Emirgan’dan yola çıktığımızda aklımız Cınaraltı’nda koyulaşan sohbette kalmıştı. Ne düzeyli sohbetti. Aslında iyi bir dinleyici, halk okulundan mezun olacakmış gibi bilgilenebilirdi. Onlar sohbete devam etsinler biz de yolumuza devam edelim. Genelde yürürken mırıldanırım kendi kendime, bu benim vazgeçemediğim hastalığımdır: “Yürü be Balcı yürü; yürümekle yol bitmez derler ya! Nasıl bitmez be, nasıl bitmez? Yol bitmezse ömür de bitmez! Öyle değil mi? Madem ömür bitiyor yol da biter, yürümeye devam et, gerisini siktiret”.
Emirgan-Tokmakburnu arası boydan boya rıhtım. Denizden yüksekliği fazla değil. Denizin biraz yükselmesi ve dalgalı olması halinde deniz suları asfalta kadar ilerler ve gücünü yitirdiğinde yine denize çekilir. Burası doğal plajdır. Ne para ödemek vardır, ne destur deyip içeri girmek. Mayoyu kıçına geçiren postu serer yere; yatar, güneşlenir, kalkar yüzer, yine aynı yere sere serpe uzanır! Burası halk plajı, halkın plajı, fakirin plajıdır! Meteliğe kurşun atanlar bu plajı mesken edinirler yaz boyu! Gençler değişik mayolarla dalarlar denize, yaşlılar güneşin altına ızgara olmaya çalışırlar. Malum ya; güneş eklem ağrıları, romatizma ağrıları gibi pek çok derde devadır! Güneş biraz da doktor demektir.
Tokmakburnu Caddesinin sol tarafı yalı ve villa dolu… Buralarda sıradan vatandaş barınamaz. Yani bal-kaymak meselesi! Ülkenin balını-kaymağını yiyenler Boğaziçi’nin bu güzel ve şirin yerinde iyot kokusunu doya doya teneffüs ederler… Bu seyirden, halktan olanlara da pay var! Onlar da durup bolca seyretsinler etrafı, yetmez mi? Artar bile!
Tokmakburnu’na neden Tokmakburnu demişler merak ettikse de öğrenemedik. Öğrenmekte ısrar etsek çok yoğun bir çalışma içine girmemiş gerekir. Buna da gerek yok. Çünkü verilen her isim çuk oturmuştur. Biz işimize bakalım! Doğru işimize bakalım da bu da iş değil mi? En azından bir fikir yürütelim bakalım nereye varırız. Çok düşündüm şöyle bir senaryo yazdım: Sahilde oturup denizi seyreden ehlikeyif, güçlü, kuvvetli ve kabadayı ruhlu bir adam kaptığı gibi tokmağı, yoluna taş koyduğuna inandığı, yanı başındaki adamın suratına indirip burnunu kırdığı için mi bu ismi almış? Neden olmasın? Eğer böyle ise çuk oturdu demektir! O zaman Tokmakburnu ismini koyana helal olsun!
Tokmakburnu biraz da seyir alanı; arabasını burada park edenler, eğer termosla çayını getirmişse birkaç saatini rahatlıkla geçirebilir.
Tokmakburnu’nda eski bir Şirket-i Hayriye yani Şehir Hatları yolcu gemisi bağlı duruyor. İsmi Halas! Numarası 71. Yıllarca hizmet gören gemi özele satılarak elden çıkarılmış, sonra da biraz yenilik yapılarak tenezzüh gemisi olarak kullanılmaya başlanmış. Gemi demirli, kıçından karaya palamarla bağlı, süs gibi duruyor. Varsın dursun yerinde. İhtiyacı olan biner-gezer, biz yolumuza devam edelim.
İstinye koyuna girişte sol taraf tersaneydi. Bu alan Osmanlılar döneminde Kaptan-ı Derya Cezayirli Gazi Hasan Paşa’nın isteği üzerine tersane ve kalafat yeri olarak kullanılmışsa da devam etmemiş, bilahare Zaptiye Müşiri Deli Fuat Paşa’nın buradaki arazisi üzerine tersane yapılması izni alınmıştır. Ne var ki yapımına başlanan tersane 1912 yılında hizmete girebilmiştir. Tersanenin üç havuzu vardı. Az değil, hayli yeterli. Unutmayalım yüzme havuzu değil, gemi havuzu! Uzun yıllar Türk denizciliğine hizmet veren bu tersanede binlerce işçi çalıştı, binlerce gemi bakım - onarım gördü, onlarca yeni gemi inşa edildi ve nihayet İstinye’nin turizm alanı ilan edilmesi üzerine 1991 yılında kaldırılarak Tuzla’ya götürüldü.
Kaldırılan tersanenin bulunduğu alanda görkemli bir tarihi eser bina var. Zaptiye Nazırı (Deli) Fuat Paşa’nın yalısı! 19. yy. ikinci yarısında yapılmış. İlk sahibi Billuri Mehmet Efendi, sonrakiler sırasıyla İran Sefiri Muhsin Han, Hicaz Şurayı Devlet Azalarından Şerif Hüseyin. Son sahibi Deli Fuat Paşa! Neden koca Müşire “Deli” demişler aklım ermedi. Bu nedenle şöyle biraz araştırayım dedim ve doğru olanı bulmakta gecikmedim. Başarılı bir asker ve yetenekli bir devlet adamı olduğu, aynı zamanda bildiklerini ve düşüncelerini çekinmeden ve dürüst olarak söylediği için kendisine “Deli” lakabı takılmış. Fena değil, kusursa bu kadarı kadı kızında da olur! Demek ki delilikte iyi bir şey! Deli Paşanın yalısını sual edecek olursak 1999 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği D8 Uluslararası Sekreteryası, Dışişleri Bakanlığının Türkiye Temsilciliğinin kullanımına verildi.
Tersanenin bulunduğu olan değişik amaçlı olarak kullanılıyor. Bir bölümü yazları eğlence ve kültür faaliyetleri, bir kısmı sürat teknesi yarışmaları için kullanılıyor. İstanbul Boğazı’nın trafik merkezi de burada. Rahmetli Amiral Güven Erkaya Boğaz Trafiğini düzenleme görevini üstlendiğinde hiç kimse bu denli büyük başarı sağlayacağını aklına bile getirmiyordu. Ama rahmetli Güven Erkaya öylesine büyük başarı gösterdi ki Boğaziçi’nde gemilerin neden olduğu deniz kazalarında yüzde doksan bir azalma oldu. Ruhu şad olsun. İyi ki vefat etmiş, yoksa Ergenekon ya da Balyoz davasından içeri girmesi işten bile değildi.
İstinye koyu bilinenden beri denizciler için barınaktır, sığınaktır. Yıllarca gemiler koya sığındı, gün bekledi, vakit doldurdu. Koy hakkında, güçlü tanrıca Athena’nın güçlü ve güvenli limanı olarak tarihe kayıt düşülmüştür. Evliya Çelebiye göre bin gemi alacak kadar büyük bir limandır. Koy rüzgârdan emindir. Aslında koyun değil bin gemi bin sandal alacak kapasitede olup olmadığı tartışılır.
İstinye koyunun kıyı şeridinde sandalcılar, kayıkçılar, alamanacılar balıkçı olarak mesleklerini icra ettiler yıllarca. Zaman zaman dalyan kuruldu, balık avlandı. Yakın zamana kadar kıyı şeridinde zenginlerin tabutu olan yatlar sıralanıyordu. Marina olmadığı için masrafsızdı. Demir at, kıyıya palamar bağla, aylarca kal, sonra çek git. Devir değişti efendim, devir değişti. Herkes bir şeyler vermeli denildi ve özelleştirme midir ne merettir bilemem, İstinye koyu da bir marinacıya kiralandı. Hadi beyler yatlar dışarı derken, yüzlerce yıldır koyda bulunan balıkçı (oltacı, küçük ağ balıkçıları) esnafı yirmiş beş otuz kişiye de başınızın çaresine bakın denilerek yol gösterildi. Balık avlayıcılar, dernekleşememenin acısını çok pahalıya ödedi böylece. Çok geçmeden koyun en dip kısmında ve ana caddenin hemen yanındaki rıhtım kenarında bulunan balıkçı dükkânları da çıkın-gidin isteğine uymayınca İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin dozerleri ile yerle bir edildi. Tabii ki feryat, figan boşuna! Acaba bu yıkımı Sarıyer Belediyesi yapsaydı neler olur, neler söylenmezdi! Hala anlamadılar fakire fukaraya yaşam hakkı yok! Onlar dilenecek, el avuç açacak, muhtaç olacak! Yapan AKP iktidarının belediyesi olunca herkes sus-pus… Korku dağları bekliyor… Ohhhh iyi oldu diyecek halimiz yok! Ne ekerseniz onu biçerseniz de demiyor, işime devam ediyorum.
İstinye koyunda sular durgun, adeta göl gibidir. Koy kıvrım kıvrım, geyik boynuzu gibi kıyıdan açığa, açıktan kıyıyı uzar gider. Koy üst kısımdan deniz suyu, batı tarafından ise pis dere suyu ile beslenir. Zamanla gürül gürül akan dere artık yok sayılır. Dere var da dereyi gören yok! Varsa da kıyısından köşesinden! Derenin üzeri kapatılarak cadde kazanıldı. İyi, iyi hem de çok iyi oldu. Peki, suyu ne oldu? Bilen yok! Varda üzerinde duran yok. Bütün yamaçlar imara açılıp, kaçak inşaatlarda da patlama olunca dereyi besleyen pınarlar, derecikler yok oldu gitti. Derede suyunu kaybetti. Her şeye rağmen su akışı var ama su denirse!
İstinye sakin bir yer. Havası ılıman, antik çağdan günümüze kadar bu konumunu devam ettirmiş. Rivayete göre Bizanslar döneminde bir münzevi olan Daniel otuz üç yıl bir sütün üzerinde oturmuş ve yaz kış gelen ziyaretçilere bıkmadan usanmadan vaaz ederek sütun üzerinde kalmaya devam etmiş! Daniel tarihin derinliklerinde kaldı ama sözü dinlenen çok insan hayat sürdü İstinye’de. Osman Ağa haklı bir nam bıraktı. İstinye-Yeniköy Osman Ağa’dan soruldu. Konuşması sakin ama tok, sabırlı ve çok da hoşgörülü, damarına basıldığında sert mi sert bir yaman İstinyeli idi. Çocukları Hacı Ali, Şerif, Nuri, Mazlum, Orhan ve Yılmaz! Babalarının yolunu takip ettilerse de Hacı Ali bir başka iz bıraktı ağalıktan yana. Vazgeçilemeyecek bir diğer isim İslâm İslâmoğlu idi. Ağırbaşlı, vakur, az konuşan ama iyi konuşan, istediğini yaptıran bir başka Ağa idi. İslâm İslâmoğlu CHP’ li kardeşi Mehmet DP’ liydi. Ama yan yana geldiklerinden particilikten söz etmediklerinden sorun yaşanmadı. Diğer kardeş Hasan at arabası ile sebze satmaktan taşocağı işletmeciliğine uzanmak başarısını gösterdi. Bir diğer oturaklı adam Osman Kabil’di. Kabil’lerde geniş aile. Ağa unvanı DP li olan Osman Kabil çok yakıştığından partisi içinde de sözüne pek karşı gelinmezdi. Kardeşleri Ali (Aliko), İlyas ve Mehmet de yabana atılamaz. Aliko gayrimenkul istiflerken muhtarlıkta yapan İlyas, Kavel grevlerinde en önde gidenlerdendi. İstinye’de ağalar bolluğu vardı denilse yeridir. Güner ailesinden Sabri, Memiş, İlyas, Mehmet; Akıncılardan Ömer, Şaban ve Halil! Akıncılardan ağalık karizmasi ve bobstil giyimi ile hanımların canını yakan Ömer Akıncıya yakışırdı. Biz yazıyoruz ama anlatanlar başkası! Sinirlioğlu ailesinden Kahveci Ömer, Turgut; Satırlardan Mehmet ve Şaban; Arnavutlardan Vami İstinye’nin unutulmazlarından. Osman Ağa, İslam Ağa, Osman Ağa ve diğerleri bir konuşurlar ama pir konuşurlardı. Dinlemeyen beri gelsin, kesin suçlu kabul edilirlerdi. Ne demek dinlememek? Elbette ki saygı da kusur olmazdı. O zaman yırtık, lime lime kot pantolonu, vücudunun bütün hatlarını ortaya döken buluz ve thişort ile kimse büyüklerinin yanında durak yapamazdı. Ağalık açık arttırmaya çıksa Osman Ağa’nın torunlarından Hamdi Akdağ ile Mehmet Akdağ yarışsa da ikisine de bu unvan yakışır. İkisi de işlerini dört dörtlük yürütüyor. İslâmoğlu ailesinden Enver İslâmoğlu işi götürür herhalde. Güner’lerden İmdat bir adım önde gibi! Akıncı’lardan Muammer Akıncı ağalığı kapmış zaten, söze gerek yok! Sinirlioğlu tayfasından Turgut başı çekerse de, Tuncay sosyal anlamda başı çeken bir İstinyeli militan! Satır’lardan değerlendirme yapamadımsa da Arnavut Vami taifesi küllüm olmuş, ne arsa kalmış ellerinde ne arazi ama İstinye’den kopmamışlar. Bu bir büyük onur!
İstinye’nin iç kısımlarına doğru ilerledikçe tipik İstanbul’un eski mahallerinden örnekler karşılar sizi. Hele derenin sol tarafı ve üst yamaçlar modern site ve villalarla kaplı. Büyük işyerlerinin olduğu orta kısımlarda daha önceleri Türkay, Beldesan, Kavel Kablo, Terme Teknik gibi fabrikalar vardı. Onlar kalktı ama bu kez ticaret merkezleri açıldı. Üst kısımlar Taşocakları mevkii… Ne ocak kaldı ne de bucak! Nerede ise bölgenin tamamı inşaata açıldı, kısa bir süre sonra villa ve daire satışları başlar! ABD İstanbul Elçilik Binası burada! Muhkem mi muhkem bir bina! Ama yine de anarşist saldırılara dur denilemedi ve Türk polisleri katledildi. Yazık, hem de çok yazık!
İstinye’nin üst kısımlarında taşocakları ve verimli tarlalar vardı. Osman Ağalar (Akdağ), İslamoğlu, Kabil’ler önemli taşocağı işletmecileriydi. Aynı işi devam ettiriyorlarsa da bu kez İstinye’de değil, İstinye dışında devam ettiriyorlar. Malum ya ata mesleği kolay terk edilemiyor!
İstinye’nin üst kısımları tarla demiştik. Hem de çok verimli tarlalara sahipti. Hele çilek tarlaları! Bu tarlalardan Osmanlı Çileği; sele sele, sepet sepet taşınırdı meyve haline! Sarıdan açık kırmızıya çalan benekli görünüşü ile Osmanlı Çileği o müthiş albeni yaratan kokusu ile kapış kapış edilirdi. Söyleyen iyi söylemiş “Rahat etmek istersen salona üç beş Osmanlı çileği koy yeter. Kokusu ile kendine gelirsin”. Osmanlı çileğini bilirim, toplanırken gördüm, yerinde yedim, satanlardan aldım. Peki! Var mı şimdi? Ne gezer! Belki kıyıda köşe numunelik bulunur. Toplanıp satılıyor mu? Görmedik, nesli tükendi, ismi kaldı hafızalarda! Çilekçilik deyip geçmemek lâzım Osman Ağalar, Akıncılar, Satırlar, Arnavut Vami’ler hep çilekçilikle güçlendiler.
İstinye tersanesi durağı karşısında ve caddenin alt kısmında Şükran Ülgezer Meslek Lisesi öğrencileri ile cıvıl cıvıl! Okulun hemen yanında ve bahçe içinde İbrahim Efendi Köşkü var. Görkemini koruyor ama “Bana el atın, yardım edin, onarım” diye de bağırıyor.
İstinye tarihi eser bakımından hayli zengin. Tek tek saymaya gerek var mı? Zannetmiyorum. Meraklı olanlar gezer, dolaşır bulur! Bu yola biz başvurursak gezimizi bitirmemiz zor olur. Hiç mi bahsetmeyeceğiz? Bahsetmeyeceğiz ama Hamamı da asla pas geçmeyeceğiz. Zira İstinye’nin en eski tarihi eseridir. 1460 da Gazi Semiz Ali Paşa tarafından yaptırılmış ve vakfedilmiştir. Bu hamama yanındaki cami nedeniyle Neslişah Sultan hamamı da denilir. Hamamın özelliği, bilhassa dilencilerin bu hamamı tercih etmeleri nedeniyle hamama “Dilenciler Hamamı” denilmesidir. Buluş bizim değil, Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde yazan bu!
Ana cadde üzerinde İstinye Spor Kulübü Tesisi ve yanında muhtarlık! Muhtar Mehmet Hançer, sanki muhtarlığın tapusunu aldı. Bilmem kaçıncı dönemdir yine seçildi. İstinye Spor Kulübü Başkanı Saffet Akkoyun yıllarca kulübe maddi ve manevi hizmet verdikten sonra Sarıyer Spor Kulübüne önce yönetici sonra da Başkan seçildi! İş hayatındaki başarısını spora da taşıdı. Duyumlar doğru ise biraz bildiğini okuyan ama azimli, inatçı ve başarıya aç bir insan. Bir de gece sefaları! Eeee o kadar da olsun ne çıkar!
İstinye çarşı içi! Küçük parkın kenarında meydan çeşmesi! Çeşmeye laf yok. Suyu var, bakımlı ve tarihi bir çeşme! Adı Ahmet Şemsettin Efendi Çeşmesi (1767). Çeşmenin yanındaki park tam bir sohbet yeri! Kullanımı İstinye S. K. nünmüş, iyi bir uygulama, kulüplerinde desteğe ihtiyacı var. Park küçük ama hayli işlek! Uğrayıp bir çay içeyim diyen saatlerce otur kalkamaz! Çünkü bu park da sorunların çözümlendiği yerlerdendir.
İstinye Koyunun müsait olması nedeniyle deniz itfaiyesi burada idi. Uzun yıllar başarı ile görev yaptı. 1970’li yıllarda kaldırıldı. Çünkü teknolojik gelişmeler bunu gerektirdi. Kara itfaiyesi yine yerli yerinde, görevine devam ediyor. İtfaiyenin yanında İstanbul B.Ş.B. sinin sosyal tesisi var. Hemen burada stop diyerek durak yapıyor ve yemeğe oturuyoruz. Her taraf tertemiz, hizmet iyi, yemekler nefis. İki kişi bir güzel karnımızı doyuruyoruz. Para vereceğiz hesap istedik “Ödendi” dediler. “Kim?” diye sual ettik, yanıt alamadık! Demek ki bir tanıdık, bir dost varmış çevremizde. İyi de oldu, emekli adamız ayın sonuna doğru cüzdan çıkarmanın anlamını iyi biliriz! Dostumuz, ay sonunda cebimizde ne kadar para olur bunu düşünmüş ve gizlice “Hesap benden” demiş olmalı. Sevindik, iyi ki öyle yapmış! Unutmayalım İtfaiye kampüsü içindeki küçük cami çok sevecen, çok cici. Hocalarından Hafız-ı Kurra Selim Efendi ise sesiyle bir harika, okuduğu ezanı dinleyen “İyi ki Müslüman’ım diyor”.
Yanı başımızda İstinye Devlet Hastanesi! Temeli atıldığı yıllardan beri bilirim hastaneyi. Güç koşullar altında hizmet veriyor. Küçük hastane iken zamanla, hayırseverlerin gayretleri ile büyütüldü ve bugünkü hale geldi. Yine de yeterli değil. Bugüne kadar pek çok başhekim değiştirdi. Sarıyerli Op. Dr. Mehmet Bayraktar da iki yıl Başhekim olarak görev yaptı. Fakat devam edemedi. Zira görevden alınan Başhekim Cengiz Bey on ikinci kez görevine dönünce mesele kendiliğinden çözüldü ve Dr. Mehmet Bayraktar Sarıyer hastanesine geri döndü. İstinye Devlet Hastanesi denince ben hastane müdürlerinden Selçuk Kaynarkan’ı hatırlarım. Az çekmedi! Hastanenin daha iyi çalışır ve daha iyi hizmet yapar duruma gelmesi için çok mücadele verdi. Üstelik sporcu ve spor adamı! Voleybol oynadı, voleybol antrenörlüğü yaptı. Ne var ki kapıldı bir rüzgâra, ayrıldı ve iş değiştirdi. İnişler-çıkışlar! Bir dokunulursa bin söyleyecek durumda ama ezik değil. Vakur ve azimli Harun Yılmaz ile birliktelikleri iyi, devam ediyorlar.
Yürümeye devam ediyoruz. SSK. Hastanesi var sırada! Koca bina kaderine terk edilmiş vaziyette. Bomboş duruyor yıllardan beri! Yuhhh be! Yanda bin bir güçlükle hizmet veren bir sağlık kuruluşu var… Buna rağmen SSK binası bomboş, harabe olmak için terk edilmiş. Ayıptır, günahtır, yanlışlıktır, imansızlıktır, insafsızlıktır, halka ve Hak’ka hakarettir. Bu binayı kullanıma açmamak, boş tutmak! Ama dinleyen kim? Az ileride Sarıyer İmam Hatip Lisesi. Yüzlerce öğrenci ders görüyor ve mezun oluyor buradan. Çok merak ediyorum, mezun olanlardan imam-hatip ve müezzin olan var mı? Daha ileride Süreyya lokantası! Zamanında çok meşhurdu. Devam ediyor ama eski havasını devam ettirebiliyor mu? Bilemem! İstinye Koyu denince akla kürek sporu gelir. Koyun durgun suyunda kürek sporu antrenmanları yapılırdı. Fenerbahçe Spor Kulübü kürek şubesi burada idi. Buradan kürek milli takımına onlarca sporcu gönderildi, başarılara imza atıldı. Yirmi yıldan fazladır Fenerbahçe Spor Kulübünün kürek şubesi kaldırıldı. İstinye’nin simgelerinden biri Faik Bey Yalısı’dır. Yalının, mükemmel mimarisi göz alıcıdır. Sonraları Yalının ismi Pakize Hanım Yalısı olarak değişti. Kim değiştirdi ise her halde bir bildiği vardır! İstinye burun başında Türk edebiyatının büyük isimlerin Recaizade Mahmut Ekrem Bey’in denizle iç içe olan yalısı vardı. Hancıoğlu ailesine geçti bu Yalı.
İstinye’den çıkmadan bazı konulara da değinelim. İstinye’de ilk deniz hamamı yani plaj 1877 de açıldı. Halk “Ohh iyi oldu” dediyse de yaşlılar “Yuhh” demekten kendilerini geri alamadılar. Ne demek baldır bacak dolaşıp durmak ne demek nerede ise anadan uryan denize girmek? Kim ne derse desin devam etti yıllar boyu İstinye plajinda yüzülmeye.
İstinye’de ana cadde üzerinde ve rıhtıma yakın cafeler, çay bahçeleri var. Han Cafe ile Kaçkar Cafe tam dinlenilecek yerler. Orta yol ve sol siyaset buralarda yoğrulur durur! İstinye Vapur iskelesi ilerisinde Mustafa Birinci’nin çay bahçesi. Dini motif içeren siyaset ve sağ kulvarın siyasetçileri burada nefes tüketir, burada hamur yoğurur yarınlar için.
Siyaset sadece çay bahçelerinde mi var. Elbette ki hayır! Siyasetin yeri, mekânı ve zamanı yoktur. Her yerde vardır ve yapılır. Siyaset konuşulmasın olası mı? Elbette ki değil. Dere yukarı akar mı? Akmaz! O halde konuşulmaya devam edilecek, bizde yolumuza devam edeceğiz, ver elini Yeniköy diyerek.
23.06.2012
Yazan İbrahim BALCI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder