ve Muhtar Ahmet’in Hanımı! Mübarek tam yerine gelin gelmiş. Köy Gümüşdere, halkı mübadiller (Selanik’ten gelenler), kadınların ve kızların tamamı çarşaflı. Okula günah diye kız öğrenci kolay kolay gönderilmiyor. İşte böylesi bir ortamda köyün ilkokulunda öğretmenliğe başladı. Köyde Türkçe konuşan yok varsa da birkaç ailenin erkekleri.  İşte Süreyya Hanım bu şartlarda öğretmen olarak çalışmaya başladı. Köye gelen ve Süreyya Hanım ile görüşen yazar Nail Güreli Süreyya Öğretmenin “Çalıkuşu” olduğunu yazıyor. Süreyya Hanım “Ben doğduğum gün Atatürk ölmüş” diyor. Sonra da iç çekerek köydeki durumu anlatıyor.
            Gümüşdere’nin 1960 yılına kadar ki durumu şöyledir: Türkçe konuşulmaz, kadınlar tarlada ırgat gibi çalışır; kara çarşaf ve peçeyle örtünür….  “Bu dinsel inanca herhangi bir biçimde bağlanabilecek bir –örtünme-’ de değil, çünkü kadınların ayakları çıplak, ortada…”. Süreyya Hanım kara çarşafın terk edilmesi için ailesi ile birlikte yoğun çaba harcıyor ama yavaş yavaş ilerliyor, çok zor anlatabiliyor derdini. Nihayet başından geçen bir olayı da anlatıyor: “Daha bu sabah üç tane genç kız geldi bana. Dert yandılar. Ellerinde gazete vardı. Kara çarşafla mücadele edileceğini, peçenin çarşafın kaldırılacağını okumuşlar, sevinmişler. Ah, Hoca’nım dediler, n’olur bir de bizim köye gelseler, şu çarşafı bir kaldırsalar… Bir kurtulsak şundan…  Özellikle genç kızlar hiç istemiyor peçeye girmeyi. Ama aileleri zorluyor… Şöyle birkaç kişi önayak olup atsa peçeyi, bizim ailelerimiz de razı olur. Ama herkes birbirinden bekliyor ilk hareketi”. Süreyya Hanım o günü ne kadar yalın bir dille anlatmış. O günleri yaşadığım için bilirim. Kız çocukları ilkokulu bitirir bitirmez peçeye sokulur ve ırgat olarak tarlaya gönderilir. Çalışacak kendi hakkını alacaktır. Gümüşdere’de’ erkek kadın, çoluk çocuk tarlada çalışır ve çalıştığının karşılığını alır. Aile büyüğü herkesin hak ettiği parayı kendisine verir. Bu kızlar için daha çok geçerlidir. Kızlar kazandığı para ile yarınını garanti altına alacağını bilir. Kızlara bu şekilde para verilmesinin nedeni çeyizi ile diğer masraflarını bizzat kendilerinin karşılamalarıdır.
            Bir yaman adamdı muhtar ve imam Hüseyin Efendi. Madem Türkiye’deyiz Türkçe konuşmalıyız derdi. Konuşmayanlara ceza kestiği olurdu. Karşı gelen olmazdı, olamazdı, o bir otoriterdi.  Aynı zamanda çarşaf ve peçenin kalkmasını da isterdi ama uygulayamazdı. Koca Hüseyin Efendi bile toplum baskısını yenemedi! Hemen kaydetmeliyim köy halkından yaşı kırkın üzerinde olanların yüzde doksanı ana lisanları olan Makadonca’yı biliyor ama konuşmuyorlar. Gençler ise ana lisanlarını bilmiyor.
            Köyde iş olmadığı zamanlarda, dini ve milli bayramlarda köy hanımları ve bilhassa kızları milli giysileri içinde dolaşırlardı. Renk renk giysiler giyer, çeyrek altınlar, beşibiyerdeler, küpeler ve bilezikler takarlardı. İmam Hüseyin Efendi diyor ki “Sarıyer’de köyden kızlara rastlıyorum; peçeleri kalkık, karşıdan beni görüyorlar hemen peçeler iniyor. Kendi köylülerine karşı hep yüzlerini örterler… Öte yandan hep ayakları çıplaktır. Bunun dinle ilgisi yok…”. Nail Güreli ne kadar da güzel anlatmış Gümüşdere’li hanımları.. Artık çarşaf giyen yok. Bir kaç kişi bahçeye giderken giyiyor, hepsi o kadar! Peçe ise tamamen terk edilmiş.
İmam Hüseyin Efendi’nin ailesinden bahsetmişken köyün en yaşlısı Mehmet Recep Ozan‘dan da bahsedelim. İmam Hüseyin Efendi’nin en büyük oğludur.22 yıl Kısırkaya ‘da 6 yıl Gümüşdere’de imamı olarak görev yaptı. Halen köyün en yaşlısı ve saygın insanı olarak yaşamını devam ettirmektedir. Camide öğle namazından çıkarken görüştük kendisiyle, öptük  elini, nurlu yüzü ve gülen gözleri ile süzdü bizi, çay içmeye buyur etti. Mübarek adam 1922 doğumlu yani tam tamamına 90 yaşında. Türkiye’ye mübadele ile geldiklerinde iki yaşındaymış. Selanik’te yaşadığı iki yılı bırakalım da Türkiye’de yaşadığı kadar yaşamasını Allah’tan dileyelim, Allah kabul ederse dünyanın en yaşlı insanı olarak gözlerini kapar!
Öğle namazı için camiye girerken karşılaştık Ekrem Berber ile! Her zaman ki gibi görünce bizi, sanki on sekiz yaşında bir delikanlı gibi yüzü kızardı, heyecanlandı. Sarıldık birbirimize. Ne yapalım demeğe vakit kalmadan gelin yemek yiyelim dedi. Yok dememize imkân var mı? Zaten böyle davet bekliyorduk. Hemen lokantaya gittik. Masa dört kişilik bir eksiğimiz var! Salata köfte derken dördüncü kişi de geldi. Tamamen tesadüf. Bu gelen de İsmail Geçim! Sarıyer’in eski futbolcularından biri. Belirtmek isterim Ekrem Berber futbol antrenörüdür. Yıllarca Sarıyer Spor Kulübü alt yapısında antrenörlük yaptı. Pek çok futbolcunun yetişmesine katkı verdi. Gümüşdere Spor kulübünün kurulmasına yardımcı oldu. Aynı zamanda antrenörlüğünü yaptı. İsmail Geçim’de Ekrem’in öğrencilerinden… Güle-konuşa sohbet ederek yedik yemeği. Ekrem “Tatlı var….” Dediği anda İsmail “eyvallah” deyip ayrıldı masadan çekip gitti. Meğer hesabı ödemiş, biz de tatlıyı yiyememiş olduk. İsmail Geçim işini hayli geliştirmiş ve İstanbul’un sayılı emlâkçılarından biri olmuş… Ne kadar iyi!  Yemek sonrası tekrar Park kahvehanesine gittik. İçtik çaylarımızı ve sorduk soracaklarımızı. Yeteri bilgiyi alınca kalkalım dedik, bu arada epey zamandır görmediğim Topal Hasan’ı sordum. Diğer kahvedeymiş gidip onu da gördük. Nerede ise 10-15 yıldır görmemiştim. Hayli çökmüş, çok yaşlandım diyor, sordum 82 yaşındayım dedi. Hesabını yaptım 81 yaşını bitirmiş seksen ikiden birkaç ay almış! Söyledim gülüştük… Dünya ne kadar küçük, eskileri andık…
Gümüşdere köyü İstanbul’un en büyük ziraat merkeziydi. Köyde yetiştirilen zerzevat, hem de her çeşidi, sabah çok erken saatlerde İstanbul’a gönderilerek değerlendirilirdi. Tabii ki her sabah Sarıyer’den R. Hisara kadar Gümüşderelilerin at arabaları ile sebze meyve sattıklarını da hatırlar ve hatırlatırız. At arabalarının yerini şimdi kamyonetler aldı. Sarıyer’in, Büyükdere’nin, Çayırbaşı’nın pazarlarında Gümüşdereli köylüleri kendi mamullerini satarken görmek mümkün! Sarıyer’in pazartesi pazarı sırf Sarıyer köylülerine tahsis edilmiş. Yerli ürün almak için erken yola çıkmak gerekiyor, yoksa nanay!
Gümüşdere’de yine bahçecilik yapılmaktadır. Yaz-kış bahçeciliği mesken edindiler köylüler. Yazın normal bahçe çalışması, yılın on iki ayı ise seracılık. Her türlü zerzevat yetiştirilerek halka sunulur. Zaman zaman kaçamak da yapılmıyor değil. Halden getirilen zerzevatın yerli olarak halka kakalandığını da unutmamak gerekir.
1960 daha doğrusu 1970 sonrası köy dışında iş tutanlarda oldu. Halkın bir kısmı taşımacılığa yöneldi.  Bilhassa minibüsçülük köyün ikinci işi oldu. Pek çok kişi minibüsle taşımacılık yapıyor. Abartmadan diyebiliriz ki: köy insanına ait 50 adet kadar hatlı minibüs ve 10 dan fazla da taksi var.
Rumların zamanında köy üzüm bağları ve şarapları ile çok önemli bir yer iken, mübadillerin gelmesi ile ziraatın fevkalade yapıldığı bir yer oldu. Bu konumunu devam ettirirken, 30-40 yıldan bu yana plajı ile de ilgi çekmektedir. Gümüşdere plajı bol kumu ve temiz suyu ile aranılan bir plajdır. Her yaz yüzlerce çadır kurularak deniz sahil boyu adeta çadırdan kent haline gelir.  Plajın otoparkı, kafeteryası, büfesi, restaurantı var. Plaj Gümüşdere köyü muhtarlığı tarafından işletilmektedir.
Köylülerin önemli bir derdi var. Efendim Adile Mermerci Polis Meslek Lisesi eski konumundan uzaklaşmış! Ne dir? Diye sorduk. Anlattılar. Artık Türk polis adaylarına hizmet vermiyormuş. Bu okulda Libya’dan getirilen 800 Libyalı gence eğitim veriliyormuş. Anlatılanlara göre polislikle de ilgili değilmiş, sanki Libya’ya militan yetiştiriliyormuş. Ne geceleri var ne gündüzleri. Köy halkını rahatsız ediyorlarmış. Geçenlerde köylü gençlerle büyük bir kavga olmuş… Libyalılar neye güveniyor da bu kadar rahat hareket ediyorlar, akıl kârı değil diyorlar. Köy halkı çok tedirgin! Biz sadece dinliyoruz, el koyacak düzeltecek halimiz ve yetkimiz yok ki müdahale edelim. Devlet bizim devletimiz bir bildiği vardır diyoruz ve geçiyoruz. Ama şunu da belirtelim: Aldığımız duyuma göre uygun bulunmayan 70 Libyalı geri gönderilmiş. O da kendi bilecekleri bir iş. Bizi ilgilendirmez.
Köy İlkokulu hem bakımsız ve hem de yeterli değilmiş! Nüfus artıyor ama okula yeni ilave her hangi bir şey yapılmıyor. Köyün tek camisi var ve yetersiz, küçük diyorlar. Ama öğle namazını bir bucuk saf olarak kıldık. Buna göre cami yeterli. Aslında yeni cami (1966) ama zamanında küçük yapılmış. Belki Cuma ve bayram namazlarında yetmez. O kadar da olur!
Gözlerim Ali Özkan’ı arada ama nafile. Sarıyer’de oturuyor ara sıra geliyormuş! Ali Özkan iyi bir arkadaş, her zaman gülen yüzü ve sakinliği ile dikkat çeker. Genç yaşta minibüs aldı ve taşımacılığı kendisine meslek edindi. Köyden bağını koparmadı, zaman zaman uğruyor. Kolay mı Sarıyer damadı olacaksın, sonra da Sarıyer’i terk edip köyü gideceksin!
Gümüşdere’de hayli dolaştık, pek çok kişiyle de dertleşip söyleştik. Az çok bilgilerimizi aktardık. Biraz da kısa pasajlar halinde anlatıma devam edelim. Bakalım daha neler var ve neler olmuş...
Gümüşderelilerin unutamadığı olay muhtarlık seçimidir. Köyden dört aday çıkınca Sivaslı Abdullah Gündoğdu Muhtarlığı, Adile Mermerci Polis Meslek Lisesi öğrencilerinin oyları ile kazandı. Halen görevde, demek ki iyi strateji uygulamış. Bu güne kadar tespit edilen köy muhtarları: İmam Hüseyin Efendi, Memiş Çivi. İbrahim Berber, Mehmet Sami Akgül, Ali Bahçıvan, Mustafa Değirmenci, Ahmet Ozan, Galip Ozan, Mustafa Akgül, Cevat Mutlu ve Abdullah Gündoğdu.
Gümüşdere iki mahalleden meydana geliyor; Orta Mahalle ve Yukarı mahalle. Köyde ayrıca üç lojman var. Köyün üst kısmında bir de Ramkent adlı site var. Hayati-Haşim Kaptanoğlu ailelerine ait üç villa ise hayli üst kısımda ama ikamet eden yok.
Köy sınırları içinde Boğaziçi Üniversitesine ait sosyal tesis, derslikler var. Ayrıca Mimar Sinan Üniversitesine ait plaj bulunuyor. Köyde imar izni yok o nedenle bina olarak fazla gelişmiş değil. Köyde 5 dükkân, 4 kahvehane, 3 berber, 1 kasap, 1 park, 1 ota yıkama var.. Köyde şehir suyu, elektrik ve doğalgaz var… Ayrıca Sarıyer Belediyesine ait İletişim Noktası.
Köyün bir de spor kulübü var. Gümüşdere Spor Kulübü. 1990 yılında: İsmail Berbar, Ali Özkan, Ali İhsan Ozan, Kamil Karaca, E krem Berber, Hasan Berber ve Erol Berber tarafından kurulmuş. Kurucular arasında Berber ailesinden dört kişi olunca “Berberler kulübü oldu” diyenler olmuş! Derler, kınamamak gerekir, zira espri her yerde espridir. Bazen espri olduğu geç anlaşılır.
Ayrıca köyde Atlı Tur, At Sevenler Yardımlaşma Derneği ve Tulya Kurtulan Binicilik Akademisi adlı bir kulüp ve tesisler var. Ama köyün en önemli ve etkin kuruluşu Gümüşdere Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’dir (1972). Yıllardan beri faaliyetini devam ettirmektedir.
Köy içindeki çeşme yenilenmiş ve meydan çeşmesi haline getirilmiş, Yenileyen Pastacı Erol Uzunatağan Çeşme 1964 yapılmış, Erol Uzunatağan tarafından 2006 da onarılarak  hayrat edilmiş. Kısa bir süre sonra da Erol Uzunatağan terki dünya eylemiş, Allah rahmet etsin.
Gümüşdere arazi olarak değilse de yerli nüfus olarak Sarıyer Köylerinin en büyüğü! Konuştuklarımız bunu özellikle vurguluyorlar. Diğer köylerin, örneğin Uskumruköy, Zekeriyköy, Bahçeköy gibi bölgelerin imar izni olmaları köylerinin büyümelerine neden olmuş bunu da söylemekten geri kalmıyorlar. Ama köylülerin istediği kendilerinin rahatlıkla ikametleri için ev yapabilmelerine izin verilmesi. Yoksa sitelere vermeye niyetleri olmadığını ısrarla söylüyorlar. Nedeni de biz çiftçiyiz, çiftçi olarak kalacağız diyorlar.
Benim görevim gördüklerimi, bana anlatanları olduğu gibi aktarmak, öyle yaptım!
İşimiz bitti, Sarıyer’e döneceğiz. Cadde kenarındaki kahvehanenin saçağı altındaki masalardan birine iliştik ve sohbete burada devam ettik. Ya otobüs gelecek ya da minibüs. Hangisi gelirse işimize yarar. Kısırkaya yönünden gelen minibüs gözüktü, ayaklandık ve ayrıldık sevgili Ekrem Berber’den. Gümüşdere’yi arkada bırakırken gelecek hafta hangi köye yelken açacağımızı düşünüyorum. Bakalım gelen günler ne gösterecek.
07.10.2012

1 yorum:

Ayşe Günenler dedi ki...

Sarıyer gerçekten İstanbul'un en değerli semtlerinden bir tanesi bence. Özellikle de sarıyer altınkum kadınlar plajı bence buranın en önemli değerlerinden bir tanesi. O kadar kolay kafa dinliyorsunuz ki burada o temiz suda, http://kadinlarplajiservisi.com üzerinden hemen servisi arıyorum kapımın önünden alıp geri kapımın önüne gayet ucuz bir şekilde gidip geliyorum :) Bu tür istanbul'un semtlerini anlatan yazılarınıza lütfen devam edin sıkı takipteyim :)