17 Kasım 2016 Perşembe

KADIN KAHRAMANLAR

Türk tarihi kadın kahramanlarla doludur. Orta Asya’dan gelişle başlar, verilen her savaşta sayıları artarak devam eder. Her kurulan yeni bir Türk Devletinin askerleri fetih için hareketlendiklerinde ya da değişik şekilde düşmanla karşılaştıklarında askerlerin verdiği mücadele yanında kadınların varlığından haberdar oluruz. 622 yıl devam eden Osmanlı İmparatorluğu sona geldiğinde “Pasta Adam” olarak nitelendirildiği dönemlerde ülkenin bu durumdan kurtarılabilmesi için neler yapılabileceği tartışılırken, bu tartışmaların içinde kadınlarında yer aldığını görüyoruz. Yakın tarihimizde bilhassa Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış ve yeni bir Türk devleti olarak Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen sürede verilen savaşların içinde sayısız Kahraman Türk kadını vardır.  Bizzat savaşın içine girmişler aslanlar gibi çarpışmışlar, savaş sırasında rütbe almışlar isimlerini tarihin derinliklerine gömmüşlerdir. Sadece bu kadar mı? Elbette ki değil, daha isimleri belirlenememiş ya da isimleri belirlenmiş de uzun yıllar sonra ortaya çıkmış onca isim var kadın kahraman olarak…

            Bu kadın kahramanlar belki Nene Hatun gibi baltayı eline alıp düşman içine dalmamıştır, belki Nezahat Onbaşı gibi siperlere dalıp askerlere su dağıtmamış, belki siper siper gezerek, yaralıları cephe gerisine çekip yaralarını sarmamış ama yine de bedenlerini ülkesinin menfaati için hiçe saymıştır…

            Beyi Anadolu’ya geçince birkaç gün sonra kocasının peşinden Anadolu içlerine giden ve bir daha kendisinden haber alınamayan Necla Hanım (Türkân), erkek kardeşlerimiz cephede savaşırken bize evde oturmak yakışmaz diyerek askere alınması için dilekçe veren Kara Mehmet Kızı Latife, Çamlıca’nın üç gülü olarak kitaplaştırılan kızkardeşler, düşmanın köye girmesi ile yakalanan ve Türk askeri hakkında bilgi almak için sorguya çekilen, istenen bilgileri vermeyince fırına atılarak yakılan Nafize Hatun, Kahraman Türk Kadınlarından sadece bir kaçıdır.

            ANANIN DUYGUSU SORGULANMAZ VATAN MI EVLAT MI DİYE!

            Sene 1921 aylardan yaz. Yunan ilerlemesi devam etmektedir. İnegöl tehlike ile karşı karşıyadır. Anası oğluna görev verir “Oğlum düşman İnegöl’e varmak üzere, doğru cepheye, durma koş”. Koşar gider oğlu. Cahil oğlu kavrayamıyor düşmanın yapacaklarını ve düşmana bir ihbarda bulunuyor… Zavallı yaptığının kötülük olduğunun farkında bile değil! Çok geçmeden Anaya haber ulaşıyor ”Oğlun düşmana casusluk etti” diye … Vatanı ve oğlunun başarısı için köyünde Allah’a yalvararak dua eden ana bu haberi alınca çılgına dönüyor ve kaptığı gibi tüfeği gidiyor oğlunun peşinden. İnegöl’dedir. Oğlunu soruyor, ne yapacaksın diye soranlara anasıyım göreceğim diyor. Anasının kendisini görmek için geldiğini öğrenen oğlu sevincinden uçuyor ve elini öpmek için koşuyor anasına. At üzerinde dimdik duran Anası, feracesinin altından çıkarıyor tüfeği basıyor tetiğe acımadan oğlunu alnından vurup gözden kayboluyor. Vatan sevgisi mi? Evlat sevgisi mi? Diye anaya sorulmaz!

            İbrahim Ethem Bey komutasındaki Demirci Akıncıları Yunan’a kan kusturuyordu. Demirci Akıncıları Ulus dağı eteklerindeki Molla Hasbi’nin evini mesken tutmuşlar, burada barınıyorlardı. Düşman fırsatını bulmuş İbrahim Ethem Akıncıları yokken Molla Hasbi’nin evini yakmış kendisi ile birlikte birkaç kadını da şehit etmiştir. Ancak bu yaptıklarını yeterli görmemişler, İbrahim Ethem Kuvvetlerini ortadan kaldırmak için köy kadınlarından Nafize Hatunu ele geçirmişler, olmadık işkenceler yaparak bilgi almak için uğraşmaktadırlar. Ne var ki Hafize Hatun hiçbir bilgi vermez, direnir durur. Bilse de bir şey söylemeyeceği yanıtını vermesi üzerine, Yunanlılar tarafından fırına atılarak şehit edilir. Türk kadınından sır istenmez çünkü sır vermeyi değil ser (başını) vermeyi bilir

            Maraş’ın Pazarcık ilçesinde milli teşkilat kurulmak istenir. Bir evde toplanırlar. Erkekler köydeki aşiret reisini milli cepheye kazandırmak için konuşur dururlar ama başaramazlar.  Aşiret reisi Nuh der peygamber demez.  Konuşmaları aşiret reisinin anası dışarıdan duymaktadır. Oğlu’nun yüreksizliğine üzülür ve içeri girerek; “Evlatlarım! Bütün konuşmalarınızı yandaki odadan dinledim. Evet haklısınız. Biz yarın Türk memuru, Türk jandarması yerine Ermeni veya Fransız memuru görecek olduktan sonra, varlığımızın hiçbir kıymeti kalmaz. Siz bana bakın! Benim şu an aşiretin üzerinde hatunluk hükmüm sürer. Mademki millet bu işgali istemiyor, biz de düşmana karşı gelmek isteyen bu milletle beraberiz. Harp ise harp, kan ise kan, mal ise mal ne lazımsa kurtuluncaya kadar bütün aşiretle fedaya hazırız.” Anasının bu sözleri üzerine aşiret reisi tereddütten vazgeçerek düşmana karşı koymaya karar verir ve bu durum direnişe büyük yarar sağlar.

            Mudur’nunun Cami Kebir Mahallesinden Fatma kadın, birliğinden firar eden ve korkunç kar fırtınası altında köye evine gelen oğlunu eve kabul etmez. Oğlunun bütün yalvarmalarına karşın din ve vatanına ihanet edemeyeceğini, memleketin hizmet beklediği bir zamanda firar ettiği için kendisini evlat olarak kabul edemeyeceğini söyler ve oğlunu hükümete teslim ederek görevini yapar. Milli mücadeleyi kazanmaya azmetmiş Türk anasından başka bir şey beklenir mi?

            Gül Hanım bir başka yürektir. Bir rüya görmüştür, etkisi altıda kalmıştır rüyanın. Rüyasında Hz. Ali ona orduya katıl demiştir. Bu sözü emir telakki etmiş ve kocasını evde bırakıp 15 yaşındaki oğlu ile Erzincan’dan ayrılmış yollara düşmüştür. Ankara’dadır. Halide Edip Hanım’ı görecek ondan orduya alınması için yardım isteyecektir. Ankara’da karşılaşır Halide Edip Hanımla. Karşısına çıkar ve derdini anlatarak “Beni orduya gönderin” der. Gül Hanım komutanla görüşür ve Batı cephesine gönderilir. Yunanlılar savaş devam etmektedir. Gül Hanım savaşa girmek istemektedir. Çareler arar… Halide Edip Hanım durumu İsmet Paşa’ya anlatır. İsmet Paşa kadının kıyafetinin askerliğe uymadığını, hastanede veya Yunan zulümlerini tespit eden heyette görev yapmasını ister. Halide Edip aldığı talimatı bildirecektir. Gül Hanımı görmeye gider. Gül Hanım onu başı açık, saçları lüle lüle yana sarkan, asker elbiseleri içinde karşılar… Halide Edip aldığı talimatı Gül Hanım’a bildirir. Kadın başını sallar ve ısrarla cepheye gitmek istiyorum der. Zamanı gelir, fırlar yerinden cepheyi boydan boya gezer ve her askere “Eğer vatanı kurtarmadan gelirseniz, kadın olarak size lanet edeceğiz “ diye bağırır. Gül hanım taarruzdan üç gün önce bütün tümeni gezmiş ve askerleri zafer için yemin ettirmiştir… Türk kadınına yapamazsın demek var mı?

            Ağaoğlu Ahmet önemli bir yazardır. 1921’de dağ bayır dolaşırken yanına yaklaşan köylü bir kadınla konuşur. Kadın 70 yaşlarındadır, değneğine dayanır ve zorlukla yürür. Karşı karşıya geldiklerinde Ağaoğlu Ahmet’e sorar;

            “Ankara’dan mı geliyorsun?” ve konuşma şöyle devam eder:

            “Evet.”

            “Ah! Ordudan ne haber?”

            “Ordumuz demir gibi, inşallah yakında düşman kahredecektir”.

            “Şükürler olsun evladım!”

            “Evladın var mı ana?”

            “Dört oğlum vardı. Üçü şehit oldu. Biri de cephededir. Onun yolunu bekliyorum.” Kadının gözlerinden akan yaş damlaları yüzünün buruşukluğunu ıslatıyordu.makale

            “İnşallah yakında gazi olur döner, mesut olursunuz.”

            “Ah evladım tek memleket kurtulsun, gâvur gelmesin. Biz her şeye razıyız. Yeter ki bu topraklar çiğnenmesin.”

            Ağaoğlu Ahmet Kadının yüceliği karşısında şaşırır ama hayranlığını da inkâr edemez. Ağaoğlu’nun yanındakilerden biri

            “Çiğnenmez merak etme, Memleketin öbür kısımlarını da düşmandan alacağız. Allah bizimledir” deyince kadın cevap verir:

            “Allah razı olsun oğlum! Yüreğime su serptiniz. Bir teselli buldum. Allah’a ısmarladık” dedi ve yine değneğine dayanarak köyüne doğru yürümeye başladı!

            Bir değil, bin evladını ülkesi için veda edebilecek ana hangi millette olabilir ki!


            Ülkeler kahramanları ile büyür, kahramanları ile yaşar. Hele kahramanları kadınsa o ülkeler bir başka anlam kazanır. Türk milletinin ve dolaysıyla Türk kadınlarının da yüceliği buradan ileri gelir.

Hiç yorum yok: