Kışı kış
yaptığı gibi yazı da yaz yaptı doğrusu. Dolaştıkça adeta sarpa sarıyoruz. Yorgunluk,
bitkinlik, ter ve gölgelik bir yere kapağı atmak! Sanki günlere kıran girdi?
Canının kıymetini bil, hele şu yazın kahredici sıcaklığı geçsin, serin havalar
gelsin o zaman düşersin yollara! Ama ne gezer şartlanmışız, düştüğümüz yolu
sonlandıracağız diye. Sarıyer kazan biz kepçe misali Suat Uysallar’la beraber
dolaşıp duruyoruz Sarıyer köylerinde. Bu kez yolumuz Gümüşdere! Yani eski ismi
ile Domuzdere!
Önce
belirtmeliyim ki ilk uğradığım kişi eski Muhtar Galip Ozan oldu. Galip Ozan’ı
Sarıyer’deki ofisinde bulup uzun uzun görüştüm ve istediğim bilgileri aldım,
onları sırası ile aktaracağım.
Domuzdere
Bizanslılar döneminde bu ismi taşıyordu. Osmanlılar döneminde de aynı isimle
devam etti. Milli mücadele sonrasında köyün ismi Gümüşdere olarak değiştirildi.
Bu köyün halkının tamamı Rum’du. Türkler daha ziyade yakın köylerde vardı.
İstanbul
işgali yıllarında Domuzdere’nin ismi sık sık gündemde kaldı. Domuzdere
denildiği zaman korku dağları bekler oldu. Bunun nedeni bu büyük Rum köyünün
işgalcilerden yana tavır almalarıydı. Tavır almakla kalsalar iyi, bir de çete
oluşturmuşlardı otuz beş kırk kişilik. Başlarında da meşhur Papaz Kostantin
vardı. Kostantin kendi başına buyruk hareket ediyor ve Türklerin yoğun olduğu
köyleri basıyor, haraç alıyor, vurup kırıyordu. Zaman zaman bununla yetinmiyor
ve Rumların yoğun olduğu sahil şeridi mahallelere iniyordu. İşgalciler yani
İngilizler ile Yunanlılar, Sarıyer köylerinin susturulmasını, güçlerinin
kırılmasını istiyorlardı. Sırf bu nedenle Girit’ten Kaptan Andon isimli azılı
bir çete reisini getirmiştlerdi. Bu çete reisi Papaz Kostantin’le işbirliği
yaparak Türk köylerine baskın yapıyor yağmalıyor, köylüleri vurup
kırıyordu.
Hay Allah!
Nasılda kaptırdık kendimizi tarihin derinliklerine! Kaptırmayalım da ne
yapalım? Gümüşdere çarşı içine girmeden soldaki eski taş bina köyün tek tarihi
eseri olan kilisedir. Bu binayı görünce aklımıza İstanbul’un işgal yılları
geldi. Neyse biz yine tarihin derinliklerinde biraz dolaşalım. Papaz Kostantin Çetesi hayli vurgun yaptıktan
sonra eğlenmek için başlarında Papaz Kostantin olmak üzere Yenimahalle’ye inmişlerdi.
Deniz sahilinde Kamelya gazinosunda saatlerce yiyip içmişler, eğleniyorlardı.
Bir anda aşka gelen Papaz Kostantin Efendi ani bir işaretle kapıda asılı duran
Türk bayrağını yerinden indirtip yere seriyor üzerinde tepinmeye başlıyor, papazı
diğerleri takip ederek Türklere hakaret ediyorlardı. Gürültü üzerine yandaki
Osmanlı Gazinosunda oturan ve sefere çıkmak için motor bekleyen üç reis,
silahları ellerinde yandaki gazinoya gidiyorlar, bir iki mermi yaktıktan sonra yerdeki
bayrağı kaldırttığı gibi başta papaz olmak üzere bayrağın üzerinde tepinenlere
öptürtüp selâmlatıyor sonra da çekip gidiyorlardı… Yahu bütün bunları anlatmaya
gerek var mıydı? Yoktu ama madem yazdık bari sonucunu da yazalım: Papaz Efendi ile
çetesi bir süre sonra İpsiz Recep Reis çetesi tarafından ortadan kaldırıldı.
Belediye
otobüsü ile köye girerken gözlerim ister istemez sağ taraftaki üç katlı binaya
ve hemen karşısındaki bahçeye, bahçedeki incir ağaçlarına kaydı. Hey gidi yalan
dünya hey! Alev alev yanan gözleri ve heyecan kasırgası yaratan yüreği ile bir
can yoldaş olan Yıldırım Berber’i görememenin hüznünü yaşadım. Minibüsü ile
yıllarca Sarıyer S. K. de futbolcuları, voleybolcuları, basketbolcuları,
hentbolcuları antrenmanlara, maçlara taşıdı. Artık yeter bu kadar dediğinde
bahçeciliğe döndü ama o kadar. Bir gün bir haber aldık vefat etmiş! Çok yakın
bir dostu kaybetmenin açısını hissediyoruz Suat’la birlikte. Sadece Yıldırım’ı
mı kaybettik? Sarıyer de ilk döviz bürosu açıldığında tanıdım İsmail’i. Ne
kadar iyi insandı, ne kadar iyi dosttu. Yoku yoktu! Unutulmaması belki de
ondandır. İsmail’de ani bir ölümle genç yaşta ayrıldı aramızdan.
Gümüşdere’nin
yerli halkı Rum’du. Mübadelede (1923/24) Domuzdere Rumları Yunanistan’a
giderken, Selanik’in Fuçtan kazasındaki Türklerden 100 hane Türkiye’ye
getirilerek Domuzdere’ye yerleştirildi ve köyün adın da Gümüşdere yapıldı.
Gümüşdere’de
tarihi eser olarak sadece kilise var. Kilise
önceleri ilkokul ve sonraları da depo olarak kullanıldı. Halen boş duruyor.
Neden boş tutuluyor? Köy müzesi yapılamaz mı? Yani eski dönem tarım aletlerinin
teşhiri burada yapılamaz mı? Rumların döneminde üç de değirmen vardı şimdi
kalıntıları bile kalmamış. Köye girişte solda ve dağ dibindeki çeşme de tarihi
bir çeşme ama tarihi özelliği kalmamış. Buz gibi suyu çok boldu ama üst
kısımlarda hafriyat yapılınca hem su eksildi ve hem de tadında değişiklik oldu.
İki arkadaş
indik belediye otobüsünden, ilk durağımız park olacak. Yani Köy kahvehanesinin
karşısındaki park! Sağa sola bakınarak yürüdük. İki tarafta da seyyar balıkçı,
palamutlarını satmak için bağırıyorlar. Sağa sola bakınarak parka girdim. Pek
çoğu aşina geldi bize ama yerinden fırlayan bir kişi oldu ve masasına davet
etti.”Oooo Selamünaleyküm” deyip uzattık ellerimizi tokalaştık. Birkaç aydan
beri görmemiştim kendisini. Şu bizim sevimli ağabeyimiz değirmenci Abdurrahman’ın
oğlu Ali Kunduracı’dı bizi karşılayan. Dükkânları Av. Aziz Özgür sokaktaydı.
Uzun yıllar halka hizmet ettiler. Abdurrahman Efendi rahatsızlanınca işi oğlu Ali’ye
bıraktı. Ali’de zamanla işini tasfiye etti ve köye döndü. Çaylarımızı söyledi
keyifli içtik. Köyden, köylüden, işlerden, eskilerden-yenilerden bahsettik.
Yahu
tesadüfün bu kadarı olur. Bir ara üç dört kişilik bir grup bize doğru geldi. Birini
gözüm ısırır gibi oldu. Masamıza buyur etti Ali. Oturdular.” Biri İbrahim abi
nasılsın iyi misin? Beni tanımadın değil mi?” Dedi. “Gözüm ısırıyor ama
gözlüklerin, sakalın demeğe kalmadan, “Ben İbrahim Erkaptan’ın oğlu
Fahrettin’im” dedi. “Tamam, tamam tanıdım, baban arkadaşımdı” dedim. Babasının
kendisini bana getirdiğini Sarıyer kulübü genç takımda futbol oynaması için yardımcı
olmamı istediğini anlattı. O günün küçüğü, o günleri atlatmış, başarı ile
geçtiği gibi iki de çocuk büyütmüş bir erkek, biri kız. Biri üniversite
bitirmiş mastır yapmış, diğeri de üniversiteyi bitirmek üzere… Ne denirse onu
dedim, yani tebrik ettim. Halen Bahçeköy’de oturuyorlarmış. Çay içip, erken
ayrıldılar. Biz devam ettik konuşmaya. Bu konuşmanın sonuçlarını da metin
içerisinde anlatacağım tabii.
Selanik
göçmenlerinden oluşan köy halkının büyük çoğunluğunu; Berberler, Ozanlar,
Çiviler, Özkanlar, Karacalar, Akgüller, Çuğlar, Gümüşler, Adaylar, Günaylar,
Bahçıvanlar ve Kunduracılar oluşturur… Halen de böyledir. Her ne kadar geçen
süre içinde köy hayli göç aldı ise de bu özelliğini yine korumaktadır.
Köyün çok
hatırlı büyükleri vardı. İmam Hüseyin Efendi (Ozan), Ali Ağa (Çiftçi), Hüseyin
Kahya, Mustafa Ağa (Berber), Hüseyin Ağa (Kara), İbrahim Ağa (Berber) gibi…
Sorduk, hem de ısrarla sorduk aldığımız yanıt ”Günümüzde ağalık yok” oldu!
Doğrudur diyoruz ve başka konulara geçiyoruz. Ama ağalık olsa ve kantara
vurulsa hiç şüphe yok diyorlar Mehmet Recep Ozan ile Ali Bahçıvan yarışır!
Gümüşdere
denildiğinde akla İmam Hüseyin Efendi gelir. Mübadele ile geldiklerinde
gelenlerin içinde tek okumuşu ve Türkçe bileni o idi. Hüseyin Efendi köye
yerleştikten bir süre sonra imam olarak atandı. Uzun yıllar bu görevi devam
ettirdi. Maşallah İmam Efendi boş durmamış ha bire evlat sahibi olmuştu. Mehmet
Recep Efendi, Ahmet, İbrahim, Remzi, Oğuz, Galip, Arife, Ali İhsan, Şakir
(Şükür) olmak üzere dokuz çocuk sahibi olmuş. Hem imam ve hem de muhtar olarak
görev yapan Hüseyin Efendi’yi oğlu Ahmet ile Galip muhtar olarak takip ettiler.
Dile kolay Galip dört dönem yani yirmi yıl muhtarlık yaptı (1973-1999 arası ama
bir dönem arada boşluk oldu). Daha da yapabilirdi ama yanlış bir hesapla bu
şansı kaybetti. Polis okulu öğrencilerini seçmen olarak kaydedince iş koptu,
öğrenciler toplu halde rakibine oy verince seçimi kaybetti ve bir daha muhtar
olamadı. Muhtar olamadı ama başkan oldu ya! Sarıyer Ziraat Odası Başkanı oldu
ve bu görevi ikinci kez üstlendi, devam ettiriyor.
Köy halkı
Türkçe bilmiyordu, bilen sadece Rüştiye’den mezun İmam Hüseyin Efendi idi.
Adeta Türkçe öğrenilmesi için seferberlik başlatmıştı. Bu arada 1926 da
ilkokulda açıldı. Çocuklar okula gitmeye başladılar. Hilmi Bey, Nuri Bey, Ahmet
Bey (Armağan), Muzaffer Güçlüler ve Süreyya Ozon Hanım müthiş bir savaş vererek
çocukların ve yaşlıların Türkçe öğrenmelerini sağlamaya çalıştılar.
Süreyya
Ozan, İmam Hüseyin Efendi’nin oğlu Ahmet’in hanımıydı. Yıllarca kendinden
önceki öğretmenlerin savaşını devam ettirdi. Öylesine mücadele verdi ki verdiği
mücadele kitaplara konu oldu. Gazeteci Nail Güreli’nin yazdığı “Evde Kalmış
Kızlar” kitabının içindeki “Peçeli Köy” başlıklı yazısından Süreyya Ozan
öğretmenden “Çalıkuşu” olarak bahsediyor. İşin tuhafı İmam Hüseyin Efendi’nin
Köyün ilk muhtarı olduğunu ve kırk yıl muhtarlık yaptığını yine Nail Güreli’nin
yazısından öğreniyoruz. Sadece İmam Efendi ile kalsa. Bu aileden Ahmet de epey
bir zaman muhtarlık yaptı, Galip de 20 yıl aynı görevi üstlendi. Bu ailenin
bireyleri maşallah muhtar doğdular nerede ise muhtar olarak öleceklerdi. Ama
yedirmediler!
Yahu gelin
Süreyya Hanım’dan biraz bahsedelim. Kim bu hanım demeyin, başlı başına bir
karar insanı, bir yaman devrimci ve cumhuriyetçi. Süreyya Ozan, İmam Hüseyin
Efendi’nin ikinci oğlu Bakkal ve Muhtar Ahmet’in Hanımı! Mübarek tam yerine
gelin gelmiş. Köy Gümüşdere, halkı mübadiller (Selanik’ten gelenler),
kadınların ve kızların tamamı çarşaflı. Okula günah diye kız öğrenci kolay
kolay gönderilmiyor. İşte böylesi bir ortamda köyün ilkokulunda öğretmenliğe
başladı. Köyde Türkçe konuşan yok varsa da birkaç ailenin erkekleri. İşte Süreyya Hanım bu şartlarda öğretmen
olarak çalışmaya başladı. Köye gelen ve Süreyya Hanım ile görüşen yazar Nail
Güreli Süreyya Öğretmenin “Çalıkuşu” olduğunu yazıyor. Süreyya Hanım “Ben
doğduğum gün Atatürk ölmüş” diyor. Sonra da iç çekerek köydeki durumu
anlatıyor.
Gümüşdere’nin 1960 yılına kadar ki
durumu şöyledir: Türkçe konuşulmaz, kadınlar tarlada ırgat gibi çalışır; kara
çarşaf ve peçeyle örtünür…. “Bu dinsel
inanca herhangi bir biçimde bağlanabilecek bir –örtünme-’ de değil, çünkü
kadınların ayakları çıplak, ortada…”. Süreyya Hanım kara çarşafın terk edilmesi
için ailesi ile birlikte yoğun çaba harcıyor ama yavaş yavaş ilerliyor, çok zor
anlatabiliyor derdini. Nihayet başından geçen bir olayı da anlatıyor: “Daha bu
sabah üç tane genç kız geldi bana. Dert yandılar. Ellerinde gazete vardı. Kara
çarşafla mücadele edileceğini, peçenin çarşafın kaldırılacağını okumuşlar,
sevinmişler. Ah, Hoca’nım dediler, n’olur bir de bizim köye gelseler, şu
çarşafı bir kaldırsalar… Bir kurtulsak şundan…
Özellikle genç kızlar hiç istemiyor peçeye girmeyi. Ama aileleri
zorluyor… Şöyle birkaç kişi önayak olup atsa peçeyi, bizim ailelerimiz de razı
olur. Ama herkes birbirinden bekliyor ilk hareketi”. Süreyya Hanım o günü ne
kadar yalın bir dille anlatmış. O günleri yaşadığım için bilirim. Kız çocukları
ilkokulu bitirir bitirmez peçeye sokulur ve ırgat olarak tarlaya gönderilir.
Çalışacak kendi hakkını alacaktır. Gümüşdere’de’ erkek kadın, çoluk çocuk
tarlada çalışır ve çalıştığının karşılığını alır. Aile büyüğü herkesin hak
ettiği parayı kendisine verir. Bu kızlar için daha çok geçerlidir. Kızlar
kazandığı para ile yarınını garanti altına alacağını bilir. Kızlara bu şekilde
para verilmesinin nedeni çeyizi ile diğer masraflarını bizzat kendilerinin
karşılamalarıdır.
Bir yaman adamdı muhtar ve imam
Hüseyin Efendi. Madem Türkiye’deyiz Türkçe konuşmalıyız derdi. Konuşmayanlara
ceza kestiği olurdu. Karşı gelen olmazdı, olamazdı, o bir otoriterdi. Aynı zamanda çarşaf ve peçenin kalkmasını da
isterdi ama uygulayamazdı. Koca Hüseyin Efendi bile toplum baskısını yenemedi!
Hemen kaydetmeliyim köy halkından yaşı kırkın üzerinde olanların yüzde doksanı
ana lisanları olan Makadonca’yı biliyor ama konuşmuyorlar. Gençler ise ana
lisanlarını bilmiyor.
Köyde iş olmadığı zamanlarda, dini
ve milli bayramlarda köy hanımları ve bilhassa kızları milli giysileri içinde
dolaşırlardı. Renk renk giysiler giyer, çeyrek altınlar, beşibiyerdeler,
küpeler ve bilezikler takarlardı. İmam Hüseyin Efendi diyor ki “Sarıyer’de
köyden kızlara rastlıyorum; peçeleri kalkık, karşıdan beni görüyorlar hemen
peçeler iniyor. Kendi köylülerine karşı hep yüzlerini örterler… Öte yandan hep
ayakları çıplaktır. Bunun dinle ilgisi yok…”. Nail Güreli ne kadar da güzel
anlatmış Gümüşdere’li hanımları.. Artık çarşaf giyen yok. Bir kaç kişi bahçeye
giderken giyiyor, hepsi o kadar! Peçe ise tamamen terk edilmiş.
İmam Hüseyin
Efendi’nin ailesinden bahsetmişken köyün en yaşlısı Mehmet Recep Ozan‘dan da
bahsedelim. İmam Hüseyin Efendi’nin en büyük oğludur.22 yıl Kısırkaya ‘da 6 yıl
Gümüşdere’de imamı olarak görev yaptı. Halen köyün en yaşlısı ve saygın insanı
olarak yaşamını devam ettirmektedir. Camide öğle namazından çıkarken görüştük kendisiyle,
öptük elini, nurlu yüzü ve gülen gözleri
ile süzdü bizi, çay içmeye buyur etti. Mübarek adam 1922 doğumlu yani tam tamamına
90 yaşında. Türkiye’ye mübadele ile geldiklerinde iki yaşındaymış. Selanik’te
yaşadığı iki yılı bırakalım da Türkiye’de yaşadığı kadar yaşamasını Allah’tan
dileyelim, Allah kabul ederse dünyanın en yaşlı insanı olarak gözlerini kapar!
Öğle namazı
için camiye girerken karşılaştık Ekrem Berber ile! Her zaman ki gibi görünce
bizi, sanki on sekiz yaşında bir delikanlı gibi yüzü kızardı, heyecanlandı.
Sarıldık birbirimize. Ne yapalım demeğe vakit kalmadan gelin yemek yiyelim
dedi. Yok dememize imkân var mı? Zaten böyle davet bekliyorduk. Hemen lokantaya
gittik. Masa dört kişilik bir eksiğimiz var! Salata köfte derken dördüncü kişi
de geldi. Tamamen tesadüf. Bu gelen de İsmail Geçim! Sarıyer’in eski
futbolcularından biri. Belirtmek isterim Ekrem Berber futbol antrenörüdür.
Yıllarca Sarıyer Spor Kulübü alt yapısında antrenörlük yaptı. Pek çok
futbolcunun yetişmesine katkı verdi. Gümüşdere Spor kulübünün kurulmasına
yardımcı oldu. Aynı zamanda antrenörlüğünü yaptı. İsmail Geçim’de Ekrem’in
öğrencilerinden… Güle-konuşa sohbet ederek yedik yemeği. Ekrem “Tatlı var….”
Dediği anda İsmail “eyvallah” deyip ayrıldı masadan çekip gitti. Meğer hesabı
ödemiş, biz de tatlıyı yiyememiş olduk. İsmail Geçim işini hayli geliştirmiş ve
İstanbul’un sayılı emlâkçılarından biri olmuş… Ne kadar iyi! Yemek sonrası tekrar Park kahvehanesine
gittik. İçtik çaylarımızı ve sorduk soracaklarımızı. Yeteri bilgiyi alınca
kalkalım dedik, bu arada epey zamandır görmediğim Topal Hasan’ı sordum. Diğer
kahvedeymiş gidip onu da gördük. Nerede ise 10-15 yıldır görmemiştim. Hayli çökmüş,
çok yaşlandım diyor, sordum 82 yaşındayım dedi. Hesabını yaptım 81 yaşını
bitirmiş seksen ikiden birkaç ay almış! Söyledim gülüştük… Dünya ne kadar
küçük, eskileri andık…
Gümüşdere
köyü İstanbul’un en büyük ziraat merkeziydi. Köyde yetiştirilen zerzevat, hem
de her çeşidi, sabah çok erken saatlerde İstanbul’a gönderilerek
değerlendirilirdi. Tabii ki her sabah Sarıyer’den R. Hisara kadar
Gümüşderelilerin at arabaları ile sebze meyve sattıklarını da hatırlar ve
hatırlatırız. At arabalarının yerini şimdi kamyonetler aldı. Sarıyer’in,
Büyükdere’nin, Çayırbaşı’nın pazarlarında Gümüşdereli köylüleri kendi
mamullerini satarken görmek mümkün! Sarıyer’in pazartesi pazarı sırf Sarıyer
köylülerine tahsis edilmiş. Yerli ürün almak için erken yola çıkmak gerekiyor,
yoksa nanay!
Gümüşdere’de
yine bahçecilik yapılmaktadır. Yaz-kış bahçeciliği mesken edindiler köylüler.
Yazın normal bahçe çalışması, yılın on iki ayı ise seracılık. Her türlü
zerzevat yetiştirilerek halka sunulur. Zaman zaman kaçamak da yapılmıyor değil.
Halden getirilen zerzevatın yerli olarak halka kakalandığını da unutmamak
gerekir.
1960 daha
doğrusu 1970 sonrası köy dışında iş tutanlarda oldu. Halkın bir kısmı
taşımacılığa yöneldi. Bilhassa minibüsçülük
köyün ikinci işi oldu. Pek çok kişi minibüsle taşımacılık yapıyor. Abartmadan
diyebiliriz ki: köy insanına ait 50 adet kadar hatlı minibüs ve 10 dan fazla da
taksi var.
Rumların
zamanında köy üzüm bağları ve şarapları ile çok önemli bir yer iken,
mübadillerin gelmesi ile ziraatın fevkalade yapıldığı bir yer oldu. Bu konumunu
devam ettirirken, 30-40 yıldan bu yana plajı ile de ilgi çekmektedir. Gümüşdere
plajı bol kumu ve temiz suyu ile aranılan bir plajdır. Her yaz yüzlerce çadır
kurularak deniz sahil boyu adeta çadırdan kent haline gelir. Plajın otoparkı, kafeteryası, büfesi,
restaurantı var. Plaj Gümüşdere köyü muhtarlığı tarafından işletilmektedir.
Köylülerin
önemli bir derdi var. Efendim Adile Mermerci Polis Meslek Lisesi eski
konumundan uzaklaşmış! Ne dir? Diye sorduk. Anlattılar. Artık Türk polis
adaylarına hizmet vermiyormuş. Bu okulda Libya’dan getirilen 800 Libyalı gence
eğitim veriliyormuş. Anlatılanlara göre polislikle de ilgili değilmiş, sanki
Libya’ya militan yetiştiriliyormuş. Ne geceleri var ne gündüzleri. Köy halkını
rahatsız ediyorlarmış. Geçenlerde köylü gençlerle büyük bir kavga olmuş…
Libyalılar neye güveniyor da bu kadar rahat hareket ediyorlar, akıl kârı değil
diyorlar. Köy halkı çok tedirgin! Biz sadece dinliyoruz, el koyacak düzeltecek
halimiz ve yetkimiz yok ki müdahale edelim. Devlet bizim devletimiz bir bildiği
vardır diyoruz ve geçiyoruz. Ama şunu da belirtelim: Aldığımız duyuma göre
uygun bulunmayan 70 Libyalı geri gönderilmiş. O da kendi bilecekleri bir iş.
Bizi ilgilendirmez.
Köy İlkokulu
hem bakımsız ve hem de yeterli değilmiş! Nüfus artıyor ama okula yeni ilave her
hangi bir şey yapılmıyor. Köyün tek camisi var ve yetersiz, küçük diyorlar. Ama
öğle namazını bir bucuk saf olarak kıldık. Buna göre cami yeterli. Aslında yeni
cami (1966) ama zamanında küçük yapılmış. Belki Cuma ve bayram namazlarında
yetmez. O kadar da olur!
Gözlerim Ali
Özkan’ı arada ama nafile. Sarıyer’de oturuyor ara sıra geliyormuş! Ali Özkan
iyi bir arkadaş, her zaman gülen yüzü ve sakinliği ile dikkat çeker. Genç yaşta
minibüs aldı ve taşımacılığı kendisine meslek edindi. Köyden bağını koparmadı,
zaman zaman uğruyor. Kolay mı Sarıyer damadı olacaksın, sonra da Sarıyer’i terk
edip köyü gideceksin!
Gümüşdere’de
hayli dolaştık, pek çok kişiyle de dertleşip söyleştik. Az çok bilgilerimizi
aktardık. Biraz da kısa pasajlar halinde anlatıma devam edelim. Bakalım daha
neler var ve neler olmuş...
Gümüşderelilerin
unutamadığı olay muhtarlık seçimidir. Köyden dört aday çıkınca Sivaslı Abdullah
Gündoğdu Muhtarlığı, Adile Mermerci Polis Meslek Lisesi öğrencilerinin oyları
ile kazandı. Halen görevde, demek ki iyi strateji uygulamış. Bu güne kadar
tespit edilen köy muhtarları: İmam Hüseyin Efendi, Memiş Çivi. İbrahim Berber,
Mehmet Sami Akgül, Ali Bahçıvan, Mustafa Değirmenci, Ahmet Ozan, Galip Ozan,
Mustafa Akgül, Cevat Mutlu ve Abdullah Gündoğdu.
Gümüşdere
iki mahalleden meydana geliyor; Orta Mahalle ve Yukarı mahalle. Köyde ayrıca üç
lojman var. Köyün üst kısmında bir de Ramkent adlı site var. Hayati-Haşim
Kaptanoğlu ailelerine ait üç villa ise hayli üst kısımda ama ikamet eden yok.
Köy
sınırları içinde Boğaziçi Üniversitesine ait sosyal tesis, derslikler var.
Ayrıca Mimar Sinan Üniversitesine ait plaj bulunuyor. Köyde imar izni yok o
nedenle bina olarak fazla gelişmiş değil. Köyde 5 dükkân, 4 kahvehane, 3
berber, 1 kasap, 1 park, 1 ota yıkama var.. Köyde şehir suyu, elektrik ve
doğalgaz var… Ayrıca Sarıyer Belediyesine ait İletişim Noktası.
Köyün bir de
spor kulübü var. Gümüşdere Spor Kulübü. 1990 yılında: İsmail Berbar, Ali Özkan,
Ali İhsan Ozan, Kamil Karaca, E krem Berber, Hasan Berber ve Erol Berber
tarafından kurulmuş. Kurucular arasında Berber ailesinden dört kişi olunca
“Berberler kulübü oldu” diyenler olmuş! Derler, kınamamak gerekir, zira espri
her yerde espridir. Bazen espri olduğu geç anlaşılır.
Ayrıca köyde
Atlı Tur, At Sevenler Yardımlaşma Derneği ve Tulya Kurtulan Binicilik Akademisi
adlı bir kulüp ve tesisler var. Ama köyün en önemli ve etkin kuruluşu Gümüşdere
Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi’dir (1972). Yıllardan beri faaliyetini devam
ettirmektedir.
Köy içindeki
çeşme yenilenmiş ve meydan çeşmesi haline getirilmiş, Yenileyen Pastacı Erol
Uzunatağan Çeşme 1964 yapılmış, Erol Uzunatağan tarafından 2006 da onarılarak hayrat edilmiş. Kısa bir süre sonra da Erol
Uzunatağan terki dünya eylemiş, Allah rahmet etsin.
Gümüşdere
arazi olarak değilse de yerli nüfus olarak Sarıyer Köylerinin en büyüğü!
Konuştuklarımız bunu özellikle vurguluyorlar. Diğer köylerin, örneğin
Uskumruköy, Zekeriyköy, Bahçeköy gibi bölgelerin imar izni olmaları köylerinin
büyümelerine neden olmuş bunu da söylemekten geri kalmıyorlar. Ama köylülerin
istediği kendilerinin rahatlıkla ikametleri için ev yapabilmelerine izin
verilmesi. Yoksa sitelere vermeye niyetleri olmadığını ısrarla söylüyorlar.
Nedeni de biz çiftçiyiz, çiftçi olarak kalacağız diyorlar.
Benim
görevim gördüklerimi, bana anlatanları olduğu gibi aktarmak, öyle yaptım!
İşimiz
bitti, Sarıyer’e döneceğiz. Cadde kenarındaki kahvehanenin saçağı altındaki
masalardan birine iliştik ve sohbete burada devam ettik. Ya otobüs gelecek ya
da minibüs. Hangisi gelirse işimize yarar. Kısırkaya yönünden gelen minibüs
gözüktü, ayaklandık ve ayrıldık sevgili Ekrem Berber’den. Gümüşdere’yi arkada
bırakırken gelecek hafta hangi köye yelken açacağımızı düşünüyorum. Bakalım
gelen günler ne gösterecek.
07.10.2012
1 yorum:
Sarıyer gerçekten İstanbul'un en değerli semtlerinden bir tanesi bence. Özellikle de sarıyer altınkum kadınlar plajı bence buranın en önemli değerlerinden bir tanesi. O kadar kolay kafa dinliyorsunuz ki burada o temiz suda, http://kadinlarplajiservisi.com üzerinden hemen servisi arıyorum kapımın önünden alıp geri kapımın önüne gayet ucuz bir şekilde gidip geliyorum :) Bu tür istanbul'un semtlerini anlatan yazılarınıza lütfen devam edin sıkı takipteyim :)
Yorum Gönder