1940’lı yıllarda
tanıştım Rumelikavak’la! İyi de ettim. Çok yakın arkadaşlarım ve dostlarım
oldu. Rumelikavağa vapur ile ilk gittiğimde gördüklerim hala aklımda. Vapur
iskelesine çıkar çıkmaz bir büyük pano karşılardı gelenleri. Panoda şöyle
yazar: “Yabancılar çıkamaz” ve hemen bu yazının altında ikinci bir yazı
“Yabancılar fotoğraf çekemez”. Haydaaa!
O dönemler fotoğraf çekmek yasak iken şimdi vatan toprağı pırasa satılır gibi
satılıyor, marina olarak, işyeri olarak, konut olarak! Yerliye, yabancıya hiç
fark etmiyor!
Rumelikavak
o dönemlerde askeri bölge idi. II. Dünya Savaşı bütün şiddeti ile devam
ediyordu. Karaya çıkacak her yabancı o günkü koşullarda casustu(!) Öyle kabul
ediliyordu ve yabancılara kuşku ile bakılıyordu. Böyle olduğu içindir ki yerli
ve yabancı turistler gelmiyorlardı bu balıkçı semtine. Zamanla II. Dünya Savaşı
ve kuşkulu günler geride kaldı. 1950 genel seçimlerinden günümüze kadar
gelindi. İşte bu süreçte yepyeni bir Rumelikavak ortaya çıktı.
Rumelikavak
aslında 73 baca No.lu Şehir Hatlarına ait bir yolcu gemisidir. Almanya’da Elbing’de F. Schichan Gmblt
tezgâhlarında inşa edilen 148 gros ve 64 net tonluk bir yolcu gemisi. Teknesi
çelik saçtan, uzunluğu 33,1 metre, genişliği 6.6 metre, su kesimi ise 2.1 metre
idi. Schichen yapımı 350 beygir gücünde tripil (3 silindirdi) buhar makinesi
vardı ve uskurluydu. 1927 yılında hizmete giren bu yolcu gemisi 8 mil yol
yapıyor, yaz kış 344 yolcu taşıyabiliyordu. R. Kavak isimli gemi 2.11.1984 de
hizmet dışı kaldı. Hilton oteli tarafından satın alındı ve yeniden onarılıp
tanzim edilerek Şehrazat adı ile yüzer lokanta yapıldı. Bu geminin ikizinin adı
72 baca No.lu Üsküdar gemisiydi ve İzmit körfezinde battı.
Rumelikavak
derken nereye geldik. Yahu konumuz Rumelikavağı’nın sosyal, kültürel, ekonomik ve
aktüel durumu iken neden gemiye yöneldik anlamak mümkün değil. Ama şunu da
itiraf etmeliyim; Gemi ile Rumelikavağa gelmek hem kolay ve hem de eğlendiriciydi.
O nedenle çok tercih ediliyordu.
Rumelikavağı’nın
ismi Bizanslar döneminde Hieoron Romelias’tı. Bu ismi de Kalenin bulunduğu
yerdeki Bizans mabedindin alıyordu. Neden Rumelikavak oldu? Hep sorulur,
söylenir durur. İlk akla gelen Rumelikavağı’ndaki çınar ağaçlarından aldığıdır.
Malum ya çınar ağaçlarına halk dilinde kavak ağacı denilir. Dev çınar ağaçları
nedeni ile semte R. Kavak denildiği iddia edilmektedir. Ama unutmayalım eski
Rumelikavaklılar, bu ismin Kavak İncirinden aldığını da iddia etmektedirler.
Her ikisi de geçerli olabilir. Doğrudur der ve çarşı içinde kalenin önündeki
Çınar ağacı önünde dururuz.
Ülkemizde,
hatta dünyanın her yerinde önemli yerlerin efsaneleri vardır veya efsanelerle
anılır. Çarşı içindeki kale yani diğer adı ile Kavak Hisarı 1624 yılında Sultan
IV. Murat tarafından yaptırılmıştır. Kalenin cümle kapısının solunda dev bir
çınar ağacı vardır. Anıt ağaçtır ve
gövde içi tamamen kovuktur, boştur, bu boşluk tabandan tepe noktasına kadar
uzamaktadır. Hatta koca ağaç ortadan ikiye ayrılmıştır. Koruma altına alındığı
ve dış kabuğundan beslendiği görülmektedir. Yaşını merak ediyorsanız 750-800
arasında olduğu iddia edilebilir.
Bu dev çınar
ağacının da efsanesi vardır. Köy halkından bir kız, kale kapısı önünde nöbet
tutan bir yeniçeriye gönül kaptırır. Kaş göz işaretleri ile ancak
görüşebilirler. Ne yapar ederler bir gün yan yana gelirler, bir süre
konuştuktan sonra, gece kale kapısı yanındaki Çınar ağacının altında buluşmak
üzere sözleşirler. Sözleştikleri günde asker bekler ama kız gelmez, asker yorgundur
ve ağacın dibine oturup bekler ama uykuya yenik düşer. Bir süre sonra kız
gelir, ortada kimse yoktur, beklemeye karar verir ve o da ağacın dibine oturur
ve beklerken uyuya kalır. Bir zaman sonra görüşemeden ayrılır gider âşıklar.
İşte olan o zaman olur ve iki sevdalının ateşine dayanamayan ağaç içten içe
yanarak bugünkü hale gelir! Nasıl iyi mi? Efsane dediğin de böyle olur işte!
Basri Demirci iyi dosttur, iyi vatandaş iyi insandır. Tartıştık efsaneyi karar
kıldık doğruluğuna! Amaç göle maya atmak değil yoğurt mayalamaktır, tutar!
Bir başka
efsane Paşa Reis efsanesidir. Paşa Reis anadan doğma paşadır. Yani ismi
Paşa’dır. İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olduğu yıllarda (1940’lı yıllar)İstanbul’a
gelir. Kadıköy tarafından deniz yolu ile Dolmabahçe’ye geçerken, gırgır takımı
ile avlanan Paşa Reis karşılarına çıkar. Paşa Reis balık takip eder, korumalar
da Paşa Reis’i kovalar. Sonun da Paşa Reis’in yanına gidilir ve yetkililer
“İsmet Paşa gemide, karşıya geçiyor buradan çekilin” ikazında bulunur. Paşa
Reis kızar ve “İsmet Paşa sonradan olma paşa ben ise anadan doğma paşayım.
O’nun değil benim dediğim olur” diyerek yüzyılın esprisini yapar! Espri değil
söylediği doğrudur da! Pek bilemem belki de büyük demokratlığı belki de o zaman
tescillendi!
Rumelikavak
Sarıyer’in çok önemli balıkçı köylerinden biridir. Türkiye’nin kalbi gibidir.
Rumelifener, Garipçe, Yenimahalle ve Sarıyer ile birlikte önemli bir balıkçılık
merkezidir. Eski dönemde sadece balıkçılıkla uğraşılırdı. 1970 li yıllarda
turizme dönüldü ve yerli ve yabancılara hizmet verilmeye başlandı. 1950’li ve
1960’lı yıllarda sadece İskele Balık lokantası varken 1970’li yıllarda artış
gözlendi ve günümüze gelindiğinde otuz kırk balık lokantası ile önemli bir iş
merkezi oldu. Kahraman Balık lokantası öylesine bir isim yaptı ki sormayın
gitsin, Onu tahtından kimse indiremez. Kutlamak gerekir yaratanı. Ayder Balık
Lokantası sanki deniz üzerinde ayrı bir yayla! Muhteşem görünümü, havası ve
emsalsiz güzelliği ile ilk uğranılacak mekânlardan biri. En eski balık
lokantası İskele Balık Lokantası! Yakup Ağa, Dadaş Yusuf ikilisinden sonra
Tekin Doygun bir başka hava kattı lokantaya ve kapalı gişe iş yaptı yıllarca.
Sonra yavaş yavaş yerini başkalarına, mekânı da Arap Ali’ye devretti. Arap Ali
iyi götürüyor işi Göksel’le birlikte! Telli Tabya’yı geçtikten sonra peşi sıra
gelen içkili ve içkisiz gazinolar… Ne muhteşem manzaraya sahipler anlatılabilir
mi?
Büyük
balıkçı tekneleri olduğu gibi, küçük boyda balıkçı tekneleri de vardır. Ayrıca
oltacısı ve midyecisi de! Midye deyince Türkiye’de akla Rumelikavağı gelir.
Türkiye’nin her tarafına Rumelikavağı’ndan midye gönderilir. Ama midyecilerin
durumu içler acısıdır. Zira Otuzbir Bayırının alt kısmında barınırlar,
midyeleri burada ayıklarlar hem de en iptidai usullerle. Bir Allah’ın kulu ya
da bir yetkili çıkıp da yardımcı olalım demiyor! Midyeciliği yapanlar Rumelikavağı’nın
Roman vatandaşlarıdır! Diğer Romanlar gibi değiller. Çalışkanlar, günlük değil,
uzun vadeli yaşarlar, giyim kuşamları ve iskân durumları da iyidir. Darısı
diğerlerinin başına! Yazık çok yazık! Birkaç gün önce iki midyeci üst üste
dalış yapınca vurgun yemiş! İkisi de felç olmuşlar, Allah yardımcıları olsun!
Midyeci deyince de unutmadan kayıt düşelim akla Midyeci Ethem Efendi gelir. Bu
mesleği sıfırdan almış, geliştirmiş ve balıkçılığın bir başka işkolu olarak
faaliyete geçirmiştir. O nedenle Midyecilerin Kralı olarak isimlendirilen Ethem
Karaaslan Efendiye biz de rahmet olsun der, ahret âlemine göçen diğer
midyecilere orada yol göstermesini dileriz!
İlçenin en
büyük balıkçı semtlerinden biri olan R.Kavağın elbette ki namlı balıkçı
reisleri de olacaktır. Örneğin: Paşa Reis, Terzioğlu Tahir Reis, Gacara Ahmet
Reis (Ayan), Ahmet Çınar Reis, Terzioğlu Rıza Reis, Ananın Ferhat Reis, Ananın
Rıfat Reis, Haldonun Rıza Reis, Dursun Reis, Çınar Refik Reis, Cevdet Reis
(Karadeniz), Delibay Mustafa Reis (Karadeniz), reislerin en yakışıklılarından
biri olan Cihan Reis (Karadeniz) ve namı dört yanı tutan Rubil Hasan Reis
kalburüstü reislerdendir.
Hatırlatmakta
yarar var, yeni Reisler, geçmişteki reislerle kıyaslandığında işin içinden
çıkılamaz. Zira eskiler direk reisi, yeni reisler cihaz reisleridir. Eskiler
gözlemleme ve deneyimle balık avcılığı yaparken, genç reisler son model
cihazlarla balığın peşine düşmekte ve avlanmaktadır. Öreğin; Murat Reis, bir
süre önce ölen Sırrı Reis, Sefer Reis, Sedat, Vedat ve Nejat kardeş Reisler, Sezgin
Reis (Karadeniz), Ruşen Reis (Karadeniz)… Reis sayısı az veya çok diyemeyiz. Ne
kadar gırgır takımı, voli takımı varsa o kadar da reis vardır. Aslında her R.
Kavaklı balıkçı bir reistir, bunu da kabullenmek gerekir. Benim düşüncem bu!
Yanlışsa tartışılır!
Hatırlamışken
tespitimizi yapalım ve yazalım. Sultan III. Selim yenilik hareketlerine
başlayınca kışkırtılan yeniçeriler rahatsız oldu ve ayaklandılar. Ayaklanma
Rumelikavak kalesinde başladı. Kale Çavuşu Kabakçı Mustafa’nın başı çektiği
isyancılar Çayırbaşı’nda toplandı ve İstanbul’a yürüdü. Topkapı Sarayını
ablukaya alıp III. Selim’i tahttan indirdiler, yerine aklı yerinde olmayan IV.
Mustafa’yı tahta çıkardılar. Maceracılar yeni Padişaha istediklerini
yaptırdılar. Bu arada durumu öğrenen Alemdar Mustafa Paşa hışımla İstanbul’a
döndü. Saraya girdiğinde III. Selim’in cesedi ile karşılaştı. Yine de
yapacağını yaptı IV. Mustafa’yı tahttan indirip II. Mahmut’u tahta çıkardı.
Adamlarını Kabakçı Mustafa üzerine gönderdi ve onu da Rumelifener’deki
konağında öldürttü. Ama iş bununla durulmadı. Bir süre sonra işler ters döndü
bu defa Sadrazam olan Alemdar Mustafa Paşa’nın üzerine gidildi ve bu yaman Paşa
savaşa savaşa ölüme gitti. İşe bak be! Dersimiz tarih değil ama yazıp duruyoruz
işte!
Rumelikavak’ta
hayli tarihi eser var! Tepedeki Rumelikavak kalesi 12. yy. da yapılmış ama
yerinde yeller esiyor, yıkılıp gitti. Çarşı içindeki kale’nin bir adı da Kavak
Hisarı 1624 de yapıldı, 1783 de kaleye ilaveler yapıldı. Şimdi kullanılmıyor! İstanbul’un en önemli manastırlarından biri Mavramoloz
Manastırı idi. Putperestlik zamanında burada tapınak vardı. Dinlerin yayılmaya
başlaması ve İstanbul’a kadar gelmesi üzerine ibadethaneler de açıldı ve
böylesi bir ortamda Mavramolaz’da (Karataş) büyük bir manastır yapıldı. Yüzlerce
yıl burada keşişler, papazlar din adamı yetiştirdiler. Kendi ihtiyaçlarını
kendileri gördüler. Çeşitli vesilelerle manastır birkaç defa yıkıldı ise de
yeniden yapıldı. 1690 da Osmanlı yönetiminden izin alınmadan yeniden çok büyük
bir manastır yapıldı. Ne demek izinsiz inşaat! Hemen harekete geçildi ve
Sadrazam Damat Şehit Ali Paşa tarafından koca manastır yıktırılıp yerle bir
edildi. Tarihi eserlerden hamamın yerinde yeller esiyor. Çarşı içindeki kalenin
yanında bulunan Karakaş mescidi de büyük Sarıyer selinde denize gitti. Yusuf
Ağa Camii yerli yerinde ama aslından eser kalmamış sadece kitabesi tarihi eser
olarak gelip geçeni selamlar. Ruznameci İbrahim Efendi Çeşmesi önemli bir
tarihi eserdi ama o kadar fazla üzerinde oynandı ki nerede ise kitabesi dışında
aslı ortadan kalktı.
Yusuf Ağa Camii deyip geçmeyelim,
zira üzerinde durulması gerekir. Padişah IV. Mehmet’in annesi Turhan Hatice
Sultan tarafından kardeşi Yusuf Ağa adına 1682-1688) de yaptırılmıştır. Yani
tarihi eser bir camidir ama sadece kitabesi tarihi eserdir. Değişik zamanlarda
yapılan onarımlarla esas hüviyetini kaybetmiştir. Bu cami II. Dünya savaşı
sırasında askeri birliğin karargâh binası olarak kullanıldı. Ahmet Bekaroğlu 17
yaşında bu camiye atandı. Fatih İmam-Hatip Lisesini, Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesini bitirdi, mastırını yaptı. Yetinmedi akademik çalışmalarını devam
ettirdi ve İlâhiyat Doktoru unvanını aldı. Müftü ve Vaizlik haklarını da elde
etti. Buna rağmen bu küçük camide neden sıkışıp kaldı? Herkesin sorduğu bu!
Bence alıştığı bu sakın yerde huzur buldu. Dr. Ahmet Bekâroğlu’nun ilahiyat
dalındaki başta Bayraktar Bayraklı gibi epeyce hocaları yanında üstad-ı azam’ı
yani sportif bir deyimle Maradona’sı kendi hocası da olan Yaşar Nuri Öztürk’tür
(Ona da geçmiş olsun der ve devam ederiz!). Aynen kabul ederiz ve deriz ki;
Sarıyer ilçesinin de; Messi’si Dr. Ahmet Bekaroğlu’dur. Aynı zamanda
araştırmacıdır-yazardır. Ulusal ve yerel gazetelerde makaleleri
yayınlanmaktadır. Türk basını ile ilk tanışması da Tonya Haber Gazetesi ile
olduğundan hem bu gazeteyi ve hem de sahibi Hasan Kalyoncu’yu unutmaz. Dönem
dönem Sarıyer Müftü Vekilliği ve öğretmenlik yapmış, amatör olarak sporu düzenli
olarak sürdürmektedir. Sarıyer Spor Kulübü Kongre üyesi ve iyi bir Sarıyer
taraftarıdır. Bilime şüpheci yaklaşımı
doğruları bulmasında en büyük etkenlerden biridir. Konuşması, sabırla
dinlemesi, tok ve doğru sözlülüğü, insanlara yaklaşımı, örnek giyimi-kuşamı ve
sadelikten hoşlanması, ön plana çıkmaktan kaçınması ile örnek bir din
bilimcidir. Sohbetlerinde bulunmak zevk, vaazlarını dinlemek ise dünyayı
yeniden tanımak gibidir. Asla ödün vermemesi ve her yaştaki insanın anlayacağı
dille konuşması da ayrıca özel cemaatinin olmasına neden olmaktadır. Haklıdır
deriz ve geçeriz. Biliriz yazdıklarımıza alınacak ne gerek vardı diyecek ama
bende haklıya hakkını vermeden duramam ki!
Mavramoloz’daki
manastırda bulunan rahibelerden biri bir Türk balıkçı delikanlıya âşık olur.
Ara sıra buluşurlar. Sonunda evlenmeye karar verirler ve rahibe “Beni kaçır”
der yavuklusuna. Sözleştikleri günde yola çıkarlar ve Telli Tabya mevkiine
geldiklerinde rahibe heyecana dayanamaz ve ölür. Delikanlı şaşkın, bir süre durur ağlar ve
sonra da rahibeyi bulunduğu yere bir mezar kazıp defneder. Bir süre sonrada bir
tutam gelin telini mezarının üzerine koyar. İşte Telli Gelin böyle oldu Telli
Baba! Mezarda bir depo bekçisinin bulunduğu da söylenir, bir askerin bulunduğu
da! Bence doğru olan Telli Gelin olayıdır! Yoksa neden gelin teli koysunlar ki?
1970 de askeri yönetim Telli Baba’yı Yenimahalle Muhtarlığına verdi, almadılar.
Rumelikavak muhtarlığı aldı ve harika bir iş yaptı. Sağ olsunlar, Varolsunlar.
Şöyle köy
içinde gezinip duralım. Kâh durak yapalım dinlenelim, kâh bir dostun çayını
içelim. Pazarbaşı’ndan yürüyerek R, Kavağa gidecek olursak, önce Sahil
Güvenliğin yeni yerleşim bölgesini geçeriz. Sonra terk edilmiş olan Telli
Tabya’yı. Telli Tabya’nın bir ismi de Deli Tabya’dır. Milton adı da vardır ama
bu isim bize ters gelir. Tabya Fransız
mimar Tavsan’a yaptırılmış ve savunma amaçlı kullanılmıştır. 1965 yılına kadar
buradan Anadolu Kavağı’na kadar karşılıklı uzanan şamandıralar vardı. Sadece
gemilerin geçişleri için ağız bırakılıyordu.
Aman ha
atlamayalım! Altınkum Plajı başlı başına bir olaydır. Adliye Nazırı Necmeddin
Molla (Kocataş) Fransa’da Manş kıyısında bir plaj görmüş, gelmiş aynını
Altınkum’da yaptırmış. Bir de plaja ücretsiz yolcu taşıyan gemi tahsis etmiş.
Altınkum Plajı 1927 yılında açılmış ve II. Dünya Savaşı yıllarına kadar devam
etmiş. 1940’li yıllardan sonra tekrar
faaliyete geçirilmiş. Halen Altınkum Plajı faaliyette. Yanında Elmas Kum plajı
var. İlerisinde Karataş Plajı vardı. On Onbeş yıl çok faaldi ama faaliyetini
tatil etti. Daha ileri de ise Büyükliman Halk plajı bu plaj Garipçe Köyün.
Otuzbir
Bayırı, Otuzbir Suyu, Otuzbir Suyu Mesiresi! Nedir bu otuzbir be! Ulan ne
günlere kaldık. Okuyanlar da bunlar şaşırmış diyecek! Birileri başka cepheden
görürlerse bakın işe! Yahu bu Otuzbir olayı tarihi bir olaydır. 93 yani 1877/78
Osmanlı-Rus Savaşı sırasında buraya 31. Tümen yerleştirildi. O gün bugündür bu
alana Otuzbir Mesiresi, Suyu ve Yokuşu denilmiştir. Başka bir maksadı yoktur,
yanlış anlamaya gelmez! Bu yokuşu geçince R. Kavak limanı bütün haşmeti ile
karşınıza çıkar. Küçük kayıkları, midye tekneleri, irili ve ufaklı balıkçı
tekneleri ile sevimli bir liman! Otuzbir Yokuşunun altı ağaçlık. Eskiden nefis
bir mesire idi, içilecek suyu ve deniz kıyısında plajı da vardı. Şimdi bu alana
kayıklar çekiliyor, midyecilerin tezgâhları da burada.
Rumelikavak
hırslı insanları ile gerçekten verimli bir semt. Örneğin balıkçılık ve balık
lokantacılığında ne kadar ileri gitmişlerse spor da da o denli ileriye
gitmiştir. Çok eski yıllardan beri R. Kavak’tan büyük futbolcular çıktı.
Örneğin; Türk futbolunun büyük yıldızı Cemil Turan, Rumelikavak’lıdır. Fuat
Bıçakçı, Cudi Vergili, Bora Öztürk, Kâmil
Doygun, Mehmet Demirtaş, Mehmet Sülün, Yasin Sülün, Sinan Demirci, Tayfun Demirci, Süleyman Yalçın, Hamdi Demirtaş,
Emrah Şahin Çiftçi, Yüksel Çınar, Güney Kıldıran (Voleybol), Muslim Ali Koç
(Voleybol) Rumelikavak’lıdır. Hepsi bu kadar mı diye soranlara, biz de insanız
unutmuş olabiliriz deriz, bu hakkımız var mı ona da okurlar “evet” derse
seviniriz.
Gerek
Rumelikavak Spor Kulübü’nde gerekse Sarıyer Spor Kulübü’nde yönetici olarak
görev yapan Rumelikavaklılar da az değil. Örneğin Necil Kıldıran çok ciddi
kulüp yöneticisiydi. Tekin Doygun, Arap Ali (Özdelice), İrfan Terzi, Varol
Aydın… Necil Kıldıran, Tekin Doygun, Arap Ali Özdelice), İrfan Terzi Sarıyer
Spor Kulübünde yöneticilik yaptılar. Varol Aydın ise yıllardan beri Rumelikavak
Spor Kulübünün yöneticisi başkanı, aynı zamanda Rumelikavak Güzelleştirme
Derneği Başkanı… Ömrü derneklere hizmet etmekle geçiyor. Bu tür insanlara ben
“Aslan Yürekliler” derim!
Aynı zamanda
teknik alanda da hayli başarı sağlamış R. Kavaklı vardır. Örneğin; Kâmil
Doygun, Bora Öztürk, Mehmet Demirtaş, Hamdi Demirtaş, Sinan Demirci, Mehmet Sülün, Naim Ulusoy, Günal Kurşun,
Tayfun Demirci ve Süleyman Yalçın teknik direktör/antrenör olarak Türk
futboluna hizmet veriyorlar.
Yönetici
olur, teknik direktör/antrenör olur, futbolcu olur da gazeteci/spor yazarı
olmaz mı? Elbette ki olur ve olmalıdır. Nitekim İrfan Terzi R.Kavak’ta yetişmiş
önemli bir spor yazarıdır. Güneş, Günaydın, Akşam ve Fanatik gibi birçok
gazetede spor yazarı olarak yazılara imza atmış, görev verildiğinde Sarıyer
Spor Kulübünde sorumluluk üstlenmiş ve kulübünü en iyi şekilde temsil etmiştir.
Çalışkan ve girgindir. Kuralları bilir, fırsatı değerlendirir. Bu nedenledir ki
R. Kavağa gelen devlet erkânına ulaşabiliyor, forma takdim ederek ve kaşkol vererek
kulübünü gündemde tutmayı biliyor. İyi tanıdığım İrfan Terzi’nin temsil
yeteneği çok iyi. Bu yeteneğini de kullanmasını
da biliyor. Bunu yaparken giyinmesini, kuşanmasını ve olayın zamanlamasını çok
iyi yapıyor. Rumelikavak tarihi üzerinde çalışmaları ve dostlarına yol
göstermeleri de asla küçümsenemez! Yapmayın yahu! Siz de saçlarına taktınız! Ne
yani belki bir bildiği var! Başı üşüyünce siz mi nezle olmuyorsunuz?
İnsan olan
yerde sevda olmaz mı? Olur elbet! Dünyanın en büyük sevdalarından biri R. Kavak’ta
yaşandı. İki kız kardeşe anneleri “sizi havacı subayla evlendireceğim” der
durur. Bu iki kardeş hayal âlemlerinde yarattıkları hava subayına âşık olurlar.
Biri o denli ileri gider ki sevdası gelene kadar kendisini eve kapatır, dünya
ile güneşle, ayla, ışıkla ilişkisini keser.
İnat mı inat sevdasını bekler. İki kız kardeş 75/80 li yaşlara gelirler.
Ne gelen bir subay vardır ve ne de bir başkası! Ama büyük kız beklemeye devam
eder. Kız kardeşi vefat eder. Birkaç gün
sonra öldüğü anlaşılır ve defnedilir. Büyük kız ise huzurevine
yerleştirilir. Hala huzurevinde
sevdasını beklemektedir. Hava Yüzbaşısı gelecek ve sevdasına kavuşacaktır!
Bekleyenler sevdasını da bulur Mevlâ’sını da! Evet, böyle diyelim ve yola devam
edelim.
Limanı
geçince karşımıza eski askeri lojmanın arsası çıkar. Depremde zarar gördüğü
için binalar yıktırıldı, alan boş.
Burada ne yapılabilir diye kimsenin aklına bir şey gelmiyor. Sorgulama yok nedense! Sarıyer Belediyesi
denizcilik müzesi açacak boş alan ya da elverişli bina arıyor. İşte müze
yapılacak alan burası. Denizcilik müzesi değil, “Balıkçılık Müzesi” olmalı.
Rumelikavak balıkçılarında bir müzeyi ihya edecek kadar çok malzeme olduğunu
bağıra bağıra söylerim!
Bu arsanın
ordudan talep edilmesi zor değil! İstenebilir, hatta başarılabilir de. Malum ya
Jandarma Genel Komutanı Org. Bekir Kalyoncu Sarıyer çocuğu, herkes, hepimiz ona
ulaşabilir, isteklerimizi söyleyebiliriz. Olur mu? Olur, olmaz neyse biz
söyleyelim de! Bu konuda Sayın Belediye Başkanı Şükrü Genç’in harekete geçmesi gerekir
gibime geliyor. Sayın Şükrü Genç alsın yanına Diş Dr. Eral Aydın ile Ayhan
Çınar’ı gitsin Ankara’ya görsün paşayı bakın nasıl işi bitirirler! Hadi bu alan
olmadı, yıllardan beri boş duran çarşı içindeki kale alınamaz mı? Hele bir uğraşılsın!
R. Kavak
çarşısı içinde dolaşırken gözlerim dostlarımı arıyor. Pek çoğu teker teker
terki dünya eylemiş. Nerde Fırıncı Kemal, Baki Sirkan, Cihan Karadeniz, okul
arkadaşım Hilmi Topçu. R. Kavağa her gittiğimde kesinlikle durak yaptığım ve
takıldığım yer Ahmet Ayan Reis’in yanıydı. 1950’lilerden beriydi dostluğumuz,
katıksız ve karşılıksız dostluktu. Ahmet Ayan’ı da yıllar oldu kaybedeli. Keza
oğlu Naci’yi de! Nerede Dursun Ali Yazıcı? Onu tanıdığımda yıl 1953’tü…Aynı
partide yıllarca koşup durduk. Nerede Turgut Altıparmak, o da son yolculuğa
çıktı, arada bulasın! Kala kala üç beş kişi kaldı benim kuşaktan. Cins Kemal, Fuat
Bıçakçı, Nurdoğan Doygun, Müslim Ali Koç ve birkaç kişi daha… Onlara da uzun
ömürler… Çok yaşasınlar, neşeli olsunlar…
Elbette ki
dostlarımız ve dostluklarımız vardır. Devam ediyordur. Fuat Bıçakçı, Güney
Kıldıran, İrfan Terzi, Dr. Ahmet Bekâroğlu, Nurdoğan Doygun, Arap Ali, Varol
Aydın, Namık Ayan, İbrahim ve Cengiz Tabak kardeşler! Metin Üzen, Şeyh Mehmet
(Topçu), Muhtar Cevdet Saral’ı unutmaya imkân var mı? Ya Emekçi Basri’ye ne
demeli. Bir büyük yürektir Basri. Herkesten yana ille de emekçiden yanadır. Eş
dost çok, akla gelmeyen, unutulan ya da sair şekilde gözden kaçanlardan biz de
kaçacağız, sitem yemeğe niyetimiz yok. Kusur bizde çünkü!
Durmak yok işimize
devam diyoruz ve kıyı köşe R.Kavağı’nda dolaşıyoruz. Gözümüze ilişte, basından
duyduk Rumelikevağı Balıkçılar Kooperatifi var. Hayli faal başkanı Ahmet Aslan!
Güzelleştirme Derneği var müthiş faal başkanı Varol Aydın. Bu dernekte Tuncay
Hoca’yı da unutmayalım! Bravo deriz Varol’a her taşın altından çıkıyor, inatçı
ve takipçiliği ile hayli başarılı.
Rumekilavak’taki
iki küçük derenin, yol yapım çalışmaları sırasında üzerleri kapatıldı. Dere
göremezsiniz çarşı içinde. Dereyi görmek için Namazgâha doğru yürümek gerekir.
Tarihi eserlerden biridir Rumelikavak Vapur iskelesi. Ne var ki bütünü ile
yıkılıp eskisine uyar şekilde yenilendi.
Balıkçılık,
midyecilik, lokantacılık derken R.Kavağın simgesi olan Kavak İncir’i unutuldu.
Artık yetiştirilip satılmıyor. Kıyıda köşede ve bazı bahçeler varsa da o da
numuneliktir, uzanıp çalmaya değmez!
Naylon poşetler
çıkalı Rumelikavağın bir diğer işkolu olan Filecilik tarihe karıştı. Artık
iplikle file dokuyan yok. Aslında deniz ve çevre temizliği için naylon poşet
yapımının terk edilmesi ve iplikle file dokunması geliştirilmelidir.
Çirozculuk
başka bir işkoluydu. Nisan, mayıs aylarında bütün R.Kavak yamaçları adeta çiroz
tarlasına dönerdi. Uskumrunun kaybolması ile birlikte Çirozculukta kayboldu
gitti.
Hemen
belirtelim bağ ve bahçecilik yerini çiçekçiliğe, süs ağacı ve çeşitli süs
bitkisi türlerinin yetiştirilmesine terk etti. Ünal Çiçekçilik botanik bahçesi
ve sera çiçekçiliğinde öncü durumundadır. Son yıllarda açılan Besim-Kaan Resim
Atölyesi de semte canlılık veriyor.
Mahalle olur
da mahallenin sorumlusu olmaz mı? Bu sorumlu da muhtar olduğuna göre
saptayabildiklerimizi sayalım: Marazlı Ahmet Efendi, Mustafa Efendi, Mehmet
Efendi, Kavas İsmail Efendi, Bakkal Hüseyin Efendi, Süleyman Ayan, Süleyman
Koçali, Rıza Topçu, Hasan Altun ve Cevdet Bayraktar… Muhtarların çoğu kıyıda
köşede sıkıp kaldılar. Cevdet Saral ise mükemmel bir muhtarlık binası ile semt
sakinleri ile buluştu. Çok amaçlı muhtarlık binası adeta kültür merkezi!
Rumelikavak’ta
2 cadde, geçici sokak varsa hariç 16 sokak, 1 site, 1 lojman var.
Hem gezip
tespitlerde bulunduk, hem de sorup soruşturduk, paket yapıp sarmaladık, bu
bilgileri edinip sayfalarımıza kaydettik. Şimdi ilk işimiz sağsalım R.Kavak’tan
dışarı çıkmak olacak! Bakalım yolumuz nerelere düşer? Bahtımıza, ne çıkarsa,
çıksın, görev aldık tamamlayacağız. Sarıyer’i bir uçtan diğer uca gezebilmek
için dostlara Allah kolaylık versin diyecek ve yolumuza devam edeceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder