Türk tarihi kadın kahramanlarla doludur. Orta Asya’dan
gelişle başlar, verilen her savaşta sayıları artarak devam eder. Her kurulan
yeni bir Türk Devletinin askerleri fetih için hareketlendiklerinde ya da
değişik şekilde düşmanla karşılaştıklarında askerlerin verdiği mücadele yanında
kadınların varlığından haberdar oluruz. 622 yıl devam eden Osmanlı
İmparatorluğu sona geldiğinde “Pasta Adam” olarak nitelendirildiği dönemlerde
ülkenin bu durumdan kurtarılabilmesi için neler yapılabileceği tartışılırken,
bu tartışmaların içinde kadınlarında yer aldığını görüyoruz. Yakın tarihimizde
bilhassa Osmanlı İmparatorluğunun yıkılış ve yeni bir Türk devleti olarak
Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen sürede verilen savaşların içinde sayısız
Kahraman Türk kadını vardır. Bizzat
savaşın içine girmişler aslanlar gibi çarpışmışlar, savaş sırasında rütbe
almışlar isimlerini tarihin derinliklerine gömmüşlerdir. Sadece bu kadar mı?
Elbette ki değil, daha isimleri belirlenememiş ya da isimleri belirlenmiş de
uzun yıllar sonra ortaya çıkmış onca isim var kadın kahraman olarak…
Bu kadın
kahramanlar belki Nene Hatun gibi baltayı eline alıp düşman içine dalmamıştır,
belki Nezahat Onbaşı gibi siperlere dalıp askerlere su dağıtmamış, belki siper
siper gezerek, yaralıları cephe gerisine çekip yaralarını sarmamış ama yine de
bedenlerini ülkesinin menfaati için hiçe saymıştır…
Beyi
Anadolu’ya geçince birkaç gün sonra kocasının peşinden Anadolu içlerine giden
ve bir daha kendisinden haber alınamayan Necla Hanım (Türkân), erkek
kardeşlerimiz cephede savaşırken bize evde oturmak yakışmaz diyerek askere
alınması için dilekçe veren Kara Mehmet Kızı Latife, Çamlıca’nın üç gülü olarak
kitaplaştırılan kızkardeşler, düşmanın köye girmesi ile yakalanan ve Türk
askeri hakkında bilgi almak için sorguya çekilen, istenen bilgileri vermeyince
fırına atılarak yakılan Nafize Hatun, Kahraman Türk Kadınlarından sadece bir
kaçıdır.
ANANIN
DUYGUSU SORGULANMAZ VATAN MI EVLAT MI DİYE!
Sene 1921
aylardan yaz. Yunan ilerlemesi devam etmektedir. İnegöl tehlike ile karşı
karşıyadır. Anası oğluna görev verir “Oğlum düşman İnegöl’e varmak üzere, doğru
cepheye, durma koş”. Koşar gider oğlu. Cahil oğlu kavrayamıyor düşmanın
yapacaklarını ve düşmana bir ihbarda bulunuyor… Zavallı yaptığının kötülük
olduğunun farkında bile değil! Çok geçmeden Anaya haber ulaşıyor ”Oğlun düşmana
casusluk etti” diye … Vatanı ve oğlunun başarısı için köyünde Allah’a
yalvararak dua eden ana bu haberi alınca çılgına dönüyor ve kaptığı gibi tüfeği
gidiyor oğlunun peşinden. İnegöl’dedir. Oğlunu soruyor, ne yapacaksın diye
soranlara anasıyım göreceğim diyor. Anasının kendisini görmek için geldiğini
öğrenen oğlu sevincinden uçuyor ve elini öpmek için koşuyor anasına. At
üzerinde dimdik duran Anası, feracesinin altından çıkarıyor tüfeği basıyor
tetiğe acımadan oğlunu alnından vurup gözden kayboluyor. Vatan sevgisi mi?
Evlat sevgisi mi? Diye anaya sorulmaz!
İbrahim
Ethem Bey komutasındaki Demirci Akıncıları Yunan’a kan kusturuyordu. Demirci
Akıncıları Ulus dağı eteklerindeki Molla Hasbi’nin evini mesken tutmuşlar,
burada barınıyorlardı. Düşman fırsatını bulmuş İbrahim Ethem Akıncıları yokken
Molla Hasbi’nin evini yakmış kendisi ile birlikte birkaç kadını da şehit
etmiştir. Ancak bu yaptıklarını yeterli görmemişler, İbrahim Ethem Kuvvetlerini
ortadan kaldırmak için köy kadınlarından Nafize Hatunu ele geçirmişler, olmadık
işkenceler yaparak bilgi almak için uğraşmaktadırlar. Ne var ki Hafize Hatun
hiçbir bilgi vermez, direnir durur. Bilse de bir şey söylemeyeceği yanıtını
vermesi üzerine, Yunanlılar tarafından fırına atılarak şehit edilir. Türk
kadınından sır istenmez çünkü sır vermeyi değil ser (başını) vermeyi bilir
Maraş’ın
Pazarcık ilçesinde milli teşkilat kurulmak istenir. Bir evde toplanırlar.
Erkekler köydeki aşiret reisini milli cepheye kazandırmak için konuşur dururlar
ama başaramazlar. Aşiret reisi Nuh der
peygamber demez. Konuşmaları aşiret
reisinin anası dışarıdan duymaktadır. Oğlu’nun yüreksizliğine üzülür ve içeri
girerek; “Evlatlarım! Bütün konuşmalarınızı yandaki odadan dinledim. Evet
haklısınız. Biz yarın Türk memuru, Türk jandarması yerine Ermeni veya Fransız
memuru görecek olduktan sonra, varlığımızın hiçbir kıymeti kalmaz. Siz bana
bakın! Benim şu an aşiretin üzerinde hatunluk hükmüm sürer. Mademki millet bu
işgali istemiyor, biz de düşmana karşı gelmek isteyen bu milletle beraberiz.
Harp ise harp, kan ise kan, mal ise mal ne lazımsa kurtuluncaya kadar bütün
aşiretle fedaya hazırız.” Anasının bu sözleri üzerine aşiret reisi tereddütten
vazgeçerek düşmana karşı koymaya karar verir ve bu durum direnişe büyük yarar
sağlar.
Mudur’nunun Cami Kebir Mahallesinden Fatma kadın, birliğinden firar eden
ve korkunç kar fırtınası altında köye evine gelen oğlunu eve kabul etmez.
Oğlunun bütün yalvarmalarına karşın din ve vatanına ihanet edemeyeceğini,
memleketin hizmet beklediği bir zamanda firar ettiği için kendisini evlat
olarak kabul edemeyeceğini söyler ve oğlunu hükümete teslim ederek görevini
yapar. Milli mücadeleyi kazanmaya azmetmiş Türk anasından başka bir şey
beklenir mi?
Gül Hanım
bir başka yürektir. Bir rüya görmüştür, etkisi altıda kalmıştır rüyanın.
Rüyasında Hz. Ali ona orduya katıl demiştir. Bu sözü emir telakki etmiş ve
kocasını evde bırakıp 15 yaşındaki oğlu ile Erzincan’dan ayrılmış yollara
düşmüştür. Ankara’dadır. Halide Edip Hanım’ı görecek ondan orduya alınması için
yardım isteyecektir. Ankara’da karşılaşır Halide Edip Hanımla. Karşısına çıkar
ve derdini anlatarak “Beni orduya gönderin” der. Gül Hanım komutanla görüşür ve
Batı cephesine gönderilir. Yunanlılar savaş devam etmektedir. Gül Hanım savaşa
girmek istemektedir. Çareler arar… Halide Edip Hanım durumu İsmet Paşa’ya
anlatır. İsmet Paşa kadının kıyafetinin askerliğe uymadığını, hastanede veya
Yunan zulümlerini tespit eden heyette görev yapmasını ister. Halide Edip aldığı
talimatı bildirecektir. Gül Hanımı görmeye gider. Gül Hanım onu başı açık,
saçları lüle lüle yana sarkan, asker elbiseleri içinde karşılar… Halide Edip
aldığı talimatı Gül Hanım’a bildirir. Kadın başını sallar ve ısrarla cepheye
gitmek istiyorum der. Zamanı gelir, fırlar yerinden cepheyi boydan boya gezer
ve her askere “Eğer vatanı kurtarmadan gelirseniz, kadın olarak size lanet
edeceğiz “ diye bağırır. Gül hanım taarruzdan üç gün önce bütün tümeni gezmiş
ve askerleri zafer için yemin ettirmiştir… Türk kadınına yapamazsın demek var
mı?
Ağaoğlu
Ahmet önemli bir yazardır. 1921’de dağ bayır dolaşırken yanına yaklaşan köylü
bir kadınla konuşur. Kadın 70 yaşlarındadır, değneğine dayanır ve zorlukla
yürür. Karşı karşıya geldiklerinde Ağaoğlu Ahmet’e sorar;
“Ankara’dan mı geliyorsun?” ve konuşma şöyle devam eder:
“Evet.”
“Ah!
Ordudan ne haber?”
“Ordumuz
demir gibi, inşallah yakında düşman kahredecektir”.
“Şükürler
olsun evladım!”
“Evladın
var mı ana?”
“Dört
oğlum vardı. Üçü şehit oldu. Biri de cephededir. Onun yolunu bekliyorum.”
Kadının gözlerinden akan yaş damlaları yüzünün buruşukluğunu ıslatıyordu.makale
“İnşallah
yakında gazi olur döner, mesut olursunuz.”
“Ah
evladım tek memleket kurtulsun, gâvur gelmesin. Biz her şeye razıyız. Yeter ki
bu topraklar çiğnenmesin.”
Ağaoğlu
Ahmet Kadının yüceliği karşısında şaşırır ama hayranlığını da inkâr edemez.
Ağaoğlu’nun yanındakilerden biri
“Çiğnenmez
merak etme, Memleketin öbür kısımlarını da düşmandan alacağız. Allah
bizimledir” deyince kadın cevap verir:
“Allah
razı olsun oğlum! Yüreğime su serptiniz. Bir teselli buldum. Allah’a
ısmarladık” dedi ve yine değneğine dayanarak köyüne doğru yürümeye başladı!
Bir değil,
bin evladını ülkesi için veda edebilecek ana hangi millette olabilir ki!
Ülkeler
kahramanları ile büyür, kahramanları ile yaşar. Hele kahramanları kadınsa o
ülkeler bir başka anlam kazanır. Türk milletinin ve dolaysıyla Türk
kadınlarının da yüceliği buradan ileri gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder