Kendimizi, kim olduğumuzu bilmemiz ve daha iyi tanıyabilmemiz için öncelikle tarihimizi bilmemiz gerekir.
Evet Türkiye’de yaşıyoruz. Adımız; Ayşe, Hatice, Ahmet, Yaşar, Osman ama biz kimiz? Nerelerden gelmişiz? Yurt edindiğimiz ve vatan dediğimiz topraklara nasıl sahip olmuşuz? Bu güne gelinceye kadar neler yapılmış, nelerle karşılaşmışız?
Soruları yanıtlamadan, konumuzun tarih olduğu anlarız. O halde biraz tarihin derinliklerine inelim ve oradan yola çıkalım.
Tarihin derinliklerine inelim derken şunu da belirtmek isterim; tarihin derinliklerine inmeye çalışmamız halinde bitmez konuşmamız. Çünkü insanlık tarihi çok eskidir, binlerce yılı içine alır. İnsanlık tarihi ile de Türklerin tarihi başlar. Bu demektir ki İnsanlık eşittir Türk. Hangi milletin askeri fethettiği topraklar üzerinden geçerken, istirahat anında, bağdan yediği üzüm için “Bağ bizim değil, parasını ödemeliyiz” diyerek, kese ile parasını üzüm asmasına bağlar ve bilerek hak yemeden kurtulur.
Dünyaya yayılma yani büyük göçün Orta Asya’dan başladığı kabul görür. Hepimiz öğrenmişizdir büyük doğa olayları, bilhassa kuraklık nedeni ile Orta Asya’da yaşanmaz olunca buradaki insanlar, uçsuz bucaksız Ora Asya’yı; boy boy, oymak oymak, budun budun, kol kol, aşiret aşiret terk ettiler. Bu toplulukları oluşturanlar insanlar dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Asya’nın kuzeyine, doğusuna, güneyine, daha çok da batıya! Orta Asya steplerinden ayrılmayanlar ise hala oradalar, yaşamlarını devam ettiriyorlar.
Türkler demiştik. Türkler tarih kitaplarına göre 16 büyük devlet kurdular. Büyük Hun İmparatorluğu, Hazarlar, Gazneliler, Altınordu Devleti, Batı Hun İmparatorluğu, Ak Hun İmparatorluğu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Göktürkler İmparatorluğu, Uygur Devleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Büyük Timur İmparatorluğu, Avar İmparatorluğu, Karahanlılar, Harzemşahlar, Babür İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu olarak 16 (On altı) Türk Devleti kuruldu. Osmanlı İmparatorluğu Türkiye’ye dönüştü. Son yıllarda ise yeni Türk Devleti olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) yeni bir Türk Devleti olarak dünya devletleri arasındaki yerini aldı. Yeni Türk Devletleri ve Muhtar Cumhuriyetleri ise ayrı bir konu olarak işlenebilir. Kurulan ve bayrakları günümüze kadar gelen 31 yeni Türk devleti ve muhtar cumhuriyet vardır.
Büyük göçte iki önemli kol vardı. Hazar Denizi kuzeyinden ve güneyinden gidenler. Hunlar, Hazarlar ve Avarlar kuzeyden gidenler oldular. Büyük Komutan Atilla tarafından Avrupa’nın ortasında Hun İmparatorluğu’nu kurdular (Macaristan’da). Kuzeyden giden bazı küçük gruplar da oldu. her biri Avrupa’nın kuzeyinde değişik yerlerinde yurt edindiler. Bunlar bir kısmı Finlandiya Türkleridir. Bunlar Hıristiyan ve Müslüman Türkler olarak yaşamlarını sürdürmektedirler. 1970’ li yıllarda Beşiktaş Jimnastik Kulübünün transfer ettiği İbrahim Atik Finlandiya Türklerindendir. Finli güreşçilerin büyük bir kısmı da Hıristiyan olmalarına karşın Türk kökenlidir.
Hazar denizinin kuzeyinden giden bir Rusya’nın bir bölümüne yerleştiler. Bir kısmı da Bulgaristan’a inip yurt edindiler. Maldovya Türkleri bunlardandır. Bu Türkler Hıristiyan Türklerdir. 1980’li yıllarda TRT de bir programda Ertürk Yöntem Maldovya’ya gidip Gagavuz Türkleri ile görüşüp, röportaj yaptı. Müthiş bir heyecan ve duygu ile izledim. Nedense Televizyonlar, iyi programları, gece geç saatlerde yayınlıyorlar. Nedeni anlamak mümkün değil! Her halde kimse bir şey öğrenmesin istiyorlar!
Efendim, programda Maldovyalı Gagavuz Türkleri seyrediyoruz. Büyük bir bölümü köylerde yaşıyor. Zengin bir hayat yaşadıkları söylenemez. Aynen Türk Köylüsü özelliği taşıyorlar. Bahçeleri, inekleri, ahırları, evleri küçük ve baraka tipinde, basit köy evleri gibi. Bizim köylülerden farkları yok gibi. Ertürk Yöndem soruyor
“Türkçe’nizi sanıl korudunuz?” Gagavuz Türkünün verdiği yanıta bakın:
“Biz Türk’üz, ana dilini insan unutur mu?” Soruyor Ertürk Yöndem;
“Okulunuz var mı?” İşte verilen yanıt:
“Okulumuz var ama, Mustafa Kemal öldükten sonra Türkiye’den ne okuma kitabı, ne kalem, ne defter ne de öğretmen gönderildi. Yetim bıraktılar bizi!”
Gözlerim yaşardı. İşte bu olay nedeni iledir ki Türk deyince; iki yaşındaki bebe eveleyerek, geveleyerek ATATÜRK demeye çalışmaktadır. Ne hikmetse ilk öğrendikleri isim ve ATATÜRK olmaktadır. Maldovya’da yurt edinen Gagavuz Türklerini düşünen, kollayan Mustafa Kemal kendi ulusu için neler yapmaz?
Bir başka anımı sizinle paylaşmak isterim: Çok yakınım olan bir arkadaşım hastalandı. Birkaç ay sonra da hanımı hastalandı. Aradılar ve bakıcı olarak bir kadın buldular. İsmi: MARİ. Hastaneye gidip gele dost olduk. Çok düzgün Türkçe konuşuyordu.
“Ne kadar zamanda ve nasıl öğrendim Türkçe’yi?” diye sordum. Mari hayretle yüzüme baktı ve:
“Ben Türk’üm, Moldavyalıyım ama Gagavuz Türküyüm. Esas Türk biziz” dedi. Ben hemen yaptığım gafı düzeltmek için:
“Mari biz aslımızı koruduk, siz Hıristiyan oldunuz. Gel seni de Müslüman yapalım!” dediğim de:
“Allah birdir, o size de bize de yeter” diyerek konuşmasını kesti.
O günden sonra hala Mari kadınla görüşürüz. Ailemizden biri oldu da diyebilirim.
Konuyu fazla dağıtmayalım. Hazar denizi güneyinden geçenler ise Oğuzlardı. Oğuz ve Oğuz boyları; Soldlar, Kayılar, Karakeçililer, Türkmenler ve diğerleri Anadolu topraklarına girdiler.
Arabistan’ın kuzeyinde yurt edindiler. Burada kalmayanlar Filistin üzerinden Afrika’nın kuzey kısımlarına giderek yurt edindiler.
Bu tanımı yaptıktan sonra Anadolu topraklarına gelebiliriz. Orta Asya Türklerinin dini inançları Şamanizm’di. Türkler şaman dinini kabul etmişlerdi. Bu dinle ilgili olarak pek çok alışkanlık günümüze kadar geldi. Ölenlerin arkasından ağıt yakmak, mezarlara bez bağlamak, taş dikmek gibi.
Türkler “İslamiyet’i, sevdim kabul ettim” diyerek sahiplenmedi. Uzun yıllar devam eden temaslar ve hatta savaşlar neticesinde Türkler İslam dinini yani Müslümanlığı kabul ettiler. Halifeler döneminde ve bilhassa Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde başlayan İslam dinini güçle yayma, dini değişik ülkelere giderek tanıtma çabaları sırasında Türkler İslamiyet’le tanıştılar. Müslümanlığı kabul edene kadar da hayli direnç gösterdiler.
İslamiyet’in yaygınlaşması ve yayılması; Emeviler, Abbasiler, Eyyübiler dönemlerinde fazlaca devam etti. İslamiyet Afrika’nın kuzeyini takiben Avrupa’ya geçti. Fas üzerinden Avrupa’ya geçen Tarık Bin Ziyad İspanya’da Endülüs İslam Devletini kurdular. Bu devlet aynı zamanda sanatı ve bilimi de Avrupa’ya taşıdı. İbni Haldun ve İbni Rüşt gibi bilim adamları ile Avrupa’da iz bıraktılar.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmeleri, Oğuzların yaptıkları akınlarla ve Selçuklu Devleti ile oldu. Biz olayı 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile başlatalım.. 1071 de Anadolu’ya doğru ilerleyen Alpaslan kumandası altındaki Türk Ordusunu durdurmak için Romen Diyojen’in kumandasındaki Bizans ordusu ile Malazgirt’te karşı karşıya geldiler. Savaş Alpaslan’ın zaferi ile sonuçlandı. Böylece Anadolu kapıları Türklere açılmış oldu.
Aslında Oğuzların yaptıkları akınlar sonucu değişik yerlerde yerleştikleri biliniyordu.
Selçuklular Anadolu’nun güneyinde, Bağdat’ta kendilerine yurt edindiler ve Büyük Selçuklu Devletini kurdular. Selçukluların son dönemlerinde Baş Vezir olan Nizami Mülk 1088 de ilk üniversiteyi kurarak eğitim alanında çok büyük atılım yaptı.
Büyük Selçuklu Devleti kardeşler arasındaki ihtilaf nedeni ile ikiye ayrıldı. Ayrışma ve saltanat kavgası Melikşah’ın ölümü ile başladı. Anadolu Selçuklu Devleti (1075-1299) ise mimari, edebiyat ve daha doğrusu sanatı Anadolu’ya taşıdı. Şöhreti günümüze kadar gelen ve öğretisini milyonlarca insanın benimseyip izlediği bir kimse olan Mevlana Celalettin Rumi (Belh 1207- Konya 1273) Anadolu Selçuklu Devletinin en önemli isimlerinden biridir. Mevlana’nın en önemli eserleri Divan-ı Kebir ve Mesnevi’dir. Anadolu Selçuklu Devletinin bu önemli tasavvuf ehli Farisi’dir. Türk’tür iddiası varsa da Mevlana tüm eserlerini Farsça yazmıştır.
Anadolu’da Selçuklu Devletinin güçlü beylikleri vardı. Örnreğin; Tulun Oğulları, İhşid Oğulları, İzmir Oğulları, Dilmaçlar, Danişmentler, Saltuklular, Ahlatşahlar, Artuklular, İnal Oğulları, Mengücekler, Çoban Oğulları, Karaman Oğulları, İnanç Oğulları, Sahip Ata Oğulları, Aydın, Teke, Eretna, Dulkadir, Ramazan, Kadı Burhanettin, Eşref, Germiyan, Çandar, Menteşe, Pervane, Hamit Oğulları gibi.
Anadolu Selçuklu Devletinin sona erişi Osmanlı İmparatorluğu’nun temelinin atıldığı dönemlere rastladı. Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın torunları olan Osmanlıların aynı adı taşıyan devleti 1299 kuruldu. Anadolu Selçuklu Devletinin uç beylerinden olan Osman Bey devletin temelini attı.
Osman Bey kendi beyliğini ilan edebilmesi için mücadele etti. Toplanan ağalar meclisinde kendisine rakip gördüğü amcası Dündar Bey öldürerek beyliğini ilan etti. Osman bey döneminin önemli bilginlerinden Şeyh Edebali’nin kızı Bala Hatun ile evlendi.
Osman Bey Beyliğini güçlendirmek ve genişletmek düşüncesinden hareket ederek hanımının “Biz Türk’üz, Türk ve Müslüman bir kız alalım” şeklindeki ısrarlarına Osman Bey
Karşı çıkmış ve Yarhisar Tekfurunun kızı Horofira’yı oğlu Orhan’a alarak, Osmanlılara yabancı kadınlarla evlenme yolunu açtı. Bu yol Padişah II. Abdülhamit’e kadar devam etti.
Osmanlı Beyliği 1299 dan 1389 ‘a kadar 90 yıl beylik olarak kaldı ve Osman Bey (1299-1324), Orhan Bey (1324-1360) ve I. Murat (1360-1389) tarafından yönetildi. Artık Osmanlılar devlet oluyordu. Orhan Gazi Bursa’da ölünce yerine I. Murat geçerken iki erkek kardeşini boğdurdu. Böylece kardeş katlini başlatan ilk Osmanlı Beyi oldu.
Osmanlı güçleniyor, genişliyor, Bursa ile yetinmeyip I. Murat döneminde Trakya, yani Avrupa anakarasına geçerek Başkenti Edirne’ye taşıyordu. I. Murat, oğlu Savcı’ yı kendisine rakip gördüğü için öldürttü. I. Murat ölünce (1389) yerine oğlu Beyazıt (1389-1402) geçti ve Yıldırım lakabını aldı. Yıldırım Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk padişahıdır. İlk üçü Osman, Orhan ve I. Murat Bey idiler. Bunlardan sonra gelenler ise Padişah oldular.
İki Türk’ün savaşı Yıldırım Beyazıt’ın döneminde oldu ve Timurlenk ile Ankara’da karşılaştı. Timur’un Moğol Türk ordusu ile Osmanlı ordusu arasında yapılan savaşta yüz binlerce asker öldü. Savaşta Yıldırım Beyazıt yenildi (1402). Karısı Olivera ile birlikte Timur’a teslim oldu. Teslim sırasında Timurlenk kahkaha ile güler ve nedenini anlatır Yıldırım’a:
“Eeee benim bir ayağım topal. Bu dünyanın bir topal ile bir köre kalmış olmasına gülerim” der. Timur haklıdır, zira kendisi topal (aksak) dır, Yıldırım’ın da bir gözünün kör olduğu söylenir.
Yıldırım’ın ölümü ile taht kavgası başladı. Yönetim de boşluk oldu. Yıldırım’ın oğulları Çelebi Mehmet ile kardeşi Süleyman ayrı ayrı saltanat kurma uğraşı verdiler. Nihayet Çelebi Mehmet Padişah oldu (1413-1421). On üç yılı devam eden kargaşa döneminde Çelebi Mehmet bütün kardeşlerini öldürttü.
II. Murat (1421-1451) dönemi Osmanlı İmparatorluğunun huzura kavuştuğu ve başarılara koştuğu dönemdir. “ Yoruldum, dinlenmem gerek” diyerek oğlu II. Mehmet’i padişah yapmış (1441) fakat başlayan savaş nedeni ile Çandarlı Halil Paşa’nın isteği ve dayatması üzerine tekrar II. Murat tekrar Padişah olmuştur. Üç yıl sonra yani 1444 de “Padişahlık oğlum Mehmet’indir” diyerek II. Mehmet yani Fatih Sultan Mehmet 17 yaşında padişah oldu (1444-1481) ve İstanbul’un fethini gerçekleştirdi (1453). Artık İstanbul Osmanlıların, Türklerindin. İstanbul’un fethi ile bir çağ kapanmış ve yeni bir çağ açılmıştır.
Fatih Sultan Mehmet, Bizanslılara çok hoşgörülü davrandı. Dini görevlerini rahatça yapmalarını sağladı, Patrikhane’ye dokunmadı. Bununla da yetinmedi Ermenilerin Bursa’daki Patrikhanelerinin İstanbul’a getirilmesine izin verdi.
Fatih Sultan Mehmet bir yandan, yeni yeni fetihlerle Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarını genişletirken, bir yandan da meşhur Fatih Kanunnamesini çıkardı. Bu kanunname ile ileri bir adım atıldı. Devlet yönetimi yeni kurallara bağlandı. Fakat hala ürperti veren: “VE HER KİMSEYE EVLADIMDAN SALTANAT MÜYESSER OLA KARINDAŞLARKINI (kardeşlerini) NİZAMI ALEM İÇİN (Dünyanın düzenini korumak için) KATLETMEK (öldürmek9 MÜNASİPTİR (uygundur). EKSERK ULEME )alimlerin çoğu) TECVİZ (onay) ETMİŞTİR. ANINLA (onunla) AMEL OLALAR (bunu uygulayarak)” şeklindeki kanun maddesini koyarak, padişahların kardeşlerini öldürmelerini yasalaştırdı ve ilk uygulamayı kendi kardeşi olan altı aylık kundak çocuğu Hasan’ı öldürterek yaptı.
Fatih Kanunnamesini okuduktan ve o günden Osmanlının son yıllarına kadar gelen uygulamalar görüldükten sonra, Türk büyüğü olarak MUSTAFA KEMAL’ in ne denli büyük ve anlamlı devrimleri gerçekleştirdiğini anlamış oluruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet bütün bu tür uygulamalara son vermiş ve Türkü çelişkiler yumağının içinden çekip çıkarmıştır.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlılar altın dönemini yaşadı. Karadeniz Trabzon Rum Pontus İmparatorluğunu ortadan kaldırdı. Balkanları topraklarına kattı. Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden sonra iki oğlundan II. Beyazıt Padişah oldu (1481-1512). II. Beyazıt’ın bir ismi de Beyazıd-ı Veli’dir. Bu padişahın büyük başarısı iki asırdır Osmanlılara karşı direnen Karamanoğullarını 1501 de Osmanlılara katmaktır.
Fatih Sultan Mehmet’in diğer oğlu Cem Sultan, II. Beyazıt’ın padişah olması üzerine isyan etti. Bursa ‘da kendi Padişahlığını ilan etti. Ülkede kaos başladı. Sultan II. Beyazıt, Cem Sultanın üzerine gitti. Cem Sultan yurtdışına Malta’ya kaçtı, oradan İtalya’ya gitti. İtalyanlar tarafından Papaya teslim edildi. Papa tarafından Osmanlılara karşı kullanıldı ve nihayet 1495 de Napoli’de zehirlenerek öldürüldü. Cem Sultan’ın oğlu Oğuz da 9 yaşında Nizam-ı Alem için öldürüldü. Diğer oğlu Şehzade Murat, babasının sürgünü sırasında Rodos’a yerleşti. Bir İtalyan hanımla evlendi, Hıristiyan oldu Pierre adını aldı. Rodos’ta yaşadı, çoluk, çocuk sahibi oldu. Halen Malta’da yaşayan George Said-Zammid Cem Sultan’ın torunu olarak yaşamını sürdürmektedir.
Cem Sultan’a yapılanlar, II. Beyazıt’ı yıprattı. Kendisine veli denmesine karşı her türlü alemde bulunması affedilmedi ve tahttan indirilip yerine oğlu I. Selim Padişah oldu.
Yavuz Sultan Selim (1512-1520) Osmanlı İmparatorluğunun en kudretli Padişahlarından biriydi. İlk işi, tahta çıktığı ilk gün, Padişahlıktan çekilen babası II. Beyazıt’ı boğdurtmak oldu. Yavuz Sultan Selim çok savaşçı bir padişahtı. İran Seferine çıktı, Çaldıran’ da İranlılardı yendi , döndü. Mısır seferine çıktı. Suriye’yi, Filistin’i (1517) aldı. Mısır’ı ele geçirdi. Türk Devleti olan Kölemenlerin egemenliğine son verdikten sonra Hicaz’ı (Arabistan’ı) topraklarına kattı. Böylece halifeliği de aldı. Bundan sonra Osmanlı Padişahları aynı zamanda Müslümanların halifesi oldu. Yavuz Sultan Selim Avrupa’ya yeni bir sefere çıkarken hastalandı ve öldü (1520).
Yeni Padişah Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) ilk işi orta ve doğu Anadolu üzerine baskı uygulamak oldu. 46 yıl padişah olarak hüküm sürdü. Bu güçlü Padişah da evlat katili oldu. Veliaht oğlu Mustafa Amasya valisi idi. Diğer oğlu Selim, Cihangir ve Beyazıt idi. Sarayda değişik kökenli kadın sultanların rekabeti vardı. Mustafa’nın senin yerinde gözü vardır, padişahlık istiyor denilerek, Kadın sultanlar tarafından dolduruldu, ikna edildi.. Padişah Anadolu’ya sefer çıktığında Konya’da konakladı. Amasya valisi olan oğlu Mustafa babasını ziyarete gitti. Üvey anası Hürrem Sultan (Roksana) kocasına ve damadına etki yaparak Padişah’ı “Saltanatı senden almaya” geldi diyerek kışkırttılar. Şehzade Mustafa babasının elini öpmek üzere çadırın içire girer girmez, cellatlar üzerine çullanarak orada boğdular (06.11.1553). Daha sonra Şehzade Mustafa’nın oğlunun satırla boynunu vurdular, anasını iple boğdular. Akabinde de Mustafa’nın diğer yakınlarını öldürdüler. Kanuni Sultan Süleyman oğlu Cihangir’i ve dört torununu da öldürterek müthiş bir rekor yaptı. Osmanlı tarihinde en çok yakını öldüren Padişahlardan biri oldu.
Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı İmparatorluğunu zamanla çökerten kapitülasyonları kabul ederek yabancı ülkelere imtiyaz tanıyan ilk padişah oldu. Padişah yeni bir sefer için gittiği Sigetvar’ı kuşatması sırasında hastalanarak öldü.
Vatandaşı olmakla övündüğümüz Cumhuriyet bütün çarpıklıkları ortadan kaldıran bir idare şeklidir. Baba, oğul, kardeş katlini ortadan kaldırdı; saltanatının devamı için her şey yapılabilir anlayışını yıktı. Yaşamın savaşla değil barışla da olabileceğini gösterdi. İşte bu nedenledir ki Cumhuriyet’i kurarak gençliğe armağan eden Mustafa Kemal’i seviyoruz, sevmeye devam edeceğiz.
Osmanlı İmparatorluğunun gelişmesi ve genişlemesi, Padişahların katı tutumu, dirayetleri ve bizzat orduların başında savaşa gitmeleri ile oldu. Yükselme dönemi padişahı Yavuz Sultan Selim (1566-1574), Sultan III. Murat (1574-1595), Sultan III. Mehmet (1595-1603), Sultan I. Ahmet (1603-1617), Sultan II. Osman (1618-1622) ve Sultan IV. Murat (1623-1640) dönemlerinde devam etti.
Bilahare önce durulma sonra da gerileme devrine girildi. Gerileme devre Karlofça Antlaşması (26.01.1699) ile başladı. Orta Avrupa kaybedildi. Kırım Hanlarının kaypaklığı, düşman tarafa geçmeleri Osmanlının yenilgi almasının en önemli nedenlerindendir.
Osmanlılar bu tarihten sonra bir daha toparlanamadı. Zaman zaman girilen savaşlarda başarı sağlandı ise de devamlılık yenilgiden yana oldu.
Ordu üzerine yeniliğe gidilmesi, yenicelerin kaldırılması yerine Nizam-i Cedit’in kurulması nedeni ile akan sel gibi insan kanı bile Osmanlıya yaramadı. Zira teknoloji takip edilemediğinden yenilgiler de kaçınılmaz oldu.
Sarıyer’i çok seven Sultan III. Selim’in yeniliğe yönelmesi, tahttan indirilmesine sonra da öldürülmesine neden oldu. Olay Sarıyer’de Rumelikavak’ta başladığı için biraz bilgi vermek isterim:
Yeniliğe karşı gelenler hemen harekete geçtiler. Rumelikavağı’ndaki kalede Yeniçeri Çavuşu olan Kabakçı Mustafa yeniçerileri kışkırttı. Diğer kalelere de haber salındı ve III. Selim’i devirmek için harekete geçtiler. Çayırbaşı’ndaki Fidanlığın olduğu alanda binlerce yeniçeri toplandı. Yürüyüşe buradan başlandı. Padişah sarayına gidilene kadar asilerin sayısı daha da arttı ve Saraya hücum ettiler. Saray fazla direnemedi ve III. Selim Tahtan indirildi yerine asilerin istediği IV. Mustafa tahta çıkarılarak Padişah yapıldı. III. Selim de saray içinde hapsedildi. Başlayan yenilik hareketleri durduruldu. İsyanı başlatan Kabakçı Mustafa Boğazlar Kale Muhafızlığına getirilerek ödüllendirildi. Sefer’de olan Alemdar Mustafa Paşa olayı duyunca geri döndü. Hemen Sarayın üzerine yürüdü. Ne var ki III. Selim’i tekrar padişah yapacağını anlayan Padişah IV. Mustafa ve yandaşları III. Selim’i hapsedildiği oda da öldürdüler. Alemdar Mustafa Paşa, Yarhisar Ayanı Ali Bey üç yüz askerle Kabakçı Mustafa’nın üzerine gönderdi. Rumelifeneri’ndeki evinde kıstırılan Kabakçı Mustafa orada öldürüldü. Kabakçı’ nın mezarı orada eski mezarlıktadır.
Osmanlı bir daha toparlanamadı. İstikrarsız çizgisi ve toprak kaybı devam etti. Padişah II. Abdülhamit (1876-1909) her alanda baskıcı bir yönetim kurdu. Toprak kayıplarını önlemek için savaştan çok diplomasiyi tercih etti. Fakat baskıcı olması halkı bıktırdı. Öyle ki bazı kelimelerin, örneğin; Hürriyet, musavat, hak, hukuk, burun, anarşi, kargaşa, kıtal, hal, Bosna, Hersek, Girit, Anayasa, Saray, Yıldız gibi kelimeleri bile yasakladı. Aydınlar ülkeyi terk ettiler, bir kısmı çeşitli vesilelerle yurtdışına sürgüne gönderildi (Hicaz, Taif) orada boğduruldular (Mithat Paşa).
Sultan Abdülhamit’in baskıcı yönetimine tepki Selanik’ten geldi. Türkiye’nin başına çok büyük işler açacak olan İttihat Terakki Cemiyet’i kuruldu. Genç subaylar Enver ve Resneli Niyazi hakli padişaha karşı kışkırtıp ayaklandırdılar. Üst rütbeli askerler ve vali gibi görevliler etkisiz hale getirildi. Sonuçta II. Meşrutiyet ilan edildi (1908).
Artık Osmanlı İmparatorluğunda hakemi mutlak İttihat Terakkidir. İttihat Terakki Cemiyetinin ünlü isimlerinden bir kısmını saymak isterim:
Enver Paşa (Asya’da vuruşarak öldü), Talat Paşa (Berlin’de, Ermeniler öldürdü), Cemal Paşa (Ermeniler öldürdü), Dr. Nazım (Atatürk’e suikast nedeni ile asıldı), Mithat Şükrü Bleda, Bahaddin Şakir (Berlin’de Ermeniler tarafından öldürüldü), Cavit Bey (Atatürk’e suikast nedeni ile asıldı), Mahmut Şevket Paşa (İttihatçılar tarafından vuruldu), Prens Sait Halim Paşa (İtalya’da Ermeniler tarafından öldürüldü), Kuşçubaşı Eşref, Resneli Niyazi, Eyüp Sabri, Süleyman Askeri, İsmail Canpolat (Atatürk’e suikast nedeni ile idam edildi), Ömer Naci, M. Celal Bayar, Sapancalı Hakkı, Yakup Cemil (İdam edildi)…
Hatırlatalım; Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir, Hüsrev Sami de ittihat terakki mensubu idiler. Fakat diğerleri gibi etkin görev üstlenmediler. Hatta ısrarla uzak durmaya çalıştılar. Fikir birliği içinde olamadılar, bu nedenle de yolları ayrıldı.
1909 da 31 Mart Vakası meydana geldi. Bu aslında gerici bir ayaklanmadır. Nedeni istikrarsızlık ve keyfi yönetimdir. Aydınlar öldürülmeye başlanır. İsyan Selanik’te duyulur ve “Hareket Ordusu” Mahmut Şevket Paşa’nın kumandası altında İstanbul üzerine yürür. Mustafa Kemal kurmay heyetindedir ve ordunun ismi ona aittir.
Hareket Ordusu irtica hareketini bastırır. Derviş Vahdet-i ve yandaşları öldürülür. Bu olayın sonucu olarak Padişah Abdülhamit tahtından indirilir. Yeni Padişah Mehmet Reşat’tır. Ama nafile Padişah kim olursa olsun her geçen gün ülke tükenmekte “HASTA ADAM” ölmektedir.
Ordunun yenilenmesi ve güçlenmesi için dost Almanya tercih edilir. Almanlara yeni yeni imtiyazlar ve ordu içinde üst düzeyde yetki verilir.
Aç Avrupa doymak bilmez. “Hasta Adam” dedikleri Osmanlının üzerine gider. Ne var ki Osmanlıyı maceraya sürükleyenler kendi ittihatçılardır. Enver Paşa’dır, Talat Paşa’dır. Enver Paşa Almanlarla gizli antlaşma yapar. Savaş açmak için fırsat bekler. İşte böyle bir ortam da oyun sahnelenir ve Almanların Goben (Yavuz) ile Breslau (Midilli) zırhlıları (savaş gemileri) Çanakkale Boğazından içeri girerek Osmanlı’ya sığınır. Enver Paşa kendi oyununu sahneye koyar ve Goben’deki Alman askerlerine Osmanlı üniforması giydirilir. Artık işe Karadeniz’e çıkmaya kalmıştır. Goben Karadeniz’e açılır Rusya’nın Odesa, Sivastopol ve Kefe şehirlerini bombalar böylece Birinci Dünya Savaşı da başlamış olur (02.11.1914).
İtilaf Devletleri; Fransa, İngiltere, İtalya, Yunanistan, Sırbistan, Karadağ, Belçika ve Rusya ve Amerika. Müttefik Devletleri ise; Türkiye. Almanya, Avusturya ve Macaristan’dır.
İtilaf Devletleri deniz yolu ile Çanakkale üzerine yüklenir. Yüzden fazla düşman donanması ile yapılan taarruzdan sonuç alamaz, kava savaşları başlar.
1914 kasımında başlayan I. Dünya Savaşı dört yıl sürer.Çanakkale Savaşlarında yüz binlerce şehit verilir (253 bin denir, iki taraftan 550 bin civarında olduğu söylenir). Ülkenin okumuş gençliği Çanakkale savaşlarında kırılır gider. 16-18 yaş arasındaki gençler; Askeri Lise öğrencileri, Galatasaray Lisesi, Vefa Lisesi, Pertevniyal Lisesi öğrencileri askere giderler hepsi şehit olur, geri dönen olmaz.
Çanakkale Savaşlarında bir kişi dikkat çeker. Komutan olarak Allah’ın bir lütfü olarak Türk anan8ın oğlu Mustafa Kemal. Ordunun yanlış idare edildiğini görüyor ve Alman General Liman von Sanders’e itiraz ediyordu. Alman Komutan önemsemiyordu Mustafa Kemal’i ve “Söylediğin gibi olmaz” diyordu. Üsteliyor Mustafa Kemal “Böyle olur, böyle olması gerekir, çaresi yok” dedikçe Alman komutanın kafası karışıyor ve sonunda kızarak:
“Bu ordular sana fazla gelir” diyordu. Mustafa Kemal komutayı almakta kararlıydı:
“Az gelir paşa, az gelir” diyerek kumandayı almakta kararlı olduğunu gösteriyor ve sonunda görevi alıyordu. Orduyu yeniden düzene sokuyor, safları sıklaştırıyordu.
Çanakkale Savaşları biraz da Mustafa Kemal’in savaşlarıdır. Bu savaşlardan bir iki olayı anlatmayı yararlı görüyorum:
Mustafa Kemal, düşmanı takip ederken 27. Alayın bir bölüğünün kaçtığını görür ve müdahale eder:
“Neden kaçıyorsunuz?”
“Efendim düşman!”
“Düşmandan kaçılmaz!”
“Cephanemiz yok!”
“Cephaneniz yoksa süngünüz va. Süngü tak yere yat”. Askerler süngü takıp yere yatınca, düşman askeri de yere yatar, saldırısını durdurur. Mustafa Kemal anılarında “SAVAŞI KAZANDIĞIM AN İŞTE BU ANDIR” der.
Mustafa Kemal Son taarruzu yaptıracaktır. Sabah 04.00 de siperlerin en önüne gider ve:
“Ben kırbacımı indirdiğim zaman, süngü hücumuna başlanacaktır” der. Anılarında bu anı şöyle yazar:
“Düşmanla bizim siperler arasındaki mesafe dört beş metreden fazla değil. Yani elini uzatsan düşmanla el ele geleceksin. Askerlerimizden bilenler Yasin okuyor. Fatiha okuyor amin diyor. Bilmeyenler Kelime-i şahadet getiriyordu. Her biri biliyordu ki sağ kalmak yok, şehit olacaklardı”.
Mustafa Kemal kırbacını yere indirir indirmez süngü hücumu başlar. Kazanan Mustafa Kemal’in şehit olmayı şeref bilen askerleri olur. Binlerce asker şehit olur ve bu savaş kazanılır. Yani “Kınalı Kuzular” ın öldüğü savaştır bu savaş. Şimdi filmi oynuyor TRT de. On altı on yedi yaşlarında, adına Mehmet diyelim delikanlı zorla askere yazdırır kendini. Anası yolcu ederken sacına kına yakar (sürer). Arkadaşları, komutanları nedenini sorar. Bilmediği için mahcup olup ve annesine mektup yazarak cevap ister. Mektup gelir ama, savaşta şehit olmuştur, cevabı öğrenemez. Arkadaşları okur mektubunu, anası şöyle yazar:
“Memedim, bizde üç şeye kına yakarlar. Koyuna kına yakarlar bayram da kurban olsun diye, geline kına yakarlar kocasına yar olsun, kurban olsun diye. Bir de askere giden gençlere kına yakarlar vatanına kurban olsun diye”
İşte Osmanlı’nın yok soyduğu, vurup kırdığı adeta nefes aldırmadığı Anadolu’nun delikanlılarının bir de bu tür kurban oluşları vardır. Hem de severek, isteyerek.
Savaşlar; Suriye, Filistin cephesi. Darmadağınık bir ordu. Bastıran İngilizler, Müslüman Türkü arkadan vuran Araplar. Gelen bozgun, dağılan ordu. Nerede ise ordu bütünü ile yok olmaktadır. İngilizler orduyu çember içine almış, kurtulmaları imkanı yok gibidir. Mustafa Kemal çadırında çaresizdir. Sık sık gelen raporları gözden geçirir, umutlu değildir. Gece geç vakit, gaz lambası altında, emir subayından gelen haberleri öğrenir. Emir subayı:
“Paşam kurtulma ümidi hiç yok mu?” diye sorar. Dava arkadaşı aklına gelir, onunla başaracaktır büyük işleri ve duraksamadan yanıt verir:
“Bir tek İsmet Bey (İnönü) kurtulsun yeter!”
İsmet Bey sadece kendisini değil, büyük kayıplar veren birliğini de büyük bozgundan kurtarır.
Ülkeye dönüşü başlar Mustafa Kemal’in. Adana’dan rapor gönderir ve ülkenin hangi şartlarda kurtulacağını anlatır, harbiye nazırı olmak için görev ister. Ne Padişah ve ne de Sadrazam dinlemez, bildiğini okurlar.
Sonrası malum, siz de bilirsiniz, okumuşsunuzdur, filmlerini seyretmişsinizdir. Ama yine de kısaca bilgi vereyim.
Suriye dönüşü Haydarpaşa’dan karşıya geçerken İstanbul’u işgal eden düşman savaş gemilerini Dolmabahçe önünde demirli görür ve yaveri Cevat Abbas’ a:
“Geldikleri gibi giderler” der. Mustafa Kemal’in dediği olur, ulusal kurtuluş savaşı sonunda geldikleri gibi gittiler.
Mustafa Kemal Beşiktaş’ta Akaretler’de oturan Annesinin yanına gider. Birkaç gün kaldıktan sonra, işgal askerlerinin sık sık eve gelmeleri üzerine Şişli’ ye taşınır (Şişlideki bu bina halen Atatürk Müzesidir). Gündüz dostları ile buluşur, geceleri sık sık Pera Palas oteline gider, vakit geçirir. Bir gün yine Pera Palas Oteline gider ve tek başına bir masada oturur. Biraz sonra bir garson gelir ve;
“Paşam karşı masadaki İngiliz paşalar sizi masalarına davet ediyorlar” der. Kimi, nerede misafir edecekler. Kızar Mustafa Kemal:
“Onlar burada misafirdir, nasıl olsa gideceklerdir, buyursunlar, benim misafirim olsunlar” diyerek garsonu gönderir.
Ülkeyi berbat eden ihtirasları nedeni ile ülkeyi kaosa sürükleyen, batıran Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa Ülkeden kaçarlar. Mustafa Kemal onların viran ettiği topraklar üzerinde bir binada ülkenin kurtuluşu için çareler arar. Masa başında ayaktadır. Masa başında oturan ve harita üzerinde çalışan İsmet Beye (İnönü) sorar:
“Anadolu’ya gidecek yol var mı?”
“Yol çok, mıntıkalar çok” diye yanıt verir İsmet Bey. İşte böyle başlar Anadolu’ya geçiş. Bazı ağızlar konuşur, bazı kalemler arzu duyarak yazar ve şöyle derler:
“Ülkeyi kurtarmak için Vahdettin bol bol altın para verip Anadolu’ya gönderdi!” Asla doğru değil. Ülkeyi kurtarmak için gönderilmedi. İstanbul’un işgali üzerine bilhassa Karadeniz yöresinde yerli Rum ve Ermenilerin ayaklandığı görülür. Yerli halk üzerine baskı kurarlar. Devlet kuvvetleri bir şey yapamayınca, yerli halk kendisini savunmak için direniş örgütleri kurar. Halk dilinde çeteciler denir bu örgütü kuranlara. Yerli azınlık İşgal kuvvetlerine baskı altına olduklarını bildirir ve yerli direnişçilerin susturulması talebinde bulunur. Direnişçileri susturacak bir komutan aranır ve akla Mustafa Kemal gelir. Mustafa Kemal’de gidebilmek için hayli uğraş verir ve netice de gönderilmesine karar verilir. Buna rağmen Mustafa Kemal’den çekindikleri için ne iz in belgesini imzalarlar ve ne de yetkilerinin zne olacağı konusunda yazı yazarlar. Yetkilerini kendi hazırlar ve ekibi ile beraber bandırma vapuru ile yola çıkar.
19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkar. Hemen çalışmaya başlar. Samsundan Havza’ya oradan Amasya’ya geçer. Bu yolculuk sırasında yemek için mola verilir. Mustafa Kemal yemek yedikten sonra tek başına biraz dolaşmak ister. Biraz ilerledikten sonra uzakta çift süren bir adam görür. Yanına gider. Gördüğü durumdan ürker, üzülür. Sapan süren adamın sapanın bir yanında bir inek, bir tarafında da yaşlı bir hanım vardır. Anlar kadının eşi olduğunu. Mustafa Kemal adamı konuşturur:
“Efendi, düşman ülkeyi işgal etti. Samsun’da bile düşman askeri var, sen çift sürüyorsun?” Yaşlı adam, durur ve elini beline koyduktan sonra:
“Bey, aha düşman bu sınırdan içeri girmedikçe benden hayır yok. İki kardeş üç oğul verdim savaşlara, giden gelmedi.”
Mustafa Kemal dalar gider. Yürür kendi başına ve söylenir “Halk yılgın, perişan. Bu yılgın ve perişan halkı harekete geçirmek, ayaklandırmak lazım”
Erzurum Kongresi yapılacak. Mustafa Kemal Sarayla, Padişahla, hükümetle ters düşmüştür. Hükümet ve Padişah tutuklanmasını ister. Bir gün çalıştığı binanın penceresinden Kazım Karabekir Paşa’nın geldiğini görür. Telaşlanır habersiz gelişinden. Değişik düşünceler içindedir. Ya tutuklamak için geliyorsa? Kapı açılır Kazım Karabekir Paşa. Mustafa Kemal’e askerce selam verir ve
“Ben ve Kolordum emrinizdeyim paşam!”. Rahatlar Mustafa Kemal.
Mustafa Kemal Padişah ve Hükümetle ipleri koparacaktır. Padişah Mustafa Kemal’in telgraf başına gelmesini ister. Saatlerce telgraf başında tartışılır ve sonunda Mustafa Kemal Hükümetin, Padişahın tehditlerine karşı son kararını verdim:
“Sine-i millete döndüm!” Yani Devlet memuriyetinden, askerlikten istifa ettim.
Sivas kongresinde de enteresan olaylar oldu. Günlerce sürdü kongre. Mandacılarla, millicilerin sert tartışmaları oldu. Bir kısım üye Amerikan Mandasını, bir kısım üye İngiliz mandasını kabul etmek için uğraşır. Konuşmalar bütün şiddeti ile devam ederken, gençleri temsilen kongreye katılan Tıbbiye öğrencisi Hikmet Bey (Orhan Boran’ın babası) haykırır:
“Madem mandayı kabul edecektik buraya neden geldik!”
Sivas kongresi, Ankara’ya varış, meclisin açılması. Çetelerin, efelerin bir araya getirilerek direnişlerin başlatılması. Düzenli orduya geçiş, Çerkez Ethem’ in hayalı davranışı. Sakarya Meydan muharebesi, büyük taarruz “Ordular ilk Hedefiniz Akdeniz’dir ileri” emri ve İzmir’e giriş.. Mudanya ve Lozan antlaşmaları. Devrimler. Meclise verilen bir kanun teklifi ile “5 yıl aynı yerde ikamet etmeyenlerin milletvekili seçilemez” şeklinde bir kanunun kabulü istenir. İsteyen mersin Milletvekili Selahattin Beydir. Mustafa Kemal yanıt verir:
“Hayatım boyunca savaş meydanlarındayım. Hiçbir yerde üç, beş yıl ikamet etmedim ki. Maksadınız beni seçtirmemektir. İşte buna gücünüz yetmez!”
Şu hususu da belirmek isterim. Mustafa Kemal için eğitim ön koşuldur. Bunun içindir ki ordu savaş içinde iken Mili Eğitim Şurasını topladı. Toplantı salonuna erkek ve hanım öğretmenler ayrı ayrı yani haremlik ve selamlık şeklinde oturdular. Durumu gören Mustafa Kemal üzülür ve M.E.Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver’e şöyle der:
“Neden öğretmenleri kadın erkek olarak ayrı ayrı oturtuyorsunuz. Ya hanımlarınıza itimadınız yok ya da siz kendinize güvenemiyorsunuz” diyerek kadın erkek eşitliğine değindi. Günümüzün feministlerinin kulakları çınlasın!
Konuşmamı bitirmeden bir hususu daha belirtmek isterim. Mustafa Kemal, Milli Mücadeleye başladığı tarihten ölene kadar hiç yurtdışına gitmemiştir. Yurtdışına gittiği yıllar 1919 dan önceki yıllardır. Bu da şu demektir. Cumhurbaşkanı olarak hiçbir devlet başkanının ayağına gitmemiştir. Buna karşın pek çok ülkenin devlet başkan, kralı ve sair en üst derecede sorumluları Türkiye’ye gelerek Gazi Mustafa Kemal’i ziyaret etmek ihtiyacını hissetmişlerdir. Örneğin. Afgan Kralı Emanullah Han (20.05.1928), Irak Kralı Emir Faysal (16.6.932), Yugoslavya Kralı Aleksander (04.10.1933), İran Şehinşahı Rıza Pehlevi (16.06.1934), İngiliz Kralı IV. Edvart (06.06.1936) ve Romanya Kralı Karol (04.09.1936) Mustafa Kemal Atatürk’ü ziyaret edenler arasındadır.
İngiliz Kralının İstanbul’a gelişleri ve Mustafa Kemal Atatürk’ü Dolmabahçe sarayına gelişleri sırasında deniz motorundan karaya çıkarken pantolonu tozlanır, kirlenir. Kral eliyle pantolon paçasındaki tozları silmek isterken Mustafa Kemal mani olur ve: “Ülkemin toprağı temizdir, sizi de kirletmez” der, temizliğin pantolon paçasında değil, insanın ruhunda olması lazım geldiğini anlatır.
Dolmabahçe Sarayında İngiliz Kralı IV. Edvart şerefine ziyafet verilir. Dolmabahçe Sarayının büyük salonunda verilen ziyafet sırasında garson krala servis yaparken tabağı düşürür. Böylesine önemli bir ziyafette, rezillik denecek kadar büyük bir hatadır bu. Ama bunu yapan bir Türk garson ve karşısında Mustafa Kemal vardır. Mustafa Kemal krala dönerek yüksek sesle:
“Ekselansları ben milletime her şeyi öğrettim ama bir tek uşaklığı öğretemedim” diyerek utanılacak durumu, gururlanacak duruma getirir.
Evet böyle. Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı İmparatorluğunun son günlerine geldik. Buradan da Cumhuriyetin kuruluşunu gördük. Cumhuriyetin kuruluşu ile Mustafa Kemal’in devrimleri peş peşe gelir: Örneğin; Saltanat ve hilafetin kaldırılması, Laik devlet düzeninin kabulü, Yeni takvimin kabulü, Latin harflerinin kabulü, tevhidi tedrisat kanunun kabulü, tekke, zaviye, türbe ve medreselerin kapatılması, Kadınlara seçme seçilme hakkının verilmesi, kapitülasyonların kaldırılması, şapka ve kıyafet kanunun kabulü gibi pek çok önemli devrimleri gerçekleştirerek Türk halkına uygarlık yolunu açar.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder