Günleri
yitirmek, ölümü bekler olmaktır. Buna kimsenin gönlü razı olmaz, kimse de
günlerini yitirmek istemez. O nedenle biz de günlerimizi yetirmemek için
gezmeye, dolaşmaya devam edeceğiz. Her ne kadar günümüzün Evliya Çelebisi
değilsek de, gördüklerimizi karalayıp duruyoruz ya… Bu da bir şey olmalı…
Sarıyer’de Taşiskele… Taştan iskele…
Tanıyanı bileni var mı? Ne oldu? Nasıl oldu? Neden yok oldu! Taşiskele, bir
balıkçı köyü olarak tarihte izdüşümü olan Sarıyer’in antik çağdan bu yana
iskelesidir dersek belki pek yerinde olmaz ama tarihteki ilk iskelesi olduğunu
iddia ederiz. Taşiskele Meydanında yani Sarıyer S. K. Kafeteryası önündeki
Mermer Çeşmenin (Rumeli kazaskeri Ahmet Kamili Efendi Çeşmesi) kitabesinden
anladığımıza göre… Çeşmeyi yaptıran Rumeli kazaskeri Ahmet Kamili Efendi
tarafından yeniden yaptırıldığıdır. Kitabede şöyle yazıyor: “Sahib-ül hayret
vel-hasenat imam-ı evvel-i Hazret-i Şehriyari ve Sadr-ı Rumelili Elhaç Hafız
Ahmet Kamili Efendi işbu çeşme-i Latif ile iskeleyi müceddeden bina eylemiştir.
(Hicri: 1228, Miladi: 1812). Bu kitabeden anlıyoruz ki çeşme vardı, taşiskelede
vardı ama onarıma muhtaçtılar. Padişah Başimamı ve Rumeli kazaskeri Ahmet
Kamili Efendi, kesesine güvenmiş olacak ki hem Taşiskeleyi ve hem de Çeşmeyi
yeniden inşa ettirdi…
Malum çeşme bugünkü yerinde değildi.
Cami duvarı dibindeydi. Buradan kaldırıldı, limanın hemen yanına taşındı oradan
da bugünkü yerine… Suyu içilir sudur ama su gelişi üst seviyeden olduğu için
yazın çok sıcak, kışın soğuk olur…
Taşiskele 1999 da rıhtım çalışmaları
sırasında, tarihi eser falan dinlenmeden paldur küldür yıktırıldı. Oysa bu
iskelenin taşları siyah taştandı ve ne kurşun, ne horasan ve ne de harç
kullanılmadan yapılmıştı, tarihi özelliği olan bir Limandı… İskele yer ile yeksan edildi, yenilenirken de
biraz büyütüldü. Günümüzde sandal ve alamana yok, tekneler makineli ve çok
düzenli… Hepsi de balıkçı teknesi, birkaçı gezi teknesi. İskelenin sıkıntısı
ise rıhtımı… Lokantaların önü işgal edilmişti, şimdi biraz nefes aldı. Ama ana
rıhtım ise tamamen işgal altında. Rıhtımın üstü boydan saha çok çeşitli balıkçı
levazımatı ile (ağ, mantar vesaire) işgal edilmiştir. Rıhtımın deniz tarafını
ise büyük balıkçı gemileri işgal etmiş… Bir iki değil, yedi sekiz gemi yan yana
gelerek işgali tamamlıyorlar… Gemiler kızağa çekilene kadar pek çok işleri
burada yapılıyor ve ses kirliğinden millet el aman diyor… Aman ha diyoruz, bu
konu ile fazla uğraşıldığında insan kötü kişi oluyor. Çünkü deniz tümü ile
balıkçılarındır. Öyle kabul ederler. Hiç düşünmezler onlar tekne yan yana geldi
mi halkın görüşünü ortadan kaldırırlar… Düşünmezler düşündükleri kendilerinin
rahatlığıdır.
Taşiskele parkın banklar. Buralar
ayrı uğrak yerleridir. Hele akasya ve çınar ağaçı altındaki banklarda yer kapma
yarışı vardır… Burada fakiri, zengini, eli açık olanı, eli sıkı olanı, cebi şiş
olup da dışarı yem vermeyenlerin; yorgun düşenlerin gece uyku uyuyamayanların
bir arada oturduğu yerlerdir. Öyle koyu sohbetler yapılır ki deme gitsin. Zaman
zaman hükümetler kurulur, takımlar şampiyon ilan edilir burada… Arkadaki büyük bina, eski Uğurcan binayı
birkaç yıldır kapalı. Kirası çok yüksek, kiralayan yok… Salatacı Yaşar ön
kapıda bina bekçisi…
Saray arkası sokak eski özelliğini
kaybetti. Zira sokak kaldırılmış… Saray arkasında her ne kadar Mehmet Ali Paşa’ya
ait saray varsa da sokak yok… Yalıların önleri ise Milli Emlak tarafından yalı
sahiplerine kiralandı. Haaa unutmayalım Saray Arkası sokakta kafeteryalar da
hayli ilginç… Yan yana iki kafeterya,
bir balık lokantası ve bir de nargile kafe… Saray arkası kafeteryaları ve
nargile kafe gençlerin rağbet ettikleri bir yer… Bu alan bu yazın kavurucu
sıcağında hayli boğaz rüzgârı alarak halkın serinlemesini sağlar… Ön taraf
rıhtım ve amatör balıkçılar zaman zaman boy gösterir… Deniz sahili Yenimahalleye doğru balıkçı
gemileri ile dolu…
Sarıyer Ali Kethüda Camii tarihi
önemi olan bir cami! İstanbul’un en ışıklı camilerinden biriydi, kadınlar
bölümü yapılana kadar. Sağ taraftaki
pencelerden bir kaçı kapanınca eski özelliği kalmadı. Cami bakıma muhtaç! Liman
ve rıhtım çalışması yapılırken kazık çakma sırasında cami temeli sarsıntıdan
oynadığı için gövde de yana yatma mevcut. Keza minarede de hayli yana yatma
var. Bu nedenle bakım kararı var ama bir türlü “Başlasın” emri çıkmıyor.
Cami haziresinde oturur işi
olmayanlar. Sabah saatlerinden akşam namazına kadar burası arenadır. Burası kendini
bi bok sananların sırf itlik olsun diye “ismet Paşa asker kaçağıdır” diyenlerin
bulunduğu yerdir. Adam bunu söyler, tahsili, kültürü nerde hak getire ama dinleyenlerinden
“yahu hem paşa diyorsun hem de asker kaçağı diyorsun bu nasıl olur” diye soran yok… İşin tuhafı da bu! Bu adamların
da bir oy kullandıklarını unutmayalım.
Cami bahçesinde üç musalla taşı…
Maşallah 2017 y.ılı öyle bir geldi ki musallah taşlarının boş kaldığı yok. Her
gün bir iki kişiyi yolcu ediliyor buradan. Rıhtımı camiden Belediye’nin tentesi
ayırıyor… Cami bahçe duvarının dış kısmında banklar ve uyduruk bir çay ocağı var…
Yer Milli Emlâkın, birileri kullanıyor… Burası yıllardan beri aynı insanların
bir arada bulundukları bir yer. Kışın soğuğu ve yazın sıcağında insanlar burada
tüketir ömürlerini… İnat mı nedir karar
veremedim rahmet Hacı Ağabeyim Sait Balcı öldükten sonra bir defa olsun gidip
orada oturmadım. Çağrıldığımda ayakta durup işimi hallettim… Buranın demirbaşı
Demir Baytar, Menekşelerin Damadı Fahri… Bu sene bir demirbaşı daha oldu
Ketenci İbrahim… Hakkı Hoca hasta çok seyrek
geliyor. Ahmet Girit o da hasta gelmesi mümkün değil. Kömürcü İbrahim de
hasta ama zaman zaman uğruyor. Tabii bu kadar değil hayli fazlası var…
Cami arkası sokak lokantalar sokağı…
İ lk lokanda Emine Gemici Kav’a ait. Önce kahvehane idi… İyi ki böyle olmuş,
çok daha renkli şimdi. Emine Kav Gemici tam bir Cumhuriyetçi! Lafını esirgemez
kendince hak bildiğini söyler… Hani gülüşünde bir güzellik vardır. Yani başında
iki balık lokantası Aquarius ve Captains Terrace ve diğerleri…
Biz yine Sarıyer Spor kulübü
Kafeteryasına dönelim… Demirbaşların gelmesi ve sürekliliği ele alalım…
Sarıyerlilerin biraz da kulüple ilişiği olanların emekliliklerini geçirdikleri
mekan dersek yeridir… Her gün gelenleri saymaya kalksak bir sayfa yetmez; Başta
ben… Sonra Mustafa Bostan, Şükrü Denizeri, Ali Emanetçi, Mehmet Aslan, Müdür
Semih Kandemir, Mustafa Süleymanoğlu, Erdoğan Akın, Doğan Darcanlı, Gazcı Selim, Mustafa Demirkıran, Mustafa
Balcı, İrfan Kaban, Kamil Açıkel, Mehmet
Yayık, İbrahim Akkemik, Ömer Sezgün, Namık Kaptan, Erol, Ertuğrul kardeşler….
Kadınlara da yer var… Onları
atlamamız tabii ki olmaz. Ama isim saymanın bir anlamı yok gibi geliyor bana.
Ne de olsa onlar kadın… Ama hemen her gün belli saatlerde gelip, en dipte
denize yakın masalarda yerlerini alırlar… Ya da her zaman oturdukları belirli
masaları vardır. Ya çok güneş alan masalar, ya da rüzgâra açık masalar! Girişte
ilk masalar onlara aittir.
Yitirmediğim çok daha günler var,
hele birkaç gün daha geçsin… Yine devam deriz…
14.08.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder